düşman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
düşman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ekim 2019 Cuma

Adalet+Vicdan+Ahlak=BARIŞ

Adalet, Vicdan, Ahlak…

Bunlar her kişi ve her toplumda bulunan çok önemli insani değerler…

Baskıyla suskun kılınan toplumlarda, bu değerler aşınır ve zarar görür. Bunun için o toplum ve insanları; kendileriyle barışık olmadan, huzursuz, mutsuz, özgüvensiz ve başları öne eğik yaşarlar.

Çünkü her sağduyulu her vicdan; çevrede olup bitenleri izler, düşünür, yorumlar. Haksızlık-adaletsizlik görürse de, karşı çıkması için sahibinin içini kemirir, onu huzursuz kılar ve sürekli uyarır. Buna rağmen vicdan sahibi, olup bitenlere karşı çıkmaz, sessiz ve duyarsız kalırsa da ona isyan eder.

Bunun içindir ki, böyle toplumlarda çoğu kişi kendi vicdanı ile kavgalı durumdadır.

Bunun içindir ki, böyle toplumlarda insanlar yiten değerlerini hep arar dururlar.

Ve hem de böyle toplumlara ikiyüzlü bir ahlak egemen olur. 

Çünkü: 

Büyük çoğunluk, kendi vicdanının haykırış ve isyanını haklı görse de, ‘bencil’ davranır, “bana ne” der. Ve bu isyanı “sus, sus!..” diyerek bastırır. Demek ki, topluma ikiyüzlü bir ahlak egemen olmuş, çoğu kişi dürüstlükten uzaklaşmış ve “üç maymunu” oynuyor. 

Bazı kişi ve gruplar ise, kendi vicdanlarının haykırışını haklı görüp, zalime, zulme ve haksızlıklara karşı dururlar.

İşte o zaman aranan “düşman” ve “ötekiler” bulunmuş olur...  

Bu “düşman” ve “ötekiler”, egemenler ve onların kukla fedailerinin hedefi haline gelir. O zalimlerin hışmına uğrar, işkence görür, kaybolur, tutuklanır ya da öldürülürler… 

Artık egemenlerin doymak bilmez bir açgözlülükle yaptığı sömürü, dayatma ve baskı düzeni etkili olmuştur. Çoğu insan, olup bitenleri içine sindiremez, adil, ahlaki bulmaz, fakat çaresizlik ve korku onların boyun eğmesini sağlar.

Böylece ‘sus düzeni' kurulmuş olur.

***
Suskun toplumda egemenler ile işbirlikçileri; şimdiki ve gelecek çıkarları için sus düzeni kurmuşlardı ya... İşte bu düzende dört iklim yoktur, sadece ‘korku iklimi’ vardır.

Korku ikliminin amacı: var olan düzeni korumak ve yarını garantiye almaktır. Bu amacın gerçekleşmesi için de:  

Bir: Her gün kendi vicdanlarına “sus!..” deyip, kavga eden büyük kitleyi oyalamak…

İki: Olup bitenlere susmayıp, karşı olan (muhalefeti), ötekileştirerek, düşmanlaştırarak sindirmek ve etkisiz kılmak gerekmektedir.

Yöntem olarak toplum mühendisliği ile algı oluşturmayı seçerler. Bu yolla, toplumun birer zenginliği olan; kimlik, dil, düşünce, inanç gibi farklılıklarını, etik olamayan, ahlaksız söylenti, yalan, iftira, hilelerle düşmanlık, kin ve nefrete çevirirler. Böylece toplumu kolayca bölüp parçalar, düşmanlıklar yaratırlar.

Araç olarak, kitlelere ulaşımlarını sağlayan meydanları ve sözlü-yazılı-görsel iletişim araçları olan: TV, radyo, gazeteleri etkili kullanırlar. Bunlar aracılığıyla algıya dönüştürdükleri yalanlarını hamaset yaparak anlatırlar.  
(İktidar, iktidar olmanın sağladığı güçle, bu yöntem araçları zaten kolayca ele geçirmiştir.)

Yöntem ve araçların oluşturduğu yapay algılarla; savunmasız ve korumasız olan kişi ve gruplar kolayca ‘düşman’ ilan edilir ve onlara ‘mahalle baskısı’ uygulanır. Hatta yaratılan bu sanal düşmanlıklar yardımıyla kitlesel ölümlere neden olacak haksız savaşlar bile çıkartılır.

Yıllardır her akşam bazı TV kanallarında; adalet, vicdan, ahlak diye diye topluma; adaletsizlik, vicdansızlık, ahlaksızlık aşılıyorlar. Ve adeta “kim kime daha çok hakaret edecek” yarışması düzenliyor gibiler.  

Her gün toplumun karşısına çıkan bu kişiler, orada olamayan ve cevap hakları yok edilmiş olanlara küfür edip hakaret yağdırıyorlar. Ve sık tekrarlarla söyledikleri bu zırvalarına, bir gün sonra kendileri de inanır hale geliyorlar.

Peki, bunlara ‘dur’ demekle görevli kurum ve makamlar niçin susuyor!?..

Çünkü korku ikliminde, bu kişiler hiç sorgulanamaz ve ceza almazlar…

Çünkü karanlık eller korumaktadır bunları…

***

Adalet-Vicdan-Ahlak; ‘neden sonuç’ ilişkisiyle iç içe geçmiş, birbirini tamlayan, üç insani değer…

Adalet+Vicdan+Ahlak=BARIŞ

Eğer bir toplumda:                               

Yargı; bağımsız-tarafsız-hukuka uygun kararlar vererek adaleti sağlarsa...

Yönetim; demokratik-eşitlikçi uygulama yaparak vicdanları rahatlatırsa...

İnsanlar; adil, vicdanlı, ahlaklı olursa... 

İşte o zaman savaş değil BARIŞ olur.



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

19 Ekim 2018 Cuma

"Toplumsal Narsizm"

Birinci Dünya Savaşı öncesi başlayıp, İkinci Dünya Savaşı ile doruk noktaya ulaşan insanlık düşmanı; köleci, kapitalist-emperyalist ve faşist odaklar sömürü için günümüzde de işbaşında.

Bunlar çıkarları için, dünyanın her ülkesindeki işbirlikçilerini piyon gibi kullanarak; halklar arasında ırk-dil-inanç kavgaları çıkarıyor, psikolojik, yıkıcı, kanlı şiddet uygulayarak karşı tarafa öfke-kin-nefret tohumları ekip, düşmanlıklar yaratıyor... 

Böylece bu haksız savaşta; hamaset dolu faşist söylem ve eylemlerle, “vatan-millet-inanç” değerlerini kullanarak halkı düşman kamplara bölüyor…

Böylece insanlar; ürkek, yılgın, sindirilmiş, korkak, özgüvensiz, uydu ve kaderci oluyor…

Böylece her birey; kendi vicdanın sesine duyarsız, adalet duyguları körelmiş, sadece “ben” diyerek, “diğer-öteki” kabul edilenleri “düşman” görüyor…  

Böylece; kimileri güvende olmadıkları için trajik şekilde göçmen (kurtulursa yaşayabilmek için) olup  yurdundan kaçıyor, "olan-bitene" karşı duran, yazan, çizen, özgürlük isteyen kimileri, tıka-basa zindanlarda, kimileri de köleleştirilmiş emekçi ve işçi…

Böylece oluşturulan korku ikliminde; insan hakları ve geçim kaynaklarının heba edilmesi daha da kolaylaşıyor ve savaş ekonomisinin öncelikli kılınması, cılız itirazlı olarak kabul görüyor...

Böylece tüm insani değerler, onları korumak isteyenlerle birlikte yok edilip çürütüyor…

Aslında yıllar öncesinde, ‘Birleşmiş Milletler’‘Lahey Sözleşmeleri’, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ vb. uluslararası kuruluşlar; savaş yaralarını sarmak, despotluğa dur demek, barışı sağlamak, hak ve adaleti korumak için oluşmuştu. Fakat ne yazık ki, amaçları güzel bu kuruluşlar, artık haklıların, mazlumların değil de, zalimlerin, güçlülerin yanında...     

İşte tüm bunlar ‘toplumsal narsizm’in sonuçlarıdır. Bunun içindir ki; "dünyanın en önemli ve güncel sorunu toplumsal narsizmdir", diyebiliriz. 


***

Dünyanın en önemli ve güncel sorunu toplumsal narsizmdir. Dedik ya, o halde; Narsizm için yapılan: “Kendine âşık olmaktır” tanımı ile de yetinmeyelim ve  bu konunun uzmanı bir kişiye başvuralım. Kuşkusuz bu kişi, Erich Fromm (1900 - 1980), kaynağımız ise onun en son eseri olan: Freud Düşüncesinin Büyüklüğü ve Sınırları’dır (Çeviren Aydın Arıtan/Artan Yayınevi-1997).  

Fromm, bu eserinde “ustası” Freud’u, buluşları için saygı ile övüp alkışlar,  bazı konularda ise acımasızca eleştirmiş ve günümüze ışık tutmuştur. İşte, bu kitabın “Narsizm” bölümden, konumuzun önemi için belki kısa, fakat bu yazının sınırları için biraz uzun sayılabilecek bazı alıntılar: 

“Çeşitli karakter biçimleri arasında en zor tanınanı narsizmdir… Narsizm çoğunlukla egoizm (bencillik) ile karıştırılır… Egoizm, temel olarak açgözlülüktür. Egoist insan her şeyi kendisi için ister, kimseyle paylaşmak niyetinde değildir.” Hatırlatmasında bulunur. (Çünkü narsist insanlar gelecekteki çıkarlarını düşünerek, başkalarına yardım eder ve fedakârlıkta bulunabilirler…)

Fromm, narsizmi, Bireysel ve Toplumsal olmak üzere iki bölümde inceler.

1. Bireysel narsizm:
“ Narsist bir insan için, … Kendi kötü özellikleri bile, kendi özellikleri olduğu için güzeldirler. Onunla ilgili olan her şey renkli ve gerçektir. Onun dışında olanlar ve diğer insanlar ise cansız, tiksindirici ve anlamsızdırlar. … Böylesi insanlar başkalarına yardım edebilmek için zaman ve enerji harcarlar, hatta bu uğurda birçok şeylerini bile feda edebilirler. … Narsizm değişik maskeler altında belirebilir. Dinsel azizlik, görev bilinci, iyilik, sevgi, gurur ve alçakgönüllülük bunların en belli başlılarıdır. … Narsist bir insan başkalarını kendisine hayran bırakmayı becerdiği zaman, mutludur. Ama bunu başaramamışsa, yani narsizmi yaralanmışsa, havası alınmış bir balon gibi söner ve kendi içine kapanır. Ya da vahşileşir, önü alınamaz bir kızgınlıkla dolar. …” 
  
2. Toplumsal narsizm: (ulusal-politik-dinsel-grupsal narsizm) 

Politikacı; “Eğer kendisini ulusuyla özdeşleştirebilir ve kendi kişisel narsizmini ulusuna yansıtmayı becerirse birdenbire önem kazanır. … ’Benim halkım en güçlü, en kültürlü, en yetenekli, en barışsever halktır’ diyen birine kimse deli diye bakmaz, tam tersine onu milliyetçi bir vatandaş olarak değerlendirir. …Aynı şey, dinsel narsizm için de geçerlidir. Milyonlarca din taraftarı kendi dinlerinin gerçeğe götüren tek yol olduğunu ve gerçeğin tekeline sahip olduklarını söylediklerinde herkes bunu normal karşılar. Grup narsizminin diğer özelliklerine de bilimsel ve politik gruplaşmalarda rastlayabiliriz. Böyle bir durumda bireyler, kendi narsizmlerini bir gruba ait olup, onunla özdeşleştirerek tatmin etmektedirler. … Dünyanın en olağanüstü grubunun bir üyesi… Gruba getirilen herhangi bir eleştirinin nasıl bir kızgınlıkla karşılandığını görmek o grubun narsist karakterini doğrular. … Bu nedenle ulusal, politik ve dinsel grupların narsist karakteri her türlü fanatizmin kaynağıdır.(a.b.ç) …Soğuk ya da sıcak savaş sırasında narsizm daha tehlikeli biçime bürünür. Bireyler kendi halklarının eksiksiz, kültürlü ve barışsever, düşmanlarını ise hain, kötü, saldırgan ve zalim olarak görmeye başlarlar. … Bu gözlem ve değerlendirmelerin doğru olan yanları çoktur. Ama eksiklikleri vardır. Buradaki yanılgı ve tehlikeli davranış, kendi ulusunun kötü, karşı ulusların ise iyi yanlarını görmezlikten gelişte yatar.”


Ve kitabın narsizm bölümü şu soru cümlesi ile bitiyor:
“İnsanlık gölde kendi güzelliğini seyrederken boğulan Narcissus gibi bu aynaya bakarak boğulacak mıdır acaba?”  



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız



10 Kasım 2017 Cuma

Ülkenin Bekası mı?...



Hani çok zor ve de çok riskli fakat mutlaka başlanması/yapılması gereken işler için söylenen bir söz vardır ya: “Bu bir ölüm kalım savaşı” diye. İşte bu cümledeki  "kalım" sözcüğünün eş anlamlısıdır “beka”.

Biz de bugünlerde sıkça kullanılan bu sözle giriş yapalım: 

“Ülkenin bekası her şeyden daha önemlidir.” 

Tüm söylemlerin bir amacı olduğuna göre acaba bu sözün amacı nedir, arkasında neler saklı biraz da ona bakalım. 

Bir ülkede yaşayan ve gelecekte yaşayacak olanların, çevrelerinde; tutsak olmadan, barış içinde, sağlıklı, özgür ve işbirliği içinde mutlu insanlar olarak yaşamaları için sağlanan ortam ve koşullar o ülkenin bekasını belirler. İşte bu yaşamsal özelliklerdir bekayı çok önemli kılan.

Bir ülkenin bekasını kimler sağlar?
-O ülkede yaşayanlar (gelecekte yaşayacaklar) ve onların görev verdikleri…

Kutuplar ve "ötekiler" yaratarak ülkenin bekası sağlanabilir mi?
-Hayır…

Peki, neden bazı politikacılar kutuplar ve "ötekiler" yaratarak beka ararlar? 
-Demek ki onlar sadece kendilerini ve yandaşlarının bekalarını düşünüyorlar.

Yukarıdaki soru ve cevaplara bence hiç kimse itiraz edemez, etmemeli de. Çünkü bunlar kesin doğrulardır. Çünkü bekayı sağlayacak ana güç, "birlik" gücüdür. Ötekileştirme, yok sayma ve ayrıştırmak, birlik olmayı sağlamadığı gibi, potansiyel gücü azaltır, yok eder ve iç çatışmaların nedeni olur.

O halde beka sorunu; iç barışını koruyamayan ülkelerin ana gündemi ve büyük bir sorunudur. Bu sorun da, o ülkede yaşayanların “nasıl bireyler” olması gerektiği ile ilgili bir eğitim konusudur. Bu konuda belirleyici olanlar da iktidarlardır, çünkü devlet erki ve tüm kurumlarını yönetimi onların elindedir. 

O iktidarlar da; 

Ya, ülke içerisinde herkesin kendisine yer bulduğu çoğulcu bir anlayış olan demokrasiyi seçerek;
Karşılıklı saygıyı esas alan demokratik bir eğitimle bireylerin; eşit, özgür, özgüvenli, üretken, soran, sorgulayan, sağlıklı, mutlu ve barış taraflısı olarak yetiştirilmesi...

Ya da, ülke içindeki etnik, kültürel, inançsal ve bireysel farklıkları öne çıkaran, “ötekiler” yaratarak çoğunlukçu anlayışa dayalı otokrasi= "tek adam sistemi"ni seçerek; 
İtaati esas alan bir eğitimle bireylerin; bağımlı, özgüvensiz, soru sormayan, sorgulamayan, komutla üreten, sürekli "ötekiler" yaratıp onlarla çatışan, barışa düşman, savaş taraflısı olarak yetiştirilmesi sağlanacaktır.

Ülkemizde 15 yıldır iktidar olan AKP, torba yasalarla, KHK’lerle ve şaibeli oylamalarla otokrasiyi seçti.

Bunun için büyük bir telaşla; yasama, eğitim, yargı, güvenlik, ekonomi, dış politika ve çevre gibi alanlarda, kendi ikballerine engel olarak gördükleri tüm bireyleri ve sistemleri değiştirmekle meşguller.

Herkesin ortak duyguları ve değerlerinden hareketle korku ve endişe yaratan algılar yaratarak; güvensiz-bağımlı-öfkeli-kindar-savaşçı anlayışları ön plana çıkardılar. 

***

Farkında mısınız, çıkardıkları çokça ihale ve torba yasalarla yetinemediler, OHAL’e sığınıp KHK’lerle yönetmeye başladılar. İşe alınacaklar için yeterlili olanı değil de, kendi taraflısını seçebilmek için "mülakat sınavı" icat ettiler.  

Şöyle bir bakın-görün, kulak verin kürsülere; kendilerinden olmayan, kendi gibi düşünmeyen herkesi, tehdit edilip “hain/düşman” ilan ediyorlar.

Şöyle bir bakın-görün, kulak verin gazete, TV, film, dizi, söyleşi-oturum, müzik ve reklamlara (çocuk oyun-oyuncakları bile), bunların tümü; tank, uçak, tüfek, bomba, şiddet odaklı ve de kan-intikam-korku kurgulu…

Yani, çatışma-şiddet-savaş dışında hiçbir seçenek sunmadılar vatandaşlara.

Ama eğer gerçekten “ülkenin bekası tehlikede” ise öncelikle;
  • İnsan hakları ve eşit vatandaşlık temelinde iç barışın sağlanması...
  • Barınma, sağlık, çalışma, güvenlik sorunlarının çözülmesi ve eğitimde; karşılıklı sevgi, saygı, birlik-beraberlik değerlerinin esas alınması, toplumsal düzeni bozan etnikçi, cihatçı, gerici ortaçağ anlayışlardan uzaklaşarak, bilimsel, demokratik, laik ve çağdaş anlayışa yönelmek… 
  •  Güçler ayrılığı ilkesine bağlı olarak; yasama- yürütme-yargı ve özgür basının bağımsızca işlerini yapması, herkese, hak-hukuk-adalet sağlanması… 
  •  Ekonomi ve doğal çevrenin rantçıların elinden kurtarılması…
  • Yurtta ve dünyada barışı savunan, dostları çok olan bir ülke olmamız… 
  •  
Gerekmez miydi? 

***

Eğer bunlar sağlanmış olsaydı;
  • Tank, top, savaş uçağı, bombalar, cezaevleri, (müteahhitler kazansın diye torunlarımız borçlandırılarak yapılan) al gülüm–ver gülüm ihaleler ve “itibardan tasarruf olmaz” anlayışı ile yapılan saraylar için harcanan paralar halkın eğitimi, sağlığı ve ülke kalkınması için harcanır… 
  • AKP ve küçük azınlığın bekası için yaşatılan acılar ve sıkıntılar son bulur... 
  • Toplumda zıt kutuplaşmalar ve ötekiler yaratılmaz…
  • Ülkenin bekası için hiçbir endişe kalmaz, demokrasi içinde barış ve kardeşlik olurdu.
Ve işte o zaman; Hamasetle söylenen “Vatan, Millet, Sakarya nutukları” yerine, barış şarkıları/türküleri söylenir halaylar çekilirdi.  



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız