27 Ocak 2023 Cuma

'Aman ha konuşma!' SUS(MA)!


AKP, 14 Ağustos 2001'de kuruldu. 

Halkı; Yoksulluk-Yolsuzluk-Yasaklar (3Y)'dan kurtarmak... Demokrasi, özgürlük, yargı bağımsızlığı sağlama ve ülkeyi uygar dünya ile bütünleştirmek, ... gibi 'sözler' vermişti. 

Bu çok önemli sözler, hem Parti Programı'na yazılmış, hem de sözcülerince ekran ve meydanlarda tekrarlarla anlatılmıştı.  

İşte bu 3Y sloganları ve 'demokrasi' vurgularıyla AKP halka dokunmuş ve hemen de karşılığını almıştı. 

Çünkü ilk kez girmiş olduğu 2002 genel seçiminde yüzde 34,3 oy almış... 363 milletvekili çıkarmış... Ve tek başına iktidar olmuştu! 

Baraj altında kalanlar ise; MHP (Bahçeli), DY (Çiller), Anavatan (M. Yılmaz), Demokratik Sol Parti (Ecevit) olmuştu!

2002'nin 'zayıf' karnesini düzeltme sözüyle iktidar olan AKP, iktidarı hiç bırakmadı! 

O halde biz de AKP 2023 yılı Demokrasi ve 3-Y karnesine bakalım:  

  • Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle; tüm yetkiler dengesiz-denetimsiz olarak tek kişide toplanınca, demokrasi yerini otokrasiye bırakmıştır. Böylece Yasama-Yürütme-Yargı hem yetkisiz hem de işlevsiz kalmış durumda...
  • İnsan Hakları: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AHİM) 2022 raporuna göre: 31.10.2022’e kadar en fazla ‘hak ihlali’ başvurusu Türkiye’den yapılmış ve dosya sayısı:19.850… 
  • Yoksullukinsanlarımızı aç, işsiz, evsiz bırakmış, askıda ekmek, askıda fatura, icra ve iflaslarla tanıştırmış.  
  • Yolsuzlukihale yolsuzluklarıyla 40 yıl sonra doğacak torunlarımızı bile borçlandı. Kara para ülke sınırlarını aşarak uluslararası alanlara taşındı. Gün geçmiyor ki, sokaklarımızda uyuşturucu ve kara para peşine düşmüş babalar ile baronlar çarpışmasın. Ülkemizde bir korku iklimi oluştu ve halkımıza çok zarar veriyor!
  • Yasaklar, yaşantısı olanlar 'yasaklar karanlık işkencecilere uygulanmaz' derlerdi kimse inanmazdı. Oysa şimdi işkenceler de cezasızlık da apaçık, herkese göstere göstere uygulanıyor. Hapishanelerin; Kürt, Alevi, solcu ve farklı düşünce sahibi ve onların seçtikleri dışında muhalif olan herkese yuva olarak büyüdü, çoğaldı ve dar geldi. Yer açmak için de sapık, katil, mafya için af çıkardılar, daha da çıkaracaklar. 

Eğer 2023 karnesi, 2002 karnesiyle kıyaslanırsa tüm sorunların son on yılda kareleri, hatta küpleri oranında arttığı görülecektir

Nereden, nereye!... 

İşte bu karne yüzünden 21 yıllık otokrat iktidar hem yorgun hem de korkaktır. Çünkü bu iktidar, yıllardır demokrasinin yaşatıcı, kucaklayıcı gücünü istemedi ve kullanmadı! 

Haksız savaşlara sığındı. Ülke kaynaklarını; yok eden, öldüren, acıları çoğaltan silahlar için hoyratça kullandıkça küçük bir kesimi çok zengin, ülke halkının yüzde 95'ini de çok yoksul bıraktı.

Demek ki, ülkede otokrat bir sistem kurmak için demokrasiyi bitirdiler.

İktidarın barış ve demokrasiyi yok eden savaşları öncelemesi, doğal olarak büyük bir muhalefetin de doğuşunu sağladı. 

Fakat muhalefet sayıca büyük bir çoğunluğa ulaşsa bile çok dağınık ve parçalı. Çünkü içlerinde küçük grupçu hesapları olan ve bencilce düşünenler var.  Bunun için de aralarında istenen birliktelik yani demokrasiyi var edecek bir birleşik cephe kuramıyor!  

Oysa halkımızın büyük çoğunluğu; yapılacak genel seçimlerde otokrat iktidarın yenileceğini ve kendilerine de çok sorunlu bir miras kalacağı konusunda hemfikir. 

Ancak, bu halk çoğunluğunu demokrasi saflarında toplayacak olan muhalif partiler arasında henüz bir görüş birliği yok! 

Peki, neden sözü hep dolandırıp demokrasiye getiriyorum?

Niçin demokrasi?

Çünkü sorunları tek tek niçin/neden süzgecinden geçirince, onların; yok edilen demokrasi sonucu var olduğunu görürüz! 

Demek ki, hedefimiz otokrat sistemi kaldırmak olmalıdır.  

Ve demek ki, 'insanca' yaşamak için gereken 'oksijen' demokrasidir. 

Muhalefetin önemli bir kısmı (yarım ağızla bile olsa) ülke sorunlarını demokrasi yokluğuna bağlıyor. Ve bu sorunların ancak bilmem kaç günü yapılacak olan 'seçim' ile biteceğini söylüyor. 

Birkaç gündür en yetkililer ve hukukçu sözcüleri ekranlara çıkıp, korku mu, rica mı, tehdit mi olduğu pek anlaşılmayan bir tarzda:

'Önümüzde seçimler var!' 

-Evet!...

'Eğer birisi yasal hakkı olmadığı halde Cumhurbaşkanı adayı olursa... Sakın, sakın ha! Aman ha konuşmayın! ... Tencere tava ile sokağa çıkmayın!... Sonra birileri bundan bir 'mağduriyet' çıkarır!... Susup, sandığı bekleyiniz! ...' -diyorlar.

Demek ki bunlar, 7 Haziran-1 Kasım 2015 karanlık sürecini unutmuş! 

Demek ki bunlar, bu korkan/yorgun/otokrat iktidarın ikbali için neler neler yapabileceğini, seçimlerde hangi algıları üretip nasıl tuzaklar kuracağını da düşünemez olmuşlar! 

Demek ki bunlar, topraklarımızın uluslararası uyuşturucu baronları ve mafya çeteleri için bir poligon alanı yapıldığını unutmuş!

Demek ki bunlar; toplantı, gösteri, yürüyüş, direniş, miting, grev gibi farkındalık, güven ve mücadele birlikteliği sağlayan nice nice demokratik hak arayış yol ve yöntemleri olduğunu da bilmiyorlar! 

Demek ki bunlar; bağımsız olması gereken Yargı-Yasama-Yürütme güçlerinin tek kişide toplandığını, Akademi, medya ve sivil toplumun sindirilip susturulmuş olduğunu da unutmuşlar! 

***

El insaf! 

Demokrasi sadece seçim sandığından çıkmaz ki!

Demokrasi; susarak sandığı beklemek değil ki, sormak, sorgulamak, karşı durmak, direnmektir! 

Demokrasi her ortamda ortak noktalarda buluşup güvenli-barışçı bir yaşam için adım atmak, 'insan' olmaktır..

Demokrasi; kimliklerini, dilini, inancını, coğrafyasını kullanmak, gasp edilen insan hakkı ve özgürlüklerini almak, ‘birey’ olarak emeğinin karşılığını istemek, 3Y türü belalara direnmek..

Demokrasi; dereler, ovalar, yaylalar, zeytinler, ölümler, sömürüler, zamlar, gasplar için sokağa-meydana çıkıp yürümek, grev yapmak, protesto etmek, konuşmak, çeteler için ışık yakıp-söndürmek, pencerelerden tencere-tava eşliğinde zılgıt çekmek, toplumsal gerçeklerle yüzleşmek, yüzleşmeye çağırmak…

Demokrasi, bir anlamda sokaktır, o sokakta sindirilmiş, susturulmuş toplumlar; kendi seslerini ve ortak acı-sevinçlerini bulur, güçlerini anlar özgüven kazanır..

Demokrasi: görmeyen-duymayan-bilmeyen-anlamayan vee zalim olma! Beni, gör-duy-bil-anla vee 'insan' ol! -çığlığıdır.

Bireysek ve haklarımız gasp edilmişse, neden birlikte 'dur' demeyelim!
 
Neden, 'lütuf' bekleyen çaresizler gibi baş eğip susalım? 

Neden barış içinde insanca bir yaşam için el ele kol kola olmayalım ki! 

Sahi, öcü mü geliyor niçin susalım?  


 Emin Toprak - DOSTÇA

         Diğer yazılarım için tıklayınız   

20 Ocak 2023 Cuma

'At Sinekleri'


Milattan önce (M.Ö) 470 yılında Atina'da dünyaya geldiği söylenen bilge düşünür Sokrates: 

“Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir” sözüyle egoya dur demiş ve toplumun her bireyini önemseyen bir anlayışı insanlığa sunmuştur.

Sokrates, çarşı pazar gezip toplanan insanlara bilgi ve düşüncelerini anlatmazmış. O, kendisini iyi bir dinleyici ve söz dinlemez bir “at sineği” kabul eder, 'at gözlüğü' ile yol alanlarla yani cehaletle savaşırmış. 

Ve o, her insanın değerli olduğunu bilir, tüm toplumsal sorunların da ancak birliktelik sağlayan dayanışmalarla  çözüm bulacağını düşünürmüş. 

Bu nedenle bireylerin, yaşamdaki olumsuzlukları sorgulayıp yorumlamasını, bunları giderici çözümler önermesini/ üretmesini ... yani kısaca: 'Bu benim buluşum/görüşüm!' diyebileceği bir iz bıraksın istermiş.

Bu görüşler toplumların tekçi anlayışla değil ancak; özgürce düşünen, farklı farklı özgün eserler üretenlerin çoğalması ve onların oluşturduğu güçlü sinerjiyle gelişebileceğini kanıtlamıştır. 

Sokrates en önemli aracı sorularıdır.  

O, hazırladığı sarsıcı sorularıyla uyuşuk insanları bile, kışkırtır, rahatsız ve tahrik ederek canlandırıp düşündürürmüş. 

Böylelikle toplum; çeşitli özgünlükleri olan, özgüvenli, olup bitenlere ve çevrelerine duyarlı, farkındalık kazanmış çokça kişi kazanmış olur. 

Yani bu kişiler de artık birer soran, sorgulayan, düşünen ve üreten 'at sineği' olmuşlardır.

Tabii ki at sinekleri çoğaldıkça, sömürücü zalim egemenler ürker, korkar ve geleceklerini düşündükçe de uykusuz kalmışlar! 

Ve hemen Sokrates'i: "Devletin ‘resmî Tanrılarını’ tanımayıp yeni Tanrılar icat ettiği, türlü fikirleriyle gençleri 'yoldan' çıkardığı..." gerekçeleriyle bir hain-düşman ilan edip kuklaların karar verici olduğu 'Halk Meclisi'nde yargılamaya başlarlar. 

Sokrates, onları dinler ve hiçbir yılgınlık göstermeden: 

"Ben Tanrının devletin başına tebelleş ettiği bir at sineğiyim; her gün her yerde dürtüyor, uyarıyor, azarlıyorum, ardınızı bırakmıyorum.”  der. 

Ve M.Ö 399 yılında baldıran zehri içirilerek ölüme mahkûm edilir! 

Evet Sokrates ölür ölmesine de onun açtığı aydınlık yol ve yöntemlerle at sinekleri her gün daha da artarak çoğalmış, o zalimleri ve onları koruyan devletlerin başına tebelleş olmuşlar. Ve onları aralıksız olarak; dürtmeye, uyarmaya, azarlamaya, huzursuz etmeye devam etmişler.

***

Şimdi de M.Ö yaşanmışlıkları unutmadan, biraz da yurdumuzun olup-bitenlerine bakalım. 

20 yıllık yorgun iktidar, ülke kaynaklarını peşkeş çeke çeke bitirmeye çalışıyor. Halkımızın milyonlarcası; işsiz, güvencesiz kalmış, "Askıda ekmek-Askıda fatura" (sadakalar) ile tanışmış, icra ve iflas yaşamıştır. 

Yasama-Yürütme-Yargı tek kişinin eline geçmiş. Ülkeyi hukuktan yoksun  bir korku iklimi sarmış. İlkeler ve ikili görüşmelerle sürdürülmesi gereken dış politika: "Bir gece ansızın gelebilirim" korku anlayışına bırakılmış. Seçilmiş suçlulara cezasızlık uygulanmaktadır. 

İşte güven yoksunu olmuş bu iktidar, ülkeyi ancak: korku, panik, kaos, çaresizlik yaratan algılarla yönetmekte, yani yönetememektedir.

Bu durumun doğal bir sonucu olarak: 'memnun olmayan' fakat algılarla uyuşturulan, dur bakalım ne olacak diye bekleyerek korunduğunu sanan halk, çok büyük bir sayısal çoğunluğa ulaşmıştır.

Görünce, bu gülmeyi unutmuş; asık suratlı, cılız, güvencesiz, çaresiz  milyonları ürker, korkar, şaşarsınız!

Ve, bu mutsuzların seçimleri kazanması bir zorunluluktur! -dersiniz 

Demek ki halkımızın olacak genel seçimi  bir fırsata çevirmesi, 20 yıl sonunda oluşan yokluk ve karanlıklara dur demesi yakındır!.

Evet! Doğru... 

Tabii ki, halkın bunu başaracak bir sayısal gücü var! 

İyi güzel de peki, bu nasıl olacak?
  
Çünkü, sarsıcı soruları ve 'at sineği' becerileriyle çoğunluğu canlandırıp, düşündürerek 'at gözlüklerini' çıkartabilecek 'Sokrates' insanlarımız çok az!  

Çünkü, henüz ülkemizde 'memnun olmayan' halkın istek ve beklentilerini gören anlayan, birlik-beraberliği sağlayan: demokrasi-özgürlük-eşitlik ... gibi değerleri önceleyen iktidara aday parti/partilerimiz yok!

Olan partiler de sadece kendi anlayışları sınırları içindekileri görebilen bir 'gözlük' takarak yol alıyor. 

Bunların dizi dizi toplantılar yapmaları, iktidarı hiç beğenmediklerini söylemeleri çok da anlamlı değildir. 

Çünkü bunların 'Yeter!' diyecek cesaretleri yok.

Çünkü bunlar, bugün beğenmedikleri iktidarın, yarınki Vatan-Millet-Sakarya! sözlerine kanar ve onların "yerli-milli" iç-dış siyasetlerinde buluşurlar.

Çünkü bunlar, çok samimiyetsiz buldukları bu iktidarın; anayasa değişikliği, parti kapatma, kayyım atama, 'ötekileri' tutsak alma, savaş tezkerelerine, dokunulmazlık kaldırma, cezasızlık uygulama ve ... isteklerine koşa koşa evet demişti/diyebilirler. 

Kolay gelsin, işimiz çok zor!...

Emin Toprak - DOSTÇA

         Diğer yazılarım için tıklayınız 

13 Ocak 2023 Cuma

Karanlık İş ve İlişkiler

Gündem çok yoğun, sarsıcı ve değişken. Gün geçmiyor ki, yıkıcı etkisi yüksek bir sarsıntı yaşamayalım.

Bugün size 'derin' benzerlikleri olan iki güncel konuyu ve bunların tarihsel geçmişini hatırlatmak istiyorum. 

BİRİNCİSİ KONU: 

Ana muhalefet partisi CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel: "Yarın Süleyman Soylu ile ilgili bir dosya açıklayacağım. Başıma bir şey gelirse diye üç arkadaşıma daha verdim dosyayı, ben açıklayamazsam onlar açıklayacak" diyerek ülkemizde oluşan korku iklimine dikkat çekmesidir.  

Özgür Özel, söz verdiği gibi dün Mecliste basın toplantısı yaptı ve 4 Ekim 2016'dan beri Süleyman Soylu'nun, Bakan Müşaviri olan Emin Şen'i  tanıttı. (Bazı fotoğraf ve belgeleri gösterdiği sırada bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Ve danışmanlarca verilen: "İçişleri Bakanlığı Sitesinin bir süre kapatılarak, Emin Şen’in 'Müşavir' görevinin 'Danışman' olarak değiştirildiği..." bilgisini paylaştı.)

Ve devam etti Emin Şen'i tanıtmaya:
  • Bir kamu görevlisi iken şirketleri aracılığıyla ticaret yaptığını ve kamu ihaleleri aldığını...
  • 2014 yılında AKP'nin Teşkilatlardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı S. Soylu tarafından, il il dolaştırarak 'trollük' dersleri verdirdiği...
  • 2010 yılında sosyal medyada "Eminimsi" adlı bir hesap açtığı...
  • Ve sosyal medyada 'Ebabiller' isimli 8 bin kişilik trol ordusunun başında olduğunu...
Ve Özgür Özel bir itirafta da bulundu: "Biz bu güne kadar aslında troller ne yapar biliyorduk, 'Ebabiller' ne yapar görüyorduk ama bunlar ne yer ne içer bilmiyorduk, kamu kaynaklarını yiyip içiyorlarmış!"

Bizler:
  • Özel bir okul sahibinin Milli Eğitim Bakanı,
  • Özel hastaneler sahibinin Sağlık Bakanı,
  • Turizm şirketleri sahibinin Turizm Bakanı,
  • Ticaret Bakanın, şirketince üretilen bir ürününü kendi bakanlığına satmasını,
  • İçişleri Bakanının karşıtlarına; ekranda, meydanda, TBMM’de … 'terörist' diye bağırması, parmak sallayıp, tehdit etmesini,
  • Ve pek çok bürokrat, yardımcı ve danışmanın birkaç kurumdan bol sıfırlı maaşlar aldıklarını…
Duymuş, görmüş, hatta bunların akçalı işlerine de alışmıştık bile!

Fakat, bir İçişleri Bakanın Müşavir veya Danışman (hiç fark etmez) bulması ve ona yalanlarla toplumsal algılar oluştursunlar diye bir ‘trol ordusu’ kurdurması çok şaşırtıcıydı.

Bu şaşırtıcı şaşkınlık içindeyken: "Eğer tarafsız yargı bu organizasyonun üstüne giderse burada da mutlaka Emniyet - Siyaset - Mafya birlikteliği ortaya çıkaracaktır." -diye düşündüm. (Peki, ya sizce?)

Ve hemen Almanya'nın faşist lideri Hitler'in en yakını ve 1933-1945 yıllarının 'Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı' Dr. Paul Joseph Goebbels'i hatırladım.

Fakat, Goebbels'in korku iklimi yarattığı yıllarda ne televizyon ne internet ne de sosyal medya vardı. Zamanın en güçlü toplumsal silahı, yalanlarla algılar oluşturarak propaganda yapmaktı.

O zamanın ve şimdinin değişmez propaganda ilkeleri ise şunlardır.:
  • Bir yalan ne kadar büyük olursa o kadar inandırıcı olur.
  • Bir yalanı ne kadar tekrarlanırsa inananı da o kadar artar.
  • Bir yalan aydınlardan çok büyük halk kitlelerini etkilemelidir.
***
İKİNCİ KONU:

MHP Genel Başkanı Bahçeli'ye: "Ağızlarını tetik dillerini tüfek yapan hayasızlara 2023’ü kirletmeyeceğiz üç hilali de yargılatmayacağız!..."  

Bahçeli bu öfke dolu sözleri, eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş’in 30 Aralık 2022 günü Ankara'da öldürülmesi ve MHP'nin suskun kalması üzerine yapılan eleştirilere cevap olsun diye söylüyordu. 

Şok yaratan Sinan Ateş olayı hızlıca aydınlanmaya başlayınca ibreler MHP'yi gösteriyordu. Şöyle ki;

Gözaltına alınanlar ve tutuklular arasında çokça eski-yeni ülkücünün bulunması...

MHP İstanbul İl Yönetim Kurulu üyesinin eşi hesabından zanlılara havale yapılması...

Olay şüphelilerinden birinin, 'benim dokunulmazlığım var' diyen MHP'li bir milletvekilinin evinden gözaltına alınması...

Tutuklanan 4 kişiden biri olan ve hakkında başka suçlardan da arama kararı bulunan firari tetikçi Eray Özyağcı’yı İstanbul'dan alıp Ankara'ya güvenli şekilde götüren iki (2) özel harekat polisinin eşlik etmesi...

Gözaltına alınan bu şüphelinin, 'yukarıdan' gelen bir talimatla ve savcının emriyle serbest bırakılması...

Bu olayın, basit bir vaka gibi kapatılması için de Ankara polisine baskı yapılması...

Ve görüldüğü gibi Sinan Ateş’in öldürülmesi olayı da 'Susurluk Olayı' benzeri oldu. Yani bu olayın da Emniyet - Siyaset - Ülkücü Mafya birlikteliğiyle hazırlanmış karanlık bir organizasyon olduğu ortaya çıkmaya başladı.

Şimdi de tesadüfen ortaya çıkan, Susurluk Kazası Olayı'nı anımsayalım:

3 Kasım 1996'da Susurluk'ta, kamyonun altında kalan Doğru Yol Partisi Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak'a ait Mercedes'in içinde bulunan:
  • Eski Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, 
  • Mehmet Özbay sahte kimlikli Uluslararası Polis Teşkilatınca (Interpol) aranan ülkücü mafya lideri Abdullah Çatlı,
  • Çatlı'nın sevgilisi olduğu söylenen Gonca Us ölmüş,
  • Sedat Bucak ise yaralı kurtulmuştu.
Bu trafik kazası ile Pandora'nın kutusu açılmış ve içindeki kanlı karanlık irin ortalığa saçılmıştı. Böylece bir 'tesadüf', bilinen fakat 'belgesi yok' dendiği için üstüne varılamayan; kara para, derin ilişkiler, karanlık işlerin bir organizasyonu Emniyet - Siyaset - Ülkücü Mafya birlikteliği suçüstü ortaya çıkarmıştı.

Fakat bu olayın üstü azıcık bile aralanmadan dosyası kapatılmıştı.
...

Bahçeli: " 2023’ü kirletmeyeceğiz üç hilali de yargılatmayacağız!..." 

Diyor. 

Bu korku-öfke-tehdit dolu çığlık: "Sinan Ateş Dosyasını kapatınız!" -demektir.

Sonucunu bekliyoruz, göreceğiz...


Emin Toprak - DOSTÇA

         Diğer yazılarım için tıklayınız 

30 Aralık 2022 Cuma

Yorgun ve Karanlık Aralık !


Bir yılı oluşturan on iki aydan en sonuncu ve en yorgunu Aralık'tır.  

Ve Aralık, yılın istenen/istenmeyen tüm yaşanmışlıklarını topladığı için koskocaman bir bagaja sahiptir.

Bagajdaki büyük alan ve ağırlık; açılan yaralara, varılmadık hedeflere, yaşanmadık hayal-umut-özlemlere aittir.

Özetle; bu dengesiz bagajda sevinç ve mutlulukları çok azdır. Bu tuhaflık acep sadece bize mi, yoksa tüm dünyaya mı aittir ve niçin-neden sorgulanmaz bilemem!

Fakat bilirim ki; bu acı, sızı, öfke ve kin birleştikçe: Aşıklara avaz-türkü-şarkı-ağıt, Dengbejlere stran, saza nota, çocuklara da masal-çirok olur!

İlginç olan bu acıların "acıyı bal eylemek" misali; halayda, horonda alkış, govende ise çepik olup coşku 
vermesidir!

Sonra, bunlarla da yetinmez acıların yük ile çığlıkları, zaman tünelinde rüzgara ıslık olarak aşar dağları, ovaları, çölleri nehirleri, deryaları...

Bunun için acılarımız sürekli depreşir, kapanmayan yaralarımız kanar.

Ve bu yüzdendir, bilinen-bilinmeyen-karartılan olaylar ve onların faillerini lanetle anarız!

Geçmiş 
Aralık'ların toplumsal belleğimizde derin izler bırakmış çokça karanlık ve acılı olayları vardır. Birkaçını 'yakından uzağa' ilkesiyle özetleyelim: 

BİR:
"17-25 Aralık 2013 Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu": 9 yıl önceki AKP iktidarı ile tek adamı Erdoğan'ı hedef alan bu operasyonu bir C. Savcısı başlatmak istemişti.

Erdoğan, bu operasyonu yıllarca birlikte yol aldığı "Hizmet Hareketi'nce hazırlandığını hemen anlamıştı. Onun, zaten "Kuvvetler Ayrılığı" ilkesini yok ettiği için sınırsız yetkileri vardı. Yargıyı hemen devre dışı bırakarak, devletin tüm güçleriyle operasyonu etkisiz kılmaya başladı. 

Duramazdı, çünkü operasyonun hedefinde: başbakan, bakanlar, onların çocukları ve çokça bürokrat vardı. Bunların ilişkileri, konuşmaları, para sayma makinaları görüntü ve belgelerle kayıt altına alınmış. Deste deste paralar yakalanmış. Sesi kayda alınan zat; kasalardaki paranın nasıl sıfırlanacağını, 
en anlamazın anlayacağı dil ve tekrarla anlatmış. Rüşvet alanlar da verenler tek tek sayılmıştı. 

Bunun üzerine belgelerin 'lâl' ettiği dört bakan istifa etmiş, birisi de nedamet getirerek: 

"Ben bu işleri emiri gereği yaptım!" bile demişti.

Konu TBMM'ye gelince, muhalefet partisi vekillerinin hararetli konuşma ve tartışmaları olmuş. Sonunda parmaklar inip-kalkmış ve "Bakanların Yüce Divan'a gönderilmemesi" kararı alınmıştı. 

Karar gereği; rüşvetin belgeleri 'izinsiz' toplandığı için geçersiz, failler suçsuz, işlemler de sonuçsuz kalmıştı. 

Daha sonra da kasa ve kutular içinde yakalanan o paralar aklanarak faizleriyle birlikte 'alıcılara' iade edilmişti!

Böylece, 'rüşvetin belgesi olmaz' sözü makbul sayılmış, tarihimizdeki kirli ilişkilerden birini azıcık aralayan yargısal girişim başarısız olmuştur!

*
İKİ:
"Roboski Katliamı":
28 Aralık 2011 günü gecesi (9 yıl önce ve AKP'nin Tek adam iktidarı): Şırnak-Uludere-Roboski Köyü'nde yıllardır, devlet kurumlarınca bilinen ve işsizliğe/yoksulluğa çaredir diye göz yumulan bir 'kaçakçılık' vardır. Ve o gün bir kez daha yaşanır. 

Köyün çocuk, orta yaşlı ve katırları (karakolun bilgisiyle) yine Irak'tan 'kaçak' ucuz petrol ve sigaraları almış köye dönüş yolundalar. 

O gecenin karanlığında TSK'ya ait F-16 savaş uçakları, onların üzerine bombalar yağdırır! 

Ve 17’si çocuk 34 can ve katırları birlikte öldürülürler! 

Ölenler acılar içinde ve büyük acılar bırakarak öldüler.

Bu 'insanlık suçu' için dosyalar hiç açılmadı. Emir veren, bombalayan ve onlara 'cezasızlık' uygulayanlar da birer kahraman(!) oldular! 

Çok büyük bir acımız da bu!

*
ÜÇ:
“Hayata Dönüş Operasyonu":
19-22 Aralık 2000 (yani, 22 yıl önce ve DSP-ANAP-MHP Koalisyonu): Bülent Ecevit Başbakan, Hikmet Sami Türk Adalet Bakanı, Sadettin Tantan İçişleri Bakanıdır.

Devletin koruması altındaki 20 cezaevinde mahkumlar, bazı demokratik hakları için 4 günlük direniş yaptılar.

Sivil toplum örgütleri soruna demokratik ve barışçı bir çözüm bulmak için yoğun çaba gösterdi. Ancak önerileri iktidarca kabul edilmedi.

Çünkü iktidar, devlet koruması/denetimi altında bulunan mahkûmların sorunlarını, polis-asker zoruyla çözme taraflısıdır. Öyle de yaptılar.

Ve 32 mahkûmu yakarak, kurşunlayarak yok ettiler.

Ecevit bu operasyon için:

“Teröristleri kendi terörizmlerinden koruma ve kurtarma girişimi!” 

Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ise: "Devletin şefkatli eli" demiştir. 

Ve bir insan hakkı ihlali olan katliam: "Devletin şefkatli eliyle yapılan bir koruma ve kurtarma!" sayılarak: faillerine 'cezasızlık' uygulanmıştır.

*
DÖRT:
"Maraş Katliamı":
19 - 26 Aralık 1978’de (yani 44 yıl önce) Bülent Ecevit Başbakanlığında azınlık hükümeti: Mehmet Can Adalet Bakanı, İrfan Özaydınlı ve 16 Ocak 1979'da Hasan Fehmi Güneş İçişleri Bakanı...

19 Aralık gecesi, Ülkücü Gençlik Derneği (ÜGD), ‘Esir Türkler Haftası’ etkinliği olarak Çiçek Sinemasında, ‘Güneş Ne Zaman Doğacak?’ filmi gösterilirken binaya düşük tesirli bir bomba atılır. Ülkücüler, ‘Müslüman Türkiye!’ sloganıyla CHP binasına saldırır. 

20 Aralık’ta Alevilerin gittiği Akın Kıraathanesi’ne bomba atılır ve “Gıjgın Dede" olarak bilinen Kürt Alevi dedesi öldürülür. 

21 Aralık'ta azgın Ülkücüler öldürülen iki solcu öğretmenin cenazelerine saldırırken Belediye hoparlöründen: 

“Komünistler Ulu Cami’yi yakıyor!”,

“Ordu bizimle beraber!”

“Neden duruyorsunuz, sizde din iman yok mu? 

"Din elden gidiyor!”

 “Yürüyün, komünistleri öldürelim!”

“Alevilere ölüm!”

 “Yaşasın Türkeş!” 

Sloganlar atıyorken.

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ise İKA haber ajansına: 

“Hükümetin düşmesi belki yarın belki yarından da yakındır.” diyormuş.

Ve bilenler diyor ki: o yıllarda Kürt Aleviler Maraş nüfusunun yüzde 40'ı imiş, onların zengin toprak ve ticarethaneleri varmış. Fakat bu katliam sonunda büyük çoğunluğu kenti terk etmiş yüzde 10'u kalmıştır.

Sonuç: 23 yıl süren davalardan, 22 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 321 kişi de 1–24 yıl arasında ceza aldı. Fakat bazı azgın faillere çok önemli görevler verildi, bazıları milletvekili oldu. Katliamda önemli rolü olan 68 kişiye ise ulaşılamadı!

...

***

Yıllardan beridir pek çok insanımızın; kimlik, inanç ve insan hakları ihlali edilmektedir. Ancak, bu suçları işleyenleri her seferinde, gizli-karanlık- kuvvetli bir el hep korumaktadır.

Bu yüzden toplumsal yaralarımıza ne insani ne güvenlik ne de yargısal çözümler bulunmamıştır. 

Günümüze miras kalan karanlıklar ve onlardan kaynaklı acıların 2023'te aydınlığa çıkması, yaraların sağaltılması dileklerimle yeni yılınızı kutlarım.

Sevgi ve saygılarımla...

Emin Toprak - DOSTÇA

         Diğer yazılarım için tıklayınız 

23 Aralık 2022 Cuma

Nereden nereye!...


Ü
lkemizi 20 yıldan beridir "İtibardan tasarruf olmaz" diyen bir anlayış yönetiyor. Az gittik uz gittik bir de dönüp baktık ki, ülkemizde çalışan nüfusun ancak yarısı asgari ücret alabiliyor hem de 'en asgari' şartlarla yaşamaya çalışıyor.

Tabii ki her ülke ve yurttaşları itibarlı olmalı. Ancak itibarlı olması için o ülke halkı, öncelikle barış ve huzur içinde yaşamalı. Doğayı ve içindeki tüm canlılar ile kaynakları korumalı. Devletin ekonomik-sosyal hizmetleri de eşitlikçi bir anlayışla herkese ulaştırılmalı.


Bir ülke, ancak komşu ülkeleriyle ve uluslararası ilişkilerinde tarafsız ve barışçı bir dış politika izlediğinde güvenilir ve itibarlı olabilir. 


Fakat ülkemiz yönetimindeki egemen anlayış itibarı: 'gösteriş yapma' olarak düşünmektedir. Bu düşünceyle: binlerce dönüm üzerine kurulu bilmem kaç odalı onlarca sarayda... Bu sarayların şatafatlı salonlarında kurulan sofralarda... Onlarca özel uçak, zırhlı makam aracıyla çıkılan gezilerde, trafiği altüst eden özel eskortlu koruma ordusuyla itibar aramaktadır bu anlayış. 


Ve son örnek daha: 


6 Aralık günü Katar'da 'FIFA 2022 Dünya Kupası Finali' Arjantin-Fransa arasında oynandı ve Arjantin şampiyon olmuştu!.. 

Ancak, Arjantin Devlet Başkanı bu önemli şampiyonluk karşılaşmasını evindeki TV'nin başında izlemişti! 

"İtibardan tasarruf olmaz" diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan ve heyeti ise: "İşte itibar budur" dercesine, lüks dev uçakları, zırhlı araçları ve güvenlik sağlayıcıları Katar'a giderek tribünde yerlerini almıştı.

Yani bu anlayış, ülke nüfusunun yarısının açlık sınırında ve 'asgari' şartlarda yaşadığını hiç düşünmüyor.

Yani bu anlayış yurdumuzda; “Bir tarafta açlığın, diğer tarafta lüksün hüküm sürdüğü bir düzen" kurmuştur…

***


Peki, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dünkü konuşmasını duydunuz mu? 

Erdoğan; “Sırtımızda devletin küfesi var” diyerek, işçi temsilcilerinin kabul etmeyip imzalamadığı 2023 yılı asgari ücret tutarını belirledi ve ilan etti. 

Ve bir de müjde verdi asgari ücretlilere...

Asgari ücretliler 2023 birinci ayından itibaren 8.500 lira alacaklarmış!

Yaşasın! 

Çünkü, herkes asgari ücretlilerin çok zor koşullarda yaşadığını söylüyor!

Bu hem bir gerçek hem de doğru... 

Fakat doğrunun daha doğrusu olduğu gibi, yoksulun da yoksulu var. 

Yoksul ve daha yoksullar da 84 milyon nüfusumuzun yarısı kadar! 

Yani, nüfusumuzun büyük bölümü henüz asgari ücret bile alamıyor! 

Yani bu durumda, asgari ücretlileri daha da şanslı oluyor!

Keşke, bu müjde açlık sınırında yaşayan herkesi kapsasaydı. 

Çünkü, ancak o zaman yarı-sosyal devlet olabilirdik.

Çünkü ülke nüfusunun yarısı, et yemez, süt içemez, faturaları icralık olmuş, çocukları aç, gençleri güvencesiz, işsiz, üniversiteli olanları barınak bulamıyor. ... 

Yakında yeni bir yıla gireceğiz o halde şimdi bu üzüntüleri bırakıp biraz da asgari ücretin verdiği/vereceği coşkuyla gülelim eğlenelim:

Asgari ücretli alacağı 8.500 lirayla (kur değişmezse), her ay: 455 Dolar!

Asgari ücretli alacağı 8.500 lirayla (kur değişmezse), her ay: 427 Euro! 

Asgari ücretli toplam yıllık geliri ile (kur değişmezse): 5.460 Dolar! 

Asgari ücretli toplam yıllık geliri ile (kur değişmezse): 5.100 Euro!

ALABİLECEK!..

Yaşasın! 

Daha ne olsun ki!

Sırtımızda dert dolu bir küfe ile Nereden Nereye!...  

Peki sizce, 20 yıllık bir iktidarın yurdumuzu böylesi bir toplumsal yaşama kavuşturması az bir şey mi? 

Bazı münafıklar da Erdoğan'ın asgari ücret ilan ederken: “Bakanım ve TİSK’e teşekkür ederim." demesini, fakat emekçiler ile temsilcilerini anmadan konuşmuş olmasını yadırgadılar! 

Sanırım bunlar, Özal'ın: "Ben zenginleri severim!" dediğini unutmuş, o halde biz hatırlatıp ve soralım: 

Erdoğan emekçilerden yana değil de onların ürettiği + değerlerle zengin olmuş olanlardan yani işverenler ve patronlardan yana olması neden yadırganıyor ki? 

Erdoğan'ın bir de halkı gözleriyle etkileyen bir Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati var ki... O, "Kur Korumalı TL Vadeli Vadeli Mevduat" modelini bularak ülkemizi hak ettiği yere getirdi.

Bakınız, burası çok önemliNebati'nin, 20 Aralık 2021 gece yarısında apansızın bulmuş ve uygulamış olduğu o formülle hazinemiz boşalmıştı... Ve fakat, durum döviz zenginlerimizi ihya etmişti.

Daha ne istiyorsunuz ki? 

Yetkiyi bir daha verin bu kardeşinize de olsun bitsin!


Emin Toprak - DOSTÇA

         Diğer yazılarım için tıklayınız 


16 Aralık 2022 Cuma

İnsanca yaşamaktan en az payı alanlar


22 Avrupa ülkesinin 'asgari ücret’ alanlarını; nüfus içindeki oranlarına göre listeleyen bir araştırmada (yüzde 36'lık oranıyla) Türkiye açık ara birinci (yani asgari ücretlisi en çok ülke) olmuştur. 

İkinci sırada da (%15.2)'lik orana sahip Slovenya bulunmaktadır. Listenin en sonunda yer alan ülkelerden Belçika (%0.9), İspanya ise (%0.8) puana sahiptir.  

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin, 9 Aralık 2022 günü bir müjde verircesine açıklamada bulundu: 

"Türkiye'de çalışanların içerisinde asgari ücretlilerin oranının yüzde 60 değil, yüzde 38 civarında ..." 

Oh be asgari ücretli sayısı yüzde 60 değil yüzde 38 imiş!... 

Ne mutlu bize!...  

Asgari ücret, adı üstünde yaşamak için gerekli olan en az ücret demektir. Yani daha açıkçası insanca yaşamaktan en az pay almak demektir. Artık bu en az ücretle nasıl yaşanırsa ve böylesi yaşamaya ne denirse sizler düşünün.

Oysa bizim ülkemizin çok iklimli coğrafyası, verimli toprakları, çokça yeraltı-yerüstü zenginlikleri, büyük bir genç nüfusu var. 

Peki ülkemiz neden yoksullukta birinci olmuş?

Bu soruya cevap olarak belki bir çok neden sayabiliriz ben sadece üç tanesini anımsatmak isterim.

Görün bakalım bu yoksulluk dedikleri şey kimleri kimleri besliyor:  

BİR: Biliyorsunuz ki, yandaş bir azınlık kazansın diye yurdumuzun 'ekmek teknesi' sayılan fabrika, maden ve arazileri birer birer, adrese teslim ihalelerle ve yok pahasına satıldı. İşte oralarda ekmek parası kazanan insanlarımız şimdi işsiz kaldı.
 
İKİ: Aynı yandaş azınlık kazansın diye bu kez ülkenin geleceğine, 40-50 yıl süreli kapitülasyon şartlarıyla ve dolar garantili ipotekler koydular. Böylece, maliyetinin 5-10 katı fiyatlarla: tüneller, köprüler, yollar, hastaneler, havaalanları yaptırdılar. Ülke ipotekli, torunlarımız borçlu. 

ÜÇ: Kürt sorunu ülkemizin en önemli toplumsal sorunudur. Ve bu sorun ancak eşit vatandaşlık hakları sağlanarak barışçı bir çözüme kavuşturulabilir. Ve bu demokratik çözümün hiçbir faturası yoktur. Ama bu barışçı çözüm yerine, zorla yani yok ederek çözüm istendiği için kırk yıldan beridir çatışmalar sürmektedir. Ve bu inat yüzünden ülke bütçesinin çok büyük kısmını bu çatışmalar tüketmektedir. Yani bütçemiz, ölüm makinaları için bomba, top ve mermi olmaktadır.

İşte bu yüzden yıllardan beridir gençlerimiz umutsuz, güvencesiz, işsiz, ana-babalar üzgün, çaresiz. Bu yoksul halk hem yokluk, üzüntü, sıkıntı çekiyor hem de vergi veriyor. Bu vergilerle yokluk yaratan ihalelerin bedelleri, müteahhitlerin ve ölüm araçlarının kabarık faturaları ödeniyor. 

***

Takvimler 8 Mart 2019'u gösterdiğinde, ülkemizin gündemi, bugünkü ile tıpatıp aynıydı. Yine enflasyon, yine çarşı-pazarda pahalılık, yine işsizlik  ve yine sınırlarımızda askeri operasyonlar vardı.

Yer: Sivas, kürsüde: AKP Genel Başkanı-Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan. Bilirsiniz Erdoğan, aynı zamanda da bir ekonomisttir. İşte bu kimliğinin ona verdiği özgüven içinde konuşuyor ve dolaylı anlatımlarla diyor ki: 

"Ne diyorlar; domates, patlıcan, patates, sivri biber… Düşünün bir merminin fiyatı nedir, düşünün. Kalkıyor patates, soğan, domates, bunlarla konuşuyorlar. Bizi George, Hans bir yerlerden vurmak istiyor, bunlar da George Hans'a ön ayak oluyorlar..."

Takvimler 6 Aralık 2022'yi gösterdiğinde, ülkemizin gündeminde yine enflasyon yine çarşı-pazarda pahalılık yine işsizlik ve yine sınırlarımızda askeri operasyonlar vardı.

Yer, TBMM, kürsüde: AKP Genel Başkan Yardımcısı Nurettin Canikli vardı. Canikli de enflasyon, pahalılık, işsizlik ve askeri operasyonlara çare olsun diye hazırlanmış olan "2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi" hakkında açıklamalar yaparken şimdiye kadar halktan gizli tutulan çok çok önemli bilgilerin itirafçısı oluyor.   

Nurettin Canikli 2023 bütçesini savunurken bakın neler anlatıyor: 
“...Güvenlik harcamalarını da yapıyor arkadaşlar. Çok konuşulmuyor, çok gündeme gelmiyor ama bu toprakları savunmak için çok büyük paralar harcıyoruz. Türkiye 3 ülkede toprak bütünlüğünü sağlamak için bugün asker bulundurmak zorunda ve güvenlik için çok büyük paralar harcanıyor.  F-16'lardan atılan akıllı mühimmatın tanesi 400 bin dolardan 1,2 milyon dolara kadar çıkıyor. En son yerli olarak geliştirdiğimiz nüfuz edici bombanın bir tanesinin maliyeti 1,2 milyon dolar. FIRTINA obüslerinden sık sık atılan, çok namlulu roketatarlardan atılan bir mühimmatın maliyeti 5 milyon dolar. En ufak bir operasyonda binlercesi atılıyor. Bunu şunun için söylüyorum: Yani bütün bu gelişmeler sağlanıyor, bütün bu harcamalar yapılıyor, 200 milyarlık enerji sübvansiyonu yapılıyor...” dedi. 

Anlaşılsın diye tekrar etmek istiyorum: 

"F-16'lardan atılan akıllı mühimmatın tanesi 400 bin dolardan 1,2 milyon dolara kadar çıkıyor. En son yerli olarak geliştirdiğimiz nüfuz edici bombanın bir tanesinin maliyeti 1,2 milyon dolar. FIRTINA obüslerinden sık sık atılan, çok namlulu roketatarlardan atılan bir mühimmatın maliyeti 5 milyon dolar. En ufak bir operasyonda binlercesi atılıyor..." 

Duydunuz mu? 

Şimdi merak edenler, önce çok basamaklı sayılarla işlem yapan çok fonksiyonlu bir hesap makinesi bulsun. Önce dolar, sonra da TL olarak bilmem kaç basamaklı sayıları sıralasın...  

Şimdi anladınız mı? 

Hani, ülkemizde hiç savaş yoktu?

Hani, barış isteyen hainler uydurmuştu savaşı?

Halâ savaş yok mu diyorsunuz?

Peki, Canikli'nin söylediği F-16, FIRTINA obüsü, çok namlulu roketatarlar ile ne yapılıyor? Bu uçak, bomba, mermi ve mühimmatlar, birer savaş aracı ya da ölüm makinesi değil mi? 

Demek ki askerlerimiz, 3 komşu ülkenin topraklarında savaş araçları kullanıyor. 

Şimdi daha da netleşti:

Ülkemizde acıların, pahalılığın, yoksulluğun, işsizliğin neden azalmadığı, enflasyonunun niçin üç hanelere çıktığı, ülke kaynaklarının nasıl peşkeş çekildiği, yandaşlardan alınan sembolik paraların da hangi karadeliklerce emildiği ve bu bütçenin kimlerin/nelerin bütçesi olduğu... 

Hani, Erdoğan demişti ya: ‘Düşünün bir merminin fiyatı nedir, düşünün! 

Ben çok düşündüm ve cevap veriyorum: 

Evet, mermiler hem çok pahalı hem de öldürüyor. Oysa Barış bedava hem de yaşatıyor!

Kim bilir belki bugünlerde belki de uzak olmayan yarınlarda, Erdoğan ve Canikli gibi başka yetkililer de ortaya çıkar. O yetkililer de ölen canları, yanan-yıkılan köy ve kentlerin, yok edilen doğal yaşamları sıralamasını yapar ve faillerin listesini çıkarır. 

Daha sonra da evlerinden çıkarılan Afrin halkının yerine yerleştirilenler ve ÖSO'nu kurmak, beslemek, maaşa bağlamak, savaştırmak için halkın vergilerinden toplanmış olan bilmem ne kadar milyon/milyar dolarları da açıklayıverirler. 

Uzak değildir, elbet gün dönecek, 'cezasızlık' uygulanan suçlular tek tek bulunup, yaptıklarının hesabı bağımsız yargı tarafından sorulacaktır! 

Emin Toprak - DOSTÇA

         Diğer yazılarım için tıklayınız 

9 Aralık 2022 Cuma

"Bingol Şewti Megrî-Megrî…"


Yaklaşan 2023 seçimine yatırım olsun diye, AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gezilerine başladı. 

3 Aralık 2022 günü de Şanlıurfa'da gençlerle buluşması vardı. Bu toplantı için çevre illerden pek çok kişi taşındığı söylense de büyük bir katılım vardı. 

Konuklar arasında olan İbrahim Tatlıses "Bingol Şewitî (Bingöl Yandı)'yı söylerken, başta Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanı olmak üzere tüm izleyiciler ses ve alkışlarıyla katkıda bulundular. 

Unutmuş olanlar için bir de hatırlatma yapayım: O zamanın Başbakanı Erdoğan, 16 Kasım 2013 Cumartesi günü Diyarbakır'da halkın büyük katılımıyla bir 'toplu nikah' töreni düzenlemişti. 

Bu tören için yurtdışında ikamet etmekte olan ünlü Kürt sanatçı Şivan Perver gelmiş ve İbrahim Tatlıses ile "Bingol Şewti Megrî, megrî dayê megrî", türküsünü 'düet' yaparak söylemişlerdi. 

Bingol Şewitî, bir yaşanmışlığın ağıtıdır ve bunu daha çok dengbejler söyler. Pek çok Kürt de bu ağıtın hikayesini ve sözlerini ezberlemiştir. Ve ağıtı solo-koro söyleyen hemen herkes bu yaşanmışlığın acısını içinden hisseder.  
 
Cumhurbaşkanı, İçişleri Bakanı ve Tatlıses birlikte söylediklerine göre...
 
Ve; "Eğer bu ağıtı söylemek onlar için bir haksa, bu ağıtın yaşandığı bölge insanı, hatta ağıta isim olmuş bir Bingöllü olarak, bana da acılı olayın hikayesini araştırıp anlatmak görevi düşer!" Dedim ve yazmaya başladım. 

Ağıta konu olay, 12 Eylül 1980 faşistlerince coğrafyamızda işlenmiş binlerce insanlık suçundan sadece bir tanesidir. (Oysa aynı coğrafyada yaşayan bizler, böylesi suçlar ve benzerlerini, 20 yıllık iktidarda hep tek adamı olan şimdiki hem AKP Genel Başkanı hem Cumhurbaşkanı Erdoğan döneminde de çokça görüp, yaşamıştık. Peki, şimdi onun, üzgün bir yüz ifadesiyle bu ağıtın söyleyişine katkı vermesi, sizce de ilginç değil mi? Yoksa bu bir günah çıkarma mı? Ne dersiniz?) 

Bu konu hakkında "google" araştırması yapınca pek çok bilgiye ulaştım. Sonra da bu bilgileri sizler için 'kısaltıp/özetledim'. Sunuyorum:  

Ağıt; 23 Ağustos 1981 günü, Bingöl'e yakın fakat Elazığ-Karakoçan'a bağlı Kürtçe ismi Qumık (Türkçeleştirilmiş ismi Yenikaya) köyünde Zeki Yıldız'ın öldürülmesini anlatır. 

Zeki Yıldız, babasının erken ölümü üzerine yetim kalan altı kardeşin en büyüğüdür ve kardeşlerini koruma görevi vardır. Bingöl Sanat Lisesi, sonra 1971'de Ankara Yüksek Teknik Öğretmen Okulunda okur. Burada, Devrimci Gençlik hareketlerine katıldığı için tutuklanır, bir yıl cezaevinde kalır. Ceza evinden çıktıktan sonra PKK hareketine katılır. 

Daha sonra da kardeşlerine bakmak için köyüne döner ve akrabası Emoş ile evlenir. Aile büyüğü olarak hem evini kardeşlerini geçindirirken, hem de örgütünün yayın çalışmalarına katılır('Serxwebûn' gazetesinin ilk sayısı bu evde basılmıştır.).

Ve 23 Ağustos 1981 gecesi Qumik'teki baba evinde iken, Bolu Dağ Komando askerleri köyü ve evi kuşatılır. Teslim olmaz, askerlere örgütsel amacını anlatarak onları ikna etmeye çalışır çıkan çatışma sonucu öldürülür. 

Zeki Yıldız'ın hikayesi kısaca böyle. 

Şimdi de sıra ağıtın Kürtçe ve Türkçe anlamlarına geldi: 

"Bîngol şewitî, mij dûman e – Bingöl yandı, sisli ve dumanlıdır

Megrî, megrî dayê megrî – Ağlama ağlama anam ağlama

(Nakarat)

Esker ketin nav gundan e – Askerler girdi köylerin içine
Megrî, megrî dayê megrî – Ağlama ağlama anam ağlama
(Nakarat)

Va qomandan, bê îman e – Bu komutan imansızdır
Megrî, megrî, dayê megrî – Ağlama ağlama anam ağlama
(Nakarat)

Milet topkirin jopane – Köylüyü topladılar coplarla
Megrî, megrî, dayê megrî – Ağlama ağlama anam ağlama

(Nakarat)

Qumik şewtî bi mij dûman e – Qumik(köy adı) yandı sisli, dumanlı
Megrî, megrî, dayê megrî – Ağlama ağlama anam ağlama
(Nakarat)

Zekî kuştin ber malan e – Zeki’yi öldürdüler evlerin önünde
Megrî, megrî, dayê megrî – Ağlama ağlama anam ağlama

(Nakarat)


Emin Toprak - DOSTÇA

         Diğer yazılarım için tıklayınız