Ülkemizin gündemi zaten tuz değmiş yara gibi acıtıcı ve yakıcı, bunun üstüne bir de
her günü dünden daha sıcak bir yaz eklendi. İşte böylesi bir ortam, haftada
bir de olsa, yaşanmışlıkları anlatan yazılar yazmamı zorlaştırdı, engelledi.
Ben de (sizden izin almadan) tüm canlıların “tedarik ayı” Eylül’le
başlayacak olan uzunca bir süre yazmama kararı aldım ve kendimi izinli saydım. Dostlarım sağ
olsun boş durmadılar, niçin yazmıyorsun diye, “alo” ya da “?...”, ”?!...”, “Ne
oldu?!..” gibi kısa fakat içerikli mesajlarıyla yokladılar beni.
"İzinli" olduğum bu iki aylık süreyi; getir-götür ev işleri, gazete okuma,
haber dinleme, filim izleme ve daha çok da kitap okumaya ayırdım.
İlkbaharda satın aldığım ( ve henüz okuyamayıp rafta beklettiğim için her
görüşümde utanıp, yüzümü alevlendiren) epeyce kitabım vardı. İşte bu
kitapları okumaya başladım.
Gel gör ki olmuyor, huzur bulamıyorsun.
Gündüz, gece, rüyada,
sohbette, yollarda tüm konuşulan konular ve yaşananlar; yara gibi… Sızı ve acı verici…
Ve siz Melih
Cevdet’in o muhteşem “Telgrafhane”si gibisiniz:
“Uyumayacaksın
Memleketinin
hali
Seni seslerle
uyandıracak
Oturup yazacaksın… “
***
Yurdumuzdan kareler:
6 milyonu aşan işsiz insanımızın 982 bini üniversite mezunu genç…
AKP iktidara geldiğinde cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısı 59.429
iken 229.790 a ulaşmış…
Hapishanelerde 22 bin kişinin kapasite fazlası olduğu ve 51 yeni “Yüksek Güvenlikli Cezaevi”nin
ihale aşamasına geldiği, bunlardan sadece 39’u için verilen teklif bedelin 5,5
milyar TL olduğu…
İnsanların sokaklarda adalet arayıp, barış istediği…
Tüm komşu ülkelerle kavgalı olup, dünyada yapayalnız kaldığımız…
(Ve tanığı olduğum, yorumu size kalmış bir sohbet):
Metro ile Kadıköy’e giderken, hemen yanımda ve benim gibi ayakta kalıp
tutamaklara tutunan 30-35 yaşlarında tanımadığım iki kişi konuşuyordu, ister istemez ben de dinledim:
Biri; “Reis istedi diye bak Bursa’daki
istifa etti, Gökçek de istifa edeceğini açıkladı.”
Diğeri; “Ya!, ya!... Onlara da
Kılıçdaroğlu sahip çıkıyor, seçimle gelen seçimle gitsin diye…”
İlk konuşan; “Doğudan 89 Belediye başkanını görevden alıp yerine kayyum atadılar
Kılıçdaroğlu’nun gıkı çıkmadı ama?
Diğeri; “Korkuyorlar…”
İlk konuşan; “Ya şimdi Reis, Kadıköy, Ataşehir, İzmir, Başkanlarının istifasını da
isterse?” dedi ve ikisi birlikte metrodan indiler.
…
Yurdumuzda acımasız bir korku iklimi oluşmuş, eğitim sistemimiz bilim dışı
arayışlara yöneltilmiş…
Acaba bu korku ve şiddet ortamında yetişen çocuklar, birer ergen ve yetkin birey
olduklarında neler yaşayacak, neler yaşatacaklar?
Kuşku yok ki insanlarımızın geleceğini ve ülkemizin dünyadaki yerini bu
sorunun cevapları ya da sonuçları belirleyecektir.
Bunları düşünmek zorundayım/zorundasınız.
***
Bu önemli sorunlarla yüzleşip kendimce cevaplar aradığım günlerde, Sosyal Psikoloji'nin en yetkin isimlerinden Arno
Gruen'in “Demokrasi Mücadelesi (Radikalizim,
şiddet ve terör)” (Çitlembik Yayınları 2010) kitabını okuyorum.
Henüz bitirmediğim fakat okuduğum pek çok sayfasını kurşun kalem
çizikleriyle doldurduğum bu eserde yazar; İkinci Dünya Savaşı’na katılmış 1000
Alman savaş tutsağı ile görüşen Henry
Dicks’in 1950 yılında yayımlanmış araştırmasına dayandırarak (kısaca)
Nazilerin;
·
%11’i “sert
çekirdek” olarak bilinen etkin Nazi,
·
%25’’i bazı
çekinceleri ile Nazilerin peşine düşmüş inançlı
Nazi,
·
%40’ı konformist
(koşullara, kalıplara uyum sağlayan)
apolitik Nazi,
·
%24’nin Nazi
karşıtı olduğunu belirtmektedir.
Ve kitaptan
güncelliğini hiç kaybetmeyen üç alıntı:
“Sağ radikalizmin temelinde otoriter bir eğitim vardır.”
“Onaylayıcı suskun kalışlarıyla acımasız eylemlerin meşruluk kazanması için
sağ kesime hizmet eden konformistler ve uyumlular kitlesinden oluşan sessiz
çoğunluğun olduğu…”
“Ürkütücü olan otorite ve itaat
temelinde eğitilmiş insanların bir demokrasiyi ne denli istikrarsız hale
getirdikleridir”
("Ama bunlar bizim bilmediğimiz, yabancısı olduğumuz tespit ve görüşler değil ki!.." Dediğinizi duyar gibiyim.)
***
Başlamak gerek!
“Ortamı kötüler belirler!” derler.
Peki biz neden bunu kaderimiz
olarak kabullenelim ki!...
Neden iyiler olarak, iyilikler yeşerten gelecekler için adımlar atmayalım?
Neden çocuklarımızı okullardaki
gerici kuşatılmışlıktan kurtarmayalım!...
Neden ele ele tutuşup barışa kucak açmayalım?
Neden acılarla örülü gündemi
sevinçlerle noktalamayalım?
...
Başlamak için her gün, her an çok
değerli…
Başlamak gerek!
Bakın yurdumuzun değişik yerlerinde çocuklar için; “Oyuncak silahını getir
kitabını götür” kampanyası yapılıyor…