okul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
okul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Eylül 2020 Cuma

BU EYLÜL ÇOK YÜKLÜ


Eylül, diğer aylara göre biraz farklıdır. Bu ayının  tarihsel geçmişi ve her yılki 
mevsimsel döngüsü içinde, savaş ve barış günlerinin acı ile sevinçleri pek çoktur. 
  
Emekçiler kışa hazırlık için yoğun çalışmalarla; verimli-verimsiz-acılı-sevinçli geçen bir yılın hasadını toplayıp kışa hazırlık yaparlar. Onun için de "Eylül tedarik ayıdır" derler. 

1 Eylül 1939 günü Almanya'nın faşist lideri Adolf Hitler'in emrindeki Nazi ordusunun Polonya'yı işgal etmesi, 2.Dünya Savaşının başlangıcı olmuştu. Bunu bir fırsat sayan faşist-emperyalistler ve onların işbirlikçisi olan güçleri, mazlum dünya halklarına ait kaynakları ele geçirmek için her yeri kana bulayıp büyük acılar yaşatmıştı.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1981 yılında aldığı kararla, savaş ve çatışmaları önlenmek, barış sağlamak, bilinçli bir farkındalık sağlamak ister ve 1 Eylül'ü  "Dünya Barış Günü" ilan eder. Ancak yirmi yıl sonra (7 Eylül 2001) aldığı başka bir karar ile: savaşın 21 Eylül 1945'de  bittiği gerekçesiyle bu kez 21 Eylül'ü "Dünya Barış Günü" ilan etmiştir. 

Bu nedenle her 21 Eylül günü, B.M. Merkezinde “Barış Çanı” çalınır. (Bu çanın bir de öyküsü var; Dünyanın her yerinden çocuklar, "bozuk paraları" bağış olarak toplarlar ve daha sonra bu paralar Japonya tarafından bir çana dönüştürülür...) Bu Çan'ın üzerinde: “Çok Yaşa Mutlak Barış” yazısı bulunmaktadır.

Tabii ki çok yaşasın Barış!... Çünkü Barış insanlığı; hiçbir parasal yatırıma, hiçbir silaha ihtiyaç duymadan, sadece demokrasi, eşitlik, sevgi, saygı ve hoşgörü ile mutlu eder, yaşatır. 

***

12 Eylül 1980 günü yapılan faşist darbe sonunda, ülkemizin demokrasisi büyük yaralar almış, insanlarımız  büyük acılar yaşamıştı... 

İşte tam da bu günlerde eğitimciler, veliler ve öğrenciler yani tüm toplumumuz, heyecanlı bir bekleyiş içinde. Çünkü Eylül'de en değerli varlıklarımız olan çocuklarımızın okulları açılacak. 

İşte Eylül geldi!... Bu yıl Eylül'ün çok yükü var:  

Covid 19 dünyaya meydan okuyup can almaya devam ediyor. 

Sınırlarımızda çıkar savaşları var.

Gençlerimiz ve kıt kaynaklarımız savaşlara yem oluyor.  

Tek bir "iyi" komşusu bile olmayan, kendisine aşık bir ülke olduk...

Liderler öfkeli bağırışlarla, "düşmanlara" meydan okuyor.

Kaynaklarımızın büyük dilimleri savaş ekonomisine akıtılmış, ekonomi dip yapmış. 

İnsanlarımız, aç-işsiz-güvencesiz. Covid 19 yüzünden çaresiz, kısıtlı, tutuklu... 

İşte bilinmezliklerle dolu Eylül geldi: 

Acaba bu Covid 19 ikliminde okullar açılacak mı, açılmayacak mı? - Okulların açılması acaba  büyük acılar yaşatacak mı?  

İnsanlarımızın sağlık, iş, aş, gelecek gibi çok yükleri ne olacak? 

Öyle görünüyor ki daha nice bilinmez, karanlık, kaotik günler ve geceler yaşayacağız. Eylülün mehtaplı geceleri ve sonrasında da ...

Bu Eylül çok yüklü... 

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk    

Bizler, okullar açıldı/açılacak derken, bunca bilinmezlik içinde yaşarken.  Bir gün Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, kürsüye çıktı ve demecini patlattı: "Eğitimde asıl yük öğretmenin maaşıyla ilgilidir. Milli Eğitim Bakanlığının bütçesine bakarsanız, yatırım bütçesinin çok çok küçük olduğunu görürsünüz. Neye göre; personel maaşına göre... “ 

Kime göre? -Bakana göre...

TDK sözlüğüne baktığınızda "yük" sözcüğünün çokça anlamı olduğunu görürsünüz.  Bence, Sn Bakanın kullandığı “yük” sözcüğüne TDK tanımları arasındaki en uygun olanı: 

"YÜK: (isim, mecaz) Tedirginlik veren şey, engel." 

Bu sözleriyle bakan; eğitimin öznesi olan öğretmenlere verilen açlık sınırındaki maaşı, sistem için bir engel olarak görmektedir.

Biliyorsunuz, Ziya Selçuk, geçmişte özel bir okulun kurucu patronuydu. Her nedense patronlar, kendilerini çalışanların sahibi olarak görürler ve onların sayesinde para kazandıklarını ise hiç düşünmezler. Ziya Bey patronluk günlerini hatırlamış olacak ki, eğitim emekçilerini "yük" sayıyor. Oysa patronlar bu ayıp düşüncelerini, utandıkları, hem de korktukları için pek ulu orta dillendirmezler, sadece kendi benzerlerine dedikodu olarak fısıldarlar,  ya da kendi kendine söylenirler. Ziya Selçuk buna uymadı, düşüncelerini hiç gizlemedi, ulu orta açıkladı.      

Bu incitici sözlerin sahibi Bakan (hem de Eğitim Bakanı), ülkemizde olup bitenlere bu kadar yabancı, bu kadar duyarsız olabilir mi?

Eğer sayın bakan şöyle bir etrafına baksa, zar zor da olsa konuşan tek tük "muhalifi" azıcık dinlese; Devlet sermayesiyle kurulan ve kamu hizmeti yapan "yerli ve milli", çokça verimli arazileri, değerli arsa ve binaları olan: Sümerbank, Etibank, Telekom, Şeker Fabrikaları, Çimento Fabrikaları, Et ve Balık Kurumu v.b. nice ekmek teknesi kuruluşu ve milyonlarca  çalışanını, bu emekçilerin de bir zamanlar "yük" olarak görüldüğünü hatırlarsa... Politik tercihle atanan yöneticilerin, bu kurumları nasıl atıl bırakıp, zarar eder duruma getirdiklerini... Sonra da bu kurumlara ait bina, fabrika donanımları, arsa ve arazilerin nasıl değerlerinin çok çok altında, yani yok pahasına "adrese teslim özelleştirme" yöntemleriyle pusuda bekleyenlere dağıtıldığını... 

Ayrıca "özel ihalelerle"  ülke çıkarı ve eko sistem düşünmeden "Yap, işlet, devret" yöntemi ile belli şahıs ve şirketlere yaptırılan; yollar, tüneller, köprüler, hastaneler, okullar, HES'ler... Bu şirketler için içeriği gizli tutulan kapitülasyon benzeri ipotek sözleşmeleri hazırlanıp ülke hazinesi adına imza atıldığını, böylece  torunlarımıza onlarca yıl sürecek "dolara endeksli borç"  bırakıldığını... Sonrasında da bu hileli işlerin faili olanların meydan ve  ekranlarda: "Biz devletin beş kuruşunu harcamadık"  diye övünüp halktan alkış beklemelerini...  

Evet eğer sayın bakan birazcık olup bitenlere baksa,azıcık da düşünse; halkımıza yük olanların yanında yer aldığını ve ülkeye kimlerin YÜK olduğunu:

Görecekti, duyacaktı ve belki de anlayacaktı. 

***

Bu günlerde "Karadeniz'de 320 milyar metreküp DOĞALGAZ bulundu!..." diyorlar. Herkesi çok sevindiren bu güzel haberin gerçek olmasını diliyor ve emeği geçenleri kutluyorum. 

ANCAK; bu kaynağın da diğer kaynaklarımız gibi başkalarına peşkeş çekileceği düşüncesi ile endişe içindeyim. Dilerim ki yanılmış olurum. 

Sizce ben haksız mıyım? 


Diğer yazılarım içintıklayınız


4 Ağustos 2017 Cuma

Anne ve Babalara Mektup



Sevgili anne ve babalar; 
Ben uzun yıllar çalışıp emekli olmuş eğitimci bir dedeyim. Biliyorsunuz okullarımıza babalardan daha çok anneler geliyor, eğitim bilimi, bu durumun devem etmemesi gerektiği söylüyor. Çünkü çocuğun hem anneye hem de babaya çok ihtiyacı var.

İşte gördüğünüz gibi sizinle ortak konumuz çocuklarımız... 

Bu nedenle size; zarfsız ve pulsuz bir mektupla seslenmek istiyorum.

Sizlerle; okul bahçelerinde, koridorlarda, törenlerde, etkinliklerde, okul aile birliği toplantılarında, okul aile birliği çalışmalarında görüşüp tanışırız. 

Sizler, her zaman okullarımızı koruyan ve kollayanlar oldunuz.  Devletin üstlenip yapmadığı, eksik bıraktığı işleri üstlenip tamamladınız.

Okullarımızın bazen faturalarını ödediniz, bazen de aksayan okul hizmetlerini yapacak elaman bulup maaşlarını ödediniz. Hatta belki, "o elemanları niçin sigorta ettirmediniz" diye sorgulananız da olmuştur… 

Okullarımıza daha iyi şartlar sunmak için toplantılar, kampanyalar, kermesler yaptınız.  Böylece,  öğrencilere, öğretmenlere ve okul yönetimlerine büyük destek oldunuz.  

Benim bu sıraladıklarım yapılanların sadece birkaçı... Kısacası, sizler teşekkürü hak eden saygıdeğer pek çok işler yaptınız.
-Peki, siz tüm bu işleri niçin yaptınız?

-Siz söylemeden önce ben söyleyeyim “en değerli varlıklarınız” çocuklarınız için, değil mi?

Sizler isterdiniz ki; çocuklarınız sağlıklı, güvenli, başarılı birer birey olsun ve bu dileklerinize ulaşmaya engel olacak tüm etmenler ortadan kalksın. 

Ama şimdi sizin istemediğiniz bir ortam oluştu ve engeller çoğaldı. 

Bu mektubu da, okullara hizmet, para,  pul istemek için yazmıyorum. En değerli varlıklarımız çocuklarımız tehlikede, onu haber vermek için yazıyorum.

Sevgili anne ve babalar; 
Yetişkinlere belli bir hayat tarzı dayatmaya çalışan iktidar, bu konuda henüz tam başarılı olamadı. Ama şimdi, tarikatlar, vakıflar ve derneklerle el ele verip; bilinçli, planlı, programlı olarak okullarımıza, çocuklarımıza, geleceğimize yöneldiler…

Öğretim konularındaki (müfredat) değişiklikleriyle, çocuklarımızı bilimsel anlayıştan uzaklaştırmak ve ülkemizi çağdaş dünyanın dışına atmak istiyorlar.

Çocuklarımızı; soru sormaz, yorum yapmaz, sorgulamaz duruma getirip, özgüvensiz ve bağımlı kişiler yapmak istiyorlar. Çünkü kendi gelecekleri (ikballeri) için gerekli olan nesli, bilimsel yolla değil de, inanç sistemi dayatmasıyla yetiştirmek istiyorlar. Çünkü ancak bu eğitimle; karşı çıkmayan, hak aramayan insan yetişeceğini biliyorlar. 

Sevgili anne ve babalar;
Bir yıl önce hep birlikte yaşadık o kapkaranlık 15 Temmuz kalkışmasını. Oradaki insanlık dışı eylemleri, acımasızlıkları ve katledilen canları... 

Anlaşılan bazıları tüm bu yaşananlardan hiç ders çıkarmadı ki, şimdi aynı yöntemi kullanarak saldırmaya başladılar okullarımıza, çocuklarımıza geleceğimize… Ne çabuk unuttular bir yıl önce yaşananları!..

Bari siz yaşananları unutmayınız sevgili anne ve babalar: 

Bu kalkışmanın odağındaki virüs, toplumsal yaşamımıza ne zaman, nasıl ve hangi yöntemlerle girdi? Nasıl semirerek gelişti ve sarmaladı her yanı? Bunları hepimiz (az/çok) duyup öğrenmedik mi?

-Evet gördük, duyduk, öğrendik:

Onlar da; tarikatlar, vakıflar, dernekler yönetiminde, örgün ve yaygın eğitim kurumlarına sızdılar.

Yalan söyleyip, riyakârlık ve yolsuzluk yaptılar. Çaldıkları sorularla, sınav kazandırıp, işlere (öğretmen, polis, yargıç, general…) yerleştirdiler.

Özetle; sormayan, yorum yapmayan, robot gibi isteneni yapan ve kendilerine minnetle bağlı kulları böyle yetiştirdiler.

Tabi tüm bunları tek başlarına yapmadılar. Büyük ortakları olan yol arkadaşları; “alnı secdeye değiyor”  diye onları; makam, mevki, yetki sahibi kıldı ve tüm istediklerini de verdi...

Peki sonra…:

İşte onlardı 15 Temmuz’da tankları sivil halkın üstüne sürenler, onlardı meclisi bombalayanlar.  Onlardı, aklı, mantığı, vicdanı ve beyinleri kiralananlar. Onlardı, onlar…

Bir daha o karanlık günleri yaşamamak için size sesleniyorum. Sevgili anne ve babalar:
Bakınız, Eylül yaklaştı, okullar açılacak, zaman çok az ve çocuklarımız tehlike altında… 
 

En değerli varlıklarımız olan çocuklarımız ve ülkemizin geleceği için; 
  • Bilimsel yoldan çıkışı sağlayan ve inanç sistemi dayatan, öğretim konularındaki (müfredat) değişiklikler hemen durdurulmalıdır. 
  • Zorunlu din dersi uygulaması sonlandırılmalıdır. (Dinde zorlama olmaz!) 
  • Demokrasi, laiklik, hak, hukuk ve adalet düşmanı gerici anlayışın şahlanışı durdurulmalıdır.
Bu ve benzer demokratik taleplerimizle; okul-aile birliklerinde, STK’larda, gönül verdiğiniz partilerde, arkadaş günlerinde, sokakta, çarşıda her alanda, her ortamda el ele tutuşup, bir araya gelmeli, çareler aramalıyız.

Çünkü çocuklarımız da ülkemiz de çok değerli…
Çünkü çocuklarımız ve geleceğimiz tehlikede…

Saygılarımla... 


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

28 Temmuz 2017 Cuma

Eğitim Sistemimiz Nerelere Gidiyor?

"Evrim-Yaratılış-Gaya-Cihad-Ukûbat-Muamelat"
Eğer bir devletin görevlerini önem sırasına göre listelersek, “eğitim” listenin ilk satırında yerini alır. Çünkü “Nasıl bir gelecek?” sorusunun cevabı eğitimin içinde saklıdır. Bu da devlet için, eğitimin öncelikli bir görev olması için yeterlidir.
Eğitim sistemimizin; müfredat-yöntem-teknik, öğrenci, öğretmen, yönetim ve altyapıdan kaynaklanan devasa sorunları var.
15 yıldır iktidar bulunan AKP, bu sorunlara çözüm aramak yerine, her adımını, geçmişle hesaplaşmak ve tüm eğitim sistemini “İmam-Hatip anlayışına uyarlamak için attı.
Bugüne kadar İmam-Hatipler ve eğitim sistemimiz hakkında çokça yazı yazdım. Hatta bu yazımdan önceki yazımın başlığı da: “Toplumsal dönüşüm ve İmam-Hatipler” idi. 
Bu yazının özeti sayılan tabloyu vurgulamak için tekrar sunuyorum:
MEB’in kendi istatistikleri ile İmam-Hatipler:
Öğretim  Yılı
Okul Sayısı
Öğrenci Sayısı
Öğret. Sayısı
2003/04 Toplam
452
97.489
7.631
2016/17 Toplam
4.175
1.291.386
72.504
Artış Yüzdeliği
% 923.67
% 1.324,64
% 950,12
Not: Sadece yukarıdaki tabloda gösterilen okul ve öğrencilerle yetinmediler, anaokulundan üniversiteye tüm okulları İmam-Hatip Sistemi”ne uyarladılar

Evet, tabloda görüldüğü gibi iktidar, bu okullardaki öğrenci sayısını 13 kat artırarak net bir mesaj vermiştir: Tabelada ismi ne olursa olsun, anaokulundan, üniversiteye kadar tüm eğitim sistemi; Diyanet, Vakıflar ve Dernekler denetiminde İmam-Hatip anlayışına teslim edilecektir. Nokta…
Peki, bu anlayışın hedefi nedir?  
-Hedefi;  eğitimdeki (zaten eser miktarda olan); demokratik, bilimsel, laik, barışçı anlayışı sonlandırmak.
Böylece; soru sormayan, sorgulamayan, araştırma ve inceleme yapmayan, “evet”  diyen zayıf, titrek, korkak, bağımlı ve özgüvensiz, “Orta Çağ" insanları çoğalacak ve gelecekleri güvenceye alınmış olacak…
Bu hedefe ulaşmak için önce okulları sıradanlaşırdılar, öğretmenleri işlevsiz kıldılar, okul yönetimlerini ilahiyat kökenlilere teslim ettiler…
Ve şimdi de, ‘Evrim Teorisi’ni yok sayıp ‘Yaratılış’ konusuna sarıldılar.
Oysa ‘Evrim’ teorisi fen bilimlerin alfabesi…
‘Yaratılış’ ise inanç sisteminde sadece bir görüş...
Biri deneye ve gözleme dayalı, diğeri ise söylencelere ve inanca…
İzlediğiniz gibi bir haftadır akademisyen ve MEB yetkilileri ekranlarda değişecek olan Öğretim Ayrıntıları (müfredat) hakkında açıklamalarda bulunuyorlar. Özetle:
1. Deneye, gözleme dayalı ‘Evrim Teorisi’ (ağır(!) olduğu için) bundan böyle konular arasında yer almayacak. Uzaklara bakmayıp sadece yurdumuzu çevreleyen komşu ve bölge ülkelere baktığımızda; Suudi Arabistan hariç tüm ülkelerin eğitim programlarında ‘Evrim Teorisi’nin yer aldığın görürüz. Yani İslam Cumhuriyeti olduğunu resmen ilan etmiş İran’da bile...

(‘Evrim Teorisi’nin hipotez ile başlayan oluşumu):
  
2. Bundan böyle, eğitim sistemimizde söylencelere ve inanca dayanan ‘Yaratılış’ anlayışı odak olacak. İşte öğrenci seviyesine uygun(!) olduğu düşünülerek, Orta Çağ'dan günümüze taşınmasına karar verilen bazı konu başlıkları ve kısa tanımlar:
·        ‘Gaza’: “Kâfirler üzerine düzenlenen fetihleri anlatan”…
·         Cihad’: “İslamin hamle yapmasını sağlayan güç”…
·        Ukubat’:Şeriata göre suç kabul edilen eylemlere / fiillere verilecek cezalar/işkenceler”…
·        Muâmelât’: “Kişinin diğer fertlerle ve cemiyetle münasebetlerini tanzim eden fıkıh kaideleri”…
·       
NOT: Çoğumuz bu kavramların/konuların okullarda okutulacağını daha yeni öğrendik. Oysa, bakanlık e-okul sisteminde “Gaza ve Cihad Anlayışı Ne Demek” olduğunu taa… 29.09.2015 günü müjdeleyip ilan etmişler...( lütfen okuyup aydınlanalım): 

http://www.eokul-meb.com/gaza-ve-cihad-anlayisi-ne-demek-77883/

İşte gördünüz çocuklarımızı bekleyen kolay konuları... Kolay gelsin…

40 yıl eğitim alanında çalışmış bir dede olarak, bu savaşa çağrı yapan barışı yok sayan konuları okuyunca; ürktüm, korktum.
Hayırdır bu gidiş nereye? …
***

Bu iklimin ağır gündeminde yaşayan herkesin dilinde bir çığlık olmuş,  Nazım Hikmet’in dizeleri:

“KEREM GİBİ”  
“…
Hava toprak gibi gebe
Hava kurşun gibi ağır.
Bağır/bağır/bağır/bağırıyorum.
Koşun/kurşun/erit-/-meğe/çağırıyorum.....

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

14 Temmuz 2017 Cuma

“Toplumsal dönüşüm” ve İmam-Hatipler


AKP iktidarı 15 yıldan beri yasalarla oynayarak; “amaç için her yol mubahtır” diyerek ve “İki ileri, bir geri” ikircikli uygulamalarıyla bir “toplumsal dönüşüm” yapmaya çalışıyor. 

İşte bu toplumsal dönüşümü sağlayacak olan İmam-Hatip Sistemi”nin örtük tutulan asıl amacı: Daha güvenli ve uzun süreli bir gelecek için, onların tornasından geçecek olan yeni bir nesil…

Bu amaçlarına ulaşmak için; Diyanet, Vakıflar ve Dernekler gölgesinde bir İmam-Hatip Eğitim Sistemi kurmak ve okullardaki mevcut Eğitim Sistemi ile Laiklik anlayışı kırıntılarının yok edilmesi de öncelikleriydi. Öyle de yaptılar:

   MEB’in kendi istatistikleri ile İmam-Hatipler (yorumu size kalmış):
Öğretim  Yılı
Okul Sayısı
Öğrenci Sayısı
Öğret. Sayısı
2003/04 Toplam
452
97.489
7.631
2016/17 Toplam
4.175
1.291.386
72.504
Artış Yüzdeliği
% 923.67
% 1.324,64
% 950,12
Not: Sadece yukarıdaki tabloda gösterilen okul ve öğrencilerle yetinmediler, anaokulundan üniversiteye tüm okulları İmam-Hatip Sistemi”ne uyarladılar

Ve diğer uygulamalardan birkaçı:

  • MEB Bakanından bile habersiz hazırlanan 4+4+4 sistemine geçilmesi. 
  • Liseleri “Anadolu Lisesi” yaparak, Anadolu Liselerini sıradanlaştırma.
  • İşgal edercesine en gözde okullara İmam-Hatip tabelaları asılması…  
  • OHAL’e sığınıp KHK ile kendileri gibi düşünmeyen eğitimcileri “öteki” ilan ettiler. Onların kazanılmış tüm haklarını yok sayarak meslekten attılar. Eşleri-çocukları-bakmakla mükellef oldukları ile birlikte açlığa/ölüme mahkûm ettiler. Ve açlık grevlerine kayıtsız kaldılar.
  • Kurumlarda kalan eğitimcilerin de yoğun olarak mesleki güvenlik ve gelecek sorunları yaşamalarına neden oldular. 
  • Öğretim ayrıntılarını (müfredatı), bilimsel temelden uzaklaştırıp, inanç sistemi üzerine oturmaya çalışmaları devam ediyor 
  •  

***

Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Mine SÖĞÜT, “Milli ve dini eğitim seferberliği” başlıklı yazısını: “Yeni nesle göz diken bu eğitim sistemi... Bu ülkede adaletsizlikten bile daha tehlikeli.” diye bitirmişti.
Bu alıntıyı, görkemli “Adalet Yürüyüşü” ve sonrasında milyonların taçlandırdığı “9 Temmuz Maltepe Mitingi” sloganları olan Hak-Hukuk-Adalet ile Eğitim Hakkı arasında hangisi daha önceliklidir kıyaslaması yapma taraflısı değilim. Kuşku yok ki hepsi öncelikli ve değerlidir.

Günümüzde pek çok kişinin “Hak-Hukuk-Adalet” konusunda sıkıntılar çekiği, büyük bedeller ödediği gerçeği var. Bu gerçekle yüzleşmek hak, hukuk, adalet istemek, insan olan herkesin vicdani bir görevi ve hakkıdır. Fakat konu eğitim olunca iş değişiyor, çünkü eğitime yapılan yatırımlar bugünden çok geleceğimizle ilgili. Eğer eğitim bu günkü anlayışla devam ederse…

Yani inanç sistemine dayalı bir eğitim düzeninde, her istek ve emre “evet” diyerek boyun eğecek kişilerden oluşmuş bir toplum yaratılırsa… İşte o zaman gelecek nesil için “Hak-Hukuk-Adalet” konusundaki tüm sıkıntılar; “bu olanlar benim kaderimdir” anlayışı ile kabul görecektir.

Çünkü bu düzende yetişen öğrenciler/kişiler; soru sormaz, yorum yapmaz, verilen görevi talimata uygun olarak harfiyen uygular. Tıpkı otomasyona geçmiş fabrika bandındaki emekçi ve “talimatnamesi” duvara asılı bir asker gibidirler. (Peki, siz, çocuk ve torunlarınızın bu anlayışla mı, yoksa soru soran, sorgulayan, yorum yapan, hakkını arayan, gerekirse hayır diyebilen birileri olarak mı yetişmesini istersiniz? Nasıl bir eğitimle yetişirlerse gelecekleri tehlikede veya güvende olur? İşte biz velilerin sorunu bu…) 

Şimdi de herkese iki Sorum var:

  1.   Böyle yetişen bireylerle bilimsel çalışma ve gelişmeler olur mu? 
  2.  Böyle bireylerin olduğu ülkenin yeri, çağdaş dünyanın neresinde?

İşte bu sorulara verilecek cevapların olumsuzluğudur yazımın asıl amacı. Ben hiç kimsenin dini eğitim almasına karşı değilim. Herkes inandığı doğrultuda din eğitimi alabilir, inanır, inanmaz bu her bireyin hakkıdır. Fakat bunun bir devlet politikası olması ve zorunlu kılınmasıdır korkunç olan. Eğer demokratik devletin dini olmaz diyorsak buna karşı durmalıyız.

İktidarın “toplumsal dönüşüm” sağlamak için yıllardır eğitim üzerinde oynadığı oyunlar, kurduğu tuzaklar bu tehlikenin habercisidir. Sn. Mine Söğüt’ün de “adaletsizlikten bile daha tehlikeli” gördüğü durum budur işte. 

Zaten, ana muhalefet ve diğer partiler; “yanlış anlaşılırız, dindarları küstürürüz” korkusu içinde oldukları için, topluma dayatılan İmam-Hatip Sistemi” hakkında “zinhar” konuşmuyor, toplumu aydınlatmıyorlar.  

Peki, STK’lar, Üniversiteler, Meslek Odaları, Veliler neden sinmiş ve sessizler? Neden görmüyor, ya da gördükleri halde bu gidişe duyarsız kalıyorlar?  

Neden geleceğimize bu denli duyarsız kalmışız acaba? 

***

Ne olacak bu memleketin hali?!…


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız