Eğer 2015 PISA sınavları bizim, bilgiye dayalı, ezberci, öğretmen merkezli eğitim
anlayışımıza uygun olarak yapılmış olsaydı: Matematik okuryazarlığında 49., Fen
Bilimleri okuryazarlığında 52., Okuma Becerilerinde 50. Olmaz, daha üst
sıralarda yer alırdı öğrencilerimiz...
Çağdaş dünyanın çoktan çöpe atmış olduğu o eğitim anlayışında
direndiğimiz için geleceğimizin teminatı çocuklarımız henüz; okuduklarını
anlamaz, anlatamaz ve fen-matematik okuryazarı olamamış durumdalar. Böyle
yetişen nesiller; ne özgür düşünebilir, ne makine yapan makine yapabilir, ne de bilişim
ve yazılım sektöründe başarılı olabilirler.
Kuşkusuz ki, çoğu insan kendi dilinde olmayan, alt yazısı
da bulunmayan bir TV belgeseli veya filmini izlediğinde; konuyu jest, mimik ve görseller
yardımı ile anlar ve özgün anlatımı ile başkasıyla paylaşabilir.
Oysa bizim çocuklarımız o PISA sınavda, kendi ana dilinde yazılmış bir parçayı
okuyup anlamamış, gördüklerini, yaşadıklarını tanımlayıp, dillendirememiş…
Geleceğimiz için bize yoğun endişeler yaşatan, işte bu korkunç durum…
Hangi savaş
bu sonuçlar kadar yıkıcı ve umut kırıcı olabilir ki?
***
Prof. Dr.
Özgür Demirtaş, 5 Şubat 2017 günkü söyleşisinde “Evrensel
Olmayan, Milli Olamaz” sloganı ile gündem oluşturmuş ve çokça alkış almıştı. Bu
güzel söyleşide bir de Anayasa önerisinde bulunmuştu.
İşte o “3
Maddeli Anayasa” önerisinin tüm maddeleri:
1.
Ülkede
yaşayan herkes; istediğine inanır, istediğine inanmaz, istediğini yer içer,
istediğini yemez içmez, istediğini giyer, istediğini giymez, başkasına zarar
vermeden istediğine inanır, söyler, istediğine inanmaz, söylemez ve devlet bu
hakların güvencesi olmak zorundadır.
2.
1. Madde
değiştirilemez ve yoruma açık değildir.
3. Hükümetler 4-5 yılda seçilirler ne yaparlarsa yapsınlar eğer PISA
sonuçlarındaki durumumuzu 5 basamak ilerletemezlerse o hükümet düşer, partisi
de kapatılır.
Sn. Özgür Demirtaş, PISA sonuçlarının ülke için çok çok önemli olduğunu bildiği için, iktidarın sonlanması veya devamını PISA şartına bağlı kılmış. Böylece pusulasız olarak yol almakta olan eğitim-öğretimimizin, bilimsel bir rotaya girebileceğini düşünmüş.
***
Ne demek okuduğunu anlamamak!.. Normal yetilere sahip insanlara yakışmayan bir niteleme bu... Bu nitelikteki nesil, günümüz ve yarınlarımızda neler yaşatır?
Peki, bu kördüğüm nasıl çözülür, daha güvenli bir gelecek nasıl kurulur?
...
İç ve dış olaylar halkımıza, sosyal, psikolojik, ekonomik
olarak çok zorluklar yaşatıyor bu günlerde… Böylesi zor günlerde iktidarların ana gündemi:
Ağır koşulların yarattığı iklimi ılımanlaştırıp, ülkeyi yaşanır kılmak değil mi?
Ne gezer!..
Meydanlarda, ekranlarda, milletin gözünün içine baka, baka; bağırarak,
tehditlerle, algılar yaratarak, sanki yaşananları olmamış gibi gösterilip
unutturmaya çalıştılar, çalışıyorlar…
Ve yersiz, zamansız, anlamsız, gereksiz olarak, yapay bir gündem dayatıldı
hepimize…:
Tek adam yönetimine geçelim mi
geçmeyelim mi?
(Demokrasi mi otokrasi mi?)
Oysa
demokrasi oylanarak sonlandırılmaz ki, o ancak sağlanır.
Böylece tüm ülkeyi ilgilendiren ve uzlaşı ile yapılması gereken Anayasa
değişikliğini, kapalı kapılar ardında sadece iki parti yönetiminin pazarlığına
bağlı kıldılar.
Çıkara bağlı böylesi çabaları etik bulmasak, onamasak bile, benzerlerini sıkça yaşattıkları için belki anlayabiliriz... Fakat anlaşılmaz ve tuhaf olan;
anlaşmaya varılan maddelerle, neler kaybettiklerini bilmekte olanlar veya meclis
içinde olup kazanımlarını kaybetmek için yarışanlar... Onların söz, tavır ve eylemleri...
Partiler içinde, bazıları çalışarak, eziyet çekerek, bazıları alavere-dalavere-kandırma-yalvarma ile makam, koltuk, mevkiler alır böylece kimi vekil, kimi bakan olurlar. Ve
işte bunlar; gizli oyu açık kılıp, etik kuralları yok saydılar, çoğunluğu
oluşturan bir birlik(!) kurdular. Hem de; saç saça, yumruk yumruğa kavgalar,
çığlıklar ve canhıraş çabalarla, ellerindeki yetki ve kazanımlar alınsın diye
Anayasa’ya eklemeler yaptılar.
Böylece Anayasa değişikliğini (acemice oynanan bu korku piyesi gerginliği
içinde) kabul ettirdiler. Ve de demokratik(!) OHAL şartlarında iki seçenekli (“evet” veya “hayır”) olarak halkımıza
sunacaklar.
Ha, bir de bu düzeneğin içinde hem anlaşılmaz, hem de tuhaf olarak sırıtan
başka bir madde var: "18 yaştakilere vekil olma hakkı…"
Henüz üniversiteye bile gidememiş ve ergenlik fırtınaları içinde olan
gençlerin umutlarına ve duygularına hitap eden, ustaca kurulmuş bir tuzak madde…
Ben, telaş içinde
kendilerini yok saydırmaya çalışan (veli vesayetindeki 18 yaş öncesi haklarına razı)
vekilleri ve onların "18 yaştakilere vekillik verilmesi"ni öngören anlayışlarının mantığını çözemedim, anlayan/bilen/çözen
var mı?
Yoksa vekillerimiz oyladıklarını okumuyor veya okuduklarını anlamıyor mu?