...
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer..."
Otokrat siyaset, kişiye özel buyruklarla yapılır. Demokratik siyasette ise yönetme yetkisini almış seçilmişler ve atanmış bürokratların iş birliğinde yapılır. Ancak bu yönetimler, meclis, yargı ile sivil toplumun gözetim, denetim ve sorgulamasına açıktırlar.
Ülke yönetiminde etkili bir politikacı olmak zor ve uzun bir süreçtir.
İstekli ve iletişim becerisi güçlü olan aday politikacılar, önce kendisi için bir görüş, bir siyasal oluşum, farklı kimlikler bularak gelişir, çoğalır ve sosyalleşir. Ve bulduğu arkadaş/yoldaş/taraftarlarıyla birlikte yol almaya başlar.
Bugün yurdumuzda yılların yorgunu bir iktidar, irili ufaklı birçok parti ve çok sıkıntılı günler yaşayan halkımız var.
Halkın büyük çoğunluğu yaşamakta olduğu; yoksulluk-yolsuzluk-yasaklarla birlikte ülkeyi saran korku ikliminin de bitmesini istiyor. Bu nedenle de yapılacak seçimi sabırsızlıkla bekliyor.
Ancak seçimi tek başına kazanıp bu haklı isteklere çözüm bulacak hiçbir partimiz yok!
Ama bunun çaresi var: muhaliflerin bir koalisyonda buluşması!
Her partinin kendisine özel hedef-amaç-ilkeleri ve diğer anlayışlarla benzerlik ve zıtlıkları vardır (ki olacak, olmalıdır da).
Koalisyon uzlaşı demektir. Eğer her grup/parti kendisine özel hedef ve anlayışları öne çıkarmaz, ortak hedefler arar bulursa, uzlaşı olur.
Tarih boyunca denenmiş, damıtılarak günümüze ulaştırılmış 'etik değerler' böyle bir uzlaşının temelini oluşturabilir. (Etik: Yunanca "kişilik, karakter" anlamına gelen "ethos" sözcüğünden türemiştir. Doğru davranışlarda bulunmak, doğru bir insan olmak ve değerler hakkında düşünmek demektir).
İşte bu değerlerden birkaçı: doğruluk, dürüstlük, eşitlik, sadakat, saygınlık, güvenilirlik...
Fakat bazı kişi ve gruplar insanlığın bu ortak değerlerini çok bencilce kullanırlar. Bunlar kendilerini toplumsal yaşamın ana öznesi, 'öteki' olanları ise birer nesne olarak görürler.
Örneklersek; çok uzaklardan gelen cetlerinin, yerleştikleri bu coğrafyanın tek hâkim öznesi ve sahibi kabul ederler.
Buralarda yaşayıp da 'öteki' olanların; dili, tarihi, coğrafyası, kültürü yoktur, yani onlar kimliksizdir!
Bu 'kimliksiz' sayılanlara bazı haklar da ancak kendilerine bağımlı ve benzer oldukları ölçüde tanınan bir lütuftur!
Bu genellemelerden sonra uzak-yakın tarihimizin sayfalarını eğer birazcık aralayıp ülkemiz özeline bakarsak, bu coğrafyanın; çok dilli, çok inançlı, çok kültürlü bir yurt olduğunu...
Ve buradaki her farklılığın; kimliğini, dilini, inancını, töresini yaşadığını... Çocuklarına, köyüne, kentine, hayvan, çiçek, böcek, dağ, ova, ırmak ve coğrafyasına kendi dilinde adlar verdiğin... Dili, inancı, töresi, türküsü, sazı, öyküsü, masalı ... ile birer birer kültür oluşturmuş olduğunu görürüz.
Peki eğer bunlardan sadece Türk ve Türkçeyi kabul ederseniz: Kürt/Kürtçe, Laz/Lazca, Çerkes/Çerkesce, Gürcü/Gürcüce..., Alevi, Sünni, Süryani, Ermeni, Ezidi, Roman ..., Baran, Berivan, Xezal... Amed, Dersim, Çewlig, Vica, Vitze, Arkabi ..., Kürdistan, Lazistan ne olacak?
İşte bunlar bizim gerçeklerimiz, sosyolojimiz ve tarihimiz! Burada yaşayanlar var oldukça onların, isimleri, dilleri, inançları, kültürleri de olacaktır/olmalıdır! Çünkü bunlar herkes için olması gereken 'insan hakları', bunları engellemek ve yok saymak da bir 'insanlık suçu'...
Bunları inkâr etmek insanlığın etik değerlerini yok saymaktır.
Bu nedenle istiyoruz ki;
Fakat bu isteklerimiz HAYIR! diye karşılık buluyor ve diyorlar ki:
İşte bu 3Y sloganları ve 'demokrasi' vurgularıyla AKP halka dokunmuş ve hemen de karşılığını almıştı.
Çünkü ilk kez girmiş olduğu 2002 genel seçiminde yüzde 34,3 oy almış... 363 milletvekili çıkarmış... Ve tek başına iktidar olmuştu!
Baraj altında kalanlar ise; MHP (Bahçeli), DY (Çiller), Anavatan (M. Yılmaz), Demokratik Sol Parti (Ecevit) olmuştu!
2002'nin 'zayıf' karnesini düzeltme sözüyle iktidar olan AKP, iktidarı hiç bırakmadı!
O halde biz de AKP 2023 yılı Demokrasi ve 3-Y karnesine bakalım:
Eğer 2023 karnesi, 2002 karnesiyle kıyaslanırsa tüm sorunların son on yılda kareleri, hatta küpleri oranında arttığı görülecektir!
Nereden, nereye!...
İşte bu karne yüzünden 21 yıllık otokrat iktidar hem yorgun hem de korkaktır. Çünkü bu iktidar, yıllardır demokrasinin yaşatıcı, kucaklayıcı gücünü istemedi ve kullanmadı!
Haksız savaşlara sığındı. Ülke kaynaklarını; yok eden, öldüren, acıları çoğaltan silahlar için hoyratça kullandıkça küçük bir kesimi çok zengin, ülke halkının yüzde 95'ini de çok yoksul bıraktı.
Demek ki, ülkede otokrat bir sistem kurmak için demokrasiyi bitirdiler.
İktidarın barış ve demokrasiyi yok eden savaşları öncelemesi, doğal olarak büyük bir muhalefetin de doğuşunu sağladı.
Fakat muhalefet sayıca büyük bir çoğunluğa ulaşsa bile çok dağınık ve parçalı. Çünkü içlerinde küçük grupçu hesapları olan ve bencilce düşünenler var. Bunun için de aralarında istenen birliktelik yani demokrasiyi var edecek bir birleşik cephe kuramıyor!
Oysa halkımızın büyük çoğunluğu; yapılacak genel seçimlerde otokrat iktidarın yenileceğini ve kendilerine de çok sorunlu bir miras kalacağı konusunda hemfikir.
Ancak, bu halk çoğunluğunu demokrasi saflarında toplayacak olan muhalif partiler arasında henüz bir görüş birliği yok!
Peki, neden sözü hep dolandırıp demokrasiye getiriyorum?
Niçin demokrasi?
Çünkü sorunları tek tek niçin/neden süzgecinden geçirince, onların; yok edilen demokrasi sonucu var olduğunu görürüz!
Demek ki, hedefimiz otokrat sistemi kaldırmak olmalıdır.
Ve demek ki, 'insanca' yaşamak için gereken 'oksijen' demokrasidir.
Muhalefetin önemli bir kısmı (yarım ağızla bile olsa) ülke sorunlarını demokrasi yokluğuna bağlıyor. Ve bu sorunların ancak bilmem kaç günü yapılacak olan 'seçim' ile biteceğini söylüyor.
Çünkü bunlar, çok samimiyetsiz buldukları bu iktidarın; anayasa değişikliği, parti kapatma, kayyım atama, 'ötekileri' tutsak alma, savaş tezkerelerine, dokunulmazlık kaldırma, cezasızlık uygulama ve ... isteklerine koşa koşa evet demişti/diyebilirler.
Kolay gelsin, işimiz çok zor!...
Gündem çok yoğun, sarsıcı ve değişken. Gün geçmiyor ki, yıkıcı etkisi yüksek bir sarsıntı yaşamayalım.
Bugün size 'derin' benzerlikleri olan iki güncel konuyu ve bunların tarihsel geçmişini hatırlatmak istiyorum.
BİRİNCİSİ KONU:
Ana muhalefet partisi CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel: "Yarın Süleyman Soylu ile ilgili bir dosya açıklayacağım. Başıma bir şey gelirse diye üç arkadaşıma daha verdim dosyayı, ben açıklayamazsam onlar açıklayacak" diyerek ülkemizde oluşan korku iklimine dikkat çekmesidir.
Bir ülke, ancak komşu ülkeleriyle ve uluslararası ilişkilerinde tarafsız ve barışçı bir dış politika izlediğinde güvenilir ve itibarlı olabilir.
Fakat ülkemiz yönetimindeki egemen anlayış itibarı: 'gösteriş yapma' olarak düşünmektedir. Bu düşünceyle: binlerce dönüm üzerine kurulu bilmem kaç odalı onlarca sarayda... Bu sarayların şatafatlı salonlarında kurulan sofralarda... Onlarca özel uçak, zırhlı makam aracıyla çıkılan gezilerde, trafiği altüst eden özel eskortlu koruma ordusuyla itibar aramaktadır bu anlayış.
Ve son örnek daha:
***