Adalet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Adalet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Nisan 2018 Cuma

17 Nisan yurda ışık saçarken

Canlılar bulundukları coğrafi ortamda sağlıklı yaşamak için; toprak, su, hava ve güneşe ihtiyaç duyar, yuva kurar, beslenir, barınır, çoğalırlar. Böylece genleri ve kültürlerince belirlenmiş yaşam tarzlarına uygun bir yaşam sürerler.

İnsanlar dışındaki canlıları bitkiler ve hayvanlar olarak ayırırsak, bitkilerin yavrularına nasıl bir eğitim verdiklerini pek bilmesek de, hayvanların yavrularını "yaygın eğitim"den geçirdiklerini biliyoruz.  İnsanlar ise yavruları için; hem yaygın ve örgün eğitime, hem işe, hem de adalete ihtiyaç duyarlar. İnsanlara özgü bu istekler ancak işbirliğine dayalı bir toplumsal yaşam içinde mümkündür. 

Sadece çıkarlarını düşünen politikacılar için, iktidarda uzun yıllar kalmanın biricik yolu, kendilerine biat edip sorgulamayacak cahiller olduğunu iyi bilirler. Aydınlığa düşman bu anlayışlar, cahil yetiştiren kurumlara ve çağ dışı olmuş ezberci eğitimi çok önemserken, insan hakkı olan iş ve adaleti de, sadece kendi kıstaslarına uygun olanlara vermek isterler. 

İktidar olmanın gücünü her alanda kullanır, hamasi vatan-millet nutuklar söyler, şiirler okur, öncelikle de aydınlık kurumları ve kadrolarını hedef alırlar. Bu kurumları işlevsiz, itibarsız kılarak kapatır, kadrolarını da etkisiz bırakıp yıldırmak için; tehdit eder, sürgün eder, görevden uzaklaştırırlar.

Ülkemizde de böylesi durumlar yaşandı ve yaşanıyor.: 

Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940 yılında açıldı, 1946 yılından başlayarak hedef alındı ve 1954 yılında kapatıldılar.  Hem de başardıklarıyla, dünya eğitim tarihinde örnek kuruluş olmuşken... 

Köy Enstitüsü felsefesi, halkı ve demokrasiyi çok önemsediğinden; eğitim, sanat, tarım ve sağlık alanlarına öncelik verir. Bu anlayışla yetişen kadrolar; hurafe, cehalet, bağnazlık, sıtma-tifo-trahom-veba-verem, kara saban ile savaşmaya başlaryıp, ağalık düzenine  korku salarken, bazı Köy Enstitülüler de sanat-edebiyat-bilim insanları olarak dünyaya açılmıştı. İşte tam da bu anlayış yaygınlaşıp, Anadolu’ya ışık saçmaya başlamışken… 

Öğretmen okulları mesleğini içselleştiren çevresini, öğrencisini tanıyan onlara rehber olan öğretmenler yetiştirirken…

Fen ve Anadolu Liseleri, ülkenin geleceği için önemli gençler yetiştirmeye başlamışken... 

İlköğretim okulları ve Orta öğretim okulları çağdaş dünyaya ayak uydurmaya çalışırlarken…

Her kurum işlevine uygun bilimsel donatıya sahip olmaya çalışırken; karşılarına bilimi, aydınlığı, demokrasiyi, laikliği sevmeyen, halk düşmanı karanlık sesler ve güçler çıkmıştır. Böylece bu güzel kurumlar; söylenen yalanlarla, yaratılan algılarla yıpratılarak kapatılmış veya işlevsiz bırakılmışlardır. 

Günümüz iktidarı da düşlerini gerçekleştirmek için Orta Çağ'a yelken açtı... Bu amaçla bütün okullarda; Sünni diyanetin yönetiminde, dinci olan, tarikat, vakıf ve derneklerin yörüngesinde imam hatip anlayışını egemen kıldılar. Ayrıca halkın karşı çıkmasına rağmen, kentin ve mahallenin en gözde, en merkezi okullarına imam hatip tabelalarını astılar.

Ve kısmen başarılı da oldular....

***
Ancak; 

Konya İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün şehirdeki dinci vakıflarla düzenlediği “gençlik ve inanç” konulu çalıştayda aşağıdaki tespitler yapılmış:
  • Öğrencilerin anlatılan dini bilgilerdeki tutarsızlıklar nedeniyle deizme kaydığı,
  • Din dersi öğretmeninin öğrencisine uygun rol model olamadığı,
  • Çocukların sorularının ya yanıtsız kaldığı ya da bastırıldığı,
  • MEB’in ders materyallerinin çocuklar değil yetişkinlere uygun ve yetersiz olduğu...

AKP iktidarı metal yorgunluğu içinde olduğunu ilan etmişti. Bilindiği gibi “metal yorgunluğu” metali işlevsiz bırakıyor. AKP artık iktidar yorgunu ve güç zehirlenmesi yaşıyor.

Bu yorgunluğu gidermek için ne girmiş olduklarını ilan ettikleri “Afrin operasyonu”, ne havuz yetmediği için Doğan Medya’yı alarak göle çevirme istekleri, ne de sanatçı geçinenlere şarkılı türkülü savaş güzellemeleri yaptırmaları buna çare olacak.

Bakın maliye bakanı ve ekonomiden sorumlu bakanları da “ kendi topuklarına sıkmaya” başlamışlar. 

AKP iktidarının en çok destek aldığı iki grup var: 

1. Kadınlar; yıllardan beridir kadınları eve kapatıp yaşam sahnesinden silmek istiyorlardı. Bunu kabul etmeyenlere de TBMM Başkanı gerekli işareti verdi... 

2. Küçük esnaf; her tarafa diktikleri AVM’lerin küçük esnaf iflaslarına neden olacağı hep söylenirdi. Ancak Esnaf Konfederasyonun verileri çok üzücü: Çünkü  2017'nin ilk iki ayında 19.859, 2018'nin  ilk iki ayında 20.308 ve 2014-2018 yılları arasında da toplam: 430.275 esnaf iflas etmiş. 

İstekleri hemen gerçekleşti: 9 Boğaziçili öğrenci tutuklandı...

Bu gelişmeler olurken; nasılsa göl maya tutmuyorbunlar er-geç bitecek diye beklememeliyiz. Çünkü ülkemiz adım adım karanlığa gidiyor. Geleceğimiz tehdit altında iken korkak, ürkek, dışlayıcı, küçük grupçu tavırlar göstermeden, herkes için güvenli ve demokratik bir gelecek ortak paydasında buluşmamız gerekir. 

İşte o zaman hep birlikte; 

Artık bunlar iflah olmaz, silkeleyin düşecekler!…, diyebiliriz...



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

23 Mart 2018 Cuma

Söz uçar yazı kalır

Yaşam her insanda; “anı” veya “yaşanmışlık” dediğimiz önemli izler bırakır ve tüm bu izler birer veri olarak belleğimizde kayda alınır. Sürekli olarak kullandığımız verileri içselleştirerek davranış ve becerilere dönüştürürüz. Ancak kullanılmayan bazı veriler de zamanla güncellik yitimine uğradıklarından, çağrıştırıcı uygun bir ortam bulununcaya kadar unutulurlar. 

O halde, “söz uçar, yazı kalır” ilkesi uyarınca notlar alıp, paylaşmak, böylece önemli anıları anıtlaştırmak, kalıcı kılmak gerekir.

Belki de okurken elimden kalemi hiç  bırakmamın nedeni; “unuturum” korkusundan kaynaklıdır. O kurşun kalem ile beğendiğim veya beğenmediğim bölüm, cümle ve sözcükleri belirlemek için; soru, ünlem, yıldızlarla işaretler, çizerim. Bazen de bir parantez açıp kısaca düşüncelerimi yazarım. Bunun içindir ki, hem okuduğum dergi-gazete-kitaplar üzerinde, hem de  duyduğum, izlediğim ve tanığı olduğum olaylar için tutulmuş çokça dağınık notlarım vardır.

Aşağıda sizlere bu notlarımdan birkaçını özgün şekilde, yani yorumsuz olarak sunacağım.  Fakat siz değerli okuyucularımdan bir de isteğim var:

Lütfen, her biri; gözlem, inceleme, deneyim ve yaşanmışlıklara dayalı olan bu  alıntıları okuyunca, bitişlerine eklemiş olduğum (ki, okuyucuyu etkin kıldığı için çok sevdiğim) üç nokta ()’dan sonra biraz durup, düşününüz. Ve bu alıntıları önemseyip, ön-yargısız olarak; "neden, niçin, nasıl" sorgulamalarından  geçiriniz. Sonra da her alıntı hakkında kendi düşüncelerinizi not alınız. 

***
İşte, hiçbirisi hayal ürünü olmayan ve "ben  yandım eller yanmasın" anlayışı ile  günümüze taşınmış o alıntılardan birkaçı:

Nazilerin Polonya’da yaptıklarını anlatan “Karanlıkta” filminden; “İnsanlar yaptıklarınızı, söylediklerinizi unutur, ama onlara hissettirdikleriniz asla unutulmaz.”

Nazi propaganda şefi Joseph Goebbels; “Yalan ne kadar büyük olursa, o kadar kolay geçer; ne kadar tekrar edilirse, halk o kadar inanır”

Arno Gruen; “Empati, içimizdeki insaniyetsizlikle aramıza duvar ören bir engeldir.

Arno Gruen; “İnsanlar kendi gerçek acıları için haykırmadıkları sürece, bir Hitler karşısında daima etkilenmeye açık konumda olacaklar.”

Michel Foucault; "Bir yerde herkes birbirine benziyorsa; orda kimse yok demektir"

Jean Paul Sartre; “Cellatlarına saygı duyan kurbanlardan nefret ediyorum.”

Jean Paul Sartre; “Herkes öyle yapmıyor” diyerek kendine bahane bulmak için yalan söyleyen insanın vicdanı hastadır.” 

Nadezhda Mandelstam; “İnsanlık karşısında işlenen asıl suç susmaktır.” 

Şeyh Bedreddin (Varidat'tan) ; “Gıllıgışlı (kin ve hile dolu) bir gönülle bin yıl namaz kılsan hiçbir sevap kazanamazsın.”

“Bende Halimce Bedreddinem” romanından; “Adil olmayan gücün silahları, yalan, baskı ve korkudur.”

Cemil Meriç; “En büyük ihtiyacımız hoşgörü, En büyük düşmanımız ön-yargıdır.”

Mine Söğüt;Yeni nesle göz diken bu eğitim sistemi... Bu ülkede adaletsizlikten bile daha tehlikeli.”...

Muzaffer İzgü; “Okuduklarınız sizde kalmasın, okuyun, okutun…”

Mehmed Uzun;
“Ölümün coğrafyasında,
Yitik birer masum çocuktuk.
Dilsizdik, kimsesizdik, kimliksizdik,
Ama insandık...”

 “Amador” filminden: “Tanrı utandığı bir iş yaptığında arkasına saklanmak için bulutları yapmış.”

Lev Tolstoy'un “Vatanseverlik övüldükçe savaşlar olacaktır!” makalesinden: “Sadece bir tek vatanseverlik, mesela sadece İngilizlerinki olsaydı, o zaman onu birleştirici veya hayırlı sayma imkânı bulunurdu, ama şimdiki gibi, hepsi birbirine karşı, Amerikan, İngiliz, Alman, Fransız, Rus vatanseverlikleri varken, vatanseverlik artık birleştirmiyor, parçalıyor... Kan denizleri akıtılmıştır bu duygu uğruna ve daha da akıtılacak, eğer insanlar uzak geçmişin, hükmü geçersiz bu kalıntısından kendilerini azat edemezlerse.”

Kazak atasözü; “Parmak elle kımıldar.” 

Napolyon; “Günün birinde güçlü ve korkulan biri olmadığım anda iktidarımın da sonu gelecek.”

Adalet, özgürlük, demokrasi barış ve tüm insanlık değerleri için el ele... 

Korku salan zalimlerin; korkuları olan hesapları verecekleri, sömürüsüz, savaşsız günlere…



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

19 Ocak 2018 Cuma

“Adalet, Sizsiniz”

                           
Gaziantep, Şanlıurfa ve Mardin’de özgürlüğü kısıtlananlara...

7 Ocak Pazar günü eşim ile birlikte Kozyatağı Kültür Merkezi’nde, Rutkay Aziz ve Taner Barlas’ın “Adalet, Sizsiniz” oyununa gitmiştik. Beş yıldan beri İstanbul ve pek çok ilimizde kapalı gişe oynayan bu oyuna, seyirciler bugün de yoğun ilgi gösterip, salonu doldurmuştu.
Oyundaki pek çok karakteri iki kişi (Rutkay Aziz-Taner Barlas) sırayla; eğer birisi “usta” olmuş ise, diğeri “dipnot” olacak şekilde değişe, değişe canlandırdılar.

Ayrıca seyircileri de unutmadılar, oyunun son bölümünde onları “dipnot” ilan edip, 60 dakikayı ustaca ve "Çav Bella" marşı eşliğinde noktaladılar.

Oyun bitti fakat perdeleri kapanmadı. Sahnede bazı temsili objeler vardı. Bu objeler; arka  duvarın önünde fakat demir parmaklıkların arkasında sıralanmış olarak oturan, yargıç, savcı ve iki jüri üyesi ile, parmaklıkların  önündeki, kırmızı karanfilli iki özgür beyaz güvercindi...

"Tiyatroda çıt çıkmamalı" dese de bazıları... Bunun, hem oyuncuya, hem de seyirciye karşı olduğunu düşünür ve bu anlayış  yanlıştır derim. Eğer salonda seyirci varsa ve oyunun bir parçası olmuşsa; homurdanmaları, "çıt" çıkarıp gülüşleri de oyunun tamamlayıcısı sayılmalı.

Bu oyunda bizler bazen dişlerimizi sıkıp, çıtlar çıkardık, bazen de homurdandık... Ve zalimliklere, adaletsizliklere duyduğumuz öfkeyi içimize-gözlerimize baskılayıp alkışladık ustaları… 


 ***
Adalet, Sizsiniz” oyunun çok önemli dört kahramanı var. Onları saygı ile anarak, özgeçmişlerini kısaca hatırlatmak isterim. 

Sokrates (MÖ 469-399), Antik Yunan filozofu Atinalı taş ustası... Felsefeyi çok sevdiğinden, yaşlanınca; öğretmen olur; çarşıda, pazarda, meydanlarda toplanan gençlerle konuşurmuş. Kendisi sorulara cevap vermez, hep gençler düşünsün, yorumlasın, sorgulasın, konuşsun, tartışsın istermiş. Bu nedenle de onun bu yöntemini, “doğurtma” diye isimlendirmişler... O zamanın egemen güçlüleri de insanların; düşünmesi, soru sorması, sorgulaması ve yorumlamasına karşılarmış ki, hemen kurmuşlar mahkemeyi(!) ve Sokrates'i, “Gençleri ayartmak, şehir tanrılarına inanmamak ve karşı çıkmak…" suçlarını işledi diye ölüme mahkûm etmişler. Sokrates, ölümü için getirilen zehri alıp içer... Ve bu ölüm, asırlardır zalimlerin lanetle anılmasına gerekçe olur...  Sokrates tam 2412 yıl sonra, 2012 yılında Atina'da sembolik bir yargılanma ile beraat etti. 
 *
Galileo Galilei (Roma 1564–1642) İtalyalı filozof, fizikçi, matematikçi, gökbilimci... “Bilime deneyi sokan ilk kişi” kabul edilir...  "Güneş merkezli evren” teorisi Hristiyanlık değerlerine uymuyor diye Vatikan ve Papa'nın şikayetçi olur ve Engizisyon mahkemesi de Galileo'nun “yakılmasına” karar verir... Sonra düşüncelerinden vazgeçtiğini söyleyip yakılmaktan kurtulur. Ancak ömür boyu ev hapsinde kalır. Ev hapsinde de (gizli gizli) bilimsel çalışmalara devam ederken 1642 yılında ölür... Kilise, 300 yıl sonra, 1992’de Galileo’yu mahkûm eden engizisyon kararını kaldırır. 
* 
Nicola Sacco (1891-1927) & Bartolomeo Venzetti (1888-1927) İtalyalı iki devrimci göçmen, ABD'nin Boston kentinde (biri ayakkabıcı, biri balıkçı)... İki kişinin öldürüldüğü bir soygun nedeniyle suçlanır ve yedi yıl süren yargılama sonunda idam edilirler. Hem de, sürekli suçsuz olduklarını söyledikleri ve olayın gerçek failleri suçlarını itiraf ettikleri halde... Suçları; göçmen ve sosyalist olmak... 1977 yılında Massachusetts Valisi, "yargıcın ve savcının göçmenlere ve düzen karşıtlarına karşı taraflı davrandığının ve yargılamanın bir politik histeri atmosferi içinde yürütüldüğünü" belirtip, özür diler... 

İşte Nazım Hikmet’in onlar için dizeleri:

“…dövüştüler yanında dövüşen kardeşlerinin.
Yeni dünyada düştüler eski zulmün pençesine!
Yedi yıl ölümün karşısında gülerek durdular.
Elektrikli iskemleye
kadife bir koltukmuş gibi oturdular… 

Dünya bu 4 kişiyi tanıyıp saygı ile anıyor. Ama hiç kimse onları mahkûm eden; kral, tiran, papaz, yargıç, jüriyi tanımıyor, herkes onlara lanet ediyor. 


***

Bizim yakın tarihimize de; Mustafa Suphi, Nazım Hikmet, Sebahattin Ali, Deniz, Mahir, İbrahim, Erdal Eren..., ve günümüzdeki pek çok acıyı görürüz... Ama bu yazının konusu değil...

Şimdi büyük bir parantez açıp biz bize konuşalım biraz: 
Sahnede izlediğimiz oyun belki çağlar öncesini anlatıyordu, ama izleyiciler bu hukuksuz ve adaletsizliklerin hiç de yabancısı değildi. Sanki günümüzün yaşanmışlıkları sahnelenmişti… Beş yıldan beri yüzbinlerin izlediği bu oyunu  nihayet geç de olsa anlayabilen ve KHK’lerı iyi uygulayan mülki amirlerimiz çıktı ortaya!... Gaziantep, Şanlıurfa ve Mardin’de yasakladılar Adalet, Sizsiniz” oyununu. Aramızda kalsın ama, demek ki İstanbul’dakiler henüz bu işin farkında değiller!.. Gülhane parkındaki ceviz ağacı misali...

Bu yaşanmışlıkları yazmış, oynamış, emek vererek insanlık ayıplarını ortaya çıkarmış olanlar alkışı hak etmiş kişilerdir. Onların emeklerini yok sayan, özgürlüklerine engel olan, "yasak koyucu" kişiler sanmasınlar ki, ileriki yıllarda iyi anılacaklar... 

Adalet, Sizsiniz” söylemi çağlardan beri halkın;  ninnisi, ıslığı, ezgisi, şiiri, türküsü, çığlığı ve öfkesi olmuştur/olacaktır.   

  

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız