Sokakta karşılaştığınız bir insanımıza; “Ülkemizin en önemli birkaç sorununu söyler
misiniz?” diye sorunuz. Yapacağı sıralama içinde mutlaka; “sığınmacı, mülteci, göçmen, kaçak” sözcüklerinden
birisi olacaktır.Bu sözcüklerin bazı farklılıkları olsa da,
benzerlikleri daha çoktur, bunun için bazen “göçmen” bazen “gurbetçi”
olarak kullanmak istiyorum.
Ülkemiz hem kendi içine, hem de dışına çokça göçmen/gurbetçi göndermiş, değişik ülkelerden de çokça göçmen/gurbetçi almış ve bu acılı süreç artarak devam etmektedir. Göçe zorlayan trajediler yetmezmiş gibi, onları bir de denizde, karada ve vardıkları yerlerde bekleyen nice acılar vardır.
Bugün Suriye'de yaşanmakta olan haksız emperyal savaş nedeniyle, 4 milyon göçmen aldık, sınırımızda da milyonlarca göçmen adayı fırsat beklemekte... Ve daha dün Almanya'da gurbetçileri hedef alan ırkçı bir saldırı...
Dünyadaki bütün emperyalist/faşist savaşlar,
kendisini "insan(!)" sanan bazı kişi ve grupların öz çıkarları için
çıkmış ve çıkmaktadır. Ve tüm çıkar savaşları da; "dinim, ırkım, vatanım, devletim, milletim, beka.." gibi hamaset sözleri ile başlatılır.
Halkın duygularını kabartan çağrılar yankı bulur ve halk
çocukları, kinle bilenerek tanımadığı, bilmediği başka coğrafyalardaki suçsuz günahsız halklara
düşmanı olarak savaşa gönderilir. Düşman ilan edilen mazlum halkın;
malı talan, çocuk-kadın-yaşlı-gençler katledilir... insanlık suçu büyük acılar
yaşatılır...
O kandırılmış askerlerin bazıları bu savaşta ölür, bazıları yaralı-sakat-sağ kalır. Fakat sağ kalanlar (yaşananları unutamaz) bunun için ömür boyu bir "suçlu" olarak vicdan
azabı içinde yaşarlar.
Acımasız-haksız savaşlar, baskı, zulüm, sömürü, yoksulluk, ölüm korkusu ve bir de doğal
felaketler göç etmeyi zorunlu kılmaktadır. İnsanlar; güvende değil, işsiz karınları aç, ailesi için gelecekte huzurlu bir yaşam olmayacağını anlamış, böylece tek seçenekleri olmuştur göç. Yaşamak için, bir umut kapısı olarak gurbet ellere giderler.
Yoksa;
Kim; doğduğu evi, komşularını, hayvanlarını, bağ-bahçe-tarla-coğrafyasını, anılarını,
hayallerini, bırakıp, bilinmedik diyarlarda sığıntı
olmak ister?!...
Kim; dilini, töresini, bilmediği yaban ellerde işsiz, güvencesiz bir
gurbetçi olmak ister?!...
EN ÜST KİMLİK İNSANLIKTIR
Bazı insanlar göçleri doğuran nedenleri bilmiyor,
bazıları göçleri, kendi yoksulluklarının sebebi biliyor, bazıları da kimlikleri öne
çıkarıp; ırkı, dini,
kültürü ve yaşam tarzına uymadığı ... için göçmenlere dostça bakmıyor ve
onları çevrelerinde görmek istemiyorlar. Fakat, dünya barışını yok edip, göçleri zorunlu kılanlar ile kendilerini yoksul bırakanların aynı emperyalistler, aynı işbirlikçiler ve haksız savaşlar olduğunu bilmiyorlar.
Evet, her insanın birçok kimliği vardır, fakat en kapsayıcı olan kimlik insanlıktır. Ancak bu kimlik etrafında birleşmek dünyaya huzur ve barışı getirir.
Zorunlu nedenlerle evini toprağını terk eden göçmenler,
ister kendi ülkesi içinde, ister ülke sınırları dışına çıksınlar, onlar için
artık sınırların hiçbir önemi yoktur. Çünkü onu var eden damarları, kökleri
kopmuştur ve artık o gittiği yerde bir gurbetçi olmuştur.
GÖÇMENLERİN HAYATI
Bazı göçmenler; “karnım nerede doyarsa vatanım orasıdır” dese de, siz inanmayın onlara. O gurbetçi, kendi
coğrafyası uzağında yaşarken içindeki özlemleri saklı tutarak, buralara kök
salıp, dal-budak vermeye çalışsa da… O, zorunlu bir sürgün, bir tutuklu gibi
düşünür/görür kendini. O, yaşama merhaba dediği coğrafyasını sürekli
olarak rüyalarında, hayallerinde gizli gizli yaşatır, yüceltir, kutsar
kendince.
Göçmenlerin karşısına aşılması zor engeller çıkar,
bu engelleri aşmak için de öncelikler sıralamasını değişmek zorundadır. Artık
hayallere, sevgiye, aşka, hobilere ayıracak zamanı çok çok azalmış, yaşam
savaşı ön sırayı almıştır. Çoluk çocuğu ile gurbet elde 'sıla' özlemi çekip, için için yansa da… O, özlemlerini kendine saklar, gizli-açık kendisi ile fısır
fısır konuşur ve dertleşir.
Rüyalarında, geldiği yerin dağları, yaylaları
üstünde; koşar/uçar, serin pınarlardan su içer, arkadaşları, komşuları ile buluşur,
konuşur... Öper, koklar, kuzularını oğlaklarını, başaklı tarla ve bahçelerde dolaşır, meyveler koparır dalından...
Rüyaların sevinci daha onu dinlendiremeden, yeni güne yorgun başlar. Hele de duyguları ona; “çevrendekiler
seni istemiyor, her an göz hapsindesin, hep seni konuşup, çekiştiriyorlar...”
diye fısıldıyorsa…
Başı öne eğik kapı
çalıp, iş ararken, kuşkucu söz ve bakışlarla sorgulandığını hisseder kahrolur. Kimse “ben
olsaydım ne yapardım” diye duygudaş olmaz ona...Kimi “ne işin
var buralarda, memleketine git” der. Kimisi de acıyarak sadaka vermek ister…
Gün boyu yara alır, onuru zedelenir, boğazı
düğümlenir nefessiz kalır. İçine akıttığı gözyaşlarının da hiçbir faydası dokunmaz ona… Olanlar, söylenenler, hor görmeler, git demeler, ondaki yaşam
tutkusunu, alıp gitse de… O, yaşamak zorundadır, hele de bakacak ailesi ve çocukları varsa...
Alıp başını gitse, başka gurbetlerin gurbetçisi
olması da kolay değil ki!...
Ve eğer şanslıysa; barınacak bir yer, karın
doyuracak bir iş bulur.
***
Gurbetçiler bir iş bulsalar da, yaşamsal öncelik sıralamasında kendileri
için önde bir yer bulamazlar. Bu kez, varsa çocukları, yoksa da doğacak
olanlara öncelik sırasını vermek ve onlar için bir gelecek kurgulamak
zorundadırlar.
Eğer zorlukların, zalimliklerin bittiğini, çocukları
için güvenli bir gelecek olacağını anlasa hemen uçup gitmek ister doğduğu yerlere…
Bu duygu ile "haydi" diyecek olur, yine başaramaz. Çünkü çocukları bu coğrafyanın
havası, suyu, yaşayışına alışmıştır, söküp alamaz onları buradan, çaresiz kalmıştır
artık.
Gurbetçilerin sırtında kambur oluşturan yükler; hem
sosyal, hem ekonomik, hem politik, hem de psikolojiktir. Bu yüklerin en zalimi,
en utanç verici, en çok yaralayanı ise, kimlik baskısı veya
bilindik ismiyle faşizmdir…
Gurbetçiler, bedeli çok ağır olan kara faturalar için; canlarını, mallarını, topraklarını, gururlarını, duygularını ödeyerek yaşama
tutunmaya çalışan yaralı insanlardır.
Eyyy gurbetçilere, göçmenlere düşman olanlar!..
Niçin gurbetçilere kimlik baskısı yapıyorsunuz?
Bizler de tüm “insanlık” olarak bu ağır faturanın suç ortaklarıyız!...
Çünkü bizler insanlık olarak...
El ele verip; emperyalizme, faşizme, savaşlara, sömürüye, "DUR!.."
Savaş sevicilerine, "GİT!..."
Yoksulluğa "YOK OL!.."
Demedik/diyemedik.
Şimdi neden koro olmuş, gurbetçilere "GİT!.." diyoruz?
Sokakta karşılaştığınız bir insanımıza; “Ülkemizin en önemli birkaç sorununu söyler
misiniz?” diye sorunuz. Yapacağı sıralama içinde mutlaka; “sığınmacı, mülteci, göçmen, kaçak” sözcüklerinden
birisi olacaktır.Bu sözcüklerin bazı farklılıkları olsa da,
benzerlikleri daha çoktur, bunun için bazen “göçmen” bazen “gurbetçi”
olarak kullanmak istiyorum.
Ülkemiz hem kendi içine, hem de dışına çokça göçmen/gurbetçi göndermiş, değişik ülkelerden de çokça göçmen/gurbetçi almış ve bu acılı süreç artarak devam etmektedir. Göçe zorlayan trajediler yetmezmiş gibi, onları bir de denizde, karada ve vardıkları yerlerde bekleyen nice acılar vardır.
Bugün Suriye'de yaşanmakta olan haksız emperyal savaş nedeniyle, 4 milyon göçmen aldık, sınırımızda da milyonlarca göçmen adayı fırsat beklemekte... Ve daha dün Almanya'da gurbetçileri hedef alan ırkçı bir saldırı...
Ülkemiz hem kendi içine, hem de dışına çokça göçmen/gurbetçi göndermiş, değişik ülkelerden de çokça göçmen/gurbetçi almış ve bu acılı süreç artarak devam etmektedir. Göçe zorlayan trajediler yetmezmiş gibi, onları bir de denizde, karada ve vardıkları yerlerde bekleyen nice acılar vardır.
Bugün Suriye'de yaşanmakta olan haksız emperyal savaş nedeniyle, 4 milyon göçmen aldık, sınırımızda da milyonlarca göçmen adayı fırsat beklemekte... Ve daha dün Almanya'da gurbetçileri hedef alan ırkçı bir saldırı...
Dünyadaki bütün emperyalist/faşist savaşlar,
kendisini "insan(!)" sanan bazı kişi ve grupların öz çıkarları için
çıkmış ve çıkmaktadır. Ve tüm çıkar savaşları da; "dinim, ırkım, vatanım, devletim, milletim, beka.." gibi hamaset sözleri ile başlatılır.
Halkın duygularını kabartan çağrılar yankı bulur ve halk çocukları, kinle bilenerek tanımadığı, bilmediği başka coğrafyalardaki suçsuz günahsız halklara düşmanı olarak savaşa gönderilir. Düşman ilan edilen mazlum halkın; malı talan, çocuk-kadın-yaşlı-gençler katledilir... insanlık suçu büyük acılar yaşatılır...
O kandırılmış askerlerin bazıları bu savaşta ölür, bazıları yaralı-sakat-sağ kalır. Fakat sağ kalanlar (yaşananları unutamaz) bunun için ömür boyu bir "suçlu" olarak vicdan
azabı içinde yaşarlar.
Acımasız-haksız savaşlar, baskı, zulüm, sömürü, yoksulluk, ölüm korkusu ve bir de doğal felaketler göç etmeyi zorunlu kılmaktadır. İnsanlar; güvende değil, işsiz karınları aç, ailesi için gelecekte huzurlu bir yaşam olmayacağını anlamış, böylece tek seçenekleri olmuştur göç. Yaşamak için, bir umut kapısı olarak gurbet ellere giderler.
Yoksa;
Kim; doğduğu evi, komşularını, hayvanlarını, bağ-bahçe-tarla-coğrafyasını, anılarını, hayallerini, bırakıp, bilinmedik diyarlarda sığıntı olmak ister?!...
Kim; dilini, töresini, bilmediği yaban ellerde işsiz, güvencesiz bir gurbetçi olmak ister?!...
EN ÜST KİMLİK İNSANLIKTIR
Bazı insanlar göçleri doğuran nedenleri bilmiyor,
bazıları göçleri, kendi yoksulluklarının sebebi biliyor, bazıları da kimlikleri öne
çıkarıp; ırkı, dini,
kültürü ve yaşam tarzına uymadığı ... için göçmenlere dostça bakmıyor ve
onları çevrelerinde görmek istemiyorlar. Fakat, dünya barışını yok edip, göçleri zorunlu kılanlar ile kendilerini yoksul bırakanların aynı emperyalistler, aynı işbirlikçiler ve haksız savaşlar olduğunu bilmiyorlar.
Evet, her insanın birçok kimliği vardır, fakat en kapsayıcı olan kimlik insanlıktır. Ancak bu kimlik etrafında birleşmek dünyaya huzur ve barışı getirir.
Zorunlu nedenlerle evini toprağını terk eden göçmenler,
ister kendi ülkesi içinde, ister ülke sınırları dışına çıksınlar, onlar için
artık sınırların hiçbir önemi yoktur. Çünkü onu var eden damarları, kökleri
kopmuştur ve artık o gittiği yerde bir gurbetçi olmuştur.
GÖÇMENLERİN HAYATI
Bazı göçmenler; “karnım nerede doyarsa vatanım orasıdır” dese de, siz inanmayın onlara. O gurbetçi, kendi
coğrafyası uzağında yaşarken içindeki özlemleri saklı tutarak, buralara kök
salıp, dal-budak vermeye çalışsa da… O, zorunlu bir sürgün, bir tutuklu gibi
düşünür/görür kendini. O, yaşama merhaba dediği coğrafyasını sürekli
olarak rüyalarında, hayallerinde gizli gizli yaşatır, yüceltir, kutsar
kendince.
Göçmenlerin karşısına aşılması zor engeller çıkar, bu engelleri aşmak için de öncelikler sıralamasını değişmek zorundadır. Artık hayallere, sevgiye, aşka, hobilere ayıracak zamanı çok çok azalmış, yaşam savaşı ön sırayı almıştır. Çoluk çocuğu ile gurbet elde 'sıla' özlemi çekip, için için yansa da… O, özlemlerini kendine saklar, gizli-açık kendisi ile fısır fısır konuşur ve dertleşir.
Rüyalarında, geldiği yerin dağları, yaylaları
üstünde; koşar/uçar, serin pınarlardan su içer, arkadaşları, komşuları ile buluşur,
konuşur... Öper, koklar, kuzularını oğlaklarını, başaklı tarla ve bahçelerde dolaşır, meyveler koparır dalından...
Rüyaların sevinci daha onu dinlendiremeden, yeni güne yorgun başlar. Hele de duyguları ona; “çevrendekiler
seni istemiyor, her an göz hapsindesin, hep seni konuşup, çekiştiriyorlar...”
diye fısıldıyorsa…
Başı öne eğik kapı çalıp, iş ararken, kuşkucu söz ve bakışlarla sorgulandığını hisseder kahrolur. Kimse “ben olsaydım ne yapardım” diye duygudaş olmaz ona...Kimi “ne işin var buralarda, memleketine git” der. Kimisi de acıyarak sadaka vermek ister…
Gün boyu yara alır, onuru zedelenir, boğazı
düğümlenir nefessiz kalır. İçine akıttığı gözyaşlarının da hiçbir faydası dokunmaz ona… Olanlar, söylenenler, hor görmeler, git demeler, ondaki yaşam
tutkusunu, alıp gitse de… O, yaşamak zorundadır, hele de bakacak ailesi ve çocukları varsa...
Alıp başını gitse, başka gurbetlerin gurbetçisi
olması da kolay değil ki!...
Ve eğer şanslıysa; barınacak bir yer, karın
doyuracak bir iş bulur.
***
Gurbetçiler bir iş bulsalar da, yaşamsal öncelik sıralamasında kendileri
için önde bir yer bulamazlar. Bu kez, varsa çocukları, yoksa da doğacak
olanlara öncelik sırasını vermek ve onlar için bir gelecek kurgulamak
zorundadırlar.
Eğer zorlukların, zalimliklerin bittiğini, çocukları
için güvenli bir gelecek olacağını anlasa hemen uçup gitmek ister doğduğu yerlere…
Bu duygu ile "haydi" diyecek olur, yine başaramaz. Çünkü çocukları bu coğrafyanın
havası, suyu, yaşayışına alışmıştır, söküp alamaz onları buradan, çaresiz kalmıştır
artık.
Gurbetçilerin sırtında kambur oluşturan yükler; hem
sosyal, hem ekonomik, hem politik, hem de psikolojiktir. Bu yüklerin en zalimi,
en utanç verici, en çok yaralayanı ise, kimlik baskısı veya
bilindik ismiyle faşizmdir…
Gurbetçiler, bedeli çok ağır olan kara faturalar için; canlarını, mallarını, topraklarını, gururlarını, duygularını ödeyerek yaşama
tutunmaya çalışan yaralı insanlardır.
Eyyy gurbetçilere, göçmenlere düşman olanlar!..
Niçin gurbetçilere kimlik baskısı yapıyorsunuz?
Bizler de tüm “insanlık” olarak bu ağır faturanın suç ortaklarıyız!...
Çünkü bizler insanlık olarak...
El ele verip; emperyalizme, faşizme, savaşlara, sömürüye, "DUR!.."
Savaş sevicilerine, "GİT!..."
Yoksulluğa "YOK OL!.."
Demedik/diyemedik.
Şimdi neden koro olmuş, gurbetçilere "GİT!.." diyoruz?
Diğer yazılarım:tıklayınız
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder