AKP, iktidarının ilk yıllarında;
“iki adım ileri bir adım geri” taktiğini izler ve kamuoyu tepkisinden
çekinirdi. Şimdilerde ise, bu ürkekliği geçti, çok atak…
- Diyanet ve Vakıfların gölgesinde, imam hatip sistemine uyarlanmış 4+4+4 sistemine geçildi. Böylece 2004 yılındaki İmam hatipli 97.489 öğrenci sayısını günümüzde 1.201.500’ye (%1232) çıkardılar.
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AHİM) oybirliği ile “öğrencilerin bir gerekçe göstermeden Din ve Ahlak Bilgisi derslerine girmeme haklarının verilmesine”. Kararını almıştı. Hükümetin bu karara uyma zorunluluğu olduğu halde, kararı yok sayma direnişini sürdürüyor. Böylece bir inanç dayatmasında bulunarak, “laiklik” ilkesini de fiilen sonlandırmış durumdalar.
- Karma eğitimi (kızlı erkekli eğitim) tamamen ortadan kaldırmak üzereler.
- Kız çocukların okula devam yüzdeliğini önemli ölçüde düşürdüler.
- 3 yılda bir yapılan “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı”(PISA) araştırmalarında Türkiye’yi son sıralarda sabitlediler.
- …
Bunlar
da yetmedi. Şimdi de en büyük projeleri, ülkemizin en gözde okulları olan Anadolu Liseleri’ni Proje Okulları
haline getirmek:
Önceki yıllarda bu okulların yönetimlerini değiştirmişlerdi, şimdi de sınavla gelen öğretmenlerini almaya
başladılar. Ve uygun ortam (!) yaratarak bu okullara “mülakat” ile
öğrenci almanın arayışı/hesabı içindeler.
Yetmedi; Kabataş
Erkek Lisesi Müdür Yardımcısı Şakir Voyvot’un
“Bütün okullarımızın imam hatip lisesi gibi olması zamanı geldi…” Dediği
6 dakika 20 saniyelik konuşmasında; okullarda namaz kıldırmada yeterli olamadıkları
için dernek ve vakıfları yardıma çağırdığı, taktik, plan ve amaçlarını anlattığı
ortaya çıktı. Dilerseniz konuşmayı, ortamı içinde izleyip, dinleyelim: https://www.youtube.com/watch?v=7K4d97Wl5vA
Yetmedi; Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez bir
parti başkanı özgüveniyle: “Toplumsal huzur ve birliğin
temin edilmesi adına Başkanlık yasal yetki ve sorumlulukları genişletilmeli ve
tahkim edilmelidir.” , “Camilere bağlı gençlik kolları
oluşturulmalı; il ve ilçelerde gençlik rehberi adıyla yeterli kadrolar ihdas
edilmeli ve bu rehberler aracılığıyla Diyanet İşleri Başkanlığı ideal bir
gençliğin yetiştirilmesinde gerekli desteği vermelidir….” Gibi isteklerde
bulundu. Kime özeniyorsa il-ilçelerde Camilere
bağlı gençlik kolları ve gençlik rehberi arayışında!… Peki ne yapacak
bunlar?!
Bir
de, belki unutunuz
hatırlatmak isterim: İlim Yayma Vakfı’nın kurucusu olduğu, Sabahattin
Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Arı: “Bizde de
şimdi okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Ben daha çok cahil ve
okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede… Ülkeyi
ayakta tutacak olanlar okumamış, hatta ilkokul bile okumamış olanlardır…
Okumuşlardan korkuyorum, pratikte en tehlikeli kesim üniversite mezunlarıdır.” Demişti.
Görüldüğü gibi, cehaleti kutsuyor ve geleceklerinin
teminatı olacak cahil bir nesil istiyorlar. Herhalde, böyle bir
neslin yetişmesi için de; geometrik hızla geliştirilen İmam-Hatip ikliminin
uygun olabileceğini düşünüyor ve umuyorlar.
Sonuç: Orta yerde korku dolu bir sessizlik var… Sadece
canı yanan bazı öğrenci, bazı öğretmen, bazı veli, bazı yazarçizerlerin, karşı
çıkışları ve çığlıkları var. Büyük çoğunluk yılgın, sinik, şaşkın…
***
Bu iklimde özgüven yitimine uğrayan insanlar:
İktidarın iç-dış politikası çok etkili oldu. Birden bire hem içeride, hem
de dışarıda savaş ortamına sürüklendik. İnsanlar önlerini göremez oldu, özgüven
yitimine uğradılar…
Sizler de belki tanığı olmuş, belki konu komşunuzdan, belki de haberlerden duyup
öğrenmişsinizdir: Bu iklimde yaşamanın zorlaştığını anlayan ana-babalar;
anaokulundan, üniversiteye kadar her çağdaki çocuklarının geleceği için çok yoğun
endişe duymaya başladılar.
Bu nedenle velilerden; çok varlıklı olanlar, çocuklarını alıp başka ülkelere
göçtü, varlıklılar, ülke içinde güvenli gördükleri özel okullara verdi çocuklarını, gücü
yetmeyenler ise düzenin akıntısına kapılmış kara kara düşünmekte ve çocukları mevcut devlet okulunda… Bunların
hangisine kızabilir, hangisini eleştirebilirsiniz ki? Hepsi haklı!… Önce can
diyor, her üç grup ana-baba da. Çünkü herkesin en değerli varlığı çocukları…
Bilirsiniz, okuyup başarılı meslek sahibi veya akademisyen olmuş tüm kişilerin
geleceğe dair pek çok hayali, pek çok projesi vardır. Ülkeyi refaha
kavuşturacak ve geliştirecek olan da bu hayal ve projelerin gerçekleşmesidir.
Fakat bu beyinlerin, bazıları iktidarca işsiz bırakıldıklarından, bazıları
da gelecekleri için endişe duyduklarından, ülkeden kaçmanın yollarını arıyor.
Artık onlara güven vermiyor, bu kara-sarı-sıcak iklim.
Tıpkı 1930’lu yıllarda Faşist Hitler’in zulmünden kaçıp Türkiye’ye
sığınmış Yahudi asıllı bilim adamları gibi…
Şimdi de tarihten bir sayfayı anımsatalım:
Albert Einstein, “Yahudi Halklarının Sağlığının
Korunması Vakfı” Onursal Başkanı olarak 17 Eylül 1933 günü yazdığı mektupla, T.
C. Başbakanlığından; Nazi zulmünden
kaçan Yahudi akademisyenlerin Türkiye’de mesleklerini icra edebilecekleri bir
kuruma yerleştirilmeleri rica edilmektedir…
Başbakan İsmet İnönü’nün bu mektuba olumsuz yanıt verdiği, fakat Atatürk’ün
devreye girerekk 190 Profesörün üniversitelerimizde
ders vermeye başladıkları…: http://www.serenti.org/einsteinin-mektubu/ …
Bu bilim adamlarının, Cumhuriyet’in yeni kurulduğu yıllarda, ülkemizin geleceğine yön
verecek çok büyük katkılar sağladıkları bilinmektedir.
İşte bugün de bazı zenginlerimiz
ve pek çok bilim insanımız kendi geleceklerini güvende göremedikleri için,
tıpkı o zulmünden kaçıp Türkiye’ye sığınmış bilim insanları gibi gidiyorlar ve gidecekleri
ülkelerin bilim-teknoloji ve sanayilerine katkı sunacaklar.
Bu durum ülkemizdeki; eğitime, ekonomiye, sanayiye, teknoloji ve bilimsel
alanlardaki tüm gelişmelere büyük zararlar verecek ve çok önemli psiko-sosyal
kırılmalar yaşanmasına neden olacaktır.
***
Özetle:
Anayasa
dedikleri sadece
raflarda bir kitap, Demokrasiden eser yok. Yasama; etkisiz, işlevsiz
ve yetkisiz, … Yargı ve Eğitim sistemi çökmüş durumda…
Ülkenin
bunca çözüm arayan ağır gündemi varken, bakın yine gündem değişti:
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin ile görüşmesini “Devlet Başkanları olarak konuştuk” diye özetledi. Başbakan Binali
Yıldırım da “Türkiye, fiili durumu hukuki duruma dönüştürmek mecburiyetindedir.” Dedi, yani; faili hukuk içine çekmek yerine,
fiilen ilan edilmiş bir Başkanlık için anayasal çözüm arıyor.
Yeni
gündemimiz: B A Ş K A N L I K !..
Haydi,
tartışın bakalım…