4 Mayıs 2018 Cuma

“Kürt Memet Nöbete…”

Tam da içeride, dışarıda pek çok sosyal ve ekonomik sorunla boğuştuğumuz günler yaşıyorduk. Ve daha seçime 1,5 yıl vardı. Bir gübaşka görüş ve düşüncelere ihtiyaç duymayan, iki kişi bir araya gelerek, 82 milyon adına erken seçim kararı aldı (Demokrasi(!) dedikleri şey bu olsa gerek...). 

Bence; eğer
 24 Haziran baskın seçimi, demokrasiye ve insan haklarına birazcık bile kapıyı aralayabilecek ise; hoş gelsin, sefalar getirsin 

Günümüzde yaşanan ve yakın gelecekte yaşanacak olan sosyal ve ekonomik  sorunlar,  "tek adam" rejiminin sonunu hazırlıyordu. Bu da korkulu rüyalara, psikolojik kaygı, korku ve güvensizliklere neden olmuştu. Bunun için önlem alınmalıydı... 

Erdoğan/AKP ve Bahçeli/MHP "tek adam" iktidarını sürekli kılmak için, yasal tuzaklarla dolu bir "Cumhur ittifakı" kurdular.  Akıllıca davranan CHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi de karşı atakta bulunup bir "yeni ittifak" kurdular. 

Yeni ittifakın kurulması sürecinde, Kemal Kılıçdaroğlu ve Temel Karamollaoğlu çok yoğun çaba harcadılar. HDP de bu sürece dahil olmak için sürekli olarak sıcak mesajlar vermiş ve işbirliğine hazır olduğunu bildirmişti.
  
Ancak, Meral Akşener egosu nedeniyle bu süreçte hiç ödün vermedi. Hep engel çıkarıp, duraksatan biri olarak, HDP'nin dışlanmasını sağladı. Bence bu dışlama, hem ülkenin hem de “yeni ittifak"ın geleceğini olumsuz etkileyecek çok önemli bir stratejik hatadır.  

HDP zaten;  5 Haziran seçimi sonunda ve Yenikapı'da hak etmediği gerekçelerle dışlanmış… Liderleri binlerce kadrosu ile birlikte, sudan gerekçe ve suçlamalarla tutuklanmıştı. 

Ve çok acıdır ki, demokrasi istemeyen karanlık güçlerce, ülkenin üçüncü büyük partisinin mensubu  HDP'lilernin; gazete, radyo ve TV ekranlarında haber olmaları, konuşmacı olmaları, meydanlarda toplantı yapmaları sürekli tehdit ve ürküten mesajlarla yasaklanmıştır. Ne yazık ki, bu duruma “hak-hukuk-adalet" isteyen partiler bile demokratik bir tepki gösterme cesareti gösteremedi...

HDP’yi dışlayanlar aslında akılcı değiller, öfke ve kinleri ile hareket ediyorlar. Çünkü eğer öyle olmasalardı, önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı, parlamento ve yerel seçimlerde HDP'nin oyları ve desteğine ihtiyaç duyacaklarını mutlaka bilirlerdi…  

"Cumhur ittifakı"na karşı, yeni bir ittifak kurulması gerekliydi. Bir vatandaş olarak bu birlikteliği sağlayanları, samimi duygularımla alkışlıyor ve kutluyorum. Fakat HDP'yi dışladıkları için de onları kınıyorum.  

***
Bir vatandaş olarak bu dışlayıcılığı kınama nedenlerim şöyle sıraladım:

HDP’nin, Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgesindeki seçmenleri genellikle Kürt ve Alevi vatandaşlardır. Geçmiş yıllardan beri bu vatandaşlarımız, ülkedeki korku ve baskı ikliminden güç alan yetkililer ve özel timlerin baskısı altındadırlar.

Ve her seçim döneminde bu vatandaşlar; “Ya oyunu, ya da malın ve canını!...” ikilemi ile karşılaşırlar (aslında 90’lı yılların  İçişleri bakanı olan Meral Akşener bu detayları çok daha iyi bilir ya…).

Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı, parlamento ve yerel seçimlerde HDP’ye oy veren seçmenler eğer sandık başına gidemez, ya da korku ile kendilerinden isteneni yaparlarsa  Ve HDP, yüzde 10 barajına takılıp meclis dışında kalırsa...

Ya da HDP barajı aşarsa (ki ben, barajı kolayca aşacağına inanıyorum)...

Peki, o zaman yani Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda ve parlamento içinde “tek adam” rejimine karşı durmak için HDP'ye  hiç mi ihtiyaçları olmayacak?

O gün geldiğinde (ki gelecektir), öteki ilan edildikleri için, biraz kırgın ve buruk olan bu partiden nasıl destek isteyecekler? 

Çok merak ediyorum, onlara ne diyecekler?  

Lütfen, biraz samimi, dürüst ve demokrat olun, yoksa iş işten geçmiş olacak… O zaman ne ülkemiz, ne de siz kazançlı çıkmış olacaksınız.

Bu dışlayıp, parçalamalar sadece  “tek adam” rejimi yarar sağlar.  


Ama kim bilir, belki siz yine de, işbirliğine hazır olduğunu açıklayan HDP’yi  suçlu bulacak; “Kürt Memet Nöbete…” diyecek ve avunacaksınız...



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

27 Nisan 2018 Cuma

“Metal Yorgunları" ve Muhalefet

Metal yorgunluğu:
24 Haziran 2018 “erken seçim” kararını alan Recep Tayyip Erdoğan;
-15 Mart 2009’da erken seçim istemek, “vatan hainliğidir”…
-8 Ocak 2010’da; “Dünyanın gelişmiş ülkelerinde erken seçim diye bir mantık, bir anlayış yoktur. Bu geri kalmışlığın alametidir”…
-29 Ekim 2017’de “Neyin erken seçimini istiyorsun ya? Daktilolar başbakanlığın önünde fırlatılmıyor ki böyle bir durum yok. O bunların geçmişinde vardı. Herkes aç susuz öyle bir noktaya gelmişti.” demiş...
-Ve Kasım 2017’de de AKP iktidarını, “metal yorgunu” ilan etmişti.

Sn. Erdoğan, tüm bu sözlerini unutmuş olacak ki, seçime bir buçuk yıl kala “erken seçim” kararı almak zorunda kaldı. (Aslında bu ilan, metal yorgunluğunun tüm kılcal damarlara kadar yayıldığının bir göstergesi idi.). 

Çünkü çıkar düzenini sürdürmek için yaratmış olduğu korku iklimi, artık ne içerideki çok büyük sosyal ve ekonomik sorunlara, ne de dış dünyadaki yalnızlığımıza çare  olamıyordu. 

Oysa daha önceleri bu gidişin felaket olduğunu söyleyen pek çok kişi ve kurum olmuştu. Onları dinlemedikleri gibi OHAL, KHK ve güvenlikçi anlayışlarla, yandaş medya ile oluşturulan algılar desteğinde operasyonlar başlattılar. 

Yüzbinleri gerekçesiz, sorgusuz, sualsiz olarak işsiz bıraktılar, tutukladılar... Bunlarla da yetinmeyip hem içeride, hem dışarıda kimi zaman “harekât”, kimi zaman “savaş” dedikleri uygulamalarla ülke kaynaklarını militarist amaçlarla heba ettiler. Kuvvetler ayrılığını, demokrasiyi, düşünce özgürlüğünü, laikliği, çağdaş eğitimi ve ayrıştırarak toplumsal bütünlüğü bitirdiler. 

Böylece, halkımıza büyük acılar yaşatıp, kayıplara, ölümlere neden oldular. 

Tüm bunların nedeni de; olup bitenleri gizlemek, uyuyanları uyandırmamak, böylece; iktidarlarını uzun ömürlü kılmak idi. O da olmadı, başaramadılar ve erken seçim dediler...

Ülkenin her zerresine sinmiş olan bir yorgunluk ve çürümüşlük var. Artık tek adam iktidarı da, muhalefet de, yani herkes bundan kurtulmak istiyor.

Ama bu ölümcül hastalıktan kurtulmak isteyenlerin; anlayış, amaç ve yöntemleri çok farklı:

Kimileri (ki bunlar, şimdiki iktidar ve onun himayesine girenler) bazı ufak faktör ve aktörleri değiştirerek, ufak tefek onarım ile tedavilerde bulunarak, yeni yeni algılar oluşturarak… Özetle hile ve hamaset yaparak ömürlerini uzatmak istiyorlar.  

Kimileri (ki bunlar, mevcut iktidarın ötelediği, itelediği ve saflarına katamadıkları) de parça parça olmuş durumda. Tek adam rejimine karşı durur gibi olsalar da, kendilerine kurtarıcı olarak bula, bula bir GÜL bulmuşlar. O Gül ki; bu iktidarın yol arkadaşı olarak beraber yürümüş, sorumlu makamda iken iktidarın tüm adaletsizlik ve hukuksuzluklarına onay vermiş birisi...

Neymiş efendim olanlara alkış tutmamış, sadece susmuş… Bundandır ki aynı öğreti ve aynı amaçlara sahip olan Gül’ün kurtarıcılığına talip olmuşlar…

Oysa destek isteyip oylarını talep edecekleri kişi/grup o kadar çok ki, bazılarını hatırlatayım bari:
  • Büyük acılar yaşayan Kürtler ve ötekileştirilmek istenen HDP, 
  • Diyanetin Sünni hışmına uğramış Aleviler,
  • Deresi, ormanı, madeni, fabrikaları peşkeş çekilmişler,
  • İşçiler, memurlar, işsizler, köylüler akademisyenler, gazeteciler...
  • Ortaçağ eğitimine mecbur edilmiş öğrenciler, öğretmenler, veliler…
  • Kadınlar…
  • Çocuklarını arayan, çevreci ve başka çocuklar ölmesin diyen anneler,
  • Son dört yılda iflas etmiş 430.275 esnaf, sefalet içindeki emekliler... 
  • Hapishanelerdeki seçilmişler, gazeteciler ve 65 bin öğrenci... 
  • Köle gibi taşerona teslim edilmiş emekçiler... 
  • ... 
Özetle yurdumuzda, haksız, hukuksuz, adaletsiz olarak; özgürlüğü ve mesleği alınarak, çocukları ile birlikte açlığa mahkûm edilen milyonlar var.

Ey muhalefet!... Siz bu mağdur milyonların kapılarına gidip, onları anladığınızı, çareler bulacağınızı söylemek yerine, neden tutturmuş tüm bu yaşananlara susarak onay veren dikensiz ve suskun bir GÜL(!)'den çare bekliyosunuz?

Ey muhalefet!... Yaşanan tüm olumsuzlukların nedeni olan tek adam, hazır, kendilerini metal yorgunu ilan etmişken, ayrıca toplumsal ve ekonomik kriz nedeniyle erken seçime gitmek zorunda kalmışken... Neden bu şansı kullanmıyorsunuz?

Ey muhalefet!... Neden, egonuz ve grupçu anlayışınızın sizi attığı girdaptan çıkıp, halk ile kucaklaşma yollarını aramıyorsunuz?

Ey muhalefet!... Bakanız, AKP ve MHP çıkar birliğini kurmuş. Peki, Siz neden, tüm paydaşlarla güç birliği yaparak; hak, hukuk, adalet, demokrasi ve insanca yaşamanın önündeki engelleri yok etmeye çalışmıyorsunuz?

Ey muhalefet!... Halkımızın; "tek adam rejimi"nden kurtulmak için, başka bir "tek adam"değil, tüm toplumu kucaklayacak bir ekibe ve ekip çalıştırıcısı bir lidere ihtiyacı var. O ekibi ve lideri arayıp bulunuz. 

Ey muhalefet!... Bir Kazak atasözü var ki, hiç unutmayınız:

“Parmak elle kımıldar.” 

24 Haziran'da el ele verip kımıldamaya, sandıklara!.. 

Haydi hep birlikte silkelemeye... 

Silkeleyin düşecekler!… 


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

13 Nisan 2018 Cuma

17 Nisan yurda ışık saçarken

Canlılar bulundukları coğrafi ortamda sağlıklı yaşamak için; toprak, su, hava ve güneşe ihtiyaç duyar, yuva kurar, beslenir, barınır, çoğalırlar. Böylece genleri ve kültürlerince belirlenmiş yaşam tarzlarına uygun bir yaşam sürerler.

İnsanlar dışındaki canlıları bitkiler ve hayvanlar olarak ayırırsak, bitkilerin yavrularına nasıl bir eğitim verdiklerini pek bilmesek de, hayvanların yavrularını "yaygın eğitim"den geçirdiklerini biliyoruz.  İnsanlar ise yavruları için; hem yaygın ve örgün eğitime, hem işe, hem de adalete ihtiyaç duyarlar. İnsanlara özgü bu istekler ancak işbirliğine dayalı bir toplumsal yaşam içinde mümkündür. 

Sadece çıkarlarını düşünen politikacılar için, iktidarda uzun yıllar kalmanın biricik yolu, kendilerine biat edip sorgulamayacak cahiller olduğunu iyi bilirler. Aydınlığa düşman bu anlayışlar, cahil yetiştiren kurumlara ve çağ dışı olmuş ezberci eğitimi çok önemserken, insan hakkı olan iş ve adaleti de, sadece kendi kıstaslarına uygun olanlara vermek isterler. 

İktidar olmanın gücünü her alanda kullanır, hamasi vatan-millet nutuklar söyler, şiirler okur, öncelikle de aydınlık kurumları ve kadrolarını hedef alırlar. Bu kurumları işlevsiz, itibarsız kılarak kapatır, kadrolarını da etkisiz bırakıp yıldırmak için; tehdit eder, sürgün eder, görevden uzaklaştırırlar.

Ülkemizde de böylesi durumlar yaşandı ve yaşanıyor.: 

Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940 yılında açıldı, 1946 yılından başlayarak hedef alındı ve 1954 yılında kapatıldılar.  Hem de başardıklarıyla, dünya eğitim tarihinde örnek kuruluş olmuşken... 

Köy Enstitüsü felsefesi, halkı ve demokrasiyi çok önemsediğinden; eğitim, sanat, tarım ve sağlık alanlarına öncelik verir. Bu anlayışla yetişen kadrolar; hurafe, cehalet, bağnazlık, sıtma-tifo-trahom-veba-verem, kara saban ile savaşmaya başlaryıp, ağalık düzenine  korku salarken, bazı Köy Enstitülüler de sanat-edebiyat-bilim insanları olarak dünyaya açılmıştı. İşte tam da bu anlayış yaygınlaşıp, Anadolu’ya ışık saçmaya başlamışken… 

Öğretmen okulları mesleğini içselleştiren çevresini, öğrencisini tanıyan onlara rehber olan öğretmenler yetiştirirken…

Fen ve Anadolu Liseleri, ülkenin geleceği için önemli gençler yetiştirmeye başlamışken... 

İlköğretim okulları ve Orta öğretim okulları çağdaş dünyaya ayak uydurmaya çalışırlarken…

Her kurum işlevine uygun bilimsel donatıya sahip olmaya çalışırken; karşılarına bilimi, aydınlığı, demokrasiyi, laikliği sevmeyen, halk düşmanı karanlık sesler ve güçler çıkmıştır. Böylece bu güzel kurumlar; söylenen yalanlarla, yaratılan algılarla yıpratılarak kapatılmış veya işlevsiz bırakılmışlardır. 

Günümüz iktidarı da düşlerini gerçekleştirmek için Orta Çağ'a yelken açtı... Bu amaçla bütün okullarda; Sünni diyanetin yönetiminde, dinci olan, tarikat, vakıf ve derneklerin yörüngesinde imam hatip anlayışını egemen kıldılar. Ayrıca halkın karşı çıkmasına rağmen, kentin ve mahallenin en gözde, en merkezi okullarına imam hatip tabelalarını astılar.

Ve kısmen başarılı da oldular....

***
Ancak; 

Konya İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün şehirdeki dinci vakıflarla düzenlediği “gençlik ve inanç” konulu çalıştayda aşağıdaki tespitler yapılmış:
  • Öğrencilerin anlatılan dini bilgilerdeki tutarsızlıklar nedeniyle deizme kaydığı,
  • Din dersi öğretmeninin öğrencisine uygun rol model olamadığı,
  • Çocukların sorularının ya yanıtsız kaldığı ya da bastırıldığı,
  • MEB’in ders materyallerinin çocuklar değil yetişkinlere uygun ve yetersiz olduğu...

AKP iktidarı metal yorgunluğu içinde olduğunu ilan etmişti. Bilindiği gibi “metal yorgunluğu” metali işlevsiz bırakıyor. AKP artık iktidar yorgunu ve güç zehirlenmesi yaşıyor.

Bu yorgunluğu gidermek için ne girmiş olduklarını ilan ettikleri “Afrin operasyonu”, ne havuz yetmediği için Doğan Medya’yı alarak göle çevirme istekleri, ne de sanatçı geçinenlere şarkılı türkülü savaş güzellemeleri yaptırmaları buna çare olacak.

Bakın maliye bakanı ve ekonomiden sorumlu bakanları da “ kendi topuklarına sıkmaya” başlamışlar. 

AKP iktidarının en çok destek aldığı iki grup var: 

1. Kadınlar; yıllardan beridir kadınları eve kapatıp yaşam sahnesinden silmek istiyorlardı. Bunu kabul etmeyenlere de TBMM Başkanı gerekli işareti verdi... 

2. Küçük esnaf; her tarafa diktikleri AVM’lerin küçük esnaf iflaslarına neden olacağı hep söylenirdi. Ancak Esnaf Konfederasyonun verileri çok üzücü: Çünkü  2017'nin ilk iki ayında 19.859, 2018'nin  ilk iki ayında 20.308 ve 2014-2018 yılları arasında da toplam: 430.275 esnaf iflas etmiş. 

İstekleri hemen gerçekleşti: 9 Boğaziçili öğrenci tutuklandı...

Bu gelişmeler olurken; nasılsa göl maya tutmuyorbunlar er-geç bitecek diye beklememeliyiz. Çünkü ülkemiz adım adım karanlığa gidiyor. Geleceğimiz tehdit altında iken korkak, ürkek, dışlayıcı, küçük grupçu tavırlar göstermeden, herkes için güvenli ve demokratik bir gelecek ortak paydasında buluşmamız gerekir. 

İşte o zaman hep birlikte; 

Artık bunlar iflah olmaz, silkeleyin düşecekler!…, diyebiliriz...



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

6 Nisan 2018 Cuma

Kimler yüzde 7,4 büyümüş ki?

Ekonominin tüm yaşam alanlarda belirleyici faktör olduğu, ayrıca hemen hemen bütün çatışma ve savaşların da ekonomik çıkarlar nedeniyle çıktığı kabul edilir. Bunun için bugünkü konumuz ekonomi olsun istedim.

Ekonomi, toplumsal yaşamın her alanında çok önemli etkisi bulunan  bir bilimin adıdır. Ekonomistler ise, ekonominin kuram ve yöntemlerini kullanarak, gözlem, inceleme, analiz-sentez yapan, sayısal verileri irdeleyip  öngörüleri doğrultusunda öneride bulunan bilim insanlarıdır. Bu çalışmaları ile toplumsal yaşama kolaylık ve verimlilik sağladıkları için halk tarafından sevilen kişilerdir.

Ekonomik uygulamalar; halkın yaşantısına, bazen gönenç (bolluk, rahatlık, varlık içinde yaşama, refah) sağlarken, bazen de yoksulluk (sıkıntı, sefalet) nedeni olabilirler. Uygulamaların ortaya çıkardığı sonuç ve sorunlar, her çağda gündem olarak konuşulmuş, sorgulanmış, tartışılıp çözümler aranmıştır. Devlet denilen oluşum da işte bu arayış sürecinde, kabilenin/toplumun güvenlik ve ekonomik sorunlarına  çözüm bulsun diye kurulmuştur. Devlet, zamanla geliştirdiği kurumlar aracılığı ile halkı ve tüm yaşam alanlarını denetleyip, yönetir olmuştur.

Devleti, halkın sorunlarına çözüm bulmak için kurulan bir organizasyon olarak tanımlasak bile, uygulamada; devletin, kendi ülkesindeki egemen (iktidar) gücün temsilcisi olduğu ve onun çıkarlarını koruduğunu görürüz. Kısaca;  her devlet politik anlayışına göre, ya halktan yana, ya da bir zümreden yana olur.

Örneklersek: Bir ülkede eğer demokratik bir anlayış iktidar olmuş ise orada; halktan yana olan devlet yönetimi vardır. Yok, eğer otokrat bir anlayış iktidar olmuşsa ise, o ülkede bir zümre ve işbirlikçilerinin taraflısı devlet yönetimi işbaşındadır. Devletlerin rejim farklılıkları işte böyle oluşur.

 *** 
Ülkemizin bir devlet kuruluşu olan Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Türkiye ekonomisi 2017 yılında yüzde 7,4 büyümüş. Bu ülkemiz için çok sevindirici bir durum.

Çünkü "Türkiye bu büyüme oranıyla G20, Avrupa Birliği ve OECD ülkelerine fark attı." diyorlar.

Her iktidarın devlet gücünü kendi anlayışları doğrultusunda kullandığını yukarıda kısaca anlatmıştım. O halde 2017 yılındaki bu övgüye değer büyümeden kimler yararlanmış ona bakalım. Daha doğrusu bu büyümeden kimler yararlanamamış eğer onları tanırsak, yararlananları bulmamız daha kolay olur.

“Dünyanın en çok büyüyen ülkeleri arasında Türkiye yüzde 7,4 ile ön sırada yer almış..."  Sanırım bu haberi dinleyen pek çok kişi, hayretle veya gururla vay be demiştir. Ben de hayretle, vay be demiştim.

***

Ekonomist değilim, fakat yaşamın içinden biri olarak, açıklanan sonuç hakkında söz söyleme hakkımın olduğunu düşünüyor ve soruyorum: Acaba bu büyüme 2017'de hayatımıza nasıl yansımış?  

Bunun için de, çoğu TÜİK'e ait olan bazı verileri paylaşmak istiyorum. 

İşte 2017 yılına ait bazı artış yüzdeleri:
  • Yıllık tüketici enf.: %11,92, üretici enf.: % 15,47...  
  • 3 milyon işsizin 828 bini üniversite mezunu İşsizlik % 10,9...
  • Gıda ve alkolsüz içeceklerde %12,67...
  •  Ev eşyası % 10,54... 
  • Sağlık % 11,67...
  • Ulaştırma % 16,02...
  • Eğitim %10,29... 
  • Konut % 8,67...
  • Net asgari ücret 104 TL zam ile 1.404 TL... % 8
  • Çalışan memurlara verilen : 7
  •  Emekli memur ve işçilere verilen:  % 6,89... 
  • 31.03.2017; Dolar 3,64 TL. iken bugün: 3,95 TL,  % 8...
  •  31.03.2017; Euro 3,89 TL. iken bugün: 4,88 TL,  % 25... 
  •  31.03.2017; Çeyrek 239TL. iken bugün: 276 TL,  % 23...
  • 31.03.2017; Gram 145TL. iken bugün:169TL,  % 17,5...
  • Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu verilerine göre; 2017'nin ilk iki ayında 19.859, 2018'nin  ilk iki ayında 20.308 ve 2014-2018 yılları arasında da toplam 430.275 esnaf iflas etmiş.
  • Ve bankaların el koyduğu evler ve iş yerleri, taşıtlar...
  • Ve icra dairelerinde uzayan kuyruklar...
(İsterseniz yabancısı olmadığınız bu sayılar üzerinde biraz düşünelim.)

                                       ***
Eğer düşündüyseniz (ki, yaşamın içinden biri olarak zaten her gün düşünüyorsunuz), 2017'de milyonlarca işçi, memur, dar gelirli ve esnafın ne durumda olduğunu bilirsiniz. Onların yaşam koşulları 7,4 oranında büyümek bir yana, yıllardır  hep küçüldü...

Peki, yoksul bırakılan milyonların dışında kalan; müteahhitler, bankerler, komprador kapitalistler... 

Sizce bunlar sadece 7,4 oranında mı büyüdüler?

HAYIR!... Hiç müteahhitlere, bankalara, komprador kapitalistler bu kadarcık büyüme oranı yakışır mı?

O halde nedir bu 7,4 hikâyesi? 

Borç batağındaki milyonların sefaleti sonunda oluşan eksi puanlar, ayrıcalıklı obez zümrenin gerçek büyümesini küçülterek gizlemiş, 7,4 büyüme oranı da bu şekilde bulunmuştur. 


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız


30 Mart 2018 Cuma

Tuhaflıklar ve Tuzaklar

Türkiye’de; “2016 yılında Cumhurbaşkanına hakaretten 38 bin 254 ceza soruşturması açılmıştır.” Bu ve daha pek çok tuhaflık;  Prof. Dr. Yaman Akdeniz ve Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak’ın hazırladığı “Türkiye’de Can Çekişen İfade Özgürlüğü”(*) raporunda ...

“Gazete Duvar" sitesinden Serkan Alan şu tespitte bulunmuş:
“Cumhurbaşkanı Erdoğan hem Beştepe’de hem partisinin toplantılarında hem de katıldığı diğer etkinliklerde son bir ayda bin 300 dakika konuştu.” 

Bu 1300 dakika da yaklaşık 22 saat eder.

Kim bilir halka bu 22 saatlik tek ses’i, her saat başı tekrar yaparak kaç saat dinletmişler!… 

(Çünkü eğer iktidarı temsilen birisi konuşmaya başlamışsa, o an TV'de konuşan ve onu dinleyenler hiç önemsenmez, hemen normal yayın akışı durdurulur ve saatler süren “canlı yayın” bağlantısı kurulur. Ve bu konuşma her saat başı tekrarlarla dinletilir.) 

AKP 5 Haziran’da iktidarı kaybetmişti ipe un sermek olan “istikşaf-i görüşmeler” ve terör olaylarının ülkede yarattığı korku ikliminde yapılan 1 Kasım seçimleri ile yeniden iktidar oldu.

16 Nisan’da da YSK’nın onayladığı “mühürsüz” şaibeli sonuçlar ile kazansalar bile, bu sürecin gizli kalan gerçekleri onlar için büyük bir korku kaynağı oldu.

2019 yılında da üç önemli seçim var. Şimdiki asıl hedefleri ve tüm çabaları bu seçimleri tuzaklarla, hilelerle almak...

Bu seçimlerde kaybetmeyi önlemek için; OHAL iklimi, KHK yaptırımları ve devletin tüm imkânları devrede…

“Bir gece ansızın” telaşı ile Meclisten; insan haklarını, anayasal ilkeleri ve seçim güvenliğini yok sayan yasalar çıkarıldı. Böylece şaibeli YSK geçmişi aklanacak, gelecek seçimler hilelerle fırsata dönüşecektir.

Bir de her gün başka bir TV kanalında boy gösterdikleri için halka bıkkınlık veren sahibinin sesi bülbüller türedi. Bunlar hep aynı nakaratlarla konuştuklarını bildikleri halde konuşmaya devam ediyorlar.

Çünkü bunlar; Faşist Goebbels’in, “Yalan ne kadar büyük olursa, o kadar kolay geçer; ne kadar tekrar edilirse, halk o kadar inanır” sözü uyarınca, gündemi oluşturmak için yalan tekrarları yapmakla görevlendirilmişler.

Devlet memuru olan bu tarafgir rektörler, akademisyenler maaş aldıkları kurumlarından daha çok TV ekranlarında zaman geçiriyorlar.

Devlet kurumlarındaki, amir, memur, işçiler, okullardaki yönetici, öğretmen ve öğrenciler verilen emir gereği; kalabalık oluşturmak, alkış tutmak, algı yaratmak için meydanlarda… Düşünebiliyor musunuz bunun için ilkokul çocukları bile...

***

Ülkenin Cumhurbaşkanı, aynı zamanda AKP Genel Başkanı. Cumhurbaşkanı ettiği yemine göre tarafsız olması gerekirken, kendisine sağlanan dokunulmazlık zırhı ve tüm makam yetkilerini, AKP Genel Başkanı kimliğiyle de kullanıyor. Böylece:

Bu tarafsız kişi; İl ve ilçe, meydan, ekran dolaşıp, partisine biat etmeyen ülke nüfusunun yarısını hedef alarak, bazılarını hain ilan edip meydan okuyor ve bağırıyor…

Bu tarafsız kişi; üniversite gençlerinin tartışmaları veya kavgalar henüz soruşturulmadan ve daha kim suçlu, kim suçsuz belirlenmesi yapılmadan, kararını vermiş bile. Bakın neler söylüyor:
"Bu gençlik orada lokum dağıtırken o komünist, vatan haini gençler onların bu masalarını dağıtmaya yelteniyorlar. Bunlar terörist gençler. Bu terörist gençlerle her türlü çalışmayı yapıyoruz, onu söyleyeyim. Onların eşkâllerini belirlemek suretiyle bu üniversitede okuma hakkını vermeyeceğiz.

Oysa, okuma hakkı, yaşama hakkı kadar kutsal olan bir insan hakkıdır. Ve o hakkı sorgulamadan, yargılamadan kimse engelleyemez der hukuk. (Ama karar verilmiş,  artık o gençler okuyamaz!...)

Hangi sistemde, öfke ile, kin ile böyle kararlar verilebilir ki?!...

İşte bu nedenle biz, tek adam yönetimine hayır dedik.

İşte bu nedenle biz, fırsatçının atı alıp Üsküdar'ı geçmesine hayır dedik.

İşte bu nedenle biz, hak, hukuk, adalet, demokrasi dedik.

İşte bu nedenle biz, yerli ve milli olmak yerine eşdeğer insan olalım dedik.


***
Mahzuni Şerif, “Dost Uyan" türküsünde böylesi tuhaflık ve tuzakları göremeyenlere şöyle seslenir:   
                                      “Ateş düşmüş döşeğine
                          Sen gene uyursun gene
                          Elini vicdan üstüne
                          Koy uyan nolur uyan” 


(*) https://www.englishpen.org/wp-content/uploads/2018/03/Turkey_Freedom_of_Expression_in_Jeopardy_TUR.pdf



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız