Kayyum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kayyum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Nisan 2024 Pazar

Seçim - Bayram ve Halkın Sesi





23 Mart 2024 Cumartesi

Kılıçdaroğlu Kaybetti!

 

Bu, aylardır isteyip de sürekli ertelediğim gecikmiş bir yazıdır aslında.

Belki de sonucu: "Korkak Bezirgân Ne Kâr Eder Ne Ziyan" atasözünün bir doğrulaması kabul edip hiç yazmayabilirdim.

Fakat hiç de öyle olmadı yani atasözü doğrulanamadı. Çünkü, bu sonuç bir kâr sağlamadığı gibi ahlaki ve insani değerlere çokça zarar verdi.

İşte bu duygularla ben de iki soru sorup, okuyucularımın cevap vermesini beklemeden, iki de cevap vermek istiyorum. Çünkü okuyucuların yerine vereceğim iki cevabın da onaylayacağını düşünüyorum.

İşte, o iki soru ile cevapları:

Soru 1: Sizler, 28 Haziran 2023 Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları için TV kanallarınca hazırlanıp ekranlarda gösterilen Türkiye haritasını gördünüz mü?

-Bu soruya hepinizin cevabı: 'EVET!' olacaktır.

Soru 2: Peki, sözü edilen haritada; Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı tüm yerlerin: muhalefeti temsil eden 'kırmızı' renkle boyandığını da gördünüz mü?

- Biliyorum bu soruya da hepiniz: 'EVET!' diyeceksiniz.

Hiçbir karşı çıkış olmadığı için devam ediyorum:

Ve şimdi de diyorum ki, eğer o haritadaki 'kırmızı' renk dile gelseydi: "Bu coğrafyada yıllardan beridir, ne ana muhalefet partisi CHP ne de altılı masadaki diğer paydaşlarının pek taraftarı yoktu. Fakat halk bu seçimde onlara 'Merhaba' dedi, onların adayı Kılıçdaroğlu'nu adayları kabul edip ona çok yüksek oranda OY verdi!.." derdi.

Buraya kadar hep ben sordum ben cevapladım ve karşı çıkan olmadığına göre: 'anlaştık' diyebilirim.

Nerede kalmıştık?

-Seçim bitti ve Kılıçdaroğlu kaybetti!

Ve bu sonuç oy verenlere uzun süre: Oy! Oy! dedirtti.

O halde biz yeniden o haritada gördüklerimize bakıp devam edelim:

Çünkü burada, ülkemizin iç barışını yok etmeyi amaçlayan çatışmacı bir korku iklimine, onun yapay algılarla oluşturduğu önyargılara karşı boyun eğmek istemeyen halkın verdiği önemli mesajlar var.

Eğer bu mesajları görmez, anlamazsak o zaman da ülkemizin kördüğüm olmuş sorunları gün görmez ve çözümsüz kalır.

Sorumuz şudur:

Kürtler, bu altılı muhalefete neden 'merhaba' dedi ve adaylarına niçin 'oy' verdi?

Bu soruyu da (farklı görüşlere açık olarak) hemen cevaplıyorum.

Fakat cevap vermeden önce de bir ön açıklama yapmalıyım. Şöyle ki;
Kürtler, CHP lideri Kılıçdaroğlu'na destek verirken, onun geçmişte:
*Kürt sorunun çözümü için (yani barış olmasına) katkı vermediğini...
*Haksız savaş politikalarına ve teskerelere destek verdiğini...
*YSK'nın hukuk dışı kararlarına boyun eğdiğini...
*Dokunulmazlıkların kaldırılmasını onayladığını...
*Halk iradesinin gaspı eden 'Kayyum' uygulamalarına sessiz kaldığını...
*3. defa Cumhurbaşkanlığı adaylığını...
*Ve benzeri pek çok konu/duruma: "Anayasaya aykırı ama EVET!" diyen bir kişi olduğunu biliyorlardı.

İşte tüm bunları bile bile ona oy verdiler.

Neden mi?

Çünkü Kürtler, Kılıçdaroğlu'nun:
*2023 seçimini eğer Kılıçdaroğlu kazanırsa, Kürt sorununa yeni çözüm (çareseriya nû), yeni bir yol (rêyeke nû) bulabileceğini...
*Geçmişin karanlıklarına ayna tutacağını...
*Mağdurlarla helalleşeceğini...
*Çatışmaları bitireceğini...
*AKP+MHP ortaklığı ile bitirilen 'barış iklimini' başlatacağını...
*"Bal tutan parmağını yalar" bir kişi olmadığını... DÜŞÜNMÜŞLERDİ.

İşte bunun için de SHP'den sonra, bölgede hiç varlık gösteremeyen CHP'ye 'merhaba' deyip, liderine en yüksek oranda 'evet' oy verdiler.

* * *

Seçim olmadan önce, Kılıçdaroğlu, mutfağında Kürtlere el uzatıyordu. Kürtler, yaşananları unutmamış olsa da: "demek ki pişman olmuş"
diyerek onun uzattığı eli tutmak istedi ve öyle de yaptılar.

Meğer aynı günlerde Sn. Kılıçdaroğlu, (hem Machiavelli'ye özenmiş hem de okul arkadaşı Bahçeli'ye yakın olmak için) kapalı kapılar ardındaki dehlizlerde: Ümit Özdağ ile 'kirli' pazarlık yapıyor ve 'gizli' bir anlaşma imzalıyormuş!

Özdağ’a verilen 'devlet sözü' gereğince; Turancı kadrolar görev alacak: Kürtlerin insan hakları, kültürleriyle birlikte yok sayılacak, 'helalleşme' de unutulacakmış!...

Yeni bir oyun, yeni bir tuzak, yeniden aldatılmıştı Kürtler!

Özdağ, bu utanç belgesini açıklayınca da; Kılıçdaroğlu ne bir pişmanlık duydu ne de bir özeleştiri yaptı. Sadece susarak kabul etti.

Böylece anlaşıldı Kılıçdaroğlu'nun dürüst ve samimi olmadığı!
 
Ve böylece Kılıçdaroğlu tarihteki: 'bir varmış bir yokmuş' oldu!

İşte: Kılıçdaroğlu'nun: barışçılığı, erdemliği ve dürüstlüğü(!)

İşte, onun utanç duyulması gereken 'gizli' uzlaşısı ve anlayışı!

İşte, Dolmabahçe'de devrilen masanın bir benzeri!

Yine odaktalar fakat yine saha dışı bırakılmış Kürtler!

Kürtler yıllardır eşit-özgür vatandaşlık ve BARIŞ istiyorlar. 

Çünkü barış; tüm dargınlıklara, çatışmalara, savaşlara çözüm bulur.

Fakat bu barış istekleri; öfke, kin, düşmanca bastırılmak isteniyor.  

Savaşı seviyorlar; dargınlık, çatışma, acı, yokluk, kin, düşmanlık, ölüm kaynağı savaşı!

Bakınız Leyla Zana, daha dün Diyarbakır'daki Newroz konuşmasında milyonu aşkın insana sordu onlar hep birlikte: "Barışçı bir çözüme evet" dedi.

Peki, aynı soruyu şimdiki iktidara ve bugünkü muhalefete de sorarsak ne derler acaba?!.. 

**

Bir hafta sonra yeni bir seçim var! 

Dilerim ki bu seçimde barış kazansın. 

Sait Faik Abasıyanık: "Bir insanı sevmekle başlar her şey." diyerek sevginin yaşatan sonsuz gücünü anlatır.

Çünkü sevgi barıştır, kucaklar, korur, çoğaltır ve yaşatır her varlığı. 

Oysa, savaş zalimlerin işidir onlar; yakar, yıkar, yok eder ve sadece acı, kin düşmanlık, ölüm üretirler. 

Ayrımsız olarak ve hep birlikte: sevgiye, dostluğa, özgürlüğe, barışa götüren yolun yolcusu olalım.

12 Kasım 2023 Pazar

Cumhuriyet 100 Yaşında!


Branşımız ayrı, mesleğimiz aynı olan, çok sevip saydığım bir büyüğüm-dostum aradı. 

Onun branşı edebiyat, sözü ve kalemi güçlüdür. 

Uzunca bir sohbet yapmak istediğini, fakat okuldan gelecek torununu beklediği için zamanı kısıtlı olduğundan, uzun sohbeti başka güne bırakalım dedi, sonra da:
 
"YILGINLIK YOK!" yazını okudum çok beğendim, fakat yazının girişinde beni şaşırtan bir tuhaflık var! 

Ne demek istiyorsun?" dedi.

Anladım!

Sık sık eleştiri ve övgüler aldığım abiye saygı duydum.

Ve birden üç eğitimciyi anımsadım-düşündüm.

*Birincisi:

Öğretmen-yazar-gazeteci Necmettin Salaz! Yakın zamanda ölmüştü. Onun, niçin "Kürtmüşüz" adlı bir kitap yazdığını ve Van'daki cenaze törenine, sadece 50 yaş üstü olanlar alındığını anımsadım. 

*İkincisi: 

Mizgîn Yalçın (Seçmeli Kürtçe Öğretmeni), mesleği için sosyal medyada "Kurdi Online" hesabı açmış. Kürtçe öğretimine yönelik videolarıyla ün kazanmış ve 76 bin takipçisi olmuş. 2021 yılında da: "En İyi Youtuber Eğitmen Ödülü" almış. Şimdi bu üretici öğretmen, sosyal medyada linç edilmek isteniyormuş! 

Neden? 

*Üçüncüsü: 
 
Meslektaşım olan abi. Acaba ben, bu abiye tuhaf gelen ve onu şaşırtan ne yazmışım? 

İşte o yazının ilk dört satırı:

İyi günler! 
Rojbaş!
Selam size sevgili kardeş ve dostlarım!
Slav ji wera bra û hevalên delal! 

Hepsi bu! Kardeş ve arkadaşlar için yazılmış selamlaşma cümleleri! 

Birinci ve üçüncü cümleyi: öğrenim gördüğüm Türkçe ile, ikinci ve dördüncü cümleyi ise; yok sayıldığı için alfabesi ve gramerini yeterince bilemediğim anadilim Kürtçe ile yazdım!

Ve sonra yukarıdaki üç olayı birleştirerek düşündüm.

Ve irkildim! 

O anda titrek dudaklarımdan dökülen fısıltı şuydu:

İşte, 100. yılını kutladığımız Cumhuriyetimizden insan manzaraları!    

***

Bu manzaralar 3-5 değil ki, yüzbinleri bulur, sayamayız!

Biraz da ülkemizin Cumhuriyete geçiş yıllarına bakalım: 

Birinci dünya savaşında, pek çok kimlik ve inancın bulunduğu, büyük fakat güçsüz Osmanlı İmparatorluğu yenik, emperyalist güçler galiptir! 

Osmanlı imparatorluğu parçalanmış, orduları dağıtılmış, başkenti ile bazı bölge ve kentleri talan ve işgal edilmiştir. 

Böyle bir ortamda, Osmanlı subayı Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919 günü görevli olarak Samsun'a gider. Ve O, sarayın verdiği görevi değil, işgal edilen yurdunu düşünmektedir. 

Bu düşüncesini gerçeğe dönüştürmek için de kendisi gibi asker olan Refet Bele, Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Mersinli Cemal Paşa ile bu işgalden kurtuluş için yol-yöntem ararlar. 

Bu amaçla Anadolu'daki tüm etnik ve inanç gruplarının ağa, bey, şeyh, hoca gibi feodal liderleriyle temas kurar, toplantılar yaparlar.

Anlaşıp uzlaşınca: 21-22 Haziran 1919 Amasya genelgesini hazırlayıp peşi sıra: 23 Temmuz - 7 Ağustos 1919'da  Erzurum, 4 -11 Eylül 1919 Sivas kongreleri yapılır ve 1921 Anayasası kabul edilir. 1919-1922 yıllarında da Saray'a rağmen, halkın can ve mal katkılarıyla Kurtuluş Savaşı başlar ve işgal edilen topraklar kurtarılır. 

Bu birliktelik ve uzlaşı ortamı sağlayan 1921 Anayasasındaki demokratik ve eşitlikçi maddeler şunlardır: 

  • "Madde 1. Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.  
  • Madde 2. İcra kudreti ve teşri salâhiyeti milletin yegâne ve hakikî mümessili olan Büyük Millet Meclisinde tecelli ve temerküz eder.  
  • Madde 3.- Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve hükümeti “Büyük Millet Meclisi Hükümeti “ unvanını taşır. 
  • Madde 4. Büyük Millet Meclisi vilâyetler halkınca müntahap azâdan mürekkeptir. 
  • Madde 11.Vilâyet, mahallî umurda mânevi ve muhtariyeti haizdir..." 

Görüldüğü gibi bu kurucu Anayasa; Padişahın "tek kişi" buyruğuna bağlı yönetimine son vermiş. Çoğulculuğu esas almış, Vilayetlere muhtariyet ve yerinden yönetim yetkileri vermekle demokratik bir öz kazanmıştır. (Bugün bu demokratik hakları istemek bile 'hainlik' kabul edilmektedir)

Ancak bu uzlaşı ve barış ortamı uzun çok uzun sürmez. 1924 Anayasası kabul edilirken, Anadolu halklarına özellikle Kürtlere Amasya, Erzurum Sivas görüşmeleri ve 1921 Anayasası ile verilen söz ve demokratik haklar yok sayılmıştır.   

Böylece ülkede çok kültürlü çok dilli bir çoğulculuk kalmamıştır. Devletin sosyal hayat ve eğitim politikası: 'Güneş Dil Teorisi'dir. Ve bu 'tekçi' bir anlayıştır. 'Bir Türk Dünyaya Bedeldir', 'Ne Mutlu Türküm Diyene', diye diye büyüyenlerin tabii ki azgın bir egosu olur. (Birkaç yıl öncesine kadar 6-7 yaşından itibaren tüm öğrenciler güne 'Türküm' andıyla başlardı. Halen bunun özlemini çeken çokça insanımız var.) 

Yukarıda anlattıklarımız, bugünkü kutuplaşmalar, çatışmalar, bütçemizin çok büyük kısmının ölüm makineleri ile yok olması, yoksulluğumuz ve bugün yüksek yargıda yaşanan krizlerin tümü, bu inkarcı, yok sayan, tekçi, Türkçü anlayışa dayalı eğitimin sonucudur!    

Böylece ben/biz olanlar esas vatandaş, o/onlar ise değersiz-kimliksiz kendilerine bağımlı sayılmışlardır.  

Tekçi anlayışla herkesi kendilerine benzetme: sokakta, okulda, askerde, mecliste ... her yerde! 

Amaç: Kürdü Türkleştirmek! Aleviyi Sünni kılmak! Alevi Köyüne Cami yapmaktır! 

Bunun için laiklik, insan hakları ve özgürlükler yok oldu, hapishaneler fikir suçlularıyla doldu. 

Cumhuriyetin en önemli özelliği seçme-seçilme hakkıdır derler! Hani, nerde seçilmiş vekiller ve belediye başkanları? 

Başlatılan Kayyum düzeni nedir? 

Bu yüzden, asimile olan 15 yaşındaki öğrenci-emekçi Vanlı Necmettin Salaz, dede ve ninelerinin Türkçe bilmediğini bile bile unutur. İş yerinde tanışıp çok sevip saydığı 'abi' ona: "Siz Kürtsünüz" dediğinde, 'Türk' olduğunu, 'Kürt' denilerek aşağılandığı duygusuyla öfke nöbeti geçirir ve sevip saydığı o abiye küfürler eder! 

İşte bu yüzden "Seçmeli Kürtçe" öğretmeni Mizgîn Yalçın, sosyal medyada linç edilmek istenir! 

İşte bu yüzden meslek büyüğüm abi, bana: "... yazının girişinde beni şaşırtan bir tuhaflık var! Ne demek istiyorsun?" diyor!

FAKAT bence bu tür söylem ve eylemi olanların suçu yok, hepsi haklı! 

Çünkü onlar; çok dilli, çok kültürlü, çoğulcu bir anlayışla barış içinde büyütülmedi. 

Çünkü onlar Türkçü (tekçi) bir anlayışla eğitildiler, bu azgın egoları da bu yüzden.

Ve yazımızı bir şarkının iki dizesiyle bitirelim:

“Her geçen bir yudum aldı. / Sen hepsini iç Sultanım!”