5 Ağustos 2016 günü ‘Karşıt Görüş’te Balçiçek İlter, Burhan Kuzu’ya, CHP’nin Fetullah
Gülen’in organize ettiği yapı (F Tipi
Yapılanma) için vermiş olduğu, araştırma önergesini AK Parti neden ret etti diye sorduğunda Burhan Kuzu da; “… Bu
tarafta sıkışmış bir hükümet, her an parti kapanma riski altındasın, burun
burunasın. Bir bürokrat ekip lazım, bürokrat ekip onlardan oluşmuş, kimi kullanacağım
ben, hükümet olarak ne yapacağım ben…” Diye kendi tarzında kısa ve net
bir cevap verdi. Yani ortada kandırılmak diye bir durum yokmuş, her şey
hesabına, kitabına göre hazırlanış. Eğer bu birliktelik veya uzlaşmada bir hata
ve sorumluluk varsa bu birlikte yürüyenlerin ortak sorumluluğudur.
Uzlaşmak için aynı olmak, eşit olmak gerekmez. Hiçbir
aynılığı, benzerliği olmayanlar da uzlaşır. Uzlaşmalarda her iki tarafında
karlı çıkması anlamına gelen “kazan
kazan” yöntemini kullanırlar.
Tarafların değişik amaç ve beklentileri bu süreç içinde karşılıklı ödünlerle
kaldırarak uzlaşı sağlanır. Kısaca karşılıklı kazanmaktır uzlaşmak…
AKP ve Fetullah Gülen hareketi arasındaki uzlaşma, Burhan
Kuzu’nun konuşmasında (itirafında)
anlattığı gibi karşılıklı çıkarlar üzerine kurulmuştur.
Bu uzlaşma sürecinde her iki
taraf da, albenilerini arttırmak için sosyal psikolojinin etkili silahı olan “algı
oluşturma” yı, uygulama da ise yerine göre Makyavelist ve Pragmatist yöntemleri etkili olarak kullanmışlardır.
Bu iki öğretiyi kısaca
hatırlatmak gerekirse:
Makyavelizm 1500’li yıllarda başlayan “Siyasette amaca varmak için
bütün yolların kullanılması gerektiğini söyleyen ve her yolu meşru gören”
bir anlayış.
Pragmatizm ise; 1800’li yılların son çeyreğinde ortaya çıkıp
dilimizde faydacılık olarak da karşılık bulan “Eğer bir bilgi günlük hayatta
işe yarıyorsa o bilgi doğrudur. Yaramıyorsa yanlıştır.” bir anlayıştır.
Uzlaşma, taraflardan biri veya iki tarafın da
uzlaşılanlara uymaması halinde biter. Sayın Burhan Kuzu’nun söyleminden
hareket edersek risk altındaki kişi veya gruplar korunmak için uzlaşacağı
ortaklar bulabilir/arayabilir. Bu durum sıkça görülen bu normal bir iştir.
Fakat etik olmayan dereyi geçinceye kadar “kullanmak/kullanılmak”. Anlaşılan
yukarıda anlatılan uzlaşma da etik olmayan bir şekilde son bulmuş. Ve öyle
anlaşılıyor ki F Tipi Yapılanma, birlikte
yola çıktıklarının aleyhinde uzlaşı günlerinde bile boş durmayıp bilgi ve belge
toplamış.
1. 7 Şubat 2012‘de MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın ifadeye çağrılması olayı: Hakan Fidan alınan çok hızlı
kararlarla korundu ve girişim başarısız oldu.
2. 17-25 Aralık 2013’teki yolsuzluk operasyonlarını başlattılar. İktidar bu operasyon sırasında
bir anlık şaşkınlık yaşadı, 4 Bakan istifa etmek zorunda kaldı, ancak, onların
yüce divana gönderilmeleri engellenerek parlamento etkisiz bırakıldı. Çok hızlı
davranarak ve devlet gücü kullanarak bu saldırı da atlatıldı. Ama, ortaya
saçılan yolsuzluklar, “Tapeler” ve “Para Kutuları” iktidarın karizmasını
çizerek henüz kapanmayan/iyileşmemiş yaralar almasına neden oldu.
3. İktidar da F Tipi Yapılanmanın
çok önemli bir finans kaynağı ve taraftar toplama alanı olan “Dershaneleri” kapatarak önemli bir
karşı atakta bulunmuştur. (17.11.2013
günü Milliyet Blog’da ki yazım “Aslında Dershaneler bahane bu bir bilek güreşi!...” diye son bulmuştu.) http://blog.milliyet.com.tr/dershaneler-bahane-/Blog/?BlogNo=436766
Yapılan bazı uzlaşmaların sonradan, “dün dündür” anlayışla ve etik olmayan
yollarla bozulduğunu duyduk, gördük ve yaşadık. Fakat AKP bu işi sık sık
yapmaya başladı. İşte birkaç örnek:
Kürt Açılımı, Çözüm
Süreci, Alevi Açılımı, Akil İnsanlar
Heyeti, Dolmabahçe Mutabakatı, Dolmabahçe
masanın devrilmesi, İstişkafi Görüşmeler, Olmadı Bir daha Seçim… Fiili Başkanlık sistemiyle Meclis devre dışı
bırakılması…
Tüm bu işleri yaparken ana taktikleri de şu idi: Önce (tribünlere gösterip) uzlaşır gibi yapmak, sonra zamana yaymak ve ipe un sermek.
Etik olmayan yollarla bozulan bu uzlaşı arayışları
sadece kişiler ve gruplara değil tüm ülkeye büyük zararlar verdi. Sonuç olarak
ülkenin her yöresi sanki cenaze evi oldu, binlerce suçsuz günahsız insanımız
öldü, ülke büyük acılar ve katliamlar yaşadı.
"Bunlar ateist,
Zerdüşt…”
diyerek ötekileştirdiler halkı. Ölüleri soyarak
çıplak fotoğrafları paylaştılar. Öldürdüklerini, tomaya bağlayıp, video çekimi
yapıp, internette paylaştılar. Harabeye çevirdikleri evlerin içinde de bu
nefret suçlarını işlemeye devam ettiler. Tanklarla girdikleri Sur, Cizre,
Nusaybin, Silopi, Yüksekova, Silvan, Lice, Şırnak… Şehir merkezlerinde pek çok
sivil, tarihi doku ile birlikte yok edildi. Bunları yapan zalimler/caniler tek
tük değil, pek çoktular. Onların bu yaptıkları kabul gördü ki, korundular ve
tüm bu zalimler/caniler cezasız kaldı.
İşte tüm bu olanları Mecliste anlatıp, zalimleri/canileri tanıtmak, mağdurların
çığlıklarını dile getirmek, burada çare bulmak isteyen Millet Vekilleri oldu.
Bu vekillere de, “Türk askeri sivil
halka silah sıkmaz!...” diyerek neler yapıldığını, neler söylendiğini,
nasıl susturulduklarını bilmeyenler varsa ve eğer isterlerse kayıtlara kolayca
ulaşabilirler.
***
Fetö darbe girişimi:
Halkımız tüm bu acıları yaşayıp, dertlerine çare
ararken 15 Temmuz günü, AKP’nin uzun
yıllar birlikte iken her istediklerini
verdikleri, yani beraber yürüyüp şimdi uzlaşmaz oldukları FETÖ’cü yapı,
dinci-ırkçı-faşist bir kalkışma başlatmıştı. Bu kez başkent ve büyük
şehirlerimizde, General ve kurmayların yönetimindeki tanklar, uçaklar,
helikopterler, ağır silahlarla donatılmış aldatılmış “Mehmetçikler” (tıpkı
güneydoğuda olduğu gibi) sivil halka ateş açıp 250 cana kıydılar… Ayrıca pek
çok kamu kurumu ve TBMM’ni bombaladılar, tüm yurdumuza büyük acılar yaşattılar.
Bu kanlı faşist-ırkçı-dinci kalkışma başladığı andan
itibaren, tüm siyasi partiler, tüm medya kuruluşları ve tüm halkımız büyük
tepki gösterdi. Böylece bu faşist-ırkçı-dinci kalkışmaya karşı doğal bir birleşik bir cephe doğmuş oldu. O gece
Meclis sığınağında yapılan görüşmelerde uzlaşı ve birlik çağrıları yapılmış ve
Mecliste bulunan 4 siyasi partinin ortak bildirisi ile lanetlemişti. Yüzlerce
sivil insan darbeyi durdurmak için, ölümleri pahasına kendilerini tankların,
topların ve kurşunların önüne atmıştı. İşte bu tutarlı karşı duruşlar
darbecilerin kâbusu olmuş ve onların yenilgileriyle sonuçlanmıştı.
***
Yok
saymak:
Olağanüstü hal (OHAL) ilan edilerek, Meclisi onayı
olmadan çıkarılan yaslarla ülke yönetilmeye başlandı, demokrasi askıya alındı,
yönetim yetkisi Hükümetten çok Başkomutan-Cumhurbaşkanının eline geçti. Zaten
etkisiz ve yetkisiz durumda olan TBMM tamamen devre dışında kaldı.
Yenikapı’da yapılan ‘‘Demokrasi ve Şehitler
Mitingi’ için mecliste bulunan dört partiden sadece üçü davet edilerek
ayrımcılık yapıldı. 6 milyon oy almış olan HDP (7 Haziran sonrası istişkafi
görüşmeler olduğu gibi) davet edilmedi, yok sayılmaya çalışıldı. Böylece kalkışmaya
karşı sağlanan birliktelik yara almış oldu. Aradan henüz üç gün geçmişti ki, bu
kez de üç partinin birlikteliği ile yapılacak Anayasa görüşmelerine de HDP’nin
çağrılmayacağı duyuruldu.
Hani herkese eşitti ve bir oy bile değerliydi?
Neden ötekileştirip yok sayıyorsunuz bu insanları?
HDP’nin dışlanmasıyla ülkemiz ve halkımız ne
kazanacak?!...
Baskılanmış medya ise tüm bunları Görmemiş, Duymamış, Bilmiyormuş.
Anlaşılan, “Seni Başkan yaptırmayacağız” demenin
öfkesi/kini henüz bitmemiş.
Anlaşılan, çoğulculuğu istemeyen, tekçiliği benimsemiş
AKP, CHP, MHP ve malum medyanın elbirliği ile bu fiili Başkanlığı “TEK BAŞKAN”lıkla taçlandıracaklar.
Zaten Sn. Erdoğan, 16 Temmuz sabahının ilk saatlerinde darbe girişimi için “Bu
bize Allah’ın bir lütfu” dememiş miydi?
Ve yeni bir haber:
Faşizme, Darbelere ve OHAL’e karşı, aralarında HDP,
KESK, DİSK, TMMOB, TTB, Alevi Örgütleri, EMEP, Haziran Hareketi ve Halk
Evleri’nin bulunduğu 20'yi aşkın kurum tarafından Emek ve Demokrasi İçin Güç Birliği kuruldu…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder