Edebiyat ve Müzik öğretmenlerim
Semra ERSÖZ ve Ziya ERSÖZ'e saygılarımla...
Konu başlığını okuyunca
sakın beni müzik hakkında yazıp/konuşabilecek bir donanıma sahip sanmayın.
Aksine benim en az bilgi ve yetenek sahibi olduğum bir alandır müzik alanı. Ben sadece müziğin,
yaşamımızdaki gücüne inanan, sıradan bir izleyeni ve dinleyeniyim.
En çok da orkestra şefinin
yönetimine hayranım. O, size o çokseslilikteki uyumu, güzelliği izletip/dinletirken ve
sizde coşkular yaratırken, siz onun
yüzünü göremez, sesini duyamazsınız. O'nun yüzünü sadece en sonunda izleyenlerini selamlarken görürsünüz. O, beden dili (jest ve mimikler) ile işbölümü yapan ve elindeki
zarif baton ile katkı sunma sırası geleni davet edendir.
Neden politik liderler bir
”orkestra şefi” gibi olamıyorlar; meydanlarda, salonlarda ve ekran başında hep
gözlerimizin içine bakıp tehdit eder gibi bağırıp, çağırıp buyruklar yağdırıyorlar?
Neden lider ve yöneticiler hep, kendi
konuşmak, kendi yapmak ister, başarısız olduklarında da, kendisi dışında failler
ve bahaneler ararlar?
Acaba tüm lider ve yöneticilerinden, yönetim yetilerini geliştirmeleri için
”orkestra şefi eğitimi" almları istenirse, çok
mu uçuk bir istek olur?
***
Neden kördüğüm olup
çözüm bekleyen yığınla iç-dış sorunumuz varken, yerli ve milli şefimizin
(zaten pek çok olan) yetkilerini sınırsız hale getirmek için yersiz ve zamansız
bir süreç başlatıldı? Bu abartılı isteklere halkın “Evet” demesi için meydanlara,
salonlara ve ekranlara çıktılar. Çıktılar da, anayasada niçin değişiklik yapmak
istediklerini ve neden “Tek Adam Sistemi istediklerini hiç
anlatmadılar. Sorularımızı cevapsız bıraktılar. Sadece;
- Algılarla oluşturulan hayali düşmanlıklar yarattılar.
- “Hayır” diyeceklere EYY! diye bağırıp, sıfatlar yakıştırdılar ve onları öteki ilan ettiler.
- Seni başkan yaptırmayacağız diyen partiyi etkisiz kılmak için; iki eşbaşkanını, 11 milletvekili, pek çok yerel yöneticisini tutukladılar…
- Her ortamda; koalisyonları kötülediler, “Tek Adamlığı” albenili kılmak için de “Anayasa kitapçığını fırlatma” krizini bolca kullandılar.
(Nedense,
Kemal Derviş’in sancılı bir
koalisyon döneminde, ekonomik çöküntüyü durdurup, istikrar sağlayarak kendilerine miras bıraktıklarını hiç hatırlamaz, anlatmaz
oldular.)
***
Koalisyon Korkusu:
Lütfen
hatırlayınız: 15 yıldan beri, AKP iktidarı hiç koalisyon ihtiyacı duydu mu? Hayır!..
Onlar sadece 7 Haziran’da büyük bir korku yaşadılar. O korkuyu da, ustaca oluşturdukları
“korku iklimi” ve o beyhude "İstikşafi
görüşmeler" sonunda, “1 Kasım seçimi” ile taçlandırarak savuşturmayı
başardılar. (Peki, şimdi gündemde olmayan bir koalisyonu, sürekli öcü gibi
gösterip her gün dillendirmekle neyi amaçlıyorlar?)
Toplumlar, farklılıkların bir
bütünlüğüdür. Dünyada hiçbir toplum yoktur
ki, içinde farklılıklar barındırmasın. Her toplumun içinde; farklı inanç, dil, kültür sahibi ve farklı
düşünen, farklı yaşam tarzı olan insanlar vardır.
Eğer toplumda demokratik-laik
bir iklim varsa; bu farklılıklar, tıpkı dev bir orkestranın çoksesli zenginliği
ve uyumu içinde yaşarlar.
Doğa ve yaşamın
birlikteliğidir orkestra, orada her sese, her nefese, her tona yer vardır. Orkestranın
sağladığı uyumlu birlikteliği ve uzlaşmayı toplumlarda koalisyonlar sağlar.
O halde koalisyon kurup yönetebilmek
bir erdemdir.
Toplumda da, orkestrada da;
farklılıkların özgürlük sınırları, başka birinin sınırı ile sınırlıdır.
Yeter ki her ses sınırlarını aşmadan, sırasını şaşmadan, özgür ve özgün katkısını
sunsun. İşte bu çoğulcu uyum olduğu
içindir ki, orkestralar ve çoğulcu demokrasiler asırlardır yaşamış ve yaşayacaklar.
Sizce, seçime katılanların yüzde
48-50’nin oyunu alıp, onların da sadece mutlu azınlığı için çalışan, toplumun
diğer bölümünü karşısına alıp onları baskı ile yönetmek isteyen "cici demokrasi"
hükümetleri çok mu gerekli?
Unutmayalım ki, çoğunluğun
memnuniyetini esas alıp, azınlık ya da farklı olanların haklarını gasp eden sistemleri,
toplumbilim faşizm olarak tanımlar.
Unutmayalım ki, huzurun bol olduğu
pek çok çağdaş ülke koalisyonlarla yönetiliyor.
Çünkü koalisyonda; egolar
törpüleniyor, ben merkezli anlayışlar son buluyor, uzlaşma ve hoşgörü kültürü egemen
oluyor. Peki, bunun nesi kötü ve yanlış?
Bu yazı bir koalisyon
güzellemesi değil. Bizler yakın geçmişte yerli ve milli olup, dışarıda
birbirini yerden yere vuran, içeride birbirini aklayıp paklayan Çiller-Yılmaz koalisyonlarını da gördük. (Detone olan orkestralar olduğu gibi…)
Peki, Demokrasi’nin
orkestra uyumluluğu içinde sağladığı çokseslilik ve güzellikleri, Otokrasi’nin
teksesliliğinde bulabilir misiniz?
Sadece iki gün sonra yani 16 Nisan günü
yapılacak olan referandumda, tek adam yönetimi ve
tek sesli bir “Parti Devleti” için "Evet" istiyorlar bizden…
Peki, ülkemiz için demokrasiyi geliştirmek varken, niçin otokrasiyi seçelim?
Ohalde iki gün sonra:
Oylarınızla: "HAYIR DEYİN" ("BEJİN NÂ")
Ve "ARTIK YETER" ("EDİ BESÊ ") deyin.
Deyin ki, 77 yıl sonra yeniden bir 17 Nisan daha kutluyalım...