otokrat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
otokrat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Ocak 2023 Cuma

'Aman ha konuşma!' SUS(MA)!


AKP, 14 Ağustos 2001'de kuruldu. 

Halkı; Yoksulluk-Yolsuzluk-Yasaklar (3Y)'dan kurtarmak... Demokrasi, özgürlük, yargı bağımsızlığı sağlama ve ülkeyi uygar dünya ile bütünleştirmek, ... gibi 'sözler' vermişti. 

Bu çok önemli sözler, hem Parti Programı'na yazılmış, hem de sözcülerince ekran ve meydanlarda tekrarlarla anlatılmıştı.  

İşte bu 3Y sloganları ve 'demokrasi' vurgularıyla AKP halka dokunmuş ve hemen de karşılığını almıştı. 

Çünkü ilk kez girmiş olduğu 2002 genel seçiminde yüzde 34,3 oy almış... 363 milletvekili çıkarmış... Ve tek başına iktidar olmuştu! 

Baraj altında kalanlar ise; MHP (Bahçeli), DY (Çiller), Anavatan (M. Yılmaz), Demokratik Sol Parti (Ecevit) olmuştu!

2002'nin 'zayıf' karnesini düzeltme sözüyle iktidar olan AKP, iktidarı hiç bırakmadı! 

O halde biz de AKP 2023 yılı Demokrasi ve 3-Y karnesine bakalım:  

  • Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle; tüm yetkiler dengesiz-denetimsiz olarak tek kişide toplanınca, demokrasi yerini otokrasiye bırakmıştır. Böylece Yasama-Yürütme-Yargı hem yetkisiz hem de işlevsiz kalmış durumda...
  • İnsan Hakları: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AHİM) 2022 raporuna göre: 31.10.2022’e kadar en fazla ‘hak ihlali’ başvurusu Türkiye’den yapılmış ve dosya sayısı:19.850… 
  • Yoksullukinsanlarımızı aç, işsiz, evsiz bırakmış, askıda ekmek, askıda fatura, icra ve iflaslarla tanıştırmış.  
  • Yolsuzlukihale yolsuzluklarıyla 40 yıl sonra doğacak torunlarımızı bile borçlandı. Kara para ülke sınırlarını aşarak uluslararası alanlara taşındı. Gün geçmiyor ki, sokaklarımızda uyuşturucu ve kara para peşine düşmüş babalar ile baronlar çarpışmasın. Ülkemizde bir korku iklimi oluştu ve halkımıza çok zarar veriyor!
  • Yasaklar, yaşantısı olanlar 'yasaklar karanlık işkencecilere uygulanmaz' derlerdi kimse inanmazdı. Oysa şimdi işkenceler de cezasızlık da apaçık, herkese göstere göstere uygulanıyor. Hapishanelerin; Kürt, Alevi, solcu ve farklı düşünce sahibi ve onların seçtikleri dışında muhalif olan herkese yuva olarak büyüdü, çoğaldı ve dar geldi. Yer açmak için de sapık, katil, mafya için af çıkardılar, daha da çıkaracaklar. 

Eğer 2023 karnesi, 2002 karnesiyle kıyaslanırsa tüm sorunların son on yılda kareleri, hatta küpleri oranında arttığı görülecektir

Nereden, nereye!... 

İşte bu karne yüzünden 21 yıllık otokrat iktidar hem yorgun hem de korkaktır. Çünkü bu iktidar, yıllardır demokrasinin yaşatıcı, kucaklayıcı gücünü istemedi ve kullanmadı! 

Haksız savaşlara sığındı. Ülke kaynaklarını; yok eden, öldüren, acıları çoğaltan silahlar için hoyratça kullandıkça küçük bir kesimi çok zengin, ülke halkının yüzde 95'ini de çok yoksul bıraktı.

Demek ki, ülkede otokrat bir sistem kurmak için demokrasiyi bitirdiler.

İktidarın barış ve demokrasiyi yok eden savaşları öncelemesi, doğal olarak büyük bir muhalefetin de doğuşunu sağladı. 

Fakat muhalefet sayıca büyük bir çoğunluğa ulaşsa bile çok dağınık ve parçalı. Çünkü içlerinde küçük grupçu hesapları olan ve bencilce düşünenler var.  Bunun için de aralarında istenen birliktelik yani demokrasiyi var edecek bir birleşik cephe kuramıyor!  

Oysa halkımızın büyük çoğunluğu; yapılacak genel seçimlerde otokrat iktidarın yenileceğini ve kendilerine de çok sorunlu bir miras kalacağı konusunda hemfikir. 

Ancak, bu halk çoğunluğunu demokrasi saflarında toplayacak olan muhalif partiler arasında henüz bir görüş birliği yok! 

Peki, neden sözü hep dolandırıp demokrasiye getiriyorum?

Niçin demokrasi?

Çünkü sorunları tek tek niçin/neden süzgecinden geçirince, onların; yok edilen demokrasi sonucu var olduğunu görürüz! 

Demek ki, hedefimiz otokrat sistemi kaldırmak olmalıdır.  

Ve demek ki, 'insanca' yaşamak için gereken 'oksijen' demokrasidir. 

Muhalefetin önemli bir kısmı (yarım ağızla bile olsa) ülke sorunlarını demokrasi yokluğuna bağlıyor. Ve bu sorunların ancak bilmem kaç günü yapılacak olan 'seçim' ile biteceğini söylüyor. 

Birkaç gündür en yetkililer ve hukukçu sözcüleri ekranlara çıkıp, korku mu, rica mı, tehdit mi olduğu pek anlaşılmayan bir tarzda:

'Önümüzde seçimler var!' 

-Evet!...

'Eğer birisi yasal hakkı olmadığı halde Cumhurbaşkanı adayı olursa... Sakın, sakın ha! Aman ha konuşmayın! ... Tencere tava ile sokağa çıkmayın!... Sonra birileri bundan bir 'mağduriyet' çıkarır!... Susup, sandığı bekleyiniz! ...' -diyorlar.

Demek ki bunlar, 7 Haziran-1 Kasım 2015 karanlık sürecini unutmuş! 

Demek ki bunlar, bu korkan/yorgun/otokrat iktidarın ikbali için neler neler yapabileceğini, seçimlerde hangi algıları üretip nasıl tuzaklar kuracağını da düşünemez olmuşlar! 

Demek ki bunlar, topraklarımızın uluslararası uyuşturucu baronları ve mafya çeteleri için bir poligon alanı yapıldığını unutmuş!

Demek ki bunlar; toplantı, gösteri, yürüyüş, direniş, miting, grev gibi farkındalık, güven ve mücadele birlikteliği sağlayan nice nice demokratik hak arayış yol ve yöntemleri olduğunu da bilmiyorlar! 

Demek ki bunlar; bağımsız olması gereken Yargı-Yasama-Yürütme güçlerinin tek kişide toplandığını, Akademi, medya ve sivil toplumun sindirilip susturulmuş olduğunu da unutmuşlar! 

***

El insaf! 

Demokrasi sadece seçim sandığından çıkmaz ki!

Demokrasi; susarak sandığı beklemek değil ki, sormak, sorgulamak, karşı durmak, direnmektir! 

Demokrasi her ortamda ortak noktalarda buluşup güvenli-barışçı bir yaşam için adım atmak, 'insan' olmaktır..

Demokrasi; kimliklerini, dilini, inancını, coğrafyasını kullanmak, gasp edilen insan hakkı ve özgürlüklerini almak, ‘birey’ olarak emeğinin karşılığını istemek, 3Y türü belalara direnmek..

Demokrasi; dereler, ovalar, yaylalar, zeytinler, ölümler, sömürüler, zamlar, gasplar için sokağa-meydana çıkıp yürümek, grev yapmak, protesto etmek, konuşmak, çeteler için ışık yakıp-söndürmek, pencerelerden tencere-tava eşliğinde zılgıt çekmek, toplumsal gerçeklerle yüzleşmek, yüzleşmeye çağırmak…

Demokrasi, bir anlamda sokaktır, o sokakta sindirilmiş, susturulmuş toplumlar; kendi seslerini ve ortak acı-sevinçlerini bulur, güçlerini anlar özgüven kazanır..

Demokrasi: görmeyen-duymayan-bilmeyen-anlamayan vee zalim olma! Beni, gör-duy-bil-anla vee 'insan' ol! -çığlığıdır.

Bireysek ve haklarımız gasp edilmişse, neden birlikte 'dur' demeyelim!
 
Neden, 'lütuf' bekleyen çaresizler gibi baş eğip susalım? 

Neden barış içinde insanca bir yaşam için el ele kol kola olmayalım ki! 

Sahi, öcü mü geliyor niçin susalım?  


 Emin Toprak - DOSTÇA

         Diğer yazılarım için tıklayınız   

9 Şubat 2018 Cuma

Kandırma(k)-Kanma(k) ve İTAAT…

“Kandırmak”, kişisel ya da grupsal çıkarları çoğaltmak ve sürekli kılmak için,  gerçeklerin; psikolojik algılar yaratılarak saptırılması, gizlenmesidir. Kandırmak için “akıl”, kanmak için de “inanmak” gerekir.

Halk, kandıran kişilere; "dolandırıcı", “kurnaz”, “düzenbaz”, “sahtekâr” vb. isimler verir. Eğer kandıran kişi, kandırdıklarını önemsemez, onları aptal yerine koyarak görgüsüz ve cahilce davranırsa, halk onu; “şark kurnazlığı yapıyor” diye “tiye” alır. Kandıranlar her zaman, kandırdıklarını bir “av” olarak görürler.

"Av"; üretici, emekçi, göçmen ve çaresiz olanlardır.  Kandıran kişi kendisini “güven duyulan" olarak kabul ettirmek istediği için; korku, baskı, silah gibi “güç” araçlarını kullanmaz. Sadece onursuzca; psikoloji, teknoloji ve güncel olaylardan yararlanıp, değer-inanç-duygu sistemlerini hedefleyen tuzaklar kurar.

Temel yöntemleri, “algılar” oluşturmaktır. Araçları; telefon mesajı, e-mesaj, reklamlar, yalancı tanık, sahte belge, sahte para/obje, karşılıksız çek ve benzerleridir.

Böylesi olayları birçoğumuz, kitaplardan okumuş ve sinemalarda izlemiş, yaşamış, duymuş, tanığı olmuşuzdur. 

Bazı kimseler, kandırıldıklarını anlayınca hemen zararlarını gidermek için aracılara veya yasal yollara başvurur… Bazıları ise çaresizce ağlaşır, yakınır, beddualar eder ve onları 'Yaradan’a havale eder...

***
İtaat ve sonuçları:

Ahlak sistemleri yukarıda anlatılan "kandırma" eylemlerini, "etik" bulmaz ve karşı çıkarlar.  Fakat bu bireysel suçlar; dünyanın her yerinde sıkça karşılaştığımız ayıplı gerçeklerdir.

Bir de toplumsal düzeyde işlenenler suçlar vardır ki, bunlar daha  çok can yakar. Bu suçlar; ırk ve inançlara sığınan, yasama-yürütme-yargı-medya  güçlerini ele geçiren, otokrat iktidarlarca yasal(!?) gösterilir ve daha organize olarak işlenir. 

Bu arada emperyalist güçler de, onların silah fabrikaları da hiç boş durmaz, iç çatışmaları ve savaşlar çıkartır, silah satar ve büyük acılar yaşatırlar. 

Artık, devletin gücü desteğinde, meydanlar ve medyada "av" için; hamaset, demagoji, popülizm yapılması, "algılar" oluşturulması çok daha kolaydır. 

Ve artık, korkuya dayalı iklim, suskun bir toplum yaratılmış ve halkın büyük bir kısmı çaresizce itaat etmek zorunda kalmıştır.

Çünkü bu düzene biat etmeyip itaatsiz olmak en büyük suçtur.

***
Eğer “X” ülkesini yönetenler, sık sık başkaları tarafından kandırıyorsa…

Ya da tam tersi “X” ülkesini yönetenler kendi çıkarları ve ikballeri için; duyguları sömürecek algılar oluşturarak, kendi halkını kandırmaya çalışıyorsa...

Hele de bu kandırılma ile ülkenin halkı, kaynakları, değerleri, hak ve hukuku büyük zarar görüyor, büyük acılar yaşanıyorsa… 

Ama eğer halk her şeyi ayan beyan görmüş ve hesap sormaya başlamışsa... Artık istedikleri kadar: 'İşte bu da, bunlar da, bu da... Beni/bizi kandırdılar.'- 'Ben/biz de, sizi kandırdık.' - 'Allah beni/bizi affetsin...' 
Deyip özür dileyip çırpınıp dursunlar. Yine de onlardan hesap sorulur.

Çünkü henüz ok yaydan çıkmamış, at Üsküdar'ı geçmemiştir.
Fakat eğer çoğunluk kandırıldığını bildiği halde, “hayır” demeyip “itaat” etmeye devam ediyor ise!…

O zaman tehlike çok ama çok büyüktür.
 * 

İşte böyle zamanlarda da, o çaresizleri yalnız bırakmadan kenetlenip 

"Kandırma! Kanma! İtaat etme!... 
Kandırma, sana kanmam ve itaat etmem!..." 

Deyip karşı durmak gerekir.

                                  ***
1900–1980 yılları arasında yaşamış ünlü psikanalist, sosyolog, filozof ve sosyalist Erich Fromm'un “Psikolojik ve Ahlaki Bir Sorun Olarak İtaatsizlik”  adlı denemesinden birkaç alıntı yaparak yazımızı noktalayalım.  
  • “Bir kimse yalnız itaat gösterip, itaatsizlik edemiyorsa bir köledir; eğer yalnız itaatsizlik gösterip, hiç itaat etmiyorsa, bir isyankârdır (devrimci değil). Böyle biri öfke, düş kırıklığı ve pişmanlıkla hareket eder, ama hiç bir zaman bir inanç ya da ilke adına değil.”
  • “İnsan niçin itaate bu kadar yatkındır ve itaatsizlik etmesi niçin bu kadar zordur? Çünkü devlet, kilise ve kamuoyuyla uygun adım gittiğim sürece, kendimi güvenli ve koruma altında hissederim.”
  • İnsanlık tarihinin büyük bölümünde itaat erdemle, itaatsizlik de günahla özdeş kabul edilmiştir. Bunun sebebi de basittir: Şimdiye kadar tarih boyunca genellikle bir azınlık, çoğunluğa hâkim olmuştur…. Sayıca çok olanların, itaati öğrenmeleri gerekiyordu.”
  • “İtaatsizlik etmek için bir kimse yalnız kalabilecek, hata yapabilecek ve günah işleyebilecek cesarete sahip olmalıdır." 
Alıntı yapılan yazıya ulaşmak için buraya tıklayınız:(Cafrande.org) 



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

22 Aralık 2017 Cuma

İtaat, Saygı, Sevgi

Çocuklarımıza, bize ve çok önceki atalarımıza; “küçükleri sevip, korumak büyüklerimizi saymak” gibi yanlış bir öğreti aşılandı. Böyle büyüyenler de “hamilik” gösterisine başladı.  Oysa huzurlu bir toplumda bireyler; her çevreye, her canlıya ve herkese saygı duyar ve onları hakları ile birlikte kabul edip, önemserler. 

Günlük yaşamımızda kullanılan, topluma şekil ve yön veren çok önemli üç kavram vardır: İtaat (söz dinleme), Saygı (hürmet), Sevgi (muhabbet).  Egemen güçler bu kavramları, kendi anlayışlarına uygun yaşam tarzı belirlemek için kullanırlar:

Dogmacı, baskıcı (otokrat) ve faşist düzenlerde, bireyler kuldur ve hakları yoktur. Bu kullar, var olan güce itaat etmek ve kendilerine verilenlerle yetinmek zorundadırlar. Bu düzenin “kollayıp, koruyan hamileri”; istedikleri sayıda/biçimde/oranda/türde olanlara, istedikleri oranda hak(!) ve özgürlük(!) sağlarlar.  İtaat eden kişiler; kendisinin "hakları" olduğunu bilmez, emeği karşılığı kendisine verilenleri de bir lütuf olarak kabul ederler (aslında bunların pek çoğu gerçekleri bilir de sesini çıkaramaz). Kuşkusuz “itaat edenler kötüdür, suçludur” demek yanlıştır. Fakat bu kişilerin, çaresiz ve bastırılmış kişilikleriyle, patlamamış bir yanardağa benzedikleri de unutulmamalı.

Demokrasi ile yönetilen toplumlarda tüm bireyler saygın, eşit haklara sahip ve eşdeğer kabul edilirler. Böyle bir düzeni kurmak için de tüm bireylerin, karşılıklı olarak, birbirlerine saygı göstermesi esastır. Saygı duyan kişi;  insanları, çevreyi ve tüm canlıları değerli varlıklar olarak gören, onların haklarını bilendir. Bu bireyler özgürce düşünür ve emeğinin karşılığını ister.

Sevgi ise; varlığı ile hem bireye, hem de topluma “huzur” verdiği için, herkesin ihtiyaç duyduğu bir duygudur. Ancak bireye özgü (has) bir duygu olan gerçek sevginin oluşması için, gönüllülük ve seçicilik esastır.

Özet: İtaat; dogma, otokrat ve faşist sistemlerin, ihtiyacı olan yönetebilme anlayışı.../ Saygı; demokrasilerde, eşdeğerlilerin akıl, mantık, hoşgörü ve işbirliği ile yaşamı kolay kılan anlayışı…/ Sevgi; bireyin gönüllü ve öznel seçiciliğidir.

***

Değişik zamanlarda; İtalya, Almanya, İspanya, Yugoslavya ve Türkiye'de iktidarı ele geçiren faşist anlayışlar olmuştur. Bunlar; daha dün, arkadaş, dost, komşu ve ticari ilişkiler içinde olan insanları, düşman haline getirmiş… Haksız hukuksuz, ırkçı, köleci, sömürücü savaşlarla; coğrafi, tarihi ve kültürel değerleri yok etmiş… Böylece milyonların; ölüm, kıyım, yıkım,  büyük acılar ve göçler yaşamasına neden olmuşlar. Düzenlerini uzun ömürlü kılmak için de, ötekiler yaratmak gerekmiş, bunu da; her bireyin/grubun/toplumun farklılıkları, yaşam tarzları, inançları, ırkı, dili ve ortak değerlerini hedef alarak yapmışlar...     

İnceleyin, bakın, görün ve tanıyın; Benito Mussolini, Adolf Hitler, Francisco Franco, Slobodan Miloseviç, Kenan Evren ve ardılları olan günümüz zalimlerini. Onların yaptıkları ve yaşattıklarını empati yaparak düşünün. Ve sorun kendinize: “Acaba yaşatılan tüm zalimlik ve katliamların en etkili gücü nedir/kimdir?” Eğer sizin cevabınızı beklemeden:
"İtaat kültürü ile yetişenler, onların etkisinde kalanlar ve oluşan korku ikliminde sessizce sırasını bekleyenler…" dersem bana kızmayın.

İnceleyip, tanıdıkça, tüm faşist anlayışların, “yerli ve milli” olmayı esas aldıklarını ve çıkarlarına karşı gördüklerini, “öteki/düşman/vatan haini” ilan ederek yok etmek istediklerini görür/anlarsınız. Çünkü bu tür ayrıştırmalarla sanal düşmanlıklar yaratmak; tüm köleci, sömürücü, sömürgeci ve faşist sistemlerin yaşam kaynakları, ortak felsefeleridir.

Eğer, gördüğünüz, duyduğunuz veya yaşadığınız bir ülkede “korku iklimi” yaratılmış, bilim ayaklar altına alınmış, beyin göçleri yaşanmış, hak, hukuk adalet kalmamışsa… Bilin ki orada; insanlar “öteki/düşman/vatan haini” olarak ayrıştırılmış, böylece nice, nice katliam, yolsuzluk, hırsızlık halı dibine süpürülmüş demektir.

Eğer, bazı ayıpları gizlenemeyecek kadar açık ise, o zaman da; “Bu bilgiler yasal yoldan ede edilmediği için, yok hükmündedir!” diye bağırırlar. Zaten, vicdan sesleri baskılanmış, susturulmuş olarak itaat eden sessiz çoğunluk hemen; “Bunlar, bal tutanın (iş yapanın)  parmak yalamalarıdır” deyip kutsar, apak eder onları. 

***

2 Eylül 2013'de Anadolu Liseleri Neden Kimsesiz Kaldı? Ya İmam-Hatipler!...” başlıklı ve istatistiklere dayalı uzun bir yazı yazmıştım.  tıklayınız

Sonraları da, topluma dayatılmak istenen “İmam Hatip Eğitim Sistemi”nin tuzaklarla dolu olduğunu anlatan çok yazı yazdım. Muhalefeti ve sessiz sedasız izleyicileri çokça eleştirdim. Bazı dostlarım da bana; “Bu konuyu çok fazla kafaya takmışsın” anlamına gelen eleştirilerde bulundular. Evet, o dostlar haklı galiba...

Çünkü benim karşı çıktığım “İmam Hatip Eğitim Sistemi”; sorup, sorgulamayı yasaklayan, ötekiler yaratıp, onlara "cihat" açan, “kendisi gibi” olmayana saygı duymayan ve otoriter güce itaati esas alan nesiller yetiştirmeyi amaçlıyor.

İşte bunun için, “Bu konuyu çok fazla kafaya takmalıyız” 

İşte bunun için; toplumu düşman parçalara ayıran, bu sistemin yerine, demokratik, laik, çağdaş bir sistem kuracak acil çözümler aramalıyız.

Çünkü bu sistem, hem çocuklarımızın, hem de ülkemizin geleceğini karanlıklara taşıyor.

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız