Fizik bilimi, maddenin
yapısındaki; (+) yüklü protonları, (–) yüklü elektronları ve yüksüz
olan nötronları bulmuştur. Günlük yaşamda biz onları; artı (+), eksi (-) ve
nötr kutuplar olarak isimlendiririz. Bu üç farklı gücün, uyumlu beraberliğinden ise,
ne hayırlı sonuçlar çıktığını hepimiz biliriz. Ancak bu üç gücü hiç kimse bilerek isteyerek vuruşturmaz,
çünkü bu bir felaket demektir. Özetle, bu üç güç uyum içinde kaldıkça; bizim için ışık
veren, iş gören elektrik olur, çarpışınca da bummm!.. diye yok eden bir...
İsterseniz doğada var olan
bu gerçeğin bir de sosyal yaşamdaki yansımasına bakalım. Toplum, adından da anlaşıldığı gibi; kişisel,
inançsal, ırksal vb. pek çok farklılıkları olan sosyal katmanlara mensup bireylerin
toplamıdır. Bu çeşitlilikleri, farklılıkları ve güzellikleri yok saymak,
onları tek tip olmaya zorlamak çok tehlikelidir. Çünkü size rağmen o
farklılıklar vardır ve var olmaya devam edecektir.
Bilimsel verileri kullanılır
kılan teknoloji, günümüz insanlarına uzakları yakın kılar, bilgiye ve kaynaklara hızlı ulaşmayı sağlar. Bilim insanları laboratuvar ve uzayda; artık bize yetmeyen dünyamızın dışında, başka yaşam alanları arayışında...
İşte tam da bu yıllar ve
günlerde dünyanın pek çok ülkesinde hoyrat milliyetçi rüzgârların esmekte
olduğunun görüyoruz. Tıpkı bizdeki “Türk
tipi, yerli ve milli olmak” söylemleri uygulamaları gibi…
Türkiye, on milyona yakın sayıda
insanını dünyanın pek çok ülkesine göçmen ve emekçi olarak gönderen bir ülke. Bir
an bu insanlarımızın bulundukları ülkelerde; “Siz yerli ve milli değilsiniz!..” söylemi ile karşılaştıklarını düşünelim.
O emekçi göçmen insanlarımız, bu söylem karşısında neler hisseder ve
neler yaşar?!..
İlk bakışta yerli ve milli
sözcükleri benzeşse de, yerli; aynı coğrafyadan olmayı, milli ise
aynı ırktan olmayı gerekli kılar. Bu tanımlamayı esas alırsak, dünyada sadece
yerli ve milli olanları barındıran hiç bir ülkenin olmadığını görürüz.
Tarihte yaşanmış pek çok ırkçı
faşist savaşın, yerli ve milli olmak söylemiyle başladığını, "başka" veya "öteki"
ilan edilenlerin de; dili, inancı, malı, kültürü ve canı ile hedefe konduğunu... İnsanları
dünkü komşusuna düşman kılanların ise, lanetle anılan faşist liderler ve öğretileri olduğunu
biliyoruz.
Demek ki, yerli ve milli olmak söylemi; toparlayıcı olmak
yerine, ayrıştırıcıdır, “başkası” ve “ötekiler” yarattığı için de, evrensel
olmaktan uzaklaştırıcıdır. Eğer bir değerin kalıcı olarak kabul görüp paylaşılması isteniyorsa,
onun yerli ve milli olmak yerine dünya ait ve insanî olması gerekir.
Kuşkusuz bilim insanları her
alandaki yeni buluşlarıyla toplumsal yaşama kolaylıklar sağlar. Örneğin tıp alanındaki bir
buluşun, bir tedavi yönteminin veya bir ilacın kısa süre sonra yerli ve milli ayrımı
olmaksızın dünyanın her yerinde ortaklaşa kullanır olması gibi…
Daha genel bir bakışla özetlersek; çağlar öncesinden günümüze Felsefe-Matematik-Fizik-Kimya-Biyoloji-Müzik-Resim-Edebiyat...
alanları ile pek çok inanç ve dinden günümüze miras kalan, yaşamımızı kolaylaştıran, bize ışık
tutan nice bilge kişi, nice evrensel değerlerimiz var.
Peki, sizce tüm bu bilge kişi ve değerlerden hangisi yerli, hangisi milli?
***
16 Nisan Referandumu:
Farklılıklardan çatışmalar ve düşmanlıklar çıkarmak çok kolay olup, genellikle ufku
dar, dili sivri insanların başvurduğu bir yöntemdir.Uzun erimli düşünüp,
görebilen liderler, hayatı yaşanır kılmak için, var olan tüm inançsal/kimliksel
farklılıklara saygılı olarak uzlaşı ve uyum arayışında bulunurlar.
İktidar gücü; olumlu ya da
olumsuz kullanıldığı her iki durumda da çok etkili bir yaptırıma sahiptir.
Olumsuzluk bildiren söylemler genel olarak şart koşmayı gerekli kılan “eğer”
sözcüğü ile başlar. Örneğin: “Eğer
istediklerimi yapmaz iseniz; yıkılan evin yapılmaz, çocuğun işsiz kalır, köyün
yolsuz, susuz, elektriksiz kalır…” gibi şartlar öne süren söylemlerle yola çıkan iktidarlar insanlarda büyük
gerginlik ve ikilem yaratır.
Muhalefeti susturmak,
halktan gerçekleri gizlemek için, gece gündüz demeden, canhıraş çabalarla, karşı
olan herkese gözdağı verildi, kavgalar edildi. 6 milyon seçmeni bulunan HDP’nin
başkan ve vekilleri tutukladı ve parti
etkisiz kılınmaya çalışıldı/çalışılıyor.
Düşüncelerini gazete ve ekranlarda anlatmaktan
başka hiçbir suçu olmayan yazar-çizerler henüz
belli olmayan iddialarla, dört aydan beri tutuklu…
İşte ülkemizi OHAL
şartlarında KHK’lerle bu hale getirdiler.
Oysa ülkenin içinde ve
dışında savaş rüzgârları esiyor ve çözüm bekleyen, Ağrı dağı kadar aşılmaz, Harran ovası kadar
büyük pek çok sorunumuz var… Ve bu devasa sorunları çözmekle
görevli iktidar; halkın, meclis görüşmelerini, meclis TV de izlemesini bile sakıncalı bulup ekranları kararttı, kendisini iktidarsız ilan etti, işini gücünü bıraktı, tüm enerjisiyle “Tek
Adam Yönetimi” getirmeye çalıştı.
Ayrıca bu değişiklik girişimi; herkesi
kucaklayacak bir uzlaşı sağlayıp ‘12 Eylül Anayasası’nı etik ve demokratik kurallara
uyumlu kılmak için de yapılmıyordu ki...
Sadece, evet sadece fiili durum yaratan kişiye pes edip; “Biz yasama, yürütme ve yargı olarak görevimizi yapamadık, beceremedik, şimdi tüm yetkilerimizi
siz alın ve tek adam olarak bizi yönetiniz.” demek için…
İşte bugünlerde
meydan ve ekranlar bunun için çok canlı… Çünkü uzlaşı aranmaksızın, korku ikliminde
sağlanan sayılarla hazırlanan “Fiili duruma; ‘Evet’ mi, ‘Hayır’
mı?” değişikliğini halka soracaklar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder