Otokrasi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Otokrasi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ekim 2020 Cuma

TÜKENEN İKTİDAR ve HDP

Geçen haftaki yazım: ÜRKEK MUHALEFET ile HDP idi. Bu yazımı da onun devamı sayabilirsiniz. Size, pek çok kişinin hatırlamak, duymak, konuşmak ve yorumlamak istemediği, oysa tanığı olduğu bazı yaşanmışlıklardan söz etmek istiyorum.  

AKP, 2002'de, sinsi "Fetöcü Hareket" ile yaptığı ittifak sonunda iktidar olmuştu. İlk işleri de şikâyetçi oldukları; ordu, emniyet, yargı, eğitim gibi önemli alanlara kendi yandaşlarını atamak ve yerleştirmek olmuştu. Gerekçeleri ise: "atanmışların, özellikle de askerlerin ülkede vesayet kurarak seçilmişlere ve halka baskı uyguladıkları" idi. 

Bu yargıyla kurumlara atama yaparken, liyakat yerine "bizim adam" olmaları yeterli görülüyor, sınavlarla yerleştirme yapılırken de "sınav soruları" çalınıyor, cevapları kendi militanlarına veriliyordu. Başka bir anlatımla, AKP ve ortakları, kaleyi içten zapt ediyor ve devletin tüm kılcal damarlarına yerleşiyorlardı. Bu güçlenerek büyüme, ortakların aralarında çıkan çıkar çatışmasına kadar devam etti.

AKP ayrıca Avrupa Birliğine girmek, komşu ülkelerle barışmak, demokrasi, insan hakları gibi konularda çokça mesaj veriyor, törenler düzenliyordu. 

"Çözüm Süreci" 

Ülkenin baş sorunu olmuş Kürt sorunu da el attıkları bir konuydu. Bu sorun; pek çok gencin ölümüne, çokça acı yaşanmasına ve ülkenin pek çok kaynağını savaş için heba edilmesine neden oluyordu. İşte böylesi bir soruna çözüm bulmak için 2013'te AKP ile HDP  görüşmeye başladı.  

“Çözüm Süreci” olarak isimlendirilen bu girişim, ülkedeki herkese için bir umut olmuş ve barış havası estirmişti. Böylece ülkemiz genç ölümlerin olmadığı, iç huzurun olduğu iki yıl yaşamıştı. Hatta, 28 Şubat 2015 günü Dolmabahçe Sarayı'nda toplanan AKP ile HDP yetkilileri uzlaşma belgesi sayılan 10 maddeyi imzalamış ve bu an canlı yayın olarak kamuoyuna duyurulmuştu. Barış umudu yaratan bu girişim, ülke çapında büyük bir sevinç yaşatmıştı. 

Ve sonrasında ne olduysa, neler yaşandıysa bilinmez!.. Erdoğan, bu anlaşmayı ret etti ve görüşme masasını devirdi. Böylece son buldu barış umudu olan “çözüm süreci”... 

Bu arada AKP ve fetöcü ortaklık da bitmiş, Erdoğan'ın BAŞKAN olma tutkusu başlamıştı. 

7 Haziran 2015 seçiminde AKP tek başına iktidar olamadı!.. Kaybedişinin sorumlusu olarak da 80 milletvekili çıkaran HDP'yi gördü. Seçimin yaşattığı bu şoku atlatmak ve zaman kazanmak için ÇHP ile yapılan istikşafı görüşmeler uzadıkça uzatıldı. Zaman geçtikçe gizli-karanlık güçler de boş durmuyor ve halka, can-mal güvenliği olmayan korku dolu, kaoslu günler yaşatıyordu.  

Sonra da bu korkulu ve karanlık günleri fırsata çeviren 1 Kasım 2015 seçimleri yapıldı. 

Midyat’ta “Biz her türlü milliyetçiliği, ayaklarının altına almış bir iktidarız.” diyen sanki Erdoğan değilmiş gibi, oğlu Bilal Erdoğan için söylediği sözleri mahkeme kararıyla yasaklanan ya da sansürlenen' Bahçeli ile barışmış dost olmuşlardı. Böylece MHP destekli AKP iktidarı kurulmuştu. 

Bu arada 15 Temmuz 2016'da gerici-faşist fetöcü darbe girişimi olmuş, ülkemiz yine acılar yaşamıştı: Meclis devre dışı kalmış ve "kararnameli" Tek Adam dönemi başlamıştı. Bu kararnamelerle devlet kurumlarından atılan 100 binlerce kişin yerineliyakati (iş becerisi) olmayan sadece yapılan "mülakat" sonunda "yandaş" olduklarını kanıtlayanlar alınıyordu. 

MHP cismen olmasa da anlayış olarak iktidarın direksiyona yerleşmişti. Ve artık ülkede: "Erdoğan ile Bahçeli ne derse o olur!" dönemi başladı

Ki bu gidiş, günümüz dünyasında bir ülkenin başına gelebilecek en kötü durumdur. Başka bir deyişle bu durum; o ülkenin, demokrasisini, kanuniliğini, kurumsallığını,  yasama-yargı-yürütme (denge denetim) sistemini kaybetmesi ve tek kişi düzeni olan otokrasiyi seçmesi demektir. 

Böyle bir iklimde yapılan 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde büyük bir darbe aldı AKP-MHP iktidarı. Bunu kabullenmeyip, yasal ve etik dışı söylem ve girişimler sonunda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini iptal ettirdi. 23 Haziran 2019 günü yenilenen seçimle bu kez unutulmaz bir yenilgiye uğradılar... 

Bu yenilginin de biricik sebebi yine HDP idi. Çünkü HDP 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde 65 belediye başkanlığı kazanmış, ayrıca iktidarın kaybettiği tüm Büyükşehir Belediye Başkanlıklarını da destek verdiği CHP'ye kazandırmıştı. 

Bu kindar duygu onları eskiden denedikleri ve hiçbir olumlu sonuç alamadıkları: "seçilmiş olan belediye başkanlarının yerine kayyım atama ve belediye meclislerini kapatma" gibi demokrasiye aykırı, insani ve hukuki olmayan intikamcı uygulamayı yeniden başlatmaya neden olmuştu. 

Bu haksız ve hukuksuz işlemler havuz medyasında aylarca güzelleme yapılarak kutsandı. 

Kars Belediyesine kayyum seçilen Vali fetih-şükür namazı bile kıldı!..

Acaba Kars'ı kimden, kimin adına kurtardı? 

"Demokrasicilik" oyunu oynanıyor!...

SONUÇ: 

HDP seçimde 65 Belediye Başkanlığı kazandı ve bunların; 

  • 6'sına "mazbata" verilmedi, kaybedenlere ikram edildi.
  • 48 Belediye de  atanmış kayyumlara teslim edildi.
  • Ve seçimle gelen belediye meclisleri de kapatıldı

(Bu algı yaratma oyunlarıyla, nefretle, kinle HDP güç kazanacak ve bitmeyecek! Ama nefret dolu bu iktidar, tıpkı birlikte yola çıktıkları tek tek ayrıldığı gibi tükenecek.)

Hani nerede demokrasi, seçme ve seçilme özgürlüğü? 

O il ve ilçelerdeki halk iradesine ne oldu, şimdi kimler işbaşında? 

Peki, o zaman soralım: bu yaşananlar hangi sistemlerde yaşanır?

Erdoğan AKP'si başladığı hiçbir demokratik adımı bitiremedi.

Fakat halkın kaybettiği, müttehitlerin kazandığı pek çok işi bitirdi.


Diğer yazılarım için: tıklayınız


14 Nisan 2017 Cuma

Orkestra ve Şefi

Edebiyat ve Müzik öğretmenlerim 
Semra ERSÖZ ve Ziya ERSÖZ'e saygılarımla...

Konu başlığını okuyunca sakın beni müzik hakkında yazıp/konuşabilecek bir donanıma sahip sanmayın. Aksine  benim en az bilgi ve yetenek sahibi olduğum bir alandır müzik alanı. Ben sadece müziğin, yaşamımızdaki gücüne inanan, sıradan bir izleyeni ve dinleyeniyim.

En çok da orkestra şefinin yönetimine hayranım. O, size o çokseslilikteki uyumu, güzelliği izletip/dinletirken ve sizde coşkular yaratırken,  siz onun yüzünü göremez, sesini duyamazsınız. O'nun yüzünü sadece en sonunda izleyenlerini selamlarken görürsünüz. O, beden dili (jest ve mimikler) ile işbölümü yapan ve elindeki zarif baton ile katkı sunma sırası geleni davet edendir.

Neden politik liderler bir ”orkestra şefi” gibi olamıyorlar; meydanlarda, salonlarda ve ekran başında hep gözlerimizin içine bakıp tehdit eder gibi bağırıp, çağırıp buyruklar yağdırıyorlar?

Neden lider ve yöneticiler hep, kendi konuşmak, kendi yapmak ister, başarısız olduklarında da, kendisi dışında failler ve bahaneler ararlar?  

Acaba tüm lider ve yöneticilerinden, yönetim yetilerini geliştirmeleri için  ”orkestra şefi eğitimi" almları istenirse, çok mu uçuk bir istek olur?

***
Neden kördüğüm olup çözüm bekleyen yığınla iç-dış sorunumuz varken, yerli ve milli şefimizin (zaten pek çok olan) yetkilerini sınırsız hale getirmek için yersiz ve zamansız bir süreç başlatıldı?  Bu abartılı isteklere halkın “Evet” demesi için meydanlara, salonlara ve ekranlara çıktılar. Çıktılar da, anayasada niçin değişiklik yapmak istediklerini ve neden “Tek Adam Sistemi istediklerini hiç anlatmadılar. Sorularımızı cevapsız bıraktılar. Sadece;
  • Algılarla oluşturulan hayali düşmanlıklar yarattılar.
  •  “Hayır” diyeceklere EYY! diye bağırıp, sıfatlar yakıştırdılar ve onları öteki ilan ettiler. 
  •  Seni başkan yaptırmayacağız diyen partiyi etkisiz kılmak için; iki eşbaşkanını, 11 milletvekili, pek çok yerel yöneticisini tutukladılar…
  • Her ortamda; koalisyonları kötülediler, “Tek Adamlığı” albenili kılmak için de  “Anayasa kitapçığını fırlatma” krizini bolca kullandılar.
(Nedense, Kemal Derviş’in sancılı bir koalisyon döneminde, ekonomik çöküntüyü durdurup, istikrar sağlayarak kendilerine miras bıraktıklarını hiç hatırlamaz, anlatmaz oldular.)

 ***
Koalisyon Korkusu:

Lütfen hatırlayınız: 15 yıldan beri, AKP iktidarı hiç koalisyon ihtiyacı duydu mu? Hayır!.. Onlar sadece 7 Haziran’da büyük bir korku yaşadılar. O korkuyu da, ustaca oluşturdukları “korku iklimi” ve o beyhude "İstikşafi görüşmeler" sonunda,  “1 Kasım seçimi” ile taçlandırarak savuşturmayı başardılar. (Peki, şimdi gündemde olmayan bir koalisyonu, sürekli öcü gibi gösterip her gün dillendirmekle neyi amaçlıyorlar?)

Toplumlar, farklılıkların bir bütünlüğüdür. Dünyada hiçbir toplum yoktur ki, içinde farklılıklar barındırmasın. Her toplumun içinde; farklı inanç, dil, kültür sahibi ve farklı düşünen, farklı yaşam tarzı olan insanlar vardır.

Eğer toplumda demokratik-laik bir iklim varsa; bu farklılıklar, tıpkı dev bir orkestranın çoksesli zenginliği ve uyumu içinde yaşarlar.

Doğa ve yaşamın birlikteliğidir orkestra, orada her sese, her nefese, her tona yer vardır. Orkestranın sağladığı uyumlu birlikteliği ve uzlaşmayı toplumlarda koalisyonlar sağlar. O halde koalisyon kurup yönetebilmek bir erdemdir.  

Toplumda da, orkestrada da; farklılıkların özgürlük sınırları, başka birinin sınırı ile sınırlıdır. Yeter ki her ses sınırlarını aşmadan, sırasını şaşmadan, özgür ve özgün katkısını sunsun.  İşte bu çoğulcu uyum olduğu içindir ki, orkestralar ve çoğulcu demokrasiler asırlardır yaşamış ve yaşayacaklar.

Sizce, seçime katılanların yüzde 48-50’nin oyunu alıp, onların da sadece mutlu azınlığı için çalışan, toplumun diğer bölümünü karşısına alıp onları baskı ile yönetmek isteyen "cici demokrasi" hükümetleri çok mu gerekli?

Unutmayalım ki, çoğunluğun memnuniyetini esas alıp, azınlık ya da farklı olanların haklarını gasp eden sistemleri, toplumbilim faşizm olarak tanımlar.

Unutmayalım ki, huzurun bol olduğu pek çok çağdaş ülke koalisyonlarla yönetiliyor. 

Çünkü koalisyonda; egolar törpüleniyor, ben merkezli anlayışlar son buluyor, uzlaşma ve hoşgörü kültürü egemen oluyor. Peki, bunun nesi kötü ve yanlış?

Bu yazı bir koalisyon güzellemesi değil. Bizler yakın geçmişte yerli ve milli olup, dışarıda birbirini yerden yere vuran, içeride birbirini aklayıp paklayan Çiller-Yılmaz koalisyonlarını da gördük. (Detone olan orkestralar olduğu gibi…)
    
Peki, Demokrasi’nin orkestra uyumluluğu içinde sağladığı çokseslilik ve güzellikleri, Otokrasi’nin teksesliliğinde bulabilir misiniz?

Sadece iki gün sonra yani 16 Nisan günü yapılacak olan referandumda, tek adam yönetimi ve tek sesli bir “Parti Devleti” için "Evet" istiyorlar bizden…

Peki, ülkemiz için demokrasiyi geliştirmek varken, niçin otokrasiyi seçelim? 

Ohalde iki gün sonra:

Oylarınızla: "HAYIR DEYİN" ("BEJİN NÂ")  
 
Ve "ARTIK YETER" ("EDİ BESÊ ") deyin.

Deyin ki, 77 yıl sonra yeniden bir 17 Nisan daha kutluyalım... 



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız