özgüvensiz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
özgüvensiz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ekim 2018 Cuma

"Toplumsal Narsizm"

Birinci Dünya Savaşı öncesi başlayıp, İkinci Dünya Savaşı ile doruk noktaya ulaşan insanlık düşmanı; köleci, kapitalist-emperyalist ve faşist odaklar sömürü için günümüzde de işbaşında.

Bunlar çıkarları için, dünyanın her ülkesindeki işbirlikçilerini piyon gibi kullanarak; halklar arasında ırk-dil-inanç kavgaları çıkarıyor, psikolojik, yıkıcı, kanlı şiddet uygulayarak karşı tarafa öfke-kin-nefret tohumları ekip, düşmanlıklar yaratıyor... 

Böylece bu haksız savaşta; hamaset dolu faşist söylem ve eylemlerle, “vatan-millet-inanç” değerlerini kullanarak halkı düşman kamplara bölüyor…

Böylece insanlar; ürkek, yılgın, sindirilmiş, korkak, özgüvensiz, uydu ve kaderci oluyor…

Böylece her birey; kendi vicdanın sesine duyarsız, adalet duyguları körelmiş, sadece “ben” diyerek, “diğer-öteki” kabul edilenleri “düşman” görüyor…  

Böylece; kimileri güvende olmadıkları için trajik şekilde göçmen (kurtulursa yaşayabilmek için) olup  yurdundan kaçıyor, "olan-bitene" karşı duran, yazan, çizen, özgürlük isteyen kimileri, tıka-basa zindanlarda, kimileri de köleleştirilmiş emekçi ve işçi…

Böylece oluşturulan korku ikliminde; insan hakları ve geçim kaynaklarının heba edilmesi daha da kolaylaşıyor ve savaş ekonomisinin öncelikli kılınması, cılız itirazlı olarak kabul görüyor...

Böylece tüm insani değerler, onları korumak isteyenlerle birlikte yok edilip çürütüyor…

Aslında yıllar öncesinde, ‘Birleşmiş Milletler’‘Lahey Sözleşmeleri’, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ vb. uluslararası kuruluşlar; savaş yaralarını sarmak, despotluğa dur demek, barışı sağlamak, hak ve adaleti korumak için oluşmuştu. Fakat ne yazık ki, amaçları güzel bu kuruluşlar, artık haklıların, mazlumların değil de, zalimlerin, güçlülerin yanında...     

İşte tüm bunlar ‘toplumsal narsizm’in sonuçlarıdır. Bunun içindir ki; "dünyanın en önemli ve güncel sorunu toplumsal narsizmdir", diyebiliriz. 


***

Dünyanın en önemli ve güncel sorunu toplumsal narsizmdir. Dedik ya, o halde; Narsizm için yapılan: “Kendine âşık olmaktır” tanımı ile de yetinmeyelim ve  bu konunun uzmanı bir kişiye başvuralım. Kuşkusuz bu kişi, Erich Fromm (1900 - 1980), kaynağımız ise onun en son eseri olan: Freud Düşüncesinin Büyüklüğü ve Sınırları’dır (Çeviren Aydın Arıtan/Artan Yayınevi-1997).  

Fromm, bu eserinde “ustası” Freud’u, buluşları için saygı ile övüp alkışlar,  bazı konularda ise acımasızca eleştirmiş ve günümüze ışık tutmuştur. İşte, bu kitabın “Narsizm” bölümden, konumuzun önemi için belki kısa, fakat bu yazının sınırları için biraz uzun sayılabilecek bazı alıntılar: 

“Çeşitli karakter biçimleri arasında en zor tanınanı narsizmdir… Narsizm çoğunlukla egoizm (bencillik) ile karıştırılır… Egoizm, temel olarak açgözlülüktür. Egoist insan her şeyi kendisi için ister, kimseyle paylaşmak niyetinde değildir.” Hatırlatmasında bulunur. (Çünkü narsist insanlar gelecekteki çıkarlarını düşünerek, başkalarına yardım eder ve fedakârlıkta bulunabilirler…)

Fromm, narsizmi, Bireysel ve Toplumsal olmak üzere iki bölümde inceler.

1. Bireysel narsizm:
“ Narsist bir insan için, … Kendi kötü özellikleri bile, kendi özellikleri olduğu için güzeldirler. Onunla ilgili olan her şey renkli ve gerçektir. Onun dışında olanlar ve diğer insanlar ise cansız, tiksindirici ve anlamsızdırlar. … Böylesi insanlar başkalarına yardım edebilmek için zaman ve enerji harcarlar, hatta bu uğurda birçok şeylerini bile feda edebilirler. … Narsizm değişik maskeler altında belirebilir. Dinsel azizlik, görev bilinci, iyilik, sevgi, gurur ve alçakgönüllülük bunların en belli başlılarıdır. … Narsist bir insan başkalarını kendisine hayran bırakmayı becerdiği zaman, mutludur. Ama bunu başaramamışsa, yani narsizmi yaralanmışsa, havası alınmış bir balon gibi söner ve kendi içine kapanır. Ya da vahşileşir, önü alınamaz bir kızgınlıkla dolar. …” 
  
2. Toplumsal narsizm: (ulusal-politik-dinsel-grupsal narsizm) 

Politikacı; “Eğer kendisini ulusuyla özdeşleştirebilir ve kendi kişisel narsizmini ulusuna yansıtmayı becerirse birdenbire önem kazanır. … ’Benim halkım en güçlü, en kültürlü, en yetenekli, en barışsever halktır’ diyen birine kimse deli diye bakmaz, tam tersine onu milliyetçi bir vatandaş olarak değerlendirir. …Aynı şey, dinsel narsizm için de geçerlidir. Milyonlarca din taraftarı kendi dinlerinin gerçeğe götüren tek yol olduğunu ve gerçeğin tekeline sahip olduklarını söylediklerinde herkes bunu normal karşılar. Grup narsizminin diğer özelliklerine de bilimsel ve politik gruplaşmalarda rastlayabiliriz. Böyle bir durumda bireyler, kendi narsizmlerini bir gruba ait olup, onunla özdeşleştirerek tatmin etmektedirler. … Dünyanın en olağanüstü grubunun bir üyesi… Gruba getirilen herhangi bir eleştirinin nasıl bir kızgınlıkla karşılandığını görmek o grubun narsist karakterini doğrular. … Bu nedenle ulusal, politik ve dinsel grupların narsist karakteri her türlü fanatizmin kaynağıdır.(a.b.ç) …Soğuk ya da sıcak savaş sırasında narsizm daha tehlikeli biçime bürünür. Bireyler kendi halklarının eksiksiz, kültürlü ve barışsever, düşmanlarını ise hain, kötü, saldırgan ve zalim olarak görmeye başlarlar. … Bu gözlem ve değerlendirmelerin doğru olan yanları çoktur. Ama eksiklikleri vardır. Buradaki yanılgı ve tehlikeli davranış, kendi ulusunun kötü, karşı ulusların ise iyi yanlarını görmezlikten gelişte yatar.”


Ve kitabın narsizm bölümü şu soru cümlesi ile bitiyor:
“İnsanlık gölde kendi güzelliğini seyrederken boğulan Narcissus gibi bu aynaya bakarak boğulacak mıdır acaba?”  



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız



4 Ağustos 2017 Cuma

Anne ve Babalara Mektup



Sevgili anne ve babalar; 
Ben uzun yıllar çalışıp emekli olmuş eğitimci bir dedeyim. Biliyorsunuz okullarımıza babalardan daha çok anneler geliyor, eğitim bilimi, bu durumun devem etmemesi gerektiği söylüyor. Çünkü çocuğun hem anneye hem de babaya çok ihtiyacı var.

İşte gördüğünüz gibi sizinle ortak konumuz çocuklarımız... 

Bu nedenle size; zarfsız ve pulsuz bir mektupla seslenmek istiyorum.

Sizlerle; okul bahçelerinde, koridorlarda, törenlerde, etkinliklerde, okul aile birliği toplantılarında, okul aile birliği çalışmalarında görüşüp tanışırız. 

Sizler, her zaman okullarımızı koruyan ve kollayanlar oldunuz.  Devletin üstlenip yapmadığı, eksik bıraktığı işleri üstlenip tamamladınız.

Okullarımızın bazen faturalarını ödediniz, bazen de aksayan okul hizmetlerini yapacak elaman bulup maaşlarını ödediniz. Hatta belki, "o elemanları niçin sigorta ettirmediniz" diye sorgulananız da olmuştur… 

Okullarımıza daha iyi şartlar sunmak için toplantılar, kampanyalar, kermesler yaptınız.  Böylece,  öğrencilere, öğretmenlere ve okul yönetimlerine büyük destek oldunuz.  

Benim bu sıraladıklarım yapılanların sadece birkaçı... Kısacası, sizler teşekkürü hak eden saygıdeğer pek çok işler yaptınız.
-Peki, siz tüm bu işleri niçin yaptınız?

-Siz söylemeden önce ben söyleyeyim “en değerli varlıklarınız” çocuklarınız için, değil mi?

Sizler isterdiniz ki; çocuklarınız sağlıklı, güvenli, başarılı birer birey olsun ve bu dileklerinize ulaşmaya engel olacak tüm etmenler ortadan kalksın. 

Ama şimdi sizin istemediğiniz bir ortam oluştu ve engeller çoğaldı. 

Bu mektubu da, okullara hizmet, para,  pul istemek için yazmıyorum. En değerli varlıklarımız çocuklarımız tehlikede, onu haber vermek için yazıyorum.

Sevgili anne ve babalar; 
Yetişkinlere belli bir hayat tarzı dayatmaya çalışan iktidar, bu konuda henüz tam başarılı olamadı. Ama şimdi, tarikatlar, vakıflar ve derneklerle el ele verip; bilinçli, planlı, programlı olarak okullarımıza, çocuklarımıza, geleceğimize yöneldiler…

Öğretim konularındaki (müfredat) değişiklikleriyle, çocuklarımızı bilimsel anlayıştan uzaklaştırmak ve ülkemizi çağdaş dünyanın dışına atmak istiyorlar.

Çocuklarımızı; soru sormaz, yorum yapmaz, sorgulamaz duruma getirip, özgüvensiz ve bağımlı kişiler yapmak istiyorlar. Çünkü kendi gelecekleri (ikballeri) için gerekli olan nesli, bilimsel yolla değil de, inanç sistemi dayatmasıyla yetiştirmek istiyorlar. Çünkü ancak bu eğitimle; karşı çıkmayan, hak aramayan insan yetişeceğini biliyorlar. 

Sevgili anne ve babalar;
Bir yıl önce hep birlikte yaşadık o kapkaranlık 15 Temmuz kalkışmasını. Oradaki insanlık dışı eylemleri, acımasızlıkları ve katledilen canları... 

Anlaşılan bazıları tüm bu yaşananlardan hiç ders çıkarmadı ki, şimdi aynı yöntemi kullanarak saldırmaya başladılar okullarımıza, çocuklarımıza geleceğimize… Ne çabuk unuttular bir yıl önce yaşananları!..

Bari siz yaşananları unutmayınız sevgili anne ve babalar: 

Bu kalkışmanın odağındaki virüs, toplumsal yaşamımıza ne zaman, nasıl ve hangi yöntemlerle girdi? Nasıl semirerek gelişti ve sarmaladı her yanı? Bunları hepimiz (az/çok) duyup öğrenmedik mi?

-Evet gördük, duyduk, öğrendik:

Onlar da; tarikatlar, vakıflar, dernekler yönetiminde, örgün ve yaygın eğitim kurumlarına sızdılar.

Yalan söyleyip, riyakârlık ve yolsuzluk yaptılar. Çaldıkları sorularla, sınav kazandırıp, işlere (öğretmen, polis, yargıç, general…) yerleştirdiler.

Özetle; sormayan, yorum yapmayan, robot gibi isteneni yapan ve kendilerine minnetle bağlı kulları böyle yetiştirdiler.

Tabi tüm bunları tek başlarına yapmadılar. Büyük ortakları olan yol arkadaşları; “alnı secdeye değiyor”  diye onları; makam, mevki, yetki sahibi kıldı ve tüm istediklerini de verdi...

Peki sonra…:

İşte onlardı 15 Temmuz’da tankları sivil halkın üstüne sürenler, onlardı meclisi bombalayanlar.  Onlardı, aklı, mantığı, vicdanı ve beyinleri kiralananlar. Onlardı, onlar…

Bir daha o karanlık günleri yaşamamak için size sesleniyorum. Sevgili anne ve babalar:
Bakınız, Eylül yaklaştı, okullar açılacak, zaman çok az ve çocuklarımız tehlike altında… 
 

En değerli varlıklarımız olan çocuklarımız ve ülkemizin geleceği için; 
  • Bilimsel yoldan çıkışı sağlayan ve inanç sistemi dayatan, öğretim konularındaki (müfredat) değişiklikler hemen durdurulmalıdır. 
  • Zorunlu din dersi uygulaması sonlandırılmalıdır. (Dinde zorlama olmaz!) 
  • Demokrasi, laiklik, hak, hukuk ve adalet düşmanı gerici anlayışın şahlanışı durdurulmalıdır.
Bu ve benzer demokratik taleplerimizle; okul-aile birliklerinde, STK’larda, gönül verdiğiniz partilerde, arkadaş günlerinde, sokakta, çarşıda her alanda, her ortamda el ele tutuşup, bir araya gelmeli, çareler aramalıyız.

Çünkü çocuklarımız da ülkemiz de çok değerli…
Çünkü çocuklarımız ve geleceğimiz tehlikede…

Saygılarımla... 


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

28 Temmuz 2017 Cuma

Eğitim Sistemimiz Nerelere Gidiyor?

"Evrim-Yaratılış-Gaya-Cihad-Ukûbat-Muamelat"
Eğer bir devletin görevlerini önem sırasına göre listelersek, “eğitim” listenin ilk satırında yerini alır. Çünkü “Nasıl bir gelecek?” sorusunun cevabı eğitimin içinde saklıdır. Bu da devlet için, eğitimin öncelikli bir görev olması için yeterlidir.
Eğitim sistemimizin; müfredat-yöntem-teknik, öğrenci, öğretmen, yönetim ve altyapıdan kaynaklanan devasa sorunları var.
15 yıldır iktidar bulunan AKP, bu sorunlara çözüm aramak yerine, her adımını, geçmişle hesaplaşmak ve tüm eğitim sistemini “İmam-Hatip anlayışına uyarlamak için attı.
Bugüne kadar İmam-Hatipler ve eğitim sistemimiz hakkında çokça yazı yazdım. Hatta bu yazımdan önceki yazımın başlığı da: “Toplumsal dönüşüm ve İmam-Hatipler” idi. 
Bu yazının özeti sayılan tabloyu vurgulamak için tekrar sunuyorum:
MEB’in kendi istatistikleri ile İmam-Hatipler:
Öğretim  Yılı
Okul Sayısı
Öğrenci Sayısı
Öğret. Sayısı
2003/04 Toplam
452
97.489
7.631
2016/17 Toplam
4.175
1.291.386
72.504
Artış Yüzdeliği
% 923.67
% 1.324,64
% 950,12
Not: Sadece yukarıdaki tabloda gösterilen okul ve öğrencilerle yetinmediler, anaokulundan üniversiteye tüm okulları İmam-Hatip Sistemi”ne uyarladılar

Evet, tabloda görüldüğü gibi iktidar, bu okullardaki öğrenci sayısını 13 kat artırarak net bir mesaj vermiştir: Tabelada ismi ne olursa olsun, anaokulundan, üniversiteye kadar tüm eğitim sistemi; Diyanet, Vakıflar ve Dernekler denetiminde İmam-Hatip anlayışına teslim edilecektir. Nokta…
Peki, bu anlayışın hedefi nedir?  
-Hedefi;  eğitimdeki (zaten eser miktarda olan); demokratik, bilimsel, laik, barışçı anlayışı sonlandırmak.
Böylece; soru sormayan, sorgulamayan, araştırma ve inceleme yapmayan, “evet”  diyen zayıf, titrek, korkak, bağımlı ve özgüvensiz, “Orta Çağ" insanları çoğalacak ve gelecekleri güvenceye alınmış olacak…
Bu hedefe ulaşmak için önce okulları sıradanlaşırdılar, öğretmenleri işlevsiz kıldılar, okul yönetimlerini ilahiyat kökenlilere teslim ettiler…
Ve şimdi de, ‘Evrim Teorisi’ni yok sayıp ‘Yaratılış’ konusuna sarıldılar.
Oysa ‘Evrim’ teorisi fen bilimlerin alfabesi…
‘Yaratılış’ ise inanç sisteminde sadece bir görüş...
Biri deneye ve gözleme dayalı, diğeri ise söylencelere ve inanca…
İzlediğiniz gibi bir haftadır akademisyen ve MEB yetkilileri ekranlarda değişecek olan Öğretim Ayrıntıları (müfredat) hakkında açıklamalarda bulunuyorlar. Özetle:
1. Deneye, gözleme dayalı ‘Evrim Teorisi’ (ağır(!) olduğu için) bundan böyle konular arasında yer almayacak. Uzaklara bakmayıp sadece yurdumuzu çevreleyen komşu ve bölge ülkelere baktığımızda; Suudi Arabistan hariç tüm ülkelerin eğitim programlarında ‘Evrim Teorisi’nin yer aldığın görürüz. Yani İslam Cumhuriyeti olduğunu resmen ilan etmiş İran’da bile...

(‘Evrim Teorisi’nin hipotez ile başlayan oluşumu):
  
2. Bundan böyle, eğitim sistemimizde söylencelere ve inanca dayanan ‘Yaratılış’ anlayışı odak olacak. İşte öğrenci seviyesine uygun(!) olduğu düşünülerek, Orta Çağ'dan günümüze taşınmasına karar verilen bazı konu başlıkları ve kısa tanımlar:
·        ‘Gaza’: “Kâfirler üzerine düzenlenen fetihleri anlatan”…
·         Cihad’: “İslamin hamle yapmasını sağlayan güç”…
·        Ukubat’:Şeriata göre suç kabul edilen eylemlere / fiillere verilecek cezalar/işkenceler”…
·        Muâmelât’: “Kişinin diğer fertlerle ve cemiyetle münasebetlerini tanzim eden fıkıh kaideleri”…
·       
NOT: Çoğumuz bu kavramların/konuların okullarda okutulacağını daha yeni öğrendik. Oysa, bakanlık e-okul sisteminde “Gaza ve Cihad Anlayışı Ne Demek” olduğunu taa… 29.09.2015 günü müjdeleyip ilan etmişler...( lütfen okuyup aydınlanalım): 

http://www.eokul-meb.com/gaza-ve-cihad-anlayisi-ne-demek-77883/

İşte gördünüz çocuklarımızı bekleyen kolay konuları... Kolay gelsin…

40 yıl eğitim alanında çalışmış bir dede olarak, bu savaşa çağrı yapan barışı yok sayan konuları okuyunca; ürktüm, korktum.
Hayırdır bu gidiş nereye? …
***

Bu iklimin ağır gündeminde yaşayan herkesin dilinde bir çığlık olmuş,  Nazım Hikmet’in dizeleri:

“KEREM GİBİ”  
“…
Hava toprak gibi gebe
Hava kurşun gibi ağır.
Bağır/bağır/bağır/bağırıyorum.
Koşun/kurşun/erit-/-meğe/çağırıyorum.....

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız