Arno Gruen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Arno Gruen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ocak 2018 Cuma

Sen Kimsin!…


Halkımız kavga ederken bağırıp, meydan okuyanları pek sevmez, onun için de bunlar; kimi yerlerde “efeleniyor, horozlanıyor”, kimi yerlerde de “ce ce yapıyor”  diye tiye alınır ve eleştirilirler. Fakat nedense bizim politikacılarımız bu tarz meydan okuyuşları çok seviyorlar. 

Her gün meydanlara, ekranlara çıkıp rakiplerine sert bir tonda; “Sen Kimsin!…”  diye seslenir, meydan okurlar. Bu tür seslenişte asıl amaçları; kendi ayıplarını, korkularını gizleyip, baskın çıkmak, puan kazanmak ve karşısındakileri küçük düşürüp, aşağılamaktır.

Politikacılar, “Sen Kimsin!…” demenin anlamını ve çağrıştırdıklarını çok iyi bilen akıllı ve hem de çokça danışmanları olan kişilerdir. O halde neden bu istenmeyen konuşma tarzından vaz geçmiyorlar?

İletişim bilimciler ile eğitimciler, söze; “Sen Kimsin!…” diye başlamak biryana, “Sen” diye başlamaya bile karşıdırlar. Onun için de, beğenmeyip eleştirdikleri bu iletişim tarzını “sen dili” olarak isimlendirmişler. Ayrıca yapılan gözlem, uygulama, araştırmalar da;  ‘sen dili’ kullanıldığında, akıcı ve etkili bir iletişim olamayacağını ispatlamıştır.

***

Tüm bu bilinenlere karşın eğer yine de “Sen Kimsin!…” söylemleri devam ediyorsa o zaman; tarihe, psikolojiye, sosyolojiye bakmakta yarar vardır. Çünkü artık konu onlara mal olmuştur.

“Sen Kimsin!…” diye söze başlayan kişilerin derinlerinde, pek çok sosyolojik ve psikolojik sorunları vardır. Ego’nun dışavurumu olan bu sözün arkasında, o kişi veya grubun; korku, öfke, kin ve nefrete dönüşmüş karmaşaları (kompleksleri) vardır. Ve bilindiği gibi: Nefret en büyük insanlık suçudur.

“Sen Kimsin!…” söylemine kaynaklık eden ilkel güç felsefesi; dünyada ve bizim coğrafyada, çokça zalimane uygulamanın gerekçesi olmuştur. İşte bilindik bazı uygulamalar: Köy, kasaba, şehir, bölge adlarını değiştirme/yasaklama… 
Kültür, müzik, isim, kimlik ve anadil yasaklama… Kürt, Arap, Ermeni, Rum, Hristiyan, Alevi, Solcu, Sosyalist, Komünist vb. diye kimlikleri ötekileştirme…  İnanç ve yaşam tarzı dayatma, aşağılama, kapıları işaretleme, mal-mülke el koyma, talan etme, yakma, yıkma, yaralama, öldürme, faili meçhuller, sürgün ve göçler…

İşte tüm bunlar; 1915’de,- Dersim’de,- 6-7 Eylül’de,- Maraş’ta, -Çorum’da, -Sivas’ta, - Roboski'de vb. nice yerde çocuk, genç, kadın, yaşlılara yaşatıldı, yaşatılıyor. 

***

Arno Gruen'in “İçimizdeki Yabancı (nefretin kökenleri)” adlı eserinden: 

✹ “Yabancılara duyulan nefretin, daima, insanın kendisine duyduğu nefretle bir ilişkisi vardır. Eğer insanlara acı çektirip onları aşağılamak istiyorsak önce kendi içimizdeki tiksindiğimiz şeylerle uğraşmalıyız…” (s. 9):
“Nazi zihniyetinin temelinde, insanların kimliklerini ellerinden alma hedefi bulunuyordu.” (s. 30) 
"İnsanlar kendi gerçek acıları için haykırmadıkları sürece, bir Hitler karşısında daima etkilenmeye açık konumda olacaklar.” (s. 37)    

***

“Sen Kimsin!…” sözünde faşist bir felsefe gizlidir. Bu söylemi daha çok 
özsever-kendisine âşık (narsist) olan kişi ve gruplar kullanır. Cesur oldukları için değil, daha korktukları ve kendilerine yönelecek olası tehlikeleri hissettiklerinde, ön almak için, bu söylemi haykırarak kullanırlar. "Mezarlıktan geçerken ıslık çalmak" gibi...

“Sen Kimsin!…” Bu söylem sahipleri ayrıca, “tekçi”, “yerli ve milli” anlayışlara sahiptirler. Onlar, insanların; inanç, kültür, politik görüş ve yaşam tarzlarını tornadan çıkmış aynılıkta olsun isterler. Onların küçük dünyalarında, farklılıklara yaşam hakkı yoktur ve başka sesleri duymak istemezler.

Oysa benzerlikler içinde bile, yaşamsal, inançsal ve genetik pek çok zıtlıklar, benzeşmezlikler vardır. Fiziksel, türsel, psikolojik, sosyolojik farklılıklar insanlığın ortak değerleri, zenginlikleridir. Bu değerleri değerbilmezlerin korkularından, öfkesinden, kininden, nefretinden korumak gerek. 



Sonuç:
Sanırım sıralanan acı yaşanmışlıkları,  bunlar olmamıştır deyip inkâr edecek hiç kimse yoktur. Mutlaka söze "ama-fakat-ancak" diye başlayıp olanları önemsiz gören, aklamaya çalışan, yorumlarımıza katılmayan kişiler de vardır. Bence onları onamasak bile, "bu onların görüşüdür" diye saygı duyup dinlemeliyiz. 

Şimdi geçmişe dönüp bu can yakan yaşanmışlıkları yok edebilmek mümkün olmadığına göre, yarınlarımız için yapabileceklerimizi belirlemeliyiz. Örneğin: 

OHAL ve KHK eşliğinde hâlâ devam edegelen tüm insanlık suçlarına son vermek, benzer suçları tekrarlamamak isteyenlere izin-fırsat vermemek... Bu amaçla, demokratik haklarımızı kullanarak birlik olmak karşı durmak...

“Sen Kimsin!…” sıradan, masum bir söylem değildir. Hele de, parmak sallayarak söyleniyorsa... Bu; çirkin, ırkçı, ayrıştıran, ötekileştiren ve nefret kaynağı olan  söylemler son bulmalı...


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

3 Kasım 2017 Cuma

Uzun bir aradan sonra Merhaba...

Merhaba dostlar;
Ülkemizin gündemi zaten tuz değmiş yara gibi acıtıcı ve yakıcı, bunun üstüne bir de her günü dünden daha sıcak bir yaz eklendi. İşte böylesi bir ortam, haftada bir de olsa, yaşanmışlıkları anlatan yazılar yazmamı zorlaştırdı, engelledi.
Ben de (sizden izin almadan) tüm canlıların “tedarik ayı” Eylül’le başlayacak olan uzunca bir süre yazmama kararı aldım ve kendimi izinli saydım. Dostlarım sağ olsun boş durmadılar, niçin yazmıyorsun diye, “alo” ya da “?...”, ”?!...”, “Ne oldu?!..” gibi kısa fakat içerikli mesajlarıyla yokladılar beni.
"İzinli" olduğum bu iki aylık süreyi; getir-götür ev işleri, gazete okuma, haber dinleme, filim izleme ve daha çok da kitap okumaya ayırdım.
İlkbaharda satın aldığım ( ve henüz okuyamayıp rafta beklettiğim için her görüşümde utanıp, yüzümü alevlendiren) epeyce kitabım vardı. İşte bu kitapları okumaya başladım.
Gel gör ki olmuyor, huzur bulamıyorsun.
Gündüz, gece, rüyada, sohbette, yollarda tüm konuşulan konular ve yaşananlar; yara gibi…  Sızı ve acı verici…
Ve siz Melih Cevdet’in o muhteşem “Telgrafhane”si gibisiniz: 
Uyumayacaksın
Memleketinin hali
Seni seslerle uyandıracak
Oturup yazacaksın…
***

Yurdumuzdan kareler:
6 milyonu aşan işsiz insanımızın 982 bini üniversite mezunu genç…
AKP iktidara geldiğinde cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısı 59.429 iken 229.790 a ulaşmış…
Hapishanelerde 22 bin kişinin kapasite fazlası olduğu ve 51 yeni “Yüksek Güvenlikli Cezaevi”nin ihale aşamasına geldiği, bunlardan sadece 39’u için verilen teklif bedelin 5,5 milyar TL olduğu…
İnsanların sokaklarda adalet arayıp, barış istediği…
Tüm komşu ülkelerle kavgalı olup, dünyada yapayalnız kaldığımız…
 (Ve tanığı olduğum, yorumu size kalmış bir sohbet):
Metro ile Kadıköy’e giderken, hemen yanımda ve benim gibi ayakta kalıp tutamaklara tutunan 30-35 yaşlarında tanımadığım iki kişi konuşuyordu, ister istemez ben de dinledim:
Biri;  “Reis istedi diye bak Bursa’daki istifa etti, Gökçek de istifa edeceğini açıkladı.”
Diğeri; “Ya!, ya!...  Onlara da Kılıçdaroğlu sahip çıkıyor, seçimle gelen seçimle gitsin diye…”
İlk konuşan; “Doğudan 89 Belediye başkanını görevden alıp yerine kayyum atadılar Kılıçdaroğlu’nun gıkı çıkmadı ama?   
Diğeri; “Korkuyorlar…” 
İlk konuşan; “Ya şimdi Reis, Kadıköy, Ataşehir, İzmir, Başkanlarının istifasını da isterse?” dedi ve ikisi birlikte metrodan indiler.
Yurdumuzda acımasız bir korku iklimi oluşmuş, eğitim sistemimiz bilim dışı arayışlara yöneltilmiş…
Acaba bu korku ve şiddet ortamında yetişen çocuklar, birer ergen ve yetkin birey olduklarında neler yaşayacak, neler yaşatacaklar?
Kuşku yok ki insanlarımızın geleceğini ve ülkemizin dünyadaki yerini bu sorunun cevapları ya da sonuçları belirleyecektir.
Bunları düşünmek zorundayım/zorundasınız.
***
Bu önemli sorunlarla yüzleşip kendimce cevaplar aradığım günlerde, Sosyal Psikoloji'nin en yetkin isimlerinden Arno Gruen'in “Demokrasi Mücadelesi (Radikalizim, şiddet ve terör)” (Çitlembik Yayınları 2010) kitabını okuyorum.
Henüz bitirmediğim fakat okuduğum pek çok sayfasını kurşun kalem çizikleriyle doldurduğum bu eserde yazar; İkinci Dünya Savaşı’na katılmış 1000 Alman savaş tutsağı ile görüşen Henry Dicks’in 1950 yılında yayımlanmış araştırmasına dayandırarak (kısaca) Nazilerin;
·        %11’i “sert çekirdek” olarak bilinen etkin Nazi,
·        %25’’i bazı çekinceleri ile Nazilerin peşine düşmüş inançlı Nazi,
·        %40’ı konformist (koşullara, kalıplara uyum sağlayan)  apolitik Nazi,
·        %24’nin Nazi karşıtı olduğunu belirtmektedir.
Ve kitaptan güncelliğini hiç kaybetmeyen üç alıntı:
“Sağ radikalizmin temelinde otoriter bir eğitim vardır.”
“Onaylayıcı suskun kalışlarıyla acımasız eylemlerin meşruluk kazanması için sağ kesime hizmet eden konformistler ve uyumlular kitlesinden oluşan sessiz çoğunluğun olduğu…”
“Ürkütücü olan otorite ve itaat temelinde eğitilmiş insanların bir demokrasiyi ne denli istikrarsız hale getirdikleridir”  
("Ama bunlar bizim bilmediğimiz, yabancısı olduğumuz tespit ve görüşler değil ki!.." Dediğinizi duyar gibiyim.)

***
Başlamak gerek!
“Ortamı kötüler belirler!” derler.
Peki biz neden bunu kaderimiz olarak kabullenelim ki!...
Neden iyiler olarak, iyilikler yeşerten gelecekler için adımlar atmayalım?
Neden çocuklarımızı okullardaki gerici kuşatılmışlıktan kurtarmayalım!...
Neden ele ele tutuşup barışa kucak açmayalım?
Neden acılarla örülü gündemi sevinçlerle noktalamayalım?
...
Başlamak için her gün, her an çok değerli…
Başlamak gerek!
Bakın yurdumuzun değişik yerlerinde çocuklar için; “Oyuncak silahını getir kitabını götür” kampanyası yapılıyor…

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız