ABD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ABD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ocak 2018 Cuma

Barış yaşatır, yaşama yön verir

Afrika coğrafyasına ait olduğu söylenen “Filler tepişir, çimenler ezilir.” sözünü duymuşsunuzdur. 

Bu sözü doğrulayan on binlerce savaşı bir yana bırakıp, sadece Birinci Dünya, İkinci Dünya, Vietnam, Irak ve Suriye savaşlarını anımsayalım: Bu özlü söz, çıkarları için çarpışan egemen güçlerin, mazlum halklara verdiği zararı ve yaşattığı büyük acıları ne de güzel anlatmış, değil mi?

Haklı ve Haksız savaşlar:
Dünya var oldu olalı, her yerde sömürü, yoksulluk, yolsuzluk, haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlikler olmuştur. Tarih bize bu haksızlıklara karşı duranların; derileri yüzülüp, linç edildiğini, yakıldıklarını, giyotin, darağacı ve elektrikli sandalyede can verdiklerini ve halkların barış içinde yaşamak için çok ağır bedeller ödediğini anlatır.

Ayrıca tarih bize, hak, hukuk adalet için karşı duruşlara önderlik edenlerin; filozoflar, bilgeler, bilginler, yazarlar, sosyalistler, sosyal demokratlar ve özetle erdemliler olduğunu da söyler. Çünkü bu insanlar, tüm insanların, insan haklarına sahip ve eşdeğerli olduklarını savunan bir felsefi görüşe sahiptirler. 

Bunun için de, soru sorar,  yorum yapar, hak arar, karşı çıkar, hesap sorar ve halkın da bu şekilde olmasını isterler. Bu önderler, "Yurtta barış, dünyada barış"  diyerek barış içinde insanca yaşamak için, "Kurtuluş ve Özgürlük Savaşları’nı başlatmışlardır. Sömürü ve zulüm bitmedikçe de bu “haklı savaşlar” olacaktır.

Sömürü düzeninin egemen ve işbirlikçileri, haksız ve hukuksuz düzenlerini kalıcı kılmak için sürekli arayış içindedir. Arayış sonunda buldukları en önemli araç ise toplumda; ırk, din, dil, inanç-yaşam tarzına dayalı “ötekiler”  yaratıp, onları vuruşturan “haksız savaşlar” çıkarmak olmuştur.

Bunun için; “Haksız savaşa hayır!”, “Barışa evet!” Diyen, “Erdemli olandır. Çünkü haksız savaş, yaşama son verir. Barış ise yaşatır, yaşama yön verir.

***
Coğrafyamızda yalnız kalmış ve barışık olduğumuz hiçbir komşumuz olmadığı zamanlarda (2003) ABD, Irak’ı işgal ederken bizi de davet etti. Neyse ki azıcık oy farkıyla ülkemiz o işgalci gücün suç ortağı olmadı. Ama…

Henüz o savaşın bıraktığı insani, coğrafi, sosyal, kültürel tahribat, yaralar, acılar bitmemişti ki... Bu kez Suriye’de başladı insanlık trajedisi (2011)…

Ülkemiz bu kez savaşın tam merkezinde yer aldı.  Sanki bir futbol maçına girmiş gibiydik, ortaklarımız (ABD, AB, Suudi...), rakiplerimiz (Rusya, Suriye, İran). Dünyanın jandarmaları ABD ve Rusya karşı karşıya.. Ortak düşman: DEAŞ. Devlet büyüklerimiz savaş bitince,  namaz kılacakları camii bile belirlemişti...

Fakat maçın biteceği yoktu, beklenen, istenenler olmadı... Bizimkiler; daha sahada maç devam ederken, takım değiştir gibi geçiverdi karşı tarafa…

Bu arada hem yakma, yıkma, ölüm ve yaşanan acılarda suç ortağı, hem de mazlum göçmenlere yurt, koruyucu olmuştuk. 

***

Kabilelerden başlayıp, din savaşları ile hız kazanarak günümüze ulaşan sömürgeci-faşist-emperyalist çıkar savaşları; yaşanan ve yaşanacak tüm acıların nedenidir. Tüm haksız savaşlar; “yerli ve milli” söylemler ile başlamış ve halkı sürekli baskı altında tutmak için de korku iklimi yaratmıştır.

Bunun için de:
Artık, diyanet, vakıflar ve imam hatip anlayışına terk edilen okullar, çocuklar, eğitim, OHAL, KHK, işsizlik, dolup taşan hapishaneler, dünyadaki yalnızlığımız, hileyle çalınan oylar, para kutuları, MAN paraları, tapeler, Reza Zarrab ve ortakları, Anayasa Mahkemesi kararına “uymuyorum!” diyen mahkemeleri... 

Artık, tüm haklarına el konmuş ve sanki ölüme mahkûm kılınmış akademisyenleri, açlık grevleri, mülâkat (!?) sınavına alınan taşeron emekçileri…

Artık, Ahmet Hakan’ın “Tarafsız Bölge(?)”de; sıralanmış 6 kişiyi, saz/söz yarışçısı âşıklar gibi yarıştırıp, 6 milyon oy almış HDP hakkında en etkili sözleri söyletme çabaları (tabii ki, birinciliği açık ara “aslan sosyal demokrat” Öztürk Yılmaz aldığını), “Acaba HDP ne diyor” deme ihtiyacı duymama pişkinliği...

Artık, MHP Lideri Bahçeli: “Ya Afrin yıkılsın ya da teröristler yakılsın!...”  dediği… Karamürsel AK Parti başkanı Recep Demirel’in uzun namlulu silahlarla poz verip medyada paylaştığı… “Kimse sokağa çıkmasın tutuklarız ha!” dendiği… Ve Savaşa hayır, barış istiyoruz diyenlerin de sorgulanıp tutuklandığı… 
 Konularını ne düşür ne de konuşur olduk. Neden acaba?

-Suriye'de 7 yıllık kirli savaşın, henüz yıkıp, yakmadığı tek yer olan Afrin'e Zeytin Dalı Harekâtı” başladı diye...

Tam da “Hayır” diyecek olanların, seçimleri kazanmak için bir demokratik cephe kurmayı düşünmeye başladıkları günlerde…

Her sıkışmada “kandırıldık” diyen AKP iktidarı, defalardır kandırdığı CHP'yi yine  kandırdı.  Bu kez de “Her şey, herkes  ‘yerli ve milli’ olacak” dediler ve HAYIR diyenlerin paydaşı ancak; ürkek, korkak, sorgulamayan, neler oluyor demeyen CHP’yi (hem ağlarım hem giderim...)  takımlarına transfer ettiler aniden… 

Anlaşılan yeniden başlayacak, 7 Haziran sonrası iklim ve “istikşafı” görüşmeler…  

Yazık oldu 16 Nisan’da “tek adama” hayır diyenlerin çabalarına…

Bu zeytin dalı, Sn. Erdoğan ve ("Esed" değil) Esad’a yarayacak. Hem ailece yarım kalan o “mavi yolculuk” tatillerine devam edecek, hem de tek adamlıklarını ve muhalefeti yok etme başarılarını kutlayacaklar.


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

16 Eylül 2016 Cuma

Empati Yapmak=Duygudaş Olmak (2)


(Önceki yazımızı noktaladığımız yerden devam edelim.)


*

Son yıllarda yaşanan; Hrant Dink, Roboski, Suruç, Tahir Elçi, Sur, Cizre, Nusaybin, Silopi, Yüksekova, Silvan, Lice, Şırnak, vb katliamlar, bunlar için atılan çığlıklar, yakılan ağıtlar, tıpkı 15 Temmuz katliamında olduğu gibi içimizde yankı bulmaz, titremelere neden olmaz, gözlerimizi nemlendirmez ve hep birlikte lanetlemiyorsak, hiç duygudaş olabilir miyiz?

Acıların bile farklılaştığı, yarıştırıldığı günler yaşıyoruz.

Neden “aynı olaya” bakışımız bile ayrıştı, uyuşmaz olduk?” Başlıklı bir yazı yazmış ve de bazı eleştiriler almıştım. Bir arkadaşım haklı olarak: “Nasıl uyuşacak hocam! Olaylara bakışımız aynı mı? Nereden baktığımıza bağlı… Bunu belirleyen değer yargılarımız da farklı. Böyle olunca da uyuşma da olmuyor. Varsın uyuşmasın da zaten… “ diye yazmıştı.

Aslında o yazım; farklı bakış ve değerleri yok saymak yerine, yaşadığımız iklimde bu farklılıklara karşı gelişen toplumsal duyarsızlık ve duygudaşlığın azalmasına bir eleştiriydi. Amacım; olaylar karşısında, duygudaş olmamak gibi önemli bir toplumsal sorunumuzla yüzleşip çözümler aramaktı.

Demek ki yeterince anlatamamışım. :(

***

Üst akıl

Her gün değişik TV ekranlarında, meydanlarda, gazetelerde, arkadaşlar arasında, her ortam ve her zamanda (Acaba dünyada başka benzeri var mı?!), saatler süren konuşmalar, yazılar, görseller, ana konu: ülke sorunları. Size göre doğru veya yanlış herkes görüşlerini dillendirir.

Ama içlerinde birileri ile karşılaşırsınız ki onlar; kendi görüşlerini anlatacaklarına, üst akıl denen bir kavramı hatırlatarak, tüm tartışma konularını ve olup bitenleri, bu müthiş gücün bir yaptırımı olarak gösterip tartışmayı kitler, böylece adeta, tartışanların tüm enerjilerini bitirmeye çalışırlar.  

Benim yazılarımı okuyup, samimi (fakat bana göre yanlış) eleştirilerde bulunan bazı dostlarım var. Bu dostlarımın (bana göre) yanlışlarını anlamak ve anlatmak gerek… Hepimizin çokça karşılaştığı bu dostlar genellikle benzer anlatımla şunları söylerler:

“Doğru güzel yazıyorsun da, fakat tüm bu işleri; ‘Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’u gerçekleştirmek isteyen ABD ve dünyaya hükmeden diğer güçler ve üst akıllar yapıyor... Onların amacı, Dünyayı ve Ortadoğu'yu yeniden şekillendirmek paylaşmak…  Yani tüm bu yaşananlar ve bize izletilenler de birer senaryo...” 

Ben de, samimi olduklarına inandığım bu dostlarıma, eleştirileri için teşekkür eder, bu söylemlerin hiç de ülkemiz yararına olmadığını belirten bazı anımsatmalarda bulunurum. 

İşte “çünkü” ile başlayan bazı anımsatmalarım:

Çünkü bu söylem, (BOP)’u yöneten üst akılın öylesine yüce ve öylesine başa çıkılmaz, adeta doğal afet gibi, önlenemez bir tehlike, dev bir güç haline getirir ki, bu da, ülke halkını pasifliğe, kaderciliğe, çaresizliğe, yılgınlığa götüren bir söylem olur. (Ayrıca; dünyadaki tüm Kurtuluş Savaşları emperyalist amaçlı (BOP’u isteyenler gibi) devletlere karşı verilerek kazanılmadı mı?  Bizim yurdumuzda da bunlardan biri değil mi?)

Çünkü bu söylem, JİTEM artığı anlayışların, kendilerini her şeyi yapabilir ilan etmelerine neden olacaktır. Böylece daha rahat yargısız infazlar yapabilecekler, girdikleri şehir, köy ve evlerde; nefret söylemi ile insanlara işkence edip onları aşağılayacak, yerlerde sürükleyecek, teşhir edeceklere destek olan bir söylem.
Çünkü bu söylem, yurdumuzda yeşeren, canlanan solun içine sızmış ve derin ilişkiler içinde olduğu söylenen Doğu Perinçek’in medyasından pompalanan bir söylem.

Çünkü bu söylem, ''Nusaybin'de taş üstünde taş, baş üstünde baş koymayın'' diyen Devlet Bahçeli’nin söylemi.

Çünkü bu söylem, mahkemelerce yargılanmayıp suçlu oldukları kanıtlanmamış kişilerin hukuki açıdan “sanık” veya “şüpheli” olduğu ilkesini unutturur, böylece yargılanmadan binlerce “sanık” ve “şüpheli”nin infaz edilmesine onay veren bir söylem olur.

Çünkü bu söylem, iktidarın; sadece güvenlikçi tedbirlerle yetinerek,  tüm barışçı yolları yok saymasına, yani sadece, polis, asker, tank, toma, top, bomba, tüfekle ölümlere ve yıkımlara neden olan politikalarına destek anlamına gelen bir söylem.

Çünkü bu söylem, insanların ne yapmalı, nasıl yapmalı deyip çözüm arayışında bulunmalarını ve yaratıcılıklarını ortaya koymalarına kelepçe olacak, böylece üst akılların, emperyalist amaçların işbirlikçisi baskıcı yönetimlerin var olmasına fayda sağlayan bir söylem.

Çünkü bu söylem, süper güç, emperyalist güç, üst akıl olarak tanımlanıp yerli ve milli işbirlikçilerini unutturan onların ortaya çıkmamasına hizmet eden bir söylem.

Ve çünkü bu söylem, açıkça; “ben bu işe karışmayayım, bana ne, benden uzak olsun…” diyemeyenlerin geliştirmiş oldukları ve arkasına sığındıkları kolaycı bir savunma mekanizmasının söylemi…  



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız