-Sevgili okur dostlarımdan isteğim,
yazımın bu bölümünü, vazgeçtim tümünü, geçen haftaki yazıma bir ek veya
bir dipnot olarak kabul ederek okumalarıdır.-
Bizim
kuşak, emperyalist dünya paylaşım savaşlarının ikisini de görmedi, sadece onlardan miras kalan bazı enkaz
ve acılara tanık oldu. Ancak bu savaşların ardılı olan “soğuk
savaş” dönemini tüm acılarıyla adım adım yaşadı.
Bu
dönemi öncesi ile birlikte kısaca hatırlatmak gerekirse:
Emperyalist güçler, çıkarmış oldukları her iki dünya savaşının insanlara yaşattığı acıları, doğaya ve tüm kaynaklara verdiği zararı gördü ve hatta bir kısmını da kendileri tadarak yaşadılar…
Bu
trajik sonuçlar onları hem çok sarstı ve çok korkuttu, hem de üçüncü bir dünya
savaşı olması halinde, karşı
güçlerin elindeki akıllı/nükleer silahların yaşatacağı toptan yok oluşları düşünmeyi sağladı.
Ama
onlar savaşsız yaşayamazdı ki!..
Emperyalist
düzenlerini sürdürmenin önkoşulu da savaşlardı. Çareler aradılar ve buldular: 1960’lı 80’li yıllarda sosyal psikolojinin buluşu olan “soğuk savaş”
yöntemine sıkıca sarıldılar.
Sömürmek
istedikleri her ülkede, insan hak ve özgürlüklerini yok sayan işbirlikçiler
buldular ve onları yönetime getirdiler. Kışkırtıcılar
(provokatör) ve bilinçsiz militanlar kullanarak, toplumu dil, din, ırk, cinsiyet, yaşam
tarzı ve siyasi görüş farklılıklarına göre ayrıştırıp, kışkırtılmış kinli,
öfkeli düşmanlıklar yarattılar.
Bu ortamda da; düşünen, sorgulayan gençleri, aydınları, bilim insanlarını hain ve düşman ilan edip; tutukladılar, işkence ettiler, yok ettiler, öldürdüler… Ülkede bir korku iklimi yaratıp (çünkü korku, aklın en büyük düşmanıdır), toplumu sindirdi ve şekillendirdiler.
Bu ortamda da; düşünen, sorgulayan gençleri, aydınları, bilim insanlarını hain ve düşman ilan edip; tutukladılar, işkence ettiler, yok ettiler, öldürdüler… Ülkede bir korku iklimi yaratıp (çünkü korku, aklın en büyük düşmanıdır), toplumu sindirdi ve şekillendirdiler.
Soğuk
savaş dönemi, baş düşman ilan edilen S.S.C.B blokunu parçalanması ve Rusya'nın da emperyalist güç olmasıyla son buldu. Fakat demiştik ya, "bunlar savaşsız yaşayamaz" diye… Yine, yeni
savaşlara devam dediler...
Bu kez de toplumu ayrıştırıp, vuruşturmak için her iki tarafa da sattıkları silahlarla küçük çaplı bölgesel savaşlar başlattılar.
Bu kez de toplumu ayrıştırıp, vuruşturmak için her iki tarafa da sattıkları silahlarla küçük çaplı bölgesel savaşlar başlattılar.
Yugoslavya,
Irak, ve içine sürüklendiğimiz Suriye bataklığı savaşları gibi...
Ve emperyalizmin patronları, tıpkı masallardaki "kurt" misali, kılık değiştire değiştire yeni savaşlara devam edecekler.
***
(Şimdi de “zülfü yâre” dokunmadan başlık
konumuza geçebiliriz.)
OHAL, BUHAL
oldu Hipokrat hedef tahtasında…
Halka
hizmeti amaçlayan her kurumun alanları ile ilgili
etik ilkeleri vardır. Bu ilkeler her dönem, her durum ve her kişiye göre değişmeyen,
herkesi önemseyen, benimseyen genelgeçer (objektif) esaslardır. Tıp alanı da böyle alandır.
Tıbbın
babası kabul edilen Hipokrat (Hippocrates) hekim bir babanın oğlu olarak
2478 yıl önce (İ.Ö 460) Yunanistan’ın Kos adasında doğmuştur. O da babası
gibi hekim olur ve Kos adasında bir tıp okulu açarak öğrenciler yetiştirir. O, "Önce
zarar verme!" diyerek tıbbın ilk ilkesini belirler. Bu da; "Hekim düşüncesi ve seçtiği tedavi ile hastaya
zarar vermemeli…" anlayışını geliştirmiştir.
Dünyadaki
tüm hekimler bu ilkeyi temel aldıkları için göreve, “Hipokrat Yemini” ile
başlar, yaşamları süresince buna sadık kalırlar. Kısaca her hekim; din, dil,
ırk, cinsiyet, yaşam tarzı vb. farklılıkları düşünmeden tüm insanların, insanca ve sağlıklı yaşamaları
için hizmet ederler.
TTB (Türk
Tabipleri Birliği)'nin de üyesi olduğu Dünya
Tabipler Birliği Genel Kurulu Ekim 2017 toplantısında; Cenevre Bildirgesi, diğer adıyla "Hekimlik
Andı"nı güncelleyerek kabul etti. İşte o HEKİMLİK ANDI
Kısa ve net olarak diyor ki:
"Hekimin düşüncesi de, yöntemi de yaşatmak içindir."
TTB Merkez Konseyi 24.01.2018 günü, bu ilke uyarınca: "Savaş, doğada ve insanda tahribat yapan, toplumsal yaşamı tehdit eden, insan eliyle yaratılan bir halk sağlığı sorunudur." diye başlayan kısa
bir duyuru yayımladı. Bu görüşleri açıklamak onların demokratik hakkı, siz bunlara katılır ya da katılmazsınız. Zaten şimdi de yargılanıyorlar...
Ama daha ifade/savunmalar alınmamış, yargılama devam ediyorken.. “Hak, hukuk, adalet!” dedirtecek ve sonucu belirleyen iki atak eylem yapıldı bile:
Birincisi, kendisi de tıp
doktoru olan Sağlık Bakanı Ahmet Demircan'dan… Demircan,
"seçimle gelen" TTB için; "Tabipler Birliği, Türk tabiplerini
temsil eder noktada değildir." dedi…
Peki, şimdi neler olacak?
Eğer TTB'nin bu duyurusu "suç" olarak kabul edilirse;
- Suç ortakları, Dünya Tabipler Birliği,
- Bu örgütün "Temsili" lideri Hipokrat olacak...
- Bundan böyle TTB yönetimine; yemin ve ilkelere uymayanlar atanacak.
- Ülkede demokrasi olmadığının altı çizilecek.
*
Hipokrat “milli” mi?
-Bilemiyorum.
Fakat O, bizim coğrafyanın 2.478 -İki-bin-dört-yüz-yetmiş-sekiz- yıllık oldukça “yerli” bir insanı…