PISA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
PISA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Şubat 2017 Cuma

Okuduğunu Anlamamak

Okuryazar olmak; asker mektubu okuyup/yazmak, 200-300 sözcükle çocuk büyütmek/yetiştirmek, sular seller gibi ezbere şiir okumak, verilen dersi gözü kapalı sözcük/satır aktarmak, çarpım tablosunu ezberlemek, ödevini velisine yaptırmak v.b değildir.

Eğer 2015 PISA sınavları bizim, bilgiye dayalı, ezberci, öğretmen merkezli eğitim anlayışımıza uygun olarak yapılmış olsaydı: Matematik okuryazarlığında 49., Fen Bilimleri okuryazarlığında 52., Okuma Becerilerinde 50. Olmaz, daha üst sıralarda yer alırdı öğrencilerimiz...

Çağdaş dünyanın çoktan çöpe atmış olduğu o eğitim anlayışında direndiğimiz için geleceğimizin teminatı çocuklarımız henüz; okuduklarını anlamaz, anlatamaz ve fen-matematik okuryazarı olamamış durumdalar. Böyle yetişen nesiller; ne özgür düşünebilir, ne makine yapan makine yapabilir, ne de bilişim ve yazılım sektöründe başarılı olabilirler.

Kuşkusuz ki, çoğu insan kendi dilinde olmayan,  alt yazısı da bulunmayan bir TV belgeseli veya filmini izlediğinde; konuyu jest, mimik ve görseller yardımı ile anlar ve özgün anlatımı ile başkasıyla paylaşabilir.

Oysa bizim çocuklarımız o PISA sınavda, kendi ana dilinde yazılmış bir parçayı okuyup anlamamış, gördüklerini, yaşadıklarını tanımlayıp, dillendirememiş…

Geleceğimiz için bize yoğun endişeler yaşatan, işte bu korkunç durum… 

Hangi savaş bu sonuçlar kadar yıkıcı ve umut kırıcı olabilir ki?

 ***

Prof. Dr. Özgür Demirtaş, 5 Şubat 2017 günkü söyleşisinde “Evrensel Olmayan, Milli Olamaz” sloganı ile gündem oluşturmuş ve çokça alkış almıştı. Bu  güzel söyleşide bir de Anayasa önerisinde bulunmuştu. 

İşte o “3 Maddeli Anayasa” önerisinin tüm maddeleri:
1.      Ülkede yaşayan herkes; istediğine inanır, istediğine inanmaz, istediğini yer içer, istediğini yemez içmez, istediğini giyer, istediğini giymez, başkasına zarar vermeden istediğine inanır, söyler, istediğine inanmaz, söylemez ve devlet bu hakların güvencesi olmak zorundadır.
2.     1. Madde değiştirilemez ve yoruma açık değildir.
3.   Hükümetler 4-5 yılda seçilirler ne yaparlarsa yapsınlar eğer PISA sonuçlarındaki durumumuzu 5 basamak ilerletemezlerse o hükümet düşer, partisi de kapatılır.

Sn. Özgür Demirtaş, PISA sonuçlarının ülke için çok çok önemli olduğunu bildiği için, iktidarın sonlanması veya devamını PISA şartına bağlı kılmış. Böylece pusulasız olarak yol almakta olan eğitim-öğretimimizin, bilimsel bir rotaya girebileceğini düşünmüş.


***

Ne demek okuduğunu anlamamak!.. Normal yetilere sahip insanlara yakışmayan bir niteleme bu... Bu nitelikteki nesil, günümüz ve yarınlarımızda neler yaşatır?    

Peki, bu kördüğüm nasıl çözülür, daha güvenli bir gelecek nasıl kurulur? 
...

İç ve dış olaylar halkımıza, sosyal, psikolojik, ekonomik olarak çok zorluklar yaşatıyor bu günlerde… Böylesi zor günlerde iktidarların ana gündemi:

Ağır koşulların yarattığı iklimi ılımanlaştırıp, ülkeyi yaşanır kılmak değil mi? 

Ne gezer!..

Meydanlarda, ekranlarda, milletin gözünün içine baka, baka; bağırarak, tehditlerle, algılar yaratarak, sanki yaşananları olmamış gibi gösterilip unutturmaya çalıştılar,  çalışıyorlar…

Ve yersiz, zamansız, anlamsız, gereksiz olarak, yapay bir gündem dayatıldı hepimize…:

Tek adam yönetimine geçelim mi geçmeyelim mi?
(Demokrasi mi otokrasi mi?)
Oysa demokrasi oylanarak sonlandırılmaz ki, o ancak sağlanır.

Böylece tüm ülkeyi ilgilendiren ve uzlaşı ile yapılması gereken Anayasa değişikliğini, kapalı kapılar ardında sadece iki parti yönetiminin pazarlığına bağlı kıldılar.

Çıkara bağlı böylesi çabaları etik bulmasak, onamasak bile, benzerlerini sıkça yaşattıkları için belki anlayabiliriz... Fakat anlaşılmaz ve tuhaf olan; anlaşmaya varılan maddelerle, neler kaybettiklerini bilmekte olanlar veya meclis içinde olup kazanımlarını kaybetmek için yarışanlar... Onların söz, tavır ve eylemleri...

Partiler içinde, bazıları çalışarak, eziyet çekerek, bazıları alavere-dalavere-kandırma-yalvarma ile makam, koltuk, mevkiler alır böylece kimi vekil, kimi bakan olurlar. Ve işte bunlar; gizli oyu açık kılıp, etik kuralları yok saydılar, çoğunluğu oluşturan bir birlik(!) kurdular. Hem de; saç saça, yumruk yumruğa kavgalar, çığlıklar ve canhıraş çabalarla, ellerindeki yetki ve kazanımlar alınsın diye Anayasa’ya eklemeler yaptılar.

Böylece Anayasa değişikliğini (acemice oynanan bu korku piyesi gerginliği içinde) kabul ettirdiler. Ve de demokratik(!) OHAL şartlarında iki seçenekli (“evet” veya “hayır”)  olarak halkımıza sunacaklar.
 
Ha, bir de bu düzeneğin içinde hem anlaşılmaz, hem de tuhaf olarak sırıtan başka bir madde var: "18 yaştakilere vekil olma hakkı…"

Henüz üniversiteye bile gidememiş ve ergenlik fırtınaları içinde olan gençlerin umutlarına ve duygularına hitap eden, ustaca kurulmuş bir tuzak madde…

Ben, telaş içinde kendilerini yok saydırmaya çalışan (veli vesayetindeki 18 yaş öncesi haklarına razı) vekilleri ve onların "18 yaştakilere vekillik verilmesi"ni öngören anlayışlarının mantığını çözemedim, anlayan/bilen/çözen var mı? 

Yoksa vekillerimiz oyladıklarını okumuyor veya okuduklarını anlamıyor mu? 


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

14 Ekim 2016 Cuma

Okullar ve Çocuklarımız Nereye Savruluyor?!..


AKP, iktidarının ilk yıllarında; “iki adım ileri bir adım geri” taktiğini izler ve kamuoyu tepkisinden çekinirdi. Şimdilerde ise, bu ürkekliği geçti, çok atak…  
  • Diyanet ve Vakıfların gölgesinde, imam hatip sistemine uyarlanmış 4+4+4 sistemine geçildi. Böylece 2004 yılındaki İmam hatipli 97.489 öğrenci sayısını günümüzde 1.201.500’ye (%1232) çıkardılar. 
  •  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AHİM) oybirliği ile “öğrencilerin bir gerekçe göstermeden Din ve Ahlak Bilgisi derslerine girmeme haklarının verilmesine”. Kararını almıştı. Hükümetin bu karara uyma zorunluluğu olduğu halde, kararı yok sayma direnişini sürdürüyor. Böylece bir inanç dayatmasında bulunarak, “laiklik” ilkesini de fiilen sonlandırmış durumdalar. 
  • Karma eğitimi (kızlı erkekli eğitim)  tamamen ortadan kaldırmak üzereler. 
  •  Kız çocukların okula devam yüzdeliğini önemli ölçüde düşürdüler. 
  •  3 yılda bir yapılan “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı”(PISA) araştırmalarında Türkiye’yi son sıralarda sabitlediler. 
  •  
Bunlar da yetmedi. Şimdi de en büyük projeleri, ülkemizin en gözde okulları olan Anadolu Liseleri’ni Proje Okulları haline getirmek: 
Önceki yıllarda bu okulların yönetimlerini değiştirmişlerdi,  şimdi de sınavla gelen öğretmenlerini almaya başladılar. Ve uygun ortam (!) yaratarak bu okullara “mülakat” ile öğrenci almanın arayışı/hesabı içindeler.
Yetmedi; Kabataş Erkek Lisesi Müdür Yardımcısı Şakir Voyvot’un “Bütün okullarımızın imam hatip lisesi gibi olması zamanı geldi…” Dediği 6 dakika 20 saniyelik konuşmasında; okullarda namaz kıldırmada yeterli olamadıkları için dernek ve vakıfları yardıma çağırdığı, taktik, plan ve amaçlarını anlattığı ortaya çıktı. Dilerseniz konuşmayı, ortamı içinde izleyip, dinleyelim: https://www.youtube.com/watch?v=7K4d97Wl5vA
Yetmedi; Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez bir parti başkanı özgüveniyle: “Toplumsal huzur ve birliğin temin edilmesi adına Başkanlık yasal yetki ve sorumlulukları genişletilmeli ve tahkim edilmelidir.” , “Camilere bağlı gençlik kolları oluşturulmalı; il ve ilçelerde gençlik rehberi adıyla yeterli kadrolar ihdas edilmeli ve bu rehberler aracılığıyla Diyanet İşleri Başkanlığı ideal bir gençliğin yetiştirilmesinde gerekli desteği vermelidir….” Gibi isteklerde bulundu. Kime özeniyorsa il-ilçelerde Camilere bağlı gençlik kolları ve gençlik rehberi arayışında!… Peki ne yapacak bunlar?!  
Bir de, belki unutunuz hatırlatmak isterim: İlim Yayma Vakfı’nın kurucusu olduğu, Sabahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Arı: “Bizde de şimdi okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Ben daha çok cahil ve okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede… Ülkeyi ayakta tutacak olanlar okumamış, hatta ilkokul bile okumamış olanlardır… Okumuşlardan korkuyorum, pratikte en tehlikeli kesim üniversite mezunlarıdır.”  Demişti.
Görüldüğü gibi, cehaleti kutsuyor ve geleceklerinin teminatı olacak cahil bir nesil istiyorlar. Herhalde, böyle bir neslin yetişmesi için de; geometrik hızla geliştirilen İmam-Hatip ikliminin uygun olabileceğini düşünüyor ve umuyorlar.
Sonuç: Orta yerde korku dolu bir sessizlik var… Sadece canı yanan bazı öğrenci, bazı öğretmen, bazı veli, bazı yazarçizerlerin, karşı çıkışları ve çığlıkları var. Büyük çoğunluk yılgın, sinik, şaşkın…

 ***
Bu iklimde özgüven yitimine uğrayan insanlar:
İktidarın iç-dış politikası çok etkili oldu. Birden bire hem içeride, hem de dışarıda savaş ortamına sürüklendik. İnsanlar önlerini göremez oldu, özgüven yitimine uğradılar…
Sizler de belki tanığı olmuş, belki konu komşunuzdan, belki de haberlerden duyup öğrenmişsinizdir: Bu iklimde yaşamanın zorlaştığını anlayan ana-babalar; anaokulundan, üniversiteye kadar her çağdaki çocuklarının geleceği için çok yoğun endişe duymaya başladılar.
Bu nedenle velilerden; çok varlıklı olanlar, çocuklarını alıp başka ülkelere göçtü, varlıklılar, ülke içinde güvenli gördükleri özel okullara verdi çocuklarını, gücü yetmeyenler ise düzenin akıntısına kapılmış kara kara düşünmekte ve çocukları mevcut devlet okulunda… Bunların hangisine kızabilir, hangisini eleştirebilirsiniz ki? Hepsi haklı!… Önce can diyor, her üç grup ana-baba da. Çünkü herkesin en değerli varlığı çocukları…
Bilirsiniz, okuyup başarılı meslek sahibi veya akademisyen olmuş tüm kişilerin geleceğe dair pek çok hayali, pek çok projesi vardır. Ülkeyi refaha kavuşturacak ve geliştirecek olan da bu hayal ve projelerin gerçekleşmesidir. Fakat bu beyinlerin, bazıları iktidarca işsiz bırakıldıklarından, bazıları da gelecekleri için endişe duyduklarından, ülkeden kaçmanın yollarını arıyor.
Artık onlara güven vermiyor, bu kara-sarı-sıcak iklim.
Tıpkı 1930’lu yıllarda Faşist Hitler’in zulmünden kaçıp Türkiye’ye sığınmış Yahudi asıllı bilim adamları gibi…
Şimdi de tarihten bir sayfayı anımsatalım:
Albert Einstein, “Yahudi Halklarının Sağlığının Korunması Vakfı” Onursal Başkanı olarak 17 Eylül 1933 günü yazdığı mektupla, T. C. Başbakanlığından; Nazi zulmünden kaçan Yahudi akademisyenlerin Türkiye’de mesleklerini icra edebilecekleri bir kuruma yerleştirilmeleri rica edilmektedir
Başbakan İsmet İnönü’nün bu mektuba olumsuz yanıt verdiği, fakat Atatürk’ün devreye  girerekk 190 Profesörün üniversitelerimizde ders vermeye başladıkları…: http://www.serenti.org/einsteinin-mektubu/
Bu bilim adamlarının, Cumhuriyet’in  yeni kurulduğu yıllarda, ülkemizin geleceğine yön verecek çok büyük katkılar sağladıkları bilinmektedir.
İşte bugün de bazı zenginlerimiz ve pek çok bilim insanımız kendi geleceklerini güvende göremedikleri için, tıpkı o zulmünden kaçıp Türkiye’ye sığınmış bilim insanları gibi gidiyorlar ve gidecekleri ülkelerin bilim-teknoloji ve sanayilerine katkı sunacaklar.
Bu durum ülkemizdeki; eğitime, ekonomiye, sanayiye, teknoloji ve bilimsel alanlardaki tüm gelişmelere büyük zararlar verecek ve çok önemli psiko-sosyal kırılmalar yaşanmasına neden olacaktır.
***

Özetle:
Anayasa dedikleri sadece raflarda bir kitap, Demokrasiden eser yok. Yasama; etkisiz, işlevsiz ve yetkisiz, … Yargı ve Eğitim sistemi çökmüş durumda…
Ülkenin bunca çözüm arayan ağır gündemi varken, bakın yine gündem değişti:
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin ile görüşmesini “Devlet Başkanları olarak konuştuk” diye özetledi. Başbakan Binali Yıldırım da Türkiye, fiili durumu hukuki duruma dönüştürmek mecburiyetindedir.  Dedi, yani; faili hukuk içine çekmek yerine, fiilen ilan edilmiş bir Başkanlık için anayasal çözüm arıyor.
Yeni gündemimiz: B A Ş K A N L I K !..
Haydi, tartışın bakalım…


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız