Erdoğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Erdoğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Haziran 2018 Cuma

Bayram havasına muhtaç ülke

Bugün toplumumuzun büyük çoğunluğunun kabul ettiği inançsal bir bayram... Hemen hemen tüm inanç ve dinlerde böylesi bayramlar vardır. Bu bayramlarda  insanlar; empati yapar, hoşgörü ile halden anlar, ihtiyaç sahiplerine yardım eder, birlik olarak, dayanışarak, düşünerek sorunlara çözümler arar. 

Böylesi günlerde insanlar; her zamankinden daha temiz giyinir, daha hoşgörülü davranır, daha özenli konuşarak, dargınlık ve kırgınlıklar sonlandırılmaya çalışır.  Demek ki bayramların asıl amacı selamlaşmayı arttırmak, barış sağlamaktır…  

Mahalleniz, kentiniz ve her yerde bayramınıza farklı inanç sahibi komşularınız da saygı gösterir, kutlamalara katılırlar. Tabii ki, kendi bayramları olduğunda da aynı anlayışı bekleyerek… 

Savaşlar her toplumda; özgürlük, adalet, sevgi, saygı, hoşgörü, coşku sevinç dayanışma ortamını yok eder, sömürüyü arttırır ve yaşayanlara büyük acılar yaşatır... İnsanlık tarihi aslında mazlum halkların, hakları için zalimlere karşı başkaldırı ve haklı savaşlarının bir öyküsüdür. Bu süreçte özgürlük, kurtuluş ve kazanım elde eden halklar, haklı olarak, büyük duygusal anlar yaşarlar. İşte bu duygusal coşku ve sevinç kutlamalarının adıdır bayramlar...

Bayramlar, kaynağını yaşam ve inanç alanlarından alan; huzura, barışa ortam sağlayan duygusal ortaklıklardır.

O halde her günü bayram kılmanın tek bir yolu vardır o da: tüm insanları eşdeğerli bilmek ve kendinle, komşunla, çevrenle, dünyayla barış içinde yaşamak…

***
Bugün, 15-16. Haziran 1970'ın yıl dönümü... Bu yakın tarihimizin çok önemli bir sayfası… Emekçilerin bu günlerdeki birlikteliği, patronları ve onların işbirlikçisi komprador iktidarı korkutup geri adım attırmış olsa da, onların da büyük bedeller ödemesi, büyük acılar yaşamasına neden olmuştur. Kısaca hatırlayacak olursak:

1967'de kurulan DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu), üç yıl içinde işçi hakları için yaptığı sendikal çalışmalarla, ülkedeki sarı sendikacılığı sarsmış, çokça taraftar ve güç kazanmıştı. Bu durum da patronları ve onların koruyucusu olan iktidarı çok rahatsız ediyordu. İktidar, bu gidişe dur demek için kısmi özgürlük sağlayan sendika yasalarını değiştirip DİSK’i etkisiz kılmak/kapatmak istiyordu. Öyle de yaptılar ve istedikleri yasal değişiklikleri mecliste kabul ettiler. DİSK yönetimi hemen toplanarak bir protesto mitingi yapma kararı aldı.
Fakat işçilerin iki günlük direnişi çok güçlü olmuş ve DİSK’i aşmıştı...

İstanbul’da, Gebze’de, İzmit’te fabrikalardaki çarklar durdu. Binlerce işçi üç koldan İstanbul şehir merkezine doğru ilerlemeye başladı. Şehir meydanları ve yollarını askeri zırhlı araçlar kapattı. Polisin ateş açmasıyla üç işçi öldü, 200 kişi yaralı… Karaköy ve Eminönü’nde biriken direnişçi işçiler birleşmesin diye, Galata Köprüsü açılarak geçişler engellendi. Hükümet hemen sıkıyönetim ilan etti, DİSK direnişi bitirdi…

Üç ay süren sıkıyönetim süresinde beş bini aşan işçi işten çıkarıldı. Ancak Olaylara neden olan yeni sendika yasası da iptal edildi. Fakat DİSK’ten öç alınması ve kapatılması işi 12 Eylül 1980 faşist darbesine bırakıldı…

***
Bugün bayram ülkemiz bayram havasına muhtaç:
  • Bugün bayram; ülkemizde halâ OHAL ve onun KHK’leri geçerli.
  • Bugün bayram; Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan, geçmişteki OHAL ile günümüzdeki OHAL’ini karşılaştırıp: “O dönemdeki OHAL'de (hatırlayın), fabrikalar hep grevlerle karşı karşıyaydı. Şimdi bizim dönemimizde herhangi bir fabrikada bir grev söz konusu mu? Tam aksine, böyle bir greve yeltenme olduğu zaman biz OHAL’le karşısına çıkıyoruz.” diyerek patronlardan daha çok patroncu oluyor.
  • Bugün bayram; hapishaneler henüz tutuklanma gerekçelerini bile bilemeyen yüz binlerle dolup taşıyor.
  • Bugün bayram; 9 gün sonra ülkemizde seçim var… Kandil’e yönelik askeri harekât devam ediyor...
  • Bugün bayram; Erdoğan, yeniden başkan olmak için işçi ve emekçilerden oy istiyor…
  • Bugün bayram; Başak Demirtaş, CHP'nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce'nin kendisini ziyaret etme isteği için; "Muharrem İnce bize gelecek. Tabii memnuniyetle ağırlayacağım. Sayın Erdoğan, Akşener, Perinçek ve Karamollaoğlu da gelse onlara da evimin kapısı her zaman açıktır. Bu yapılan anlamlı jest siyasetten daha ziyade insani ilişkilerin güçlenmesine hizmet ediyor" diyor.
  • Bugün bayram; Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, HDP'nin Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş'ı suçlu ilan ediyor, meydanlar da “idam!” diye ses verince; “Parlamento, dedim ya size daha önce, parlamento bunlarla ilgili kararı bana göndermiş olsaydı, ben bunu çoktan onaylardım” diyor...  
  • Bugün bayram; Başak Demirtaş: “Siyaset düşmanlıkları değil, dostlukları büyütmelidir. Seçimlerden sonra da herkes birbirinin yüzüne bakabilmelidir. Her şey oy değildir, oydan daha kıymetlidir insani değerlerimiz...”
  • Bugün bayram; şöyle bir bakınız; kimler bayramın gereği olan birliği-huzuru-barışı ve kimler ayrıştırmayı-çatışmayı-savaşı istiyor. Onları görün ve düşünüp kararınızı veriniz.

Bugün bayram; saygı ve sevgiyle herkese iyi bayramlar...



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

11 Mayıs 2018 Cuma

'Andiçme' ve sonrası...

R. Tayyip Erdoğan seçimi kazanmış fakat 28 Ağustos 2014 günü TBMM'de “…Üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla(a.b.ç) yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim.” Dedikten sonra yasal Cumhurbaşkanı olmuştu....
*
6 Mayıs 2018 günü ise, AKP İstanbul kongresinde sunucu, genel başkanları R.T. Erdoğan’ı her fırsatta “Cumhurbaşkanımız!...” diye takdim ediyor, O da tarafsız(!) olarak konuşuyordu.

Yasal dokunulmazlık zırhını ve yetkilerini partisi yararına kullanan kürsüdeki Cumhurbaşkanı, yeniden Cumhurbaşkanı adayı olarak rakiplerine meydan okuyor ve sık sık “Ahdim olsun ki” vurgusu yaparak Seçim Manifestosunu açıklıyordu.

(Kısaltarak): Daha çok özgürlük, daha çok demokrasi...Bağımsız, demokratik ve müreffeh Türkiye... İtibarlı yasama, güçlü yönetim, bağımsız yargı, Faizleri, enflasyonu ve cari açığı düşürme... Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele… Küresel bir güç, öncü bir ülke... AB’ye tam üyelik... Terör örgütleri ile mücadele... "Fırat Kalkanı" ve "Zeytin Dalı" benzeri harekâtlar...

Sanki başkaları; demokrasiyi, özgürlükleri, adaleti yok etmiş, yasama, yürütme, yargıyı işlevsiz bırakmış, faizi, enflasyonu ve cari açığı azdırmış, yolsuzluk, yoksulluk, yasakları çoğaltmış, gençlerin yüzde 20'si işsiz, 70 bin öğrenci ceza evinde, 53 tane yeni cezaevi yapma ihtiyacı doğurmuş ve ülkeyi dünyada yapayalnız bırakmış...!?

16 yıldır iktidarda bulunan AKP ve onun tek adam rejimi ayrıca; yasama, yargı ve yönetim güçlerini tek elde topladı. Ülkenin çözümsüz kalmış sorunlarını; çevresel, bilimsel ve hukuksal yöntemlerle çözmek yerine, bazı odakların çıkarları doğrultusunda çözmeye çalıştı. Toplumu kucaklamak yerine, "bizimkiler bize yeter" anlayışı ile bazı etnik yapı ve inançları önceleyerek "öteki" yaratma stratejisi izledi.

Bugünkü aşırı telaş ve acelecilik de baskın seçim için...  Birkaç gün önce de bir  "barışma ve helalleşme" paketi hazırlamışlardı ( bu da insana, kurnaz ev sahibinin gitmeye hazırlanan misafirine; “daha karpuz da kesecektik” deyişini anımsatıyor.). Dün gece yasalaşan bu paketin içindeki başlıklar: 

Para cezası ve vergi borçlarının yeniden yapılandırılması.../ Muhtarlara prim... / Orman alanlarında teknoloji geliştirme.../ Tarım arazileri kiralama ve satılması... / Dini bayramlarda emeklilere 1000'er Lira... /... Ve İmar Affı…

Bunların hepsi önemli, fakat şimdilik sadece ikisini irdelemek istiyorum:

           1. Para cezası ve vergi borçlarının yeniden yapılandırılması:
Bu cezaları doğuran çeşitli bireysel, toplumsal ve yönetimsel nedenler vardır. Eğer bir sorun; uygulanan politikalar, doğal afet, toplumsal ya da  ekonomik krizden kaynaklanmışsa, sosyal devlet mağdurları korur, destekler, gerekirse "af" eder. 

Fakat kurallara uymayanları af etmek veya borçlarını yeniden yapılandırmak, onları ödüllendirir ve benzer davranışları özendirir. "Af etmek", kalıcı çözüm sağlamaz, fakat "haksızlık" ve "alışkanlık" gibi bazı ahlaki sorunlar doğurabilir. Popülistçe "af" çıkarmak yerine, ödeme güçlüğünü doğuran nedenleri ortadan kaldıracak önlem ve uygulamalarda bulunmak gerekir. Ayrıca oy kazanmak için af çıkarmak, yasa ve kurallara uyup borçlarını ödeyenleri enayi-aptal yerine koymak, onlarla alay etmek anlamına gelmez mi?

          2.   İmar Affı: 
Bu sorun, bazı vatandaşların kendi arsasına, bazılarının ise belediye ve hazine arazisine izinsiz inşaat yapmalarıyla oluşmuştur. Çevre, sağlık ve teknik şartlara uygun olmayan yapılaşmadır. Daha çok seçim dönemlerinde ve oy kazanmak gibi popülist anlayışlarla bu yapılara göz yumulduğu için kentlerimizi gecekondular sarmıştır... 

Bu sorunun yıllar öncesine giden bir geçmişi var, bunun için tek sorumlu AKP iktidarı değildir. Tarih-Çevre-Sağlık ilişkisi içinde, bilimsel veri, teknik ve esaslara uyularak, toplumsal çıkarları gözetip ve vatandaşları mağdur etmeden; yılların mirası olan bu sorunun çözülmesi bir zorunluktur. 

Şimdi bir imar affı çıkarılacak, fakat gelin görün ki, bu uygulamanın gizli özneleri ve en çok yarar sağlayanları da trilyonluk inşaat sahipleri... Onlar ki,  kentlerin; çevresel, tarihsel ve kültürel dokusuna ihanet etmiş ve kaçak oldukları için “tıraşlanması”, yıkılması gereken trilyonluk inşaatların sahibidirler…

*
Bu "barışma ve helalleşme" paketini hazırlayan beylerin her sözleşme döneminde, işçi, memur ve emeklilere "beş kuruş artış" vermemek için nasıl pazarlık yapıp, neler söylediklerini hatırlıyor musunuz?  Şimdi de; "tek adam" düzenini kalıcı kılmak için, bol kepçe rüşvet dağıtıp, af çıkardılar. İşte popülizm budur…  

Bilinmeli ki, seçim için yapılan bu ölçüsüz harcamaların tüm bedeli, ya dolaylı, ya da dolaysız vergi olarak geri alınacaktır. ("Herkes  kesesinden yesin içsin saltanatım var benim.")...

***
4 yıl önceki “andiçerim”4 gün önceki "barışma-helalleşme" ve “Ahdim olsun" sözleri hakkında yorum yapmayı size bırakıyorum...

Haa, izninizle ben de yazıyı özetle noktalayayım:

"Barışmak ve helalleşmek" istediklerine göre demek ki, kulaklarına kar suyu kaçmış, onun için korku ve telaş içindeler. Gidiciler…

O halde bu iş:  T A M A M !..

Silkeleyin düşecekler!…


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

26 Ocak 2018 Cuma

Barış yaşatır, yaşama yön verir

Afrika coğrafyasına ait olduğu söylenen “Filler tepişir, çimenler ezilir.” sözünü duymuşsunuzdur. 

Bu sözü doğrulayan on binlerce savaşı bir yana bırakıp, sadece Birinci Dünya, İkinci Dünya, Vietnam, Irak ve Suriye savaşlarını anımsayalım: Bu özlü söz, çıkarları için çarpışan egemen güçlerin, mazlum halklara verdiği zararı ve yaşattığı büyük acıları ne de güzel anlatmış, değil mi?

Haklı ve Haksız savaşlar:
Dünya var oldu olalı, her yerde sömürü, yoksulluk, yolsuzluk, haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlikler olmuştur. Tarih bize bu haksızlıklara karşı duranların; derileri yüzülüp, linç edildiğini, yakıldıklarını, giyotin, darağacı ve elektrikli sandalyede can verdiklerini ve halkların barış içinde yaşamak için çok ağır bedeller ödediğini anlatır.

Ayrıca tarih bize, hak, hukuk adalet için karşı duruşlara önderlik edenlerin; filozoflar, bilgeler, bilginler, yazarlar, sosyalistler, sosyal demokratlar ve özetle erdemliler olduğunu da söyler. Çünkü bu insanlar, tüm insanların, insan haklarına sahip ve eşdeğerli olduklarını savunan bir felsefi görüşe sahiptirler. 

Bunun için de, soru sorar,  yorum yapar, hak arar, karşı çıkar, hesap sorar ve halkın da bu şekilde olmasını isterler. Bu önderler, "Yurtta barış, dünyada barış"  diyerek barış içinde insanca yaşamak için, "Kurtuluş ve Özgürlük Savaşları’nı başlatmışlardır. Sömürü ve zulüm bitmedikçe de bu “haklı savaşlar” olacaktır.

Sömürü düzeninin egemen ve işbirlikçileri, haksız ve hukuksuz düzenlerini kalıcı kılmak için sürekli arayış içindedir. Arayış sonunda buldukları en önemli araç ise toplumda; ırk, din, dil, inanç-yaşam tarzına dayalı “ötekiler”  yaratıp, onları vuruşturan “haksız savaşlar” çıkarmak olmuştur.

Bunun için; “Haksız savaşa hayır!”, “Barışa evet!” Diyen, “Erdemli olandır. Çünkü haksız savaş, yaşama son verir. Barış ise yaşatır, yaşama yön verir.

***
Coğrafyamızda yalnız kalmış ve barışık olduğumuz hiçbir komşumuz olmadığı zamanlarda (2003) ABD, Irak’ı işgal ederken bizi de davet etti. Neyse ki azıcık oy farkıyla ülkemiz o işgalci gücün suç ortağı olmadı. Ama…

Henüz o savaşın bıraktığı insani, coğrafi, sosyal, kültürel tahribat, yaralar, acılar bitmemişti ki... Bu kez Suriye’de başladı insanlık trajedisi (2011)…

Ülkemiz bu kez savaşın tam merkezinde yer aldı.  Sanki bir futbol maçına girmiş gibiydik, ortaklarımız (ABD, AB, Suudi...), rakiplerimiz (Rusya, Suriye, İran). Dünyanın jandarmaları ABD ve Rusya karşı karşıya.. Ortak düşman: DEAŞ. Devlet büyüklerimiz savaş bitince,  namaz kılacakları camii bile belirlemişti...

Fakat maçın biteceği yoktu, beklenen, istenenler olmadı... Bizimkiler; daha sahada maç devam ederken, takım değiştir gibi geçiverdi karşı tarafa…

Bu arada hem yakma, yıkma, ölüm ve yaşanan acılarda suç ortağı, hem de mazlum göçmenlere yurt, koruyucu olmuştuk. 

***

Kabilelerden başlayıp, din savaşları ile hız kazanarak günümüze ulaşan sömürgeci-faşist-emperyalist çıkar savaşları; yaşanan ve yaşanacak tüm acıların nedenidir. Tüm haksız savaşlar; “yerli ve milli” söylemler ile başlamış ve halkı sürekli baskı altında tutmak için de korku iklimi yaratmıştır.

Bunun için de:
Artık, diyanet, vakıflar ve imam hatip anlayışına terk edilen okullar, çocuklar, eğitim, OHAL, KHK, işsizlik, dolup taşan hapishaneler, dünyadaki yalnızlığımız, hileyle çalınan oylar, para kutuları, MAN paraları, tapeler, Reza Zarrab ve ortakları, Anayasa Mahkemesi kararına “uymuyorum!” diyen mahkemeleri... 

Artık, tüm haklarına el konmuş ve sanki ölüme mahkûm kılınmış akademisyenleri, açlık grevleri, mülâkat (!?) sınavına alınan taşeron emekçileri…

Artık, Ahmet Hakan’ın “Tarafsız Bölge(?)”de; sıralanmış 6 kişiyi, saz/söz yarışçısı âşıklar gibi yarıştırıp, 6 milyon oy almış HDP hakkında en etkili sözleri söyletme çabaları (tabii ki, birinciliği açık ara “aslan sosyal demokrat” Öztürk Yılmaz aldığını), “Acaba HDP ne diyor” deme ihtiyacı duymama pişkinliği...

Artık, MHP Lideri Bahçeli: “Ya Afrin yıkılsın ya da teröristler yakılsın!...”  dediği… Karamürsel AK Parti başkanı Recep Demirel’in uzun namlulu silahlarla poz verip medyada paylaştığı… “Kimse sokağa çıkmasın tutuklarız ha!” dendiği… Ve Savaşa hayır, barış istiyoruz diyenlerin de sorgulanıp tutuklandığı… 
 Konularını ne düşür ne de konuşur olduk. Neden acaba?

-Suriye'de 7 yıllık kirli savaşın, henüz yıkıp, yakmadığı tek yer olan Afrin'e Zeytin Dalı Harekâtı” başladı diye...

Tam da “Hayır” diyecek olanların, seçimleri kazanmak için bir demokratik cephe kurmayı düşünmeye başladıkları günlerde…

Her sıkışmada “kandırıldık” diyen AKP iktidarı, defalardır kandırdığı CHP'yi yine  kandırdı.  Bu kez de “Her şey, herkes  ‘yerli ve milli’ olacak” dediler ve HAYIR diyenlerin paydaşı ancak; ürkek, korkak, sorgulamayan, neler oluyor demeyen CHP’yi (hem ağlarım hem giderim...)  takımlarına transfer ettiler aniden… 

Anlaşılan yeniden başlayacak, 7 Haziran sonrası iklim ve “istikşafı” görüşmeler…  

Yazık oldu 16 Nisan’da “tek adama” hayır diyenlerin çabalarına…

Bu zeytin dalı, Sn. Erdoğan ve ("Esed" değil) Esad’a yarayacak. Hem ailece yarım kalan o “mavi yolculuk” tatillerine devam edecek, hem de tek adamlıklarını ve muhalefeti yok etme başarılarını kutlayacaklar.


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

21 Ekim 2016 Cuma

Vay Be, Ne Çok Uyutulmuş, Ne Çok Aldatılmışız!..


En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun,/ Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?
(En ummadığın senin içyüzünü keşfeder,/Sen herkesi kör, halkı sersem mi sanıyorsun?)
Ziya Paşa


Adeta bir ahtapot gibi her tarafa dal budak salan FETÖCÜ virüsün; girmediği in, bulunmadığı yer kalmamış. Ve girdikleri her yerlerde hiç de; sinik-sessiz-eylemsiz değillermiş. Her yerde kumandayı ele geçirmiş, hiçbir uygulama onların onayı olmadan yapılmaz olmuş(muş). Bunu gören biz sade vatandaşlar, gözlerimiz fal taşı gibi açılmış, mahcup bir durumda ve “Vay be, ne çok uyutulmuş, ne çok aldatılmışız! “ diye mırıldanıyoruz. Ve hemen yaşanmışlıklarımız olan; ölümleri, işkenceleri, acıları, haksız ve hukuksuzları anımsıyor ve de, bunlara neden olan failleri, onlara kol kanat gerenleri daha iyi tanıyoruz.
Peki, tüm bunlar olup biterken, aldıkları oy gücü ile ülkeyi yönettiğini her gün ve her fırsatta ilan edenler ne yapıyor, neler söylüyorlar acaba? Acaba onların da bizler gibi “Vay be, ne çok uyutulmuş, ne çok aldatılmışız!“ deme hakları var mı?
Devletin en yetkili kişileri; Askeriye, Emniyet, Yargı, Eğitim ve devleti oluşturan ana güçlerin, kuruluşların, nasıl paralel devlet yapılanması dedikleri FETÖ’cülerin denetimine geçtiğini sayılarla açıkladılar. Bu açıklamalar üzerine biraz durup düşünmek ve “Paris bir günde yapılmamıştır” sözünü hatırlamak gerekir. Tüm canlı organizmalar; doğum öncesi, bebeklik, çocukluk, ergenlik ve yetkinlik süreçleri ile yaşama katılırlar. Bu terör örgütünün gelişmeleri de devletin ve dünyanın belleğinde kayıtlı duruyor.
Bu görünümün oluşması, bunların inlere ve kılcal damarlara kadar girebilmeleri için önemli bir zamana ve iklime ihtiyaç vardı. Peki, bu zamanı ve iklimi, ahtapot gibi her tarafa dal budak salan bu virüse kim/kimler sağladı? Ona bakmak gerekir. Sadece bakmak da yetmez, onlara bu olanağın neye karşılık verildiğinin de Burhan Kuzu tanıklığında sorgulanıp ve yargılanması gerekmez mi?
İki gün önce eski Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök TBMM Darbe Komisyonuna; 2004 yılında dönemin genelkurmay başkanıyken MGK’da alınan kararla hükümeti FETÖ’ye karşı uyardıklarını bildirdi.  Demek ki istihbarat ve güvenlik örgütlerine sahip ve arşivlerindeki her türlü belge ve bilgiye her an ulaşma olanağı bulunan devlet yöneticilerinin 12 yıl sonra; “Vay be, ne çok uyutulmuş, ne çok aldatılmışız! “ deme hakları ve şansları yoktur, olmamalı. Nokta… 
Ayrıca;
Bu örgüt sadece devlet içindeki yetki ve makamlarla da yetinmemiş; anaokulundan üniversiteye her kademede okullar, şirketler, marketler, vakıflar, dernekler açmıştı. Bunların açılışları ve etkinlikleri devletin en üst makamlarınca desteklenmiş, arsalar, binalar, katkılar sağlanmış, gözlerde yaş, koro halinde yakarışlarıyla, methiyeler yapılmış, hamaset dolu söylevler eşliğinde, Necip Fazıl’dan şiirler okunmuş ve coşku ile alkışlanmıştı.
Haydi, diyelim ki tüm bunları sürekli algı yöneterek, yapay gündemler oluşturarak, sıranın kendisine gelmesini bekleyen sessiz çoğunluğa unutturdunuz. Peki, acaba, dünyanın gören gözleri, duyan kulakları ve de, ölümler, yıkımlar, büyük acılar yaşamışların beleklerinden silinip aklanacak mısınız?

Şimdi bu suç örgütü darbe girişiminde bulunurken suçüstü yakalandı ya, herkes bunların politik ayaklarının da ortaya çıkarılmasını, yargılanıp hak ettikleri cezayı almasını istiyor/bekliyor. Fakat fırsat bu bir fırsat deyip; OHAL torba KHK’leri ile Belediye Başkanlarını, gazetecileri, yazarları özetle “muhalif” bildikleri herkesi toplayıp, hapishanelere atmak…?
***
Dünya Kız Çocukları Günü
Türkiye, Kanada ve Peru tarafından yapılan girişimler sonucunda, kız çocuklarına karşı ayrımcılığın önlenmesi ve onların insan haklarından tam ve etkili bir şekilde yararlanmalarını sağlamak amacıyla 2012’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 11 Ekim’i “Dünya Kız Çocukları Günü ” olarak kabul etmiş ve her yıl etkinliklerle kutlanmaktadır.

Bu güzel girişimde bulunan girişimcileri kutlayıp alkışlamak gerek.
Girişimci Kanada ve Peru’da kız çocuklar ne durumda bilmiyorum, incelemek gerekir. Fakat bizim ülkemizde; eğitimsiz bırakılan çocuk gelinlerin, çocuk işçilerin, çocuk işkence ve cinayetlerinin yaşandığı, hem kız, hem de erkek çocukların “Çocuk Hakları” sıkça/çokça ihlal edildiği bir gerçek ve başlı başına uzunca incelenmesi gereken bir konu.
Annesinin ölümüyle büyük üzüntü yaşayan ve bizleri de üzüntüsüne ortak kılan Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu acıdan yıllar sonra Trabzon’da; “Bir adam gibi ölmek var, bir şey söyleyecektim ama onu söylemeyeceğim, bir de madam gibi ölmek var. Ölelim ama adam gibi ölelim.” dedi. (Ve ne yazık ki kendisi de bir kadın olan, Aile Bakanı Betül Sayan da bu sözleri; “bu ifade Anadolu'da kullanılan bir deyim" deyip savundu.)
Madam, Fransızca bir sözcük olup, Rum, Yahudi, Ermeni vatandaşlarımızca da kullanmaktadır. TDK sözlüğünde: “(Evlenmiş) Bayan” anlamına olup Müslüman olmayan için kullanılır. Denmektedir.  
Şimdi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın (hem de eşi yanında iken), korkaklığı aşağılamak için kullandığı (“Dünya Kız Çocukları Günü ”nünden 4 gün sonra) bu cümlenin uzanabildiği iki soruyu hatırlatarak sizin yorumlarınıza bırakmak istiyorum:
1.  Bu söylem, cinsiyetçi anlayıştan kaynaklı mıdır?
2.  Bu söylem, ırkları ve inançları hedef alan bir nefret söylemi midir?
Hatırlatma: Cumhurbaşkanının kurucusu olduğu partideki kadın taraftarların, erkek (onun söylemiyle adam) taraftarlardan oldukça fazla olduğunu ve ülkemizde Rum, Yahudi, Ermeni vatandaşların da olduğunu hatırlarsak… Bu sözün nerelere kadar gidebileceğini daha iyi anlamış oluruz.

 ***


Barışa, demokrasiye, farklı kimlik ve inançlara, demokratik muhalefete, kadına, yaşam tarzına kısaca; “kendi gibi” olmayan her şeyin karşısında/kavgalısı olan, hem vurup hem de bağıran bir iktidar... Yaşamı dar ediyor, dar!..

                                      Yazarın diğer yazıları için tıklayınız