emperyalizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
emperyalizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Eylül 2020 Pazartesi

YİNE Mİ SAVAŞ?!.. (2)

19 yıl önce kurulup, 18 yıldan beri  iktidarı elinde tutan AKP'nin kısa hikayesi: Hemen hemen tüm kurucuları veya onların çocukları; "Gülen Cemaati" dershane veya okullarında eğitim almış, onlarla gönül bağı kurmuştur. Bu gönül bağı gereği yapılan işbirliği AKP'yi 2002 yılı seçiminde iktidara taşımıştır. Sonra da hep  "birlikte" yürüdüler... Fakat cemaat "hamili kart yakınımdır" kayırmalarıyla yetinmedi, sınav sorularını çalarak bu yolla devletin tüm kılcal damarlarına sızdı ve darbe yapacak güce ulaştı. 

AKP-Cemaat birlikteliğinin ilk on yılında, çok önemli sözler verildi: AB’ye girdik-giriyoruz kutlamaları, sorun yaşanan komşu ülkelere dostluk mesajları, Kürt, Alevi, Dersim v.b tarihsel yanlışlıklarla yüzleşme v.b.g. Uygulamada önemli bir değişim olmasa bile, bu sözlerin dile gelmesi, komşu ülkelerle dostluklar sağlamış,  yurtta  çatışma ve ölümleri önlemiş, ekonomik gelişmeyi hızlandırmış, barış sevinci yaratarak  iç huzuru arttırmıştı. 

Ancak, Dolmabahçe'de kurulan barış ve uzlaşı masanın devrilmesi; verilen söz ve girişimlerin sadece "Dur kendime yer edeyim, bak sana neler edeyim!" anlayışıyla söylendiği ortaya çıktı. Daha sonra da birlikte yürüdüğü cemaatin kendilerine tuzak kurduğu, ülke yönetimi ele geçirmek için hain darbe planları yaptığı ortaya çıkmış ve bu karanlık ortaklık kanlı bir şekilde son bulmuştu.

Bu ortaklığın bitişi şimdiki Erdoğan-Bahçeli iktidarının başlangıcı oldu. Yeni ortaklık, iktidarını daha uzun ömürlü kılmak için "beka" dedi ve barış-demokrasi sözcüklerini kullanmaz oldu. Ekonomiyi Dolar'a endeksli "yerli-milli" ihalelerle, iç ve dış politikayı da Turancı-Fetihçi-güvenlikçi anlayışla yaptı. Ve bu anlayış; kendilerine hizmet ederken suç işleyenleri "cezasız" bırakmış, yandaşları için özel af çıkarmıştır. Ancak kendilerine "kaşının altında gözün var" diyenleri yıllarca haksız-hukuksuz olarak zindanlarda tutmuş ve tutmaktadır.  

Hukuksuz ve tekçi politikaları ile ülkede; etnik kimliği, inancı, kültürel değerleri ve  yaşam tarzı farklı olanlar "bizden" değil diye ayrımcı (!) kabul edilmiş, halkın seçtiği belediyeler, halk için hizmet vermeye çalışırken "paralel devlet" olmakla suçlanıp yasaklanmış, ekonomi dip yapmış, doğa tahrip edilmiş, kaynaklar beş müteahhit firma ve savaş teknolojisi için heba edilmiş, dünyanın ilk 10. ekonomisi olma hedefi hızla 20. olmaya doğru gidiyor... Ve ülkenin "merhaba" dediği bir tek bir komşusu bile kalmamış...

İşte dış dünyada ülkece çaresizlik yaşadığımız iki örnek:   

  • ABD, milyarca dolar vererek sipariş ettiğimiz F-35A savaş uçaklarını vermiyor! 

  • Rusya'dan milyarlarca dolar ödeyerek satın alınan S 400 hava savunma sistemi ve füzelerin ambalajını dahi açamıyoruz!

-Ben savaş karşıtı biri olduğumdan, bu lanetli silahların, hem alınmasına hem de kullanılmasına karşıyım. Ayrıca düşülen bu çaresizliği örnek vermeyi de hiç istemezdim. Fakat bu iki örnek de birer acı gerçek!... Hazır bahanesi varken, yoksul halkın vergileri ile yapılan bu ödemelerin geri alınmasını ve ülkemize huzur getirecek olan  Barış-Demokrasi-Özgürlük girişimleri için harcanmasını isterim.- 

***

Barışık olmadığımız, ama kara ve denizden yakın-uzak komşularımız olan; İran, Irak, Suriye, Mısır ve Libya halkları ile benzer sorunlarımız var:

Onların da bizim gibi çocukları aç, gençleri işsiz,-mutsuz-güvencesiz ve insan haklarından yoksun. 

Onların da bizde olduğu gibi hangar ve cephanelikleri; uçaklar, füzeler tanklar, ölüm kusan silahlar ve mühimmat ile dopdolu. 

Onların da çocukları; kavga, çatışma ve savaşlarda, ölüyor, öldürüyorlar. 

Onların egemenleri de bizimkiler gibi bugünlerde yeniden savaş silahları ve teknolojileri satın almak için kuyruk bekliyor.

Peki, kime karşı kullanılacak bu silahlar?

-Masum halkların çocukları birbirine karşı!

Peki, bu düşmanlık, zulüm ve ölümler niçin oluyor? 

-Emperyalistler ve onların işbirlikçileri silah satsın,  yeni pazarlar açılsın diye!... 

Bugünlerde yine bir savaş senaryosu gündemde:

Akdeniz'de savaş gemileri suları köpürtüyor, sular çok sıcak... 

Savaş uçakları "it dalaşında" zikzaklar çizerek ses duvarını aşmakta... 

ABD, Rusya, Fransa, İtalya Almanya... dünyanın tüm egemen, emperyal, zalim, karanlık güçleri ile kukla olmuş işbirlikçileri el ele tutuşmuş, kanla, canla elde edecekleri yeni pazarlar peşinde...

Liderler meydan okuma çığlıkları atıyor, savaş rüzgârları esiyor.

Peki;

Ortadoğu, niçin savaşların odak noktası ve hiç savaşsız  kalmıyor? 

Türkiye, Irak, Suriye, Libya, Mısır çekişmeleri devam ederken, listeye bir de Yunanistan mı eklenecek?

İşte bu sorulara birkaç kısa cevap:  

-Çünkü savaşta yakılan, yıkılan yok olanları yeniden imar ve üretilmesi için emperyalist şirket ve kartellere yeni pazarlar açılacak.

-Çünkü ürettikleri yeni savaş teknolojilerin fahiş fiyatla birbirine düşman olanlara satarak kazanacaklar

-Çünkü o ülkelerin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını ele geçirecekler.   

-Çünkü savaşlar emperyalizmin varoluş nedenidir. 

İşsiz, emekçi, mazlum, kadın, çocuk ve gençler için Demokrasi-Özgürlük-Barış!

          YAŞASIN BARIŞ!... KAHROLSUN SAVAŞ!...

     

Diğer yazılarım için: tıklayınız


16 Eylül 2020 Çarşamba

YİNE Mİ SAVAŞ?!.. (1)

Ben bir eğitimciyim. 

Eğitimciler, görevi başında bir yargıç gibi, bir doktor gibi davranmalıdır. Karşısına gelenlerin ülkesini, ırkını, inancını, dilini, rengini, kültürünü, yaşam tarzını sorgulayıp yargılamadan onları ayrımsız kabul etmeli, her ortamda "insani" değerleri etkin kılmayı savunmalı ve uygulamalıdır. Eğitimci eğer bu özelliklere sahip olursa  o zaman; "Vatan, Millet, Sakarya" hamasetine kapılmaz, "yerli ve milli" olmak yerine bir dünya insanı olur.  

İşte bu anlayış içinde yazıma başladım, sizlere bu yazımla, her çağda insanlığın başına bela olmuş haksız savaşlar hakkında; okuduklarımı, gördüklerimi, sorularımı,  düşündüklerimi anlatmak ve biraz da bazı gerçeklerin resmi tarih marifetiyle niçin  saklandığına değinmek istiyorum.    

Savaş, bir gücün düşman ilan ettiği başka bir güce saldırması ile başlar. Bir ülkenin topraklarını, kaynaklarını ele geçirmek için başlatılan savaşların tümü haksız işgal savaşlarıdır. İşgale, talana, sömürüye, zulme karşı durup, demokrasi, özgürlük ve kurtuluş için savunmada bulunmaları ise haklı savaşlarıdır. 

Emperyalizm kan ile beslendiği için varlığını savaşlara borçludur. 

Emperyalizmin amacı sömürü yapmaktır, bu amacı gerçekleştirmek için de savaşmak zorundadır. Kendi düzenlerini kalıcı kılmak isteyen zalim liderler, hem ülkesi içinde, hem de ülke dışında kendilerine "düşman" bulurlar, onları; kötü-hain-düşman diye yaftalayan algılar hazırlatıp tuzaklar kurar, savaşırlar. Çıkar, ihtiras ve yalanlara dayalı biktidar savaşları, bazen baba-anne-çocukların bile birbirini öldürdükleri vahşi sonuçlar doğurmuştur. Tarihsel çağlar, işte bu tür acımasız ve insani olmayan savaşların yendi-yenildi zikzaklarıyla  açılıp, kapanmıştır.

Bugünlerde yine savaş çığlıkları başladı, biz de bir gerçeği hatırlatalım: Savaşlar son bulduğunda, kazançlı çıkanlar sadece birkaç egemen ile işbirlikçileridir. Kaybedenler ise her iki tarafın birbirine düşman edilmiş halklarıdır. Çünkü her iki tarafın mazlum halkları bu savaş sürecinde; canlarını, mallarını kaybeder ve çok büyük acılar yaşarlar.   

Savaş sömürünün en önemli aracıdır. 

2. Dünya savaşı, emperyalist güçlerin 1929 ekonomik krizinden çıkmak için faşist  saldırıya geçmeleriyle başladı. Savaş sonunda: 60 milyon insanın öldürüldü. Her kalemi milyarlarca dolar eden, uçaklar, füzeler, gemiler, tanklar, bombalar, araçlar, mermiler yok oldu. Doğa, yerleşim alanları ve yaşam kaynakların yakıldı, yıkıldı, talan edildi. Özetle çok büyük acılar yaşattı bu savaş dünyaya.  

Savaş sonrasında mazlum halklar çok çok kaybetti!. Savaşın ganimetlerini de o emperyalist güçler topladı. Çünkü yakıp yıkıp yok edilen; uçakları, füzeleri, gemileri, tankları, bombaları, araçları, mermileri yeniden üretip daha pahalıya sattılar. Böylece holdinglerine, kartellerine yeni yeni pazarlar açtılar.

Ve ölenleri ve kayıpları için büyük acıları yaşattıkları mazlum halklara, bir de yeniden imarın ve gelecek savaşlara hazırlık amacıyla yapılan tüm harcamaların faturalarını ödettiler.        

Fakat nedense resmi tarih savaşların genel felsefesini, amaçlarını hiç anlatmaz, savaşan tarafların sosyolojik, ekonomik, politik gerçeklerine dokunmaz. Hele hele savaşın emperyalist amaçlar için bir araç olduğu gerçeğini hiç dile getirmez. Sadece hamasi nutuklara atıp "bizim" olan zafer ve kahramanları anlatırlar. Sadece kendi ülke insanlarını; mert, dürüst, cesur ve haklı olduklarını, karşı tarafın ise haksız, hain, kötü, korkak, düşman ... insanlar olduğunu söylerler. Böylece de devamlı olarak öfke, kin, nefret ve düşmanlıkları diri tutarlar. 

Bunun için resmi tarih, barışa düşmandır sadece savaş seviciliği aşılar insanlığa... 

Ve bunun içindir ki: "Tarihi gerçekler değil, güçlüler yazar" derler.

Bilirsiniz, savaşta bir taraf pes edince savaş bitti diye kazanan taraf bayram eder, kendi güçlülerini alkışlar, onları kahraman ilan eder. Ne gariptir ki savaş kaybedenler de sonuca: kader deyip kendi güçlülerine dua eder gerekirse onlar için bir daha canlarını mallarını feda etme sözü bile verirler.

Peki, neden her iki tarafta da büyük çoğunluk olan mağdur ve mazlum halklar, sevdikleri ölürken, ev-mal-mülkleri yıkılıp yakılırken, ülkenin yeraltı ve yer üstü kaynakları talan edilirken... Olup bitenlere sebep olanların bu zalimler olduğunu niçin hiç düşünmezler? Neden yeni yeni savaşlarda da yine onların emirlerinde ve arkasında yer alırlar? 

Neden!..  

Mağdur insanlar kendilerine sessizce; Biz niçin öldürüldük ve öldürdük?!.. diye sorar fakat duyulmaz bu çığlıkları... Çünkü bu soruları soranların "hain" ilan edildiğini bilirler. 

Yokluk, yoksulluk, acılar ve çaresizlik içinde yaşayanları gördükçe, kendime dönüp: "İnsanlar sadece acılar içinde, sıkıntı çeksinler diye mi yaratıldı?, Niçin mantık, akıl, sağduyu devre dışı kalmış? Neden bu gaflet uykusundan uyanmaz bu insanlar?" sorular sorar, saatlerce düşünürüm. 

Peki, ya o yiten canları doğuran, onları özenle, sevgiyle, sakınarak büyüten anneler!... Onlar, neden suskun, neden sadece içlerine akıtırlar gözyaşlarını, niçin haykırmazlar acı ve öfkelerini, niçin dur demezler zalimlere ve savaşlarına?    

Barışın; birlikte, özgürce, insanca, paylaşarak mutlu yaşamak gibi erdemleri dururken... Savaşın ayrıştıran, düşman kılan, zulüm edip, sömüren yok eden, büyük acılar yaşatan kötülükleri niçin "tarih" diye kutsanıp okutuluyor? Gerçekler niçin algılarla perdeleniyor? 

Oysa BARIŞ, hiçbir parasal yatırıma, hiçbir silaha ihtiyaç duymayan, sadece demokrasi, eşitlik, sevgi, saygı ve hoşgörü ile ulaşılacak olandır.  

***   

Gördüğünüz gibi bugünlerde de:

Akdeniz'de savaş gemileri suları köpürtüyor, sular çok sıcak... 

Savaş uçakları "it dalaşında" zikzaklar çizerek meydan okuyor. 

ABD, Rusya, Fransa, İtalya Almanya... dünyanın tüm egemen, emperyal, zalim, karanlık güçleri ile kukla olmuş işbirlikçileri el ele tutuşmuş, yeni pazarlar arıyor...  


(Sözümüz bitmedi devamı olacak) 



Diğer yazılarım: tıklayınız




21 Şubat 2020 Cuma

GÖÇMENLER

Sokakta karşılaştığınız bir insanımıza; “Ülkemizin en önemli birkaç sorununu söyler misiniz?” diye sorunuz. Yapacağı sıralama içinde mutlaka; “sığınmacı, mülteci, göçmen, kaçak” sözcüklerinden birisi olacaktır.Bu sözcüklerin bazı farklılıkları olsa da, benzerlikleri daha çoktur, bunun için bazen “göçmen” bazen “gurbetçi” olarak kullanmak istiyorum. 

Ülkemiz hem kendi içine, hem de dışına çokça göçmen/gurbetçi göndermiş, değişik ülkelerden de çokça göçmen/gurbetçi almış ve bu acılı süreç artarak devam etmektedir. Göçe zorlayan trajediler yetmezmiş gibi, onları bir de denizde, karada ve vardıkları yerlerde bekleyen nice acılar vardır.

Bugün Suriye'de yaşanmakta olan haksız emperyal savaş nedeniyle, 4 milyon göçmen aldık, sınırımızda da milyonlarca göçmen adayı fırsat beklemekte... Ve daha dün Almanya'da gurbetçileri hedef alan ırkçı bir saldırı... 

Dünyadaki bütün emperyalist/faşist savaşlar, kendisini "insan(!)" sanan bazı kişi ve grupların öz çıkarları için çıkmış ve çıkmaktadır. Ve tüm çıkar savaşları da; "dinim, ırkım, vatanım, devletim, milletim, beka.." gibi hamaset sözleri ile başlatılır.   

Halkın duygularını kabartan çağrılar yankı bulur ve halk çocukları, 
kinle bilenerek tanımadığı, bilmediği başka coğrafyalardaki suçsuz günahsız halklara düşmanı olarak savaşa gönderilir. Düşman ilan edilen mazlum halkın; malı talan, çocuk-kadın-yaşlı-gençler katledilir... insanlık suçu büyük acılar yaşatılır...

O kandırılmış askerlerin bazıları bu savaşta ölür, bazıları yaralı-sakat-sağ kalır. Fakat sağ kalanlar (yaşananları unutamaz) bunun için ömür boyu bir "suçlu" olarak vicdan azabı içinde yaşarlar. 

Acımasız-haksız savaşlar, baskı, zulüm, sömürü, yoksulluk, ölüm korkusu ve bir de doğal felaketler göç etmeyi zorunlu kılmaktadır. İ
nsanlar; güvende değil, işsiz karınları aç, ailesi için gelecekte huzurlu bir yaşam olmayacağını anlamış, böylece tek seçenekleri olmuştur göç. Yaşamak için, bir umut kapısı olarak gurbet ellere giderler.

Yoksa;

Kim; doğduğu evi, komşularını, hayvanlarını, bağ-bahçe-tarla-
coğrafyasını, anılarını, hayallerini, bırakıp, bilinmedik diyarlarda sığıntı olmak ister?!... 

Kim; dilini, töresini, bilmediği yaban ellerde işsiz, güvencesiz bir  gurbetçi olmak ister?!... 

EN ÜST KİMLİK İNSANLIKTIR

Bazı insanlar göçleri doğuran nedenleri bilmiyor, bazıları göçleri, kendi yoksulluklarının sebebi biliyor, bazıları da kimlikleri öne çıkarıp; ırkı, dini, kültürü ve yaşam tarzına uymadığı ... için göçmenlere dostça bakmıyor ve onları çevrelerinde görmek istemiyorlar. Fakat, dünya barışını yok edip, göçleri zorunlu kılanlar ile kendilerini yoksul bırakanların aynı emperyalistler, aynı işbirlikçiler ve haksız savaşlar olduğunu bilmiyorlar. 

Evet, her insanın birçok kimliği vardır, fakat en kapsayıcı olan kimlik insanlıktır. Ancak bu kimlik etrafında birleşmek dünyaya huzur ve barışı getirir.

Zorunlu nedenlerle evini toprağını terk eden göçmenler, ister kendi ülkesi içinde, ister ülke sınırları dışına çıksınlar, onlar için artık sınırların hiçbir önemi yoktur. Çünkü onu var eden damarları, kökleri kopmuştur ve artık o gittiği yerde bir gurbetçi olmuştur.   

GÖÇMENLERİN HAYATI

Bazı göçmenler; “karnım nerede doyarsa vatanım orasıdır” dese de, siz inanmayın onlara. O gurbetçi, kendi coğrafyası uzağında yaşarken içindeki özlemleri saklı tutarak, buralara kök salıp, dal-budak vermeye çalışsa da… O, zorunlu bir sürgün, bir tutuklu gibi düşünür/görür kendini.  O, yaşama merhaba dediği coğrafyasını sürekli olarak rüyalarında, hayallerinde gizli gizli yaşatır, yüceltir, kutsar kendince.

Göçmenlerin karşısına aşılması zor engeller çıkar, bu engelleri aşmak için de öncelikler sıralamasını değişmek zorundadır. Artık hayallere, sevgiye, aşka, hobilere ayıracak zamanı çok çok azalmış, yaşam savaşı ön sırayı almıştır. Çoluk çocuğu ile gurbet elde 'sıla' özlemi çekip, için için yansa da… O, özlemlerini kendine saklar, gizli-açık kendisi ile fısır fısır konuşur ve dertleşir.

Rüyalarında, geldiği yerin dağları, yaylaları üstünde; koşar/uçar, serin pınarlardan su içer, arkadaşları, komşuları ile buluşur, konuşur... Öper, koklar, kuzularını oğlaklarını, başaklı tarla ve bahçelerde dolaşır, meyveler koparır dalından...

Rüyaların sevinci daha onu dinlendiremeden, yeni güne yorgun başlar. Hele de duyguları ona; “çevrendekiler seni istemiyor, her an göz hapsindesin, hep seni konuşup, çekiştiriyorlar... diye fısıldıyorsa…

Başı öne eğik kapı çalıp, iş ararken, kuşkucu söz ve bakışlarla sorgulandığını hisseder kahrolur. Kimse “ben olsaydım ne yapardım” diye duygudaş olmaz ona...Kimi “ne işin var buralarda, memleketine git” der. Kimisi de acıyarak sadaka vermek ister…

Gün boyu yara alır, onuru zedelenir, boğazı düğümlenir nefessiz kalır. İçine akıttığı gözyaşlarının da hiçbir faydası dokunmaz ona… Olanlar, söylenenler, hor görmeler, git demeler, ondaki yaşam tutkusunu, alıp gitse de… O, yaşamak zorundadır, hele de bakacak ailesi ve çocukları varsa...

Alıp başını gitse, başka gurbetlerin gurbetçisi olması da kolay değil ki!... 

Ve eğer şanslıysa; barınacak bir yer, karın doyuracak bir iş bulur.

***

Gurbetçiler bir iş bulsalar da, yaşamsal öncelik sıralamasında kendileri için önde bir yer bulamazlar. Bu kez, varsa çocukları, yoksa da doğacak olanlara öncelik sırasını vermek ve onlar için bir gelecek kurgulamak zorundadırlar.

Eğer zorlukların, zalimliklerin bittiğini, çocukları için güvenli bir gelecek olacağını anlasa hemen uçup gitmek ister doğduğu yerlere… Bu duygu ile "haydi" diyecek olur, yine başaramaz. Çünkü çocukları bu coğrafyanın havası, suyu, yaşayışına alışmıştır, söküp alamaz onları buradan, çaresiz kalmıştır artık.

Gurbetçilerin sırtında kambur oluşturan yükler; hem sosyal, hem ekonomik, hem politik, hem de psikolojiktir. Bu yüklerin en zalimi, en utanç verici, en çok yaralayanı ise, kimlik baskısı veya bilindik ismiyle faşizmdir

Gurbetçiler, bedeli çok ağır olan kara faturalar için; canlarını, mallarını, topraklarını, gururlarını, duygularını ödeyerek yaşama tutunmaya çalışan yaralı insanlardır.

Eyyy gurbetçilere, göçmenlere düşman olanlar!..

Niçin gurbetçilere kimlik baskısı yapıyorsunuz?

Bizler de tüm “insanlık” olarak bu ağır faturanın suç ortaklarıyız!...

Çünkü bizler insanlık olarak...

El ele verip; emperyalizme, faşizme, savaşlara, sömürüye, "DUR!.."

Savaş sevicilerine, "GİT!..."

Yoksulluğa "YOK OL!.."  

Demedik/diyemedik.

Şimdi neden koro olmuş, gurbetçilere "GİT!.." diyoruz?

Diğer yazılarım:tıklayınız