Nazım Hikmet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nazım Hikmet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Haziran 2022 Cuma

NATO kötücül bir suç örgütü mü?


Savaşa hayır diyen, barışı savunan biri olduğum için insanlığın başına bela olmuş tüm militarist suç ve kötülük örgütlerine karşıyım. Size, savaşları kutsayıp dünya barışını yok eden bu kötücül güçler hakkındaki görüşlerimi anlatmak istiyorum. 

12 Mart 1947 - 26 Aralık 1991 dönemi dünyada, soğuk savaş dönemi bilinir ve bu yıllarda birbirine düşman iki büyük güç vardır. Birincisi, ABD ile kapitalist-antikomünist ülkelerin oluşturduğu 'NATO', İkincisi de işçi köylü birlikteliğindeki bir devrimle sosyalizme geçmiş, ancak zamanla revizyonist anlayışların egemen olduğu ülkelerin 'Varşova Paktı'dır. 

Bu iki güç arasında yıllarca süren psikolojik savaş ve silahlanma yarışı; Varşova Paktını dağıtarak 1991'de NATO’ya bir zafer kazandırmıştı. 

NATO nedir? 

-NATO, emperyalistleri koruyan ve onlara yeni pazarlar, çıkar alanları sağlayan bir savaş organizasyonu olarak, ölüm makinası silah ve teknolojilere pazarlar bulmak için algılarla oluşturduğu korku ikliminde halkların dostluklarını yok eder, onları karşılıklı düşman kılar...

Böylece dünya barışını engeller, doğal yaşam kaynakları ve insanlık değerlerine zarar verir. 

Kısacası, NATO kötücül bir suç örgütüdür.  

1991 sonrasında da NATO, tek kötücül suç örgüt olarak kalamadı. Çünkü Rusya yeniden güçlenip, emperyalist amaçla dünya paylaşımından pay ister oldu. Önce çevresindeki ülkelere saldırı-işgaller başlattı, yetinmedi, Türkiye'nin politikaları ve Suriye'nin ev sahipliğinde Akdeniz kıyılarına da inerek önemli bir hayalini daha gerçekleştirdi ... dur durak bilmeden, Ukrayna Savaşını da başlattı. 

İşte böyle böyle oluştu dünyada şimdiki korku iklimi. Bu korku ikliminde kendilerini güvende görmeyen bazı ülkeler yeniden telaşa kapılıp özellikle NATO şemsiyesi altına sığınmak istemeye başladılar.

Örnek: İsveç ile Finlandiya'nın NATO'ya katılma istekleri...

***

NATO Antlaşmasının 10. maddesine göre, oybirliği olmadan 'yeni üye' alınamaz. Erdoğan da bu maddeden aldığı yetkiyle: eğer, isteklerimiz kabul edilmezse biz de İsveç ile Finlandiya'nın NATO üyeliklerini veto ederiz diyor.

Çünkü kamuoyu araştırmaları, en geç bir yıl sonra yapılacak seçimlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP'nin kaybedeceğini gösteriyor. O da bu "veto" yetkisini bir şantaj aracı yaparak, 'ikbal' için bir seçim fırsatına çevirmek istiyor. 

Peki, Türkiye'nin İsveç ve Finlandiya ile sınırdaş mı? 

-Hayır. 

Peki, bu ülkeler Türkiye'yi bu denli kızdıracak neler yapmışlar ki?

Bu soru çok önemli, çünkü bu ülkeler, sıkıyönetimlerin, 12 Martların, 12 Eylüllerin ve zulmün hiç eksik olmadığı ülkemizde; güven içinde insanca yaşama olanağını bulamayıp kaçanlara (özellikle de Kürtlere) kapılarını açmış, onlara sığınma, barınma, eğitim hakkı tanımış ülkelerdir. 

Şimdilerde herkesin sevdiği Nazım Hikmet de bir zamanlar:

"Karşı yaka memleket /sesleniyorum Varna'dan, /işitiyor musun? 
Memet! Memet!
Karadeniz akıyor durmadan, /deli hasret, deli hasret,
oğlum, sana sesleniyorum, /işitiyor musun? 
Memet! Memet!"

"Memleketim! Memleketim!"
...  

Diye haykırmış 

Ve: 

19 yaşında, şiddetin her türlüsüne karşı çıkan, barış ve özgürlükleri savunduğu, solculara destek olduğu için tutuklanan, yazdığı eleştirel yazılar yüzünden 1981 yılında (28 yaşında) "vatan haini" diye yurda girmesi yasaklanıp vatandaşlıktan çıkarılan Memed Uzun gibi...

O Memed Uzun ki, sığındığı İsveç'ten yola çıkıp Yunanistan adalarına, özlemini çektiği ülkesini bakışlarıyla okşamak, el sallayıp selamlamak, denizden, rüzgârdan, kuşlardan, dağlardan, tepelerden yanıp sönen ışıklardan haber almak ister. 

Bu yasakçı faşist anlayış nice Nazım Hikmetler, nice Memed Uzunlar tüketti, daha da ne kadarını tüketecek acaba? 

İşte, İsveç ve Finlandiya gibi ülkelerdoğdukları topraklarda zulüm gören, yaşama güvencesi kalmayan on binlerce insanımıza, insani yardımda bulunmuş ve onlara kapılarını açmıştır. Ülkemizin bu ülkeleri 'düşman' belleyip onlara yaptırımlar uygulama istekleri işte bundandır. 

Peki, AKP İktidarı 'ikbal' için bu tuzakları kurarken, acaba ülkemizin ana muhalefet partisi ne diyor, neler yapıyor?

06.06.2022 günü parti sözcüsü kürsüye çıktı ve komşu ülkelerimiz Suriye ve Irak'ı kastederek: "Türkiye sınır ötesi operasyonları ilk defa yapmıyor. Sınır ötesi operasyon böyle randevu vererek, yer göstererek, davul zurna çalıp duyurarak yapılmaz... “bir gece ansızın” gelinir..." -dedi.

Sonra da: "İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyeliği... İttifakın güçlenmesi hepimizin yararınadır... Diplomatik nezaket içinde, iç siyasete alet edilmeden götürülmesi gereken bu süreç, sadece Finlandiya’ya SİHA satarak, sadece birkaç teröristi geri alma anlaşması yaparak sonuçlanmamalıdır. Türkiye’nin vizyonu bundan çok daha geniş olmalıdır." Dedi. 

CHP sözcü kısaca: 

***Türkiye'nin komşu ülkelere; bombalı, füzeli, tanklı 'ansızın harekatlar' yapmasına açık destek verdi. 

***Türkiye fırsat bulmuşken, İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliğine karşı daha fazla 'taleplerde' bulunulmasını... istedi. 

Nereden nereye!

Şimdi de AKP, muhalefeti yanına çekmiş olmanın fırsatını yakalamanın hazzıyla ellerini ovuşturmaktadır. Böylece AKP, bir taşla pek çok  kuş vurmuş hem Kürtlere zarar vermiş hem muhalefeti işlevsiz bırakmış, hem de seçimlere sisli puslu bir korku iklimi içinde girmeyi başarmıştır. 

O, CHP ki: “Hak-Hukuk-Adalet” sloganları atarak Ankara-İstanbul uzun yürüyüşünü yapmış, halka yapılan zulüm ve zalimlikler için 'helalleşmek' istemiş, AKP ve liderinin her eylem ve söylemine 'yanlış' diye karşı çıkmış. 

Ne demiş neler yapmış şimdi de azla yetinme daha fazla iste, silah sanayi çalışsın, müteahhitlere işgal edilmiş ülkelerde de işler çıksın istiyorlar. 

Hani nerede kaldı, Yurtta Barış, Dünyada Barış! 

İşte bu anlayış birlikteliği içinde; yurtdışına asker gönderen tezkereleri, sıkıyönetim-olağanüstü hal ilanları kutsal metinlermiş gibi hiç "neden-niçin" diye sorgulamaz "evet, evet!" diyerek alkışlarla kabul görürler. 

Kürt halkına karşı kurulan bu Türkçü-İslamcı birliktelik, şimdi de İsveç ile Finlandiya’nın NATO'ya girişine engel olmak istiyorlar. 

Hiçbir sorun at gözlüğü takarak, ya da derecesi düşük, ufku az gören bir gözlükle çözülemez!

Bu Kürtleri dünyada yok etme birlikteliğidir!

Fakat onlara inat, Kürtler dünya barışı içinde hep yeşerip dal verecek!

***

Savaş, yaşamın düşmanı olarak her şeye hepimize karşı!

Türkiye'de, Kürt sorunun çözülmesini engelleyen, Kürt'e, Kürt diyemeyen, onların anadiline, müziğine, kültürüne yasak koyan, karşı duran iktidar ve muhalefetin ırkçı birlikteliği oldukça, barış olmaz! 

Ancak hamasi nutuklar eşliğinde sıkça savaş tezkereleri imzalanır, canlar ve mallar ölüm makinaları için harcanır! 


Bu yüzden çok çok ölüyoruz!


Bu yüzden de öl, öldür, ölümler bitmiyor!


Bu gidişe dur demek gerek!

Emin Toprak- DOSTÇA

Diğer yazılarım için tıklayınız


19 Ocak 2018 Cuma

“Adalet, Sizsiniz”

                           
Gaziantep, Şanlıurfa ve Mardin’de özgürlüğü kısıtlananlara...

7 Ocak Pazar günü eşim ile birlikte Kozyatağı Kültür Merkezi’nde, Rutkay Aziz ve Taner Barlas’ın “Adalet, Sizsiniz” oyununa gitmiştik. Beş yıldan beri İstanbul ve pek çok ilimizde kapalı gişe oynayan bu oyuna, seyirciler bugün de yoğun ilgi gösterip, salonu doldurmuştu.
Oyundaki pek çok karakteri iki kişi (Rutkay Aziz-Taner Barlas) sırayla; eğer birisi “usta” olmuş ise, diğeri “dipnot” olacak şekilde değişe, değişe canlandırdılar.

Ayrıca seyircileri de unutmadılar, oyunun son bölümünde onları “dipnot” ilan edip, 60 dakikayı ustaca ve "Çav Bella" marşı eşliğinde noktaladılar.

Oyun bitti fakat perdeleri kapanmadı. Sahnede bazı temsili objeler vardı. Bu objeler; arka  duvarın önünde fakat demir parmaklıkların arkasında sıralanmış olarak oturan, yargıç, savcı ve iki jüri üyesi ile, parmaklıkların  önündeki, kırmızı karanfilli iki özgür beyaz güvercindi...

"Tiyatroda çıt çıkmamalı" dese de bazıları... Bunun, hem oyuncuya, hem de seyirciye karşı olduğunu düşünür ve bu anlayış  yanlıştır derim. Eğer salonda seyirci varsa ve oyunun bir parçası olmuşsa; homurdanmaları, "çıt" çıkarıp gülüşleri de oyunun tamamlayıcısı sayılmalı.

Bu oyunda bizler bazen dişlerimizi sıkıp, çıtlar çıkardık, bazen de homurdandık... Ve zalimliklere, adaletsizliklere duyduğumuz öfkeyi içimize-gözlerimize baskılayıp alkışladık ustaları… 


 ***
Adalet, Sizsiniz” oyunun çok önemli dört kahramanı var. Onları saygı ile anarak, özgeçmişlerini kısaca hatırlatmak isterim. 

Sokrates (MÖ 469-399), Antik Yunan filozofu Atinalı taş ustası... Felsefeyi çok sevdiğinden, yaşlanınca; öğretmen olur; çarşıda, pazarda, meydanlarda toplanan gençlerle konuşurmuş. Kendisi sorulara cevap vermez, hep gençler düşünsün, yorumlasın, sorgulasın, konuşsun, tartışsın istermiş. Bu nedenle de onun bu yöntemini, “doğurtma” diye isimlendirmişler... O zamanın egemen güçlüleri de insanların; düşünmesi, soru sorması, sorgulaması ve yorumlamasına karşılarmış ki, hemen kurmuşlar mahkemeyi(!) ve Sokrates'i, “Gençleri ayartmak, şehir tanrılarına inanmamak ve karşı çıkmak…" suçlarını işledi diye ölüme mahkûm etmişler. Sokrates, ölümü için getirilen zehri alıp içer... Ve bu ölüm, asırlardır zalimlerin lanetle anılmasına gerekçe olur...  Sokrates tam 2412 yıl sonra, 2012 yılında Atina'da sembolik bir yargılanma ile beraat etti. 
 *
Galileo Galilei (Roma 1564–1642) İtalyalı filozof, fizikçi, matematikçi, gökbilimci... “Bilime deneyi sokan ilk kişi” kabul edilir...  "Güneş merkezli evren” teorisi Hristiyanlık değerlerine uymuyor diye Vatikan ve Papa'nın şikayetçi olur ve Engizisyon mahkemesi de Galileo'nun “yakılmasına” karar verir... Sonra düşüncelerinden vazgeçtiğini söyleyip yakılmaktan kurtulur. Ancak ömür boyu ev hapsinde kalır. Ev hapsinde de (gizli gizli) bilimsel çalışmalara devam ederken 1642 yılında ölür... Kilise, 300 yıl sonra, 1992’de Galileo’yu mahkûm eden engizisyon kararını kaldırır. 
* 
Nicola Sacco (1891-1927) & Bartolomeo Venzetti (1888-1927) İtalyalı iki devrimci göçmen, ABD'nin Boston kentinde (biri ayakkabıcı, biri balıkçı)... İki kişinin öldürüldüğü bir soygun nedeniyle suçlanır ve yedi yıl süren yargılama sonunda idam edilirler. Hem de, sürekli suçsuz olduklarını söyledikleri ve olayın gerçek failleri suçlarını itiraf ettikleri halde... Suçları; göçmen ve sosyalist olmak... 1977 yılında Massachusetts Valisi, "yargıcın ve savcının göçmenlere ve düzen karşıtlarına karşı taraflı davrandığının ve yargılamanın bir politik histeri atmosferi içinde yürütüldüğünü" belirtip, özür diler... 

İşte Nazım Hikmet’in onlar için dizeleri:

“…dövüştüler yanında dövüşen kardeşlerinin.
Yeni dünyada düştüler eski zulmün pençesine!
Yedi yıl ölümün karşısında gülerek durdular.
Elektrikli iskemleye
kadife bir koltukmuş gibi oturdular… 

Dünya bu 4 kişiyi tanıyıp saygı ile anıyor. Ama hiç kimse onları mahkûm eden; kral, tiran, papaz, yargıç, jüriyi tanımıyor, herkes onlara lanet ediyor. 


***

Bizim yakın tarihimize de; Mustafa Suphi, Nazım Hikmet, Sebahattin Ali, Deniz, Mahir, İbrahim, Erdal Eren..., ve günümüzdeki pek çok acıyı görürüz... Ama bu yazının konusu değil...

Şimdi büyük bir parantez açıp biz bize konuşalım biraz: 
Sahnede izlediğimiz oyun belki çağlar öncesini anlatıyordu, ama izleyiciler bu hukuksuz ve adaletsizliklerin hiç de yabancısı değildi. Sanki günümüzün yaşanmışlıkları sahnelenmişti… Beş yıldan beri yüzbinlerin izlediği bu oyunu  nihayet geç de olsa anlayabilen ve KHK’lerı iyi uygulayan mülki amirlerimiz çıktı ortaya!... Gaziantep, Şanlıurfa ve Mardin’de yasakladılar Adalet, Sizsiniz” oyununu. Aramızda kalsın ama, demek ki İstanbul’dakiler henüz bu işin farkında değiller!.. Gülhane parkındaki ceviz ağacı misali...

Bu yaşanmışlıkları yazmış, oynamış, emek vererek insanlık ayıplarını ortaya çıkarmış olanlar alkışı hak etmiş kişilerdir. Onların emeklerini yok sayan, özgürlüklerine engel olan, "yasak koyucu" kişiler sanmasınlar ki, ileriki yıllarda iyi anılacaklar... 

Adalet, Sizsiniz” söylemi çağlardan beri halkın;  ninnisi, ıslığı, ezgisi, şiiri, türküsü, çığlığı ve öfkesi olmuştur/olacaktır.   

  

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız