Bir kavram olarak “Fiili
durum” kanunlarda yer almayan, kanuni ve hukuki dayanağı olmayan, başka bir
tanımla yazılı hukuk sistemi içinde yer almayan yönelim ve eylemde bulunmak veya
karşı durmaktır. Yaşadığımız darbeli yıllarda fiili durum yaratma eylemleri ile karşılaşmıştık, şimdilerde
ise, moda oldu, daha da çoğalarak sıradanlaştı.
Belki bu konuyu iki-üç
örnekle anlatmak daha açıklayıcı ve düşündürücü olabilir:
- Sn. Erdoğan, 10 Ağustos 2014’de Cumhurbaşkanı seçildi ve bu seçilmiş olmayı, “fiili durum” yaratmak için bir gerekçe saydı. Daha önce genel başkanı olduğu parti adına ekranlara, meydanlara çıkmaya devam ederek tarafsız kalamadı. Anayasa ve ettiği yemine uyamadı.
- 17/25 Aralık’ta, zamanın içişleri bakanı görevlilere cesaret vermek için; siz yapılması gerekenleri(!) yapın, eğer yasadışı duruma düşüp, zorda kalırsanız sizi kurtaracak yasaları da çıkarırız anlamına gelecek teminat sözler söylemişti… Bu da bir fiili durum...
- Nisan referandum günü de YSK’nın (hukuksuzluğa belge olarak dünya hukuk tarihine geçen) ”Mühürsüz oylar geçerlidir” kararını verdi ve dün kesinleştirdiğini açıkladı. Bu da mesleği yargıçlık olanların bir fiili durumu…
YSK, kendi yasasının açık hükmünü
yok sayan, şaibe yaratan ve itirazları red eden o meşhur kararı ile; "partili tek adam
rejimi"ni ilan etti ve Cumhurbaşkanın 15 Nisan akşamına kadar devam ettirdiği “fiili durumu” yasal hale getirdi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, bu karar sonucunu veciz olarak; “Mesele bitmiş düğüm çözülmüş
ülkemizin önü açılmıştır.” Diyerek
anlatmıştı.
Biten mesele; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başlattığı fiili
durumdu, çözülmesi ile
ülkemizin önünü açan düğüm ise; partili tek adam rejiminin resmen
ilan edilmesiydi.
17/25 Aralık sürecinde içişleri
bakanının verdiği sözler, zorunlu olarak dört bakanı görevden alınması, para
kutuları ve tapelerin üzerinde halen koyu bir sis bulutu var. Haydi şimdi diyelim
ki, sis bulutu kapattı bu kuyuyu, peki, bu kuyunun ortalığa salmış olduğu pis kokular ne
olacak?!
***
Sn. Erdoğan için çözülmüş görünen
“mesele”, ülkemiz için bir kördüğüm haline gelmiştir. Yurtiçinde ve komşu
ülkelerimizle yaşadıklarımız yetmezmiş gibi, bir de Avrupa Konseyi
Parlamenter Meclisi’nin almış olduğu kararlar eklendi listemize...
AK (Avrupa
Konseyi), Avrupa çapında insan hakları, demokrasi ve hukukun
üstünlüğünü savunmak amacıyla 1949'da kurulmuş hükûmetler arası bir kuruluştur.
Ve Türkiye de AK’ne ilk
giren (1949) üyelerden biri olduğu için "kurucu üye" statüsündedir.
İki gün önce Avrupa Konseyinin
Parlamenter Meclisi yani AKPM, Türkiye’yi denetim
sürecine aldı. Öyküsü şöyle:
AKPM, Türkiye’yi denetim
sürecine 1996 yılında dâhil etmiş, Haziran 2004’te bu süreçten çıkarmıştı (ki bu durum ülke çapında büyük sevince neden olmuş
ve gündüz(!) vakti havai fişeklerle kutlanmıştı.), 2017'de (iki gün
önce) ise yeniden denetime aldı. Bu karar birinci lige çıkan Türkiye’yi küme
düşürüp, ikinci lige indirdi. Yani daha da açıkçası: Türkiye büyük ölçüde
itibar kaybetti.
“Denetim süreci” nedir?: Bir devletin demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü
alanlarında ne kadar Avrupa standartlarında olduğunun ölçülmesidir.
AKPM, Türkiye hakkında verdiği kararı ve gerekçelerini Ankara’ya
sundu. İşte o rapordan bazı başlıklar:
- OHAL’in mümkün olduğu kadar çabuk kaldırılması,
- OHAL ile doğrudan ilişkili olmadıkça KHK çıkarılmaması,
- KHK’ler ile toplu halde işten çıkarılmalara son verilmesi,
- Yargılanmayı bekleyen tüm parlamenterlerin serbest bırakılması,
- Tutuklu olan gazeteci ve insan hakları savunucularının serbest bırakması,
- OHAL Araştırma Komisyonu’nun kurulması ve adil yargının garanti altına alınması,
- Terörle Mücadele Yasası'nın değişmesi,
- AKPM kararları ve Venedik Komisyonu tavsiyeleri ışığında ifade özgürlüğünü iyileştirecek adımların atılması,
- Referandumun meşruiyeti konusundaki kuşkular giderecek, AKPM ve Venedik Komisyonu standartları doğrultusunda ifade özgürlüğünü iyileştirecek adımların atılması...
Yukarıda sıralanan “talepler”
hiç de yabancısı olmadığımız, her gün yaşanan, tartışılan ve tümü de belge/bilgiye
dayalı olan olaylar ve gerçeklerimizdir.
Bu gerçeklerimizi yüzümüze
söyleyen AKPM kararı için; "Karar
tamamen siyasi, tanımıyoruz", ”YOK HÜKMÜNDEDİR”, “İslamofobi”, “Haçlı zihniyeti”, “Düşmanlık”, “Kendine baksın” diye karşı çıkmakla “fiili
durum” yaratamazsınız.
İktidarca AKPM raporu için söylenen tüm sözler; gerçeklerden çok çok
uzak ve hamaset… Oysa gerçekleri perdelemek, hamasetle geçiştirmek yerine, onlarla yüzleşmek,
çözüm üretmek gerek.
Sanmayın ki “yok hükmünde”
saydığınız bu gerçekler; “fiili durum”
yaratarak, algılar oluşturarak ve sürekli gerginlik çıkararak ortadan kalkar.
Bakın
işte bu inatçı tavırlar yüzünden küme düştü ülkemiz!…
Hukuka göre “yok hükmünde” olan; hukuka karşı duran, hukuku yok sayan ve “fiili durum” yaratandır.
İLGİNÇ BİR İKİLEM:
CHP yetkilileri her gün AKPM kararlarında da yer alan hak ihlâleri hakkında konuşup demeç veriyorlar. AKPM'deki CHP'li üyeler ise hak ihlâleri nedeniyle "Türkiye'nin denetime alınması" kararına karşı oy kullandılar. Şimdi de referandum sonuçlarının iptali için AİHM'e başvurma hazırlıkları içindeler...
Benim için RTE yok hükmünde de , nasıl bir fiili durum yaratıp gerçekten yok edebiliriz diye kafa patlatıyorum.
YanıtlaSilMerhaba dostum. Aydınlı dayı "sıyasat çok gaypakdır ve puşt işidir" derdi. Tabi bu tanım bizdeki siyaseti tarif ediyor. CHP nin AKPM nin kararlarına AkP ile birlikte itiraz edip ardından 16 Nisan referandumunu AHİM'e götürülmesindeki çelişki bizdeki bu siyaset anlayışının ürünü. CHP de bu ülkenin partisi. Seksen milyona yaklaşan halkın algısını gözleyerek siyaset yapıyor. Bence yanlış olan bu çarpık siyaset anlayışı değil asıl yanlış olan anlayış ısrarla CHP nin solu temsil edin devrimci bir parti gibi görme eğilimi. Oysa CHP siyasetiyle diyor ki "adım Hıdır benim bu koşullarda elimden gelen budur." Yani diyeceğim illa sol devrimci bir politika yapılması ve CHP nin bu görevi üstlenmesi isteniyorsa; burada yapılması gereken güçlü demokratik örgütlenmelerle CHP ye yön vermek olmalı. Bizde kendini solda ifade edenler örgütsüzlüğe alıştığı için oturup sürekli eleştiri üretmek daha işlerine geliyor. Öyle olunca filli duruma göre Türkiye'de sol ve sol istemler yok hükmünde sayıldığından fazla dikkate alınmıyor.
YanıtlaSilCHP'yi anlamak gerek."Ülkesinin aleyhine oy kullandı" diye defe koyarlar valla!..Bir daha da silinmemek üzere..Diğer ülkelerin oyları yetiyor ya sorun yok! Selamlar..
YanıtlaSilGüncel siyasetin dışına çıkarak bakalım: Tarihteki bütün savaşlar bir tür DeFacto olup "yok" hükmündedir (kendi tarifinize göre). Fakat hayat devam etmektedir; cari hukuk bu haksızlık durumlarını çözümlemeden, ve Cari hukuku YOK hükmünde sayarak.
YanıtlaSilCari hukuk boyutu ölmüş ve yepyeni bir hukuk boyutuna geçilmiş olur. Yani her insan için yaratılmış 72.000 alem düzeneğinde, bir hukuk boyutundan (aleminden) çıkıp başka bir hukuk boyutuna (alemine) geçilmiş olunur. Cari hukuk düzeninden (Causus Belli) çıkılmış, DeFacto Düzenine geçilmiştir. Eski hukuka göre dosya açık kalır, yeni hukuk düzenine göre yepyeni bir dosya açılır. Hayat akışına devam eder. Hiçbir şey yok olmaz. Sadece o dosyalar artık bir Üst Mahkemeye, yani, Allah'ın Yüce Adalet Divanına transfer olur.. Yepyeni ve nihai bir boyuta...