En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun,/ Sen herkesi kör, âlemi sersem mi
sanırsın?
(En ummadığın senin içyüzünü keşfeder,/Sen
herkesi kör, halkı sersem mi sanıyorsun?)
Ziya Paşa
|
Adeta bir ahtapot gibi her tarafa dal budak salan
FETÖCÜ virüsün; girmediği in, bulunmadığı yer kalmamış. Ve girdikleri her
yerlerde hiç de; sinik-sessiz-eylemsiz değillermiş. Her yerde kumandayı ele
geçirmiş, hiçbir uygulama onların onayı olmadan yapılmaz olmuş(muş). Bunu gören
biz sade vatandaşlar, gözlerimiz fal taşı gibi açılmış, mahcup bir durumda ve “Vay be, ne çok uyutulmuş, ne çok
aldatılmışız! “ diye mırıldanıyoruz. Ve hemen yaşanmışlıklarımız olan;
ölümleri, işkenceleri, acıları, haksız ve hukuksuzları anımsıyor ve de, bunlara
neden olan failleri, onlara kol kanat gerenleri daha iyi tanıyoruz.
Peki, tüm bunlar olup biterken, aldıkları oy gücü
ile ülkeyi yönettiğini her gün ve her fırsatta ilan edenler ne yapıyor, neler
söylüyorlar acaba? Acaba onların da bizler gibi “Vay be, ne çok uyutulmuş, ne çok aldatılmışız!“ deme hakları
var mı?
Devletin en yetkili kişileri; Askeriye, Emniyet,
Yargı, Eğitim ve devleti oluşturan ana güçlerin, kuruluşların, nasıl paralel
devlet yapılanması dedikleri FETÖ’cülerin denetimine geçtiğini sayılarla
açıkladılar. Bu açıklamalar üzerine biraz durup düşünmek ve “Paris bir günde
yapılmamıştır” sözünü hatırlamak gerekir. Tüm canlı organizmalar; doğum
öncesi, bebeklik, çocukluk, ergenlik ve yetkinlik süreçleri ile yaşama
katılırlar. Bu terör örgütünün gelişmeleri de devletin ve dünyanın belleğinde kayıtlı
duruyor.
Bu görünümün oluşması, bunların inlere ve
kılcal damarlara kadar girebilmeleri için önemli bir zamana ve iklime ihtiyaç
vardı. Peki, bu zamanı ve iklimi, ahtapot gibi her tarafa dal budak salan bu
virüse kim/kimler sağladı? Ona bakmak gerekir. Sadece bakmak da yetmez, onlara bu
olanağın neye karşılık verildiğinin de Burhan Kuzu tanıklığında
sorgulanıp ve yargılanması gerekmez mi?
İki gün önce eski Genel Kurmay Başkanı Hilmi
Özkök TBMM Darbe Komisyonuna; 2004
yılında dönemin genelkurmay başkanıyken MGK’da alınan kararla hükümeti FETÖ’ye
karşı uyardıklarını bildirdi. Demek
ki istihbarat ve güvenlik örgütlerine sahip ve arşivlerindeki her türlü belge
ve bilgiye her an ulaşma olanağı bulunan devlet yöneticilerinin 12 yıl sonra; “Vay be, ne çok uyutulmuş, ne çok
aldatılmışız! “ deme hakları ve şansları yoktur, olmamalı. Nokta…
Ayrıca;
Bu örgüt sadece devlet içindeki yetki ve
makamlarla da yetinmemiş; anaokulundan üniversiteye her kademede okullar,
şirketler, marketler, vakıflar, dernekler açmıştı. Bunların açılışları ve
etkinlikleri devletin en üst makamlarınca desteklenmiş, arsalar, binalar,
katkılar sağlanmış, gözlerde yaş, koro halinde yakarışlarıyla, methiyeler
yapılmış, hamaset dolu söylevler eşliğinde, Necip Fazıl’dan şiirler okunmuş ve
coşku ile alkışlanmıştı.
Haydi, diyelim ki tüm bunları sürekli algı
yöneterek, yapay gündemler oluşturarak, sıranın kendisine gelmesini bekleyen
sessiz çoğunluğa unutturdunuz. Peki, acaba, dünyanın gören gözleri, duyan
kulakları ve de, ölümler, yıkımlar, büyük acılar yaşamışların beleklerinden
silinip aklanacak mısınız?
Şimdi bu suç örgütü darbe girişiminde
bulunurken suçüstü yakalandı ya, herkes bunların politik ayaklarının da ortaya
çıkarılmasını, yargılanıp hak ettikleri cezayı almasını istiyor/bekliyor. Fakat
fırsat bu bir fırsat deyip; OHAL torba KHK’leri ile Belediye Başkanlarını,
gazetecileri, yazarları özetle “muhalif” bildikleri herkesi toplayıp,
hapishanelere atmak…?
***
Dünya Kız Çocukları Günü
Türkiye, Kanada ve Peru tarafından yapılan
girişimler sonucunda, kız çocuklarına karşı ayrımcılığın önlenmesi ve onların
insan haklarından tam ve etkili bir şekilde yararlanmalarını sağlamak amacıyla
2012’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 11 Ekim’i “Dünya Kız Çocukları Günü
” olarak kabul etmiş ve her yıl etkinliklerle kutlanmaktadır.
Bu güzel girişimde bulunan girişimcileri kutlayıp
alkışlamak gerek.
Girişimci Kanada ve Peru’da kız çocuklar ne
durumda bilmiyorum, incelemek gerekir. Fakat bizim ülkemizde; eğitimsiz
bırakılan çocuk gelinlerin, çocuk işçilerin, çocuk işkence ve cinayetlerinin
yaşandığı, hem kız, hem de erkek çocukların “Çocuk Hakları” sıkça/çokça ihlal
edildiği bir gerçek ve başlı başına uzunca incelenmesi gereken bir konu.
Annesinin ölümüyle büyük üzüntü yaşayan ve
bizleri de üzüntüsüne ortak kılan Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu acıdan yıllar sonra Trabzon’da; “Bir
adam gibi ölmek var, bir şey söyleyecektim ama onu söylemeyeceğim, bir de madam
gibi ölmek var. Ölelim ama adam gibi ölelim.” dedi. (Ve ne yazık ki kendisi
de bir kadın olan, Aile Bakanı Betül Sayan da bu sözleri; “bu ifade Anadolu'da kullanılan bir
deyim" deyip savundu.)
Madam, Fransızca bir sözcük olup, Rum, Yahudi, Ermeni vatandaşlarımızca
da kullanmaktadır. TDK sözlüğünde: “(Evlenmiş)
Bayan” anlamına olup Müslüman olmayan için kullanılır. Denmektedir.
Şimdi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın (hem de eşi
yanında iken), korkaklığı aşağılamak için kullandığı (“Dünya Kız
Çocukları Günü ”nünden 4 gün sonra) bu cümlenin uzanabildiği iki soruyu
hatırlatarak sizin yorumlarınıza bırakmak istiyorum:
1. Bu söylem, cinsiyetçi
anlayıştan kaynaklı mıdır?
2. Bu söylem, ırkları ve
inançları hedef alan bir nefret söylemi midir?
Hatırlatma: Cumhurbaşkanının kurucusu olduğu
partideki kadın taraftarların, erkek (onun söylemiyle adam) taraftarlardan oldukça fazla olduğunu ve ülkemizde Rum,
Yahudi, Ermeni vatandaşların da olduğunu hatırlarsak… Bu sözün nerelere kadar
gidebileceğini daha iyi anlamış oluruz.
***
Barışa, demokrasiye, farklı kimlik ve inançlara, demokratik
muhalefete, kadına, yaşam tarzına kısaca; “kendi gibi” olmayan her şeyin
karşısında/kavgalısı olan, hem vurup hem de bağıran bir iktidar... Yaşamı dar ediyor,
dar!..