Anadolu Liseleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anadolu Liseleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Kasım 2016 Perşembe

Öğretmenler Günü

24 Kasım mı, 5 Ekim mi?
24 Kasım 1928’de Atatürk’ün “Millet Mektepleri Başöğretmenliği” unvanı kabul etmesi nedeniyle 1981 yılından beri bu gün yurdumuzda resmi olarak Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır. (Ne acı, ne gariptir ki, bu kutlama kararını alan 12 Eylül Faşist yönetimi, nice öğretmenin görevine son vermiş, nicelerini zindanlara atmış ve mesleki örgütleri olan TÖB-DER’i kapatıp, mallarına el koymuştu.)  
5 Ekim 1966’da ise, öğretmenlerin; okul ve toplum içindeki önemleri, statüleri, temel sorunları, ele alınarak bir belge kabul edilmiştir. Bu nedenle Birleşmiş Milletler 1994 yılında Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) ve ILO’nun önerisine uyarak 5 Ekim’i, Dünya Öğretmenler Günü olarak ilan etmiştir.
Gördüğünüz gibi yurdumuz öğretmenleri bir “öğretmenler günü” ikilemi içindeler; 24 Kasım m? 5 Ekim mi? 
Günü ve tarihi çok da önemli değil… Hangi gün olursa olsun, yeter ki öğretmen; okuluna, dersliğine, sokağına, evine mutlu, onurlu ve güven içinde gitsin/gelsin.  Gidip gelsin ki, öğrencisi, velisi, köyü, kasabası, şehri herkes mutlu olsun.
***


Meslek içindeki görünümümüz:
Şimdi size üçü de farklı dünya görüşünde olan 3 öğretmen sendikasının öğretmenler için yapmış oldukları araştırmalar ve çok benzeşen sayısal sonuçlarını verelim: 
Eğitim Sen, 15 Temmuz’un başarısız faşist-dinci kalkışmandan sonra ilan edilen OHAL’in KHK’leri ile en çok zarar görmüş ve on binlerce üyesinin görevine son verilmiş olan bir sendikadır. Bu sendika, Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu OECD ülkeleri ve ülkemizin eğitime verdiği ekonomik katkıları karşılaştırıyor: OECD ülkeleri bütçelerinden eğitim için ortalama % 6 pay ayırırlarken, 2017 bütçesinde Türkiye’nin MEB için %3,54 pay ayırdığı... hatırlatmasında bulunuyor.
Eğitim-İş: 43 ilde araştırmaya katılan 707 öğretmenin;    

  •  % 83’ü mesleğinden elde ettiği gelirleri yetersiz bulduğunu, 
  •   % 75’i borçları nedeniyle mesleki veriminin düştüğünü, 
  •  % 82’si aldığı para ile çocuklarının gıda ihtiyaçlarını rahat karşılamadığını, 
  • % 71’i çocuklarının dengeli beslenemediğini, 
  • % 73’ü gelirlerinin yetersizliği nedeniyle mesleğine tam motive olamadığını, 
  • % 52’si gelirlerindeki yetersizlik nedeniyle psikolojik sorunlar yaşadığını,  
  • % 82’si son on yılda alım gücünün düştüğünü, 
  • %52’si görevden alınma korkusu yaşadığını, 
  • %66’sı öğretmenler odasında kendisini özgürce ifade edemediğini… 

Belirtmiştir.


Türk Eğitim-Sen: ankete katılan 25 bin 288 kişi katıldı öğretmenlerin;
  •  % 17.2si bankalara borcunun olmadığını, 
  •  % 13.3’ü borcundan dolayı icra takibine düştüğünü, 
  •  %23.2’si ayda, % 41’i haftada bir, % 23.9’u 2 haftada bir kırmızı et yediği, 
  •  % 25.7’si ek iş yaptığını, 
  • % 72.6’sı tatil bütçesi olmadığını, 
  •  % 92.2’si toplumda öğretmenlik mesleğinin saygın bir konumda olmadığını,
  • % 81.6’sı alım güçlerini bir önceki seneye göre azaldığını,
  • % 95.2’si öğretmenlerin sözleşmeli olarak atanmasını yanlış bulduğunu,
  • %95.8’i öğretmenlerin mülakatla atanmasına karşı çıktığını,
  • % 98’i mülakat komisyonlarının şeffaf ve adil puanlama yapmadığını,
  • % 91.6’sı öğretmen, eğitim çalışanları ve tüm memurların iş güvencesinin tehdit altında olduğunu, 
  •  % 82.7’si Mesleki sorunların psikolojik durumlarını olumsuz etkilediğini,
  • % 62.7’si toplumsal çatışmaların artıp, iç savaş olacağı endişesi yaşadığını..
Belirtmiştir.

***


Öğrenci – Okul – Veli
Öğretmenliğin varlık nedeni öğrencilerdir. Bunun içindir ki öğretmen; öğrencisi, okulu, velisi, toplumu ile birlikte vardır. Eğer onlar mutlu, onurlu ve güven içinde iseler o da…
Önceki uygulamalarını bırakıp sadece bu öğretim yılında veli, öğrenci ve öğretmenlerin çığlıkları, karşı çıkışları önemsenmeyip onların mahallelerinde bulunan pek çok okul ve 15 Temmuz sonrası kapatılan pek çok özel okul da İmam Hatip Okuluna dönüştürüldü. Ayrıca sınav kazanarak gelen seçilmiş başarılı öğrencilerin okuduğu gurur kaynağı, gözde Anadolu Liseleri’ni ele geçirmek için bu okullara sınavlarla gelen başarılı öğretmenleri başka okullara sürgün ederek “Proje Okul” safsatası ile halkı uyutmaya çalıştılar.
İki gün önce de henüz zorunlu okul çağındaki kız çocukların rızası (!) alınarak, cinsel istismarda bulunan sapıklarla evlendirilmeye yasallık kazandırmak istediler fakat kamuoyundan gelen yoğun tepkiye yenik düşüp şimdilik bu yasayı çıkarmayı ertelediler…
Yaşanmış bir örnekle bitirelim:
Ataol Behramoğlu, Aydın’da bir ortaokulda öğrenciler ile yaptığı söyleşide, “Büyüklerimiz çocuklara layık mı?” diye bir soru sorar ve tüm öğrencilerin bir ağızdan “Hayır!” dediğini duyunca da şaşır ve bu “Hayır!”ın nedenini sorar. Bir öğrenciler biri öyle bir cevap verir ki yorumlamaya sayfalar, günler haftalar yetmez, biz sadece verdiği cevapla yetinelim:
-“Değiller, çünkü işleri güçleri savaş, kavga, çekişme…”
***


“Öğretmenler Günü”
Böylesi anma günlerinde; o güne isim veren kişi veya olaylar saygı ile anılır, o günü önemli kılan kazanımlar daha da zenginleştirerek geleceğe taşınır.
Oysa, yukarıdaki araştırmaların ortaya çıkardığı ekonomik, sosyal, psikolojik sonuçlar çok ürkütücü. Öğretmenlerimizin; statüleri, toplum içindeki önemleri, sosyal, ekonomik, kültürel ve psikolojik kazanımlarında çok önemli kayıplar söz konusu…
İçeride ve dışarıda savaşların yaşandığı bu kaotik ortamda;  öğrencisi, okulu, velisi, toplumu mutsuz olan bir öğretmen hiç mutlu olabilir mi?
Eğer bir öğretmen kendini güvende göremez ve her gün meslekten atılırım endişesi içinde ise hangi günü, neyi kutlamak ister ki?     
Ülkemiz ve öğretmenlerimiz bu durumda iken, bugün için çekilen hamaset nutukları, ünlemlerle dolu abartılı şiirler ve şarkılar da olmaz olsun.

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

14 Ekim 2016 Cuma

Okullar ve Çocuklarımız Nereye Savruluyor?!..


AKP, iktidarının ilk yıllarında; “iki adım ileri bir adım geri” taktiğini izler ve kamuoyu tepkisinden çekinirdi. Şimdilerde ise, bu ürkekliği geçti, çok atak…  
  • Diyanet ve Vakıfların gölgesinde, imam hatip sistemine uyarlanmış 4+4+4 sistemine geçildi. Böylece 2004 yılındaki İmam hatipli 97.489 öğrenci sayısını günümüzde 1.201.500’ye (%1232) çıkardılar. 
  •  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AHİM) oybirliği ile “öğrencilerin bir gerekçe göstermeden Din ve Ahlak Bilgisi derslerine girmeme haklarının verilmesine”. Kararını almıştı. Hükümetin bu karara uyma zorunluluğu olduğu halde, kararı yok sayma direnişini sürdürüyor. Böylece bir inanç dayatmasında bulunarak, “laiklik” ilkesini de fiilen sonlandırmış durumdalar. 
  • Karma eğitimi (kızlı erkekli eğitim)  tamamen ortadan kaldırmak üzereler. 
  •  Kız çocukların okula devam yüzdeliğini önemli ölçüde düşürdüler. 
  •  3 yılda bir yapılan “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı”(PISA) araştırmalarında Türkiye’yi son sıralarda sabitlediler. 
  •  
Bunlar da yetmedi. Şimdi de en büyük projeleri, ülkemizin en gözde okulları olan Anadolu Liseleri’ni Proje Okulları haline getirmek: 
Önceki yıllarda bu okulların yönetimlerini değiştirmişlerdi,  şimdi de sınavla gelen öğretmenlerini almaya başladılar. Ve uygun ortam (!) yaratarak bu okullara “mülakat” ile öğrenci almanın arayışı/hesabı içindeler.
Yetmedi; Kabataş Erkek Lisesi Müdür Yardımcısı Şakir Voyvot’un “Bütün okullarımızın imam hatip lisesi gibi olması zamanı geldi…” Dediği 6 dakika 20 saniyelik konuşmasında; okullarda namaz kıldırmada yeterli olamadıkları için dernek ve vakıfları yardıma çağırdığı, taktik, plan ve amaçlarını anlattığı ortaya çıktı. Dilerseniz konuşmayı, ortamı içinde izleyip, dinleyelim: https://www.youtube.com/watch?v=7K4d97Wl5vA
Yetmedi; Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez bir parti başkanı özgüveniyle: “Toplumsal huzur ve birliğin temin edilmesi adına Başkanlık yasal yetki ve sorumlulukları genişletilmeli ve tahkim edilmelidir.” , “Camilere bağlı gençlik kolları oluşturulmalı; il ve ilçelerde gençlik rehberi adıyla yeterli kadrolar ihdas edilmeli ve bu rehberler aracılığıyla Diyanet İşleri Başkanlığı ideal bir gençliğin yetiştirilmesinde gerekli desteği vermelidir….” Gibi isteklerde bulundu. Kime özeniyorsa il-ilçelerde Camilere bağlı gençlik kolları ve gençlik rehberi arayışında!… Peki ne yapacak bunlar?!  
Bir de, belki unutunuz hatırlatmak isterim: İlim Yayma Vakfı’nın kurucusu olduğu, Sabahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Arı: “Bizde de şimdi okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Ben daha çok cahil ve okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede… Ülkeyi ayakta tutacak olanlar okumamış, hatta ilkokul bile okumamış olanlardır… Okumuşlardan korkuyorum, pratikte en tehlikeli kesim üniversite mezunlarıdır.”  Demişti.
Görüldüğü gibi, cehaleti kutsuyor ve geleceklerinin teminatı olacak cahil bir nesil istiyorlar. Herhalde, böyle bir neslin yetişmesi için de; geometrik hızla geliştirilen İmam-Hatip ikliminin uygun olabileceğini düşünüyor ve umuyorlar.
Sonuç: Orta yerde korku dolu bir sessizlik var… Sadece canı yanan bazı öğrenci, bazı öğretmen, bazı veli, bazı yazarçizerlerin, karşı çıkışları ve çığlıkları var. Büyük çoğunluk yılgın, sinik, şaşkın…

 ***
Bu iklimde özgüven yitimine uğrayan insanlar:
İktidarın iç-dış politikası çok etkili oldu. Birden bire hem içeride, hem de dışarıda savaş ortamına sürüklendik. İnsanlar önlerini göremez oldu, özgüven yitimine uğradılar…
Sizler de belki tanığı olmuş, belki konu komşunuzdan, belki de haberlerden duyup öğrenmişsinizdir: Bu iklimde yaşamanın zorlaştığını anlayan ana-babalar; anaokulundan, üniversiteye kadar her çağdaki çocuklarının geleceği için çok yoğun endişe duymaya başladılar.
Bu nedenle velilerden; çok varlıklı olanlar, çocuklarını alıp başka ülkelere göçtü, varlıklılar, ülke içinde güvenli gördükleri özel okullara verdi çocuklarını, gücü yetmeyenler ise düzenin akıntısına kapılmış kara kara düşünmekte ve çocukları mevcut devlet okulunda… Bunların hangisine kızabilir, hangisini eleştirebilirsiniz ki? Hepsi haklı!… Önce can diyor, her üç grup ana-baba da. Çünkü herkesin en değerli varlığı çocukları…
Bilirsiniz, okuyup başarılı meslek sahibi veya akademisyen olmuş tüm kişilerin geleceğe dair pek çok hayali, pek çok projesi vardır. Ülkeyi refaha kavuşturacak ve geliştirecek olan da bu hayal ve projelerin gerçekleşmesidir. Fakat bu beyinlerin, bazıları iktidarca işsiz bırakıldıklarından, bazıları da gelecekleri için endişe duyduklarından, ülkeden kaçmanın yollarını arıyor.
Artık onlara güven vermiyor, bu kara-sarı-sıcak iklim.
Tıpkı 1930’lu yıllarda Faşist Hitler’in zulmünden kaçıp Türkiye’ye sığınmış Yahudi asıllı bilim adamları gibi…
Şimdi de tarihten bir sayfayı anımsatalım:
Albert Einstein, “Yahudi Halklarının Sağlığının Korunması Vakfı” Onursal Başkanı olarak 17 Eylül 1933 günü yazdığı mektupla, T. C. Başbakanlığından; Nazi zulmünden kaçan Yahudi akademisyenlerin Türkiye’de mesleklerini icra edebilecekleri bir kuruma yerleştirilmeleri rica edilmektedir
Başbakan İsmet İnönü’nün bu mektuba olumsuz yanıt verdiği, fakat Atatürk’ün devreye  girerekk 190 Profesörün üniversitelerimizde ders vermeye başladıkları…: http://www.serenti.org/einsteinin-mektubu/
Bu bilim adamlarının, Cumhuriyet’in  yeni kurulduğu yıllarda, ülkemizin geleceğine yön verecek çok büyük katkılar sağladıkları bilinmektedir.
İşte bugün de bazı zenginlerimiz ve pek çok bilim insanımız kendi geleceklerini güvende göremedikleri için, tıpkı o zulmünden kaçıp Türkiye’ye sığınmış bilim insanları gibi gidiyorlar ve gidecekleri ülkelerin bilim-teknoloji ve sanayilerine katkı sunacaklar.
Bu durum ülkemizdeki; eğitime, ekonomiye, sanayiye, teknoloji ve bilimsel alanlardaki tüm gelişmelere büyük zararlar verecek ve çok önemli psiko-sosyal kırılmalar yaşanmasına neden olacaktır.
***

Özetle:
Anayasa dedikleri sadece raflarda bir kitap, Demokrasiden eser yok. Yasama; etkisiz, işlevsiz ve yetkisiz, … Yargı ve Eğitim sistemi çökmüş durumda…
Ülkenin bunca çözüm arayan ağır gündemi varken, bakın yine gündem değişti:
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin ile görüşmesini “Devlet Başkanları olarak konuştuk” diye özetledi. Başbakan Binali Yıldırım da Türkiye, fiili durumu hukuki duruma dönüştürmek mecburiyetindedir.  Dedi, yani; faili hukuk içine çekmek yerine, fiilen ilan edilmiş bir Başkanlık için anayasal çözüm arıyor.
Yeni gündemimiz: B A Ş K A N L I K !..
Haydi, tartışın bakalım…


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız