Bundan bir önceki yazıma çokça olumlu geribildirim almış ve bu desteği aldığım için sevinmiştim.
Bu yazı; yurdumuzda azınlıkta kalmış halklar ile onların anadil ve kültürleri gelişmesin, zamanla yok olsun diye devletin: "Dünya Çocuk Hakları Sözleşmesi"ne koyduğu çekinceleri konu almıştı.
Bu yazıdan sadece dört gün sonra Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi 2. sınıf öğrencisi 20 yaşındaki Enes Kara 7. kattan atlayarak yaşamına son verdi.
Bu trajik olayla da devletin; herkese eşit, tarafsız bir yönetim ve denetim yapmadığı için yoksul halk çocuk ve gençlerine kurulan tuzaklar ve insan haklarına konan çekinceler ortaya saçılıyordu.
Ortak toplumsal bir acıya dönüşen Enes Kara'nın trajik ölümü, aslında bir ilk değildi, çokça ve sıkça yaşanan benzerleri unutuldu. Ya da bu olaylar "kol kırılır yen içinde kalır" anlayışı ile hiç dillendirilmedi. Bu tür olaylar, bugünkü yönetim anlayışı sürdükçe de devam edecektir.
Asırlar öncesine dayanan ve Ortaçağda binlerce türevi bulunan bu tarikat-cemaat anlayışlarını, bazı dürüst dindarlar "dinsel sapkınlık" sayarlar.
Çünkü bunlar, bireydeki: özgürlük, özgünlük yani 'Ben'i yok eder, kendi sapkınlıklarını zerk ederler. İnsanı, bilimi önceleyip onlar gibi olmayan ve düşünmeyen: Hallâc-ı Mansûr, Şeyh Bedreddin gibi nice bilgeleri zalimce yok ederler.
Çünkü böylesi sosyolojik-ekonomik-psikolojik örgütlenmelerin arkasında, egemenlerin çıkarları, için örtük kalan nice karanlık emel ve nice cehalet gerçekleri var.
Şimdi Ortaçağ'dan biraz uzaklaşıp günümüz bakalım:
Anayasamızda, devletin eşitlikçi ve demokratik laik olduğu yazılı olsa da böyle olmadığının göstergesi, bu anayasada diyanet işleri başkanlığına yer vermesidir. Bu, çokça değişik inancın bulunduğu bir ülkede, devlette egemen olan gücün, kendi anlayışıyla, halkı şekillendirmesi, inançlarına yön vermesidir. Kısaca, iktidarda hangi güç egemense, dini o anlayış düzenler demektir.
Böylece ülkenin 'resmi' bir dini olmuş olur!
Böylece bu resmi kurum aracılığıyla, pek çok inanç ve yaşam biçimi sadece bir dine, bir mezhebe zorlanır.
Böylece, resmileşen tekçi anlayış ile onun çevresinde konumlanmış bazı tarikat , cemaat ve vakıflar, ülkenin eğitim, sağlık, güvenlik, ulaşım gibi önemli hizmetlerini yönetir olur!
Tarikat , cemaat ve vakıflar Ortaçağ'dan beri kendilerini halktan yana bir iyilikçi yardım kuruluşu olarak tanıtırlar.
O zaman açalım bakalım insanlık sözlüğünü ve sorularımızı soralım:
İyilik nedir?
Yardım nedir?
İyilik ve yardım eden, hiç karşılık olarak kulluk, kölelik bekler mi?
Peki, insanlarımızın iyilik ve yardıma ihtiyacı varsa, bu hizmeti niçin devlet ve belediyeler yapmıyor?
...
Bunlar, kendi inançlarını "en.. en... en..." Sayıp başka kişi ve gruplara yayan, böylece hem maddi hem de sayısal olarak güçlenen parazit misyoner kuruluşlardır.
Bunlar, sorup sorgulamayan kindar taraftarlarına, kendileri gibi düşünmeyen anne-baba-kardeşlerini bile kafir-düşman ilan ettirirler.
Bunlar kendi çıkarları için öldürmek dahil her tür kötülüğü yapan, yalan söyleyen, yemin eden ve tüm bu kötülükleri mubah sayanlardır.
***
Yazımıza konu Enes Kara olayı, eğitim alanında geçtiğine göre biraz da MEB'de olup bitenlere bakalım:
- MEB'de ders müfredatları diyanet, bazı tarikat, cemaat ve vakıfların denetim ve yönetiminde imam hatipler anlayışla hazırlandı.
- Zorunlu din dersiyle yetinmeyip, başka başka dinsel konu derse dönüştürüldü.
- Biyoloji biliminin temelin olan evrim teorisi bile konular dışına çıkarıldı.
- Milli Eğitim Şûrası’nda 4-6 yaş grubu çocukların eğitimine din eğitimi eklenmesini kabul edildi.
- Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 4-6 yaş Kuran kursu eğitiminin zorunlu eğitim kapsamında değerlendirilmesi isteği var.
- Okullarda ezici çoğunlukla din dersi öğretmeleri yönetici oldu.
- Devlet görevi olan, eğitim kurumu açmak, ihtiyacı olan öğrencilere barınak ve yurtlar sağlamak işini yapamaz oldu.
- Çeşitli devlet kurumları, özellikle de belediyelerin olanaklarıyla yeni yeni vakıflar kuruldu ve var olan bazı vakıflarla birlikte MEB'in ya da devletin görevini üstlendiler.
- Belli bir anlayış, öğreti, gelecek ve çıkar planı olan bu vakıflar, MEB ile yapılan özel protokoller sonunda hedefleri olan; öğrencilere, öğretmenlere, velilere ve tüm hizmet alanlarına ulaşmış oldu.
Vakıfların barınaklarında barınan, yoksul halk çocuklarından birçoğu, aldıkları köle-kul-çaresizlik eğitimi gereği bu kurumlar ve anlayışlarına minnettar kalır, onların anlayış ve öğretilerini savunur. Fakat bu Ortaçağ eğitimine karşı çıkanların bir kısmı Enes gibi canına kıyar, bir çoğu da taciz tecavüz sonucu derin sosyal ve psikolojik yaralarla, güvencesiz, mutsuz, çaresizce yaşamaya çalışır.
Enes Kara da böylesi bir cemaat evinde kalan bir gençtir. Buraya,"25 yıldır aynı cemaat içerisinde..." olduğunu söyleyen babasının isteği ve zorlamasıyla gelmiştir. Buraya uyum sağlayamamış ve çok mutsuz olmuştur.
Bu akıllı genç, mutsuz yaşamını kendi sesiyle yaklaşık 13 dakikada özetlemiş.
Meğer bu kısa söyleşine sığdırdığı ne de çok derdi varmış!:
Bulunduğu kurumun şartları ile işleyişi...
Günlük yaşamda olup bitenler...
İnanmadığı halde yaptığı ibadetler...
Okul başarısızlığı ve sonraki olası gelişmeleri...
Ülke gençlerinin bugünü ve geleceği...
Enes, vedalaşırken 'vasiyetini' de yapar:
Harçlığı ikiye bölünecek!
Böylece aile içindeki üzücü bir yaşanmışlığa çözüm bulur ve okuyanı, dinleyeni sarsar, onların içerilerine kızgın gözyaşları akıtır.
İşte, duyguları yükseltip ağlatan o çözümü:
- Annesinin istediği fakat babasının almadığı fırını alması için annesine yeterli miktar verilecek!
- Kalan miktar ise Enes'in iki kardeşi arasında paylaşılacak!
***
Böylesi yaraların açılmasına, böylesi acıların yaşanmasına neden olan, bu acılarla beslenip güçlenen pek çok inançsal ve siyasi oluşum var!
Bunlar, özgürlüğe, bilime, sevince düşman olanlardır!
Bunlar, kul-köle-biat-çaresizlik anlayışıyla çoğalanlardır!
Bunları yasaklamak, göstermelik soruşturmalarla bitirmek mümkün değildir!
Çünkü bunlar bu tür yaptırımlardan 'mağduriyet' çıkarıp, güç devşirirler.
Peki, o halde ne yapmalı, nasıl yapmalı?
Böylesi acılar susarak tepkisiz kalarak son bulmaz.
Acılar bir daha olmasın diye olanlarla yüzleşmek, olanları unutmadan, acı yaşamış olanlara empatiyle sahip çıkarak çoğalmak gerek.
Bu parazitlerin insani olmayan kirli-gizli amaçlarını, belgelerle herkese göstermeli, her ortamda teşhir edilmeli.
Ancak o zaman onlara güç veren kandırılmış halk, onları tanır ve verdiği desteği çeker, özgürlüğüne sahip çıkar.
Emin Toprak- DOSTÇA
Diğer yazılarım için tıklayınız