2 Şubat 2018 Cuma

BUHAL Hipokrat’a Karşı…


-Sevgili okur dostlarımdan isteğim, yazımın bu bölümünü, vazgeçtim tümünü, geçen haftaki yazıma bir ek veya bir dipnot olarak kabul ederek okumalarıdır.-

Bizim kuşak,  emperyalist dünya paylaşım savaşlarının ikisini de görmedi, sadece onlardan miras kalan bazı enkaz ve acılara tanık oldu. Ancak bu savaşların ardılı olan “soğuk savaş” dönemini tüm acılarıyla adım adım yaşadı.

Bu dönemi öncesi ile birlikte kısaca hatırlatmak gerekirse:

Emperyalist güçler, çıkarmış oldukları her iki dünya savaşının insanlara yaşattığı acıları, doğaya ve tüm kaynaklara verdiği zararı gördü ve hatta bir kısmını da kendileri tadarak yaşadılar…

Bu trajik sonuçlar onları hem çok sarstı ve çok korkuttu, hem de üçüncü bir dünya savaşı olması halinde, karşı güçlerin elindeki akıllı/nükleer silahların  yaşatacağı toptan yok oluşları düşünmeyi sağladı.

Ama onlar savaşsız yaşayamazdı ki!..

Emperyalist düzenlerini sürdürmenin önkoşulu da savaşlardı. Çareler aradılar ve buldular: 1960’lı 80’li yıllarda sosyal psikolojinin buluşu olan “soğuk savaş” yöntemine sıkıca sarıldılar.

Sömürmek istedikleri her ülkede, insan hak ve özgürlüklerini yok sayan işbirlikçiler buldular ve onları yönetime getirdiler. Kışkırtıcılar (provokatör) ve bilinçsiz militanlar kullanarak, toplumu dil, din, ırk, cinsiyet, yaşam tarzı ve siyasi görüş farklılıklarına göre ayrıştırıp, kışkırtılmış kinli, öfkeli düşmanlıklar yarattılar. 

Bu ortamda da; düşünen, sorgulayan gençleri, aydınları, bilim insanlarını hain ve düşman ilan edip; tutukladılar, işkence ettiler, yok ettiler, öldürdüler… Ülkede bir korku iklimi yaratıp (çünkü korku, aklın en büyük düşmanıdır), toplumu sindirdi ve şekillendirdiler.

Soğuk savaş dönemi, baş düşman ilan edilen S.S.C.B blokunu parçalanması ve Rusya'nın da emperyalist güç olmasıyla son buldu. Fakat demiştik ya, "bunlar savaşsız yaşayamaz" diye… Yine, yeni savaşlara devam dediler... 

Bu kez de toplumu ayrıştırıp, vuruşturmak için her iki tarafa da sattıkları silahlarla küçük çaplı bölgesel savaşlar başlattılar. 

Yugoslavya, Irak, ve içine sürüklendiğimiz Suriye bataklığı savaşları gibi...

Ve emperyalizmin patronları, tıpkı masallardaki "kurt" misali, kılık değiştire değiştire yeni savaşlara devam edecekler.

***
(Şimdi de “zülfü yâre” dokunmadan başlık konumuza geçebiliriz.)

OHAL, BUHAL oldu Hipokrat hedef tahtasında…  

Halka hizmeti amaçlayan her kurumun alanları ile ilgili etik ilkeleri vardır. Bu ilkeler her dönem, her durum ve her kişiye göre değişmeyen, herkesi önemseyen, benimseyen genelgeçer (objektif) esaslardır. Tıp alanı da böyle alandır.

Tıbbın babası kabul edilen Hipokrat (Hippocrates) hekim bir babanın oğlu olarak 2478 yıl önce (İ.Ö 460) Yunanistan’ın Kos adasında doğmuştur. O da babası gibi hekim olur ve Kos adasında bir tıp okulu açarak öğrenciler yetiştirir. O, "Önce zarar verme!" diyerek tıbbın ilk ilkesini belirler. Bu da; "Hekim düşüncesi ve seçtiği tedavi ile hastaya zarar vermemeli…" anlayışını geliştirmiştir.

Dünyadaki tüm hekimler bu ilkeyi temel aldıkları için göreve, “Hipokrat Yemini” ile başlar, yaşamları süresince buna sadık kalırlar. Kısaca her hekim; din, dil, ırk, cinsiyet, yaşam tarzı vb. farklılıkları düşünmeden tüm insanların, insanca ve sağlıklı yaşamaları için  hizmet ederler. 

TTB (Türk Tabipleri Birliği)'nin de üyesi olduğu Dünya Tabipler Birliği Genel Kurulu Ekim 2017 toplantısında; Cenevre Bildirgesi, diğer adıyla "Hekimlik Andı"nı güncelleyerek kabul etti.  İşte o HEKİMLİK ANDI

Kısa ve net olarak diyor ki: 
"Hekimin düşüncesi de, yöntemi de yaşatmak içindir."

TTB Merkez Konseyi 24.01.2018 günü, bu ilke uyarınca: "Savaş, doğada ve insanda tahribat yapan, toplumsal yaşamı tehdit eden, insan eliyle yaratılan bir halk sağlığı sorunudur." diye başlayan kısa bir duyuru yayımladı. Bu görüşleri açıklamak onların demokratik hakkı, siz bunlara katılır ya da katılmazsınız. Zaten şimdi de yargılanıyorlar... 

Ama daha ifade/savunmalar alınmamış, yargılama devam ediyorken.. “Hak, hukuk, adalet!” dedirtecek ve sonucu belirleyen iki atak eylem yapıldı bile: 

Birincisi, kendisi de tıp doktoru olan Sağlık Bakanı Ahmet Demircan'dan… Demircan, "seçimle gelen" TTB için; "Tabipler Birliği, Türk tabiplerini temsil eder noktada değildir." dedi…

İkincisi, Rektör ve yöneticiler; bunlar da, gözaltında olanları ifadelerine bile başvurmadan görevlerinden uzaklaştırdılar…

Peki, şimdi neler olacak?

Eğer TTB'nin bu duyurusu "suç" olarak kabul edilirse; 
  • Suç ortakları, Dünya Tabipler Birliği,
  • Bu örgütün "Temsili"  lideri Hipokrat olacak...
  • Bundan böyle TTB yönetimine; yemin ve ilkelere uymayanlar atanacak.
  • Ülkede demokrasi olmadığının altı çizilecek.  
Görelim bakalım daha neler olacak.  
 
*

Hipokrat “milli” mi? 

-Bilemiyorum.  

Fakat O, bizim coğrafyanın 2.478 -İki-bin-dört-yüz-yetmiş-sekiz- yıllık oldukça “yerli” bir insanı…
 


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

1 yorum:

  1. Evrensel konularda, tüm insanlığı ilgilendiren durumlarda MİLLİLİK araya ,araya insanı 'milli' kelimesine düşman edecekler.Bunca değerimizi ziyan etmeye,etkisiz ve yetkisiz kılmaya ne hakları var. Bu ne korkunç bir israftır ya RAB!!!Ülkemiz geleceğimiz için ne onulmaz bir yaradır. Kolay mı yetişiyor bu değerler!!!Bu nasıl bir MİLLİ liktir.HADİ GİDİN ORDAN!!!Bu düpedüz hainliktir.Yazık bu ülkeye...

    YanıtlaSil