Dünyada ırkçı sağ yükselişe
geçti. Bu durum da ülkeler arasında savaş ve düşmanlıkların artması demektir.
Eğer sol ve sosyal demokrat anlayışlar yükselmiş olsaydı, ülkeler arasında
barış ve dostluklar artacak, insanlık kazanacaktı. Fakat öyle olmadı, insanlık yerine devler ve zalimler kazandı.
Ülkemiz de, 15 yıldan beri
dinci-ırkçı-sağcı bir iktidarın kıskacında. Bu iktidar ilk yıllarında içeride ve
dışarıda çözüm bekleyen sorunlarımıza barışçı çözümler aramaya başlamıştı
(anlaşıldı ki bu bir reklammış), ama sözünde durmadı. Barışçı çözümler aramak yerine
güvenlikçi anlayışlara yöneldi. 7 Haziran sonuçları ile yüzleşip, uzlaşı aramak yerine, 1 Kasım’a
giden korku iklimini yarattı. Böylece yaşanan yıkımlar, ölümler, acılar ve
sorunları daha da çoğaldı, çoğaltmaya devam ediyor.
Sn. Cumhurbaşkanı, seçildiği
günden başlayarak, anayasaya ve yaptığı yemine uyup tarafsız kalmadı, fiili
durum yaratarak ve söylemleri ile de başkanlığını açıkladı. Sonra da, 17/25
Aralık için: “Ver Bilal’i, al başkanlığı” diyen Devlet Bahçeli’nin tam desteğini
alarak 16 Nisan sürecini başlattı.
Toplumsal uzlaşı sağlanmadan
hazırlanan bir anayasanın demokratik özü yok demektir. Buna en iyi örnek 12
Eylül anayasasıdır. Bu anayasa 1980 darbesinin 5 faşist generalinin emirleri
ile oluşturulan “Danışma Meclisi”
tarafından hazırlanmış ve 18 Ekim 1982’de yapılan referandumda da yüzde 91.37
gibi çok yüksek bir oranda kabul edilmişti. Ancak daha sonraki yıllarda tüm siyasi
partiler (ama samimi, ama samimiyetsiz olarak) sözbirliği yapmışçasına acil olarak
bu anayasayı değiştirmek isteyen, sonuçsuz bildirimlerde bulundular. Bu da bize gösteriyor ki, bir anayasa çok yüksek
oyla kabul edilse bile, bu sayılar onun faşist özünü haklı kılamaz.
Çünkü demokrasi ve insan hakları parmak hesabıyla yok
edilemez!..
Bugünlerde de toplumsal
uzlaşı sağlanmadan anayasal bir değişiklik süreci yaşatıyorlar ülkemize. Meclisteki 4 partiden sadece ikisinin üst
yönetimi (kendi tabanlarındaki karşı çıkışlara bile duyarsız kalarak) anlaştılar ve topluma bir dayatmada bulunarak tek adam rejimi kurmak istiyorlar.
***
Halkın
haklı olarak ‘Hayır’ demesi:
- Devlet Bahçeli'nin, “fail”+iktidar partisi+devlet güçleri tarafına geçip, “tek adam sistemi” kurmak olan, “Evet” için çalışmasına bir karşı duruştur.
- Devletin; kurum, makam ve her türlü imkânlarıyla “Evet” diyecek olan bir zümrenin yanında yer alıp, “Hayır” diyecek olanları ötekileştiren, tehdit eden, toplantı yer ve alanlarını kısıtlayıp yasaklayanlara yeter demektir.
- Milyonlarca seçmenin seçtiği partinin vekillerini, belediye yönetimlerini görevden almak, tutuklamak, tehdit edip etkisiz kılmaya direnmesidir.
- Düşüncelerini yazıp, çizip, dillendirenleri baskıyla, tehditle sindirmeye, ekmek tekneleri olan işyerlerini kapatmaya, işten atmaya, yıldırmak için gerekçesiz olarak tutuklamaya dur demesidir.
- Dağ, yayla, ova, tarla, dere, nehir, denizdeki bitki, böcek, hayvanlara ait habitatları bozmayın demesidir.
- Çıkar sağlamak ve paylaşmak için; yok pahasına satılan KİT’leri, işgal edilen deprem alanlarını, oluşturulan havuzları, yüzlerce kez değiştirilen ihale yasalarını, para kutuları/sayma makinalarını ve tapeleri unutmamaktır.
- Meclisin 3. Partisi olmuş HDP’nin “Bejin nâ/hayır deyin” nakaratlı türküsüne bile tahammülsüz olanlara: “Edi besê/artık yeter” demektir.
(Yukarıda sayılanlar
sadece birkaç örnek).
Peki, sizce bunlardan sadece
birisi bile, “HAYIR” demeyi haklı kılmaz mı?
“HAYIR”
demek bizim; ego-kin-öfke sarmalı içindeki karanlık günlerden çıkıp, daha aydınlık
günlere varmamız için bir ışık olamaz mı?
Ne dersiniz?...
***
17
Nisan’ın kaybedeni Türkiye
Şimdi biraz da
referandum sonucuna bakalım:
Diyelim ki 16 Nisan’da
yapılan referandumun sonucunda; “Evet” geçerli oyların yarısından sadece
bir oy fazlası (%50+1)’nı aldı. Peki, o zaman (kısaca) ne/neler olur?
- Bazılarını yukarıda sıraladığım sıkıntılarımız katlanarak devam eder.
- Referanduma götürülen 18 madde ve göndermelerle içlerine gizlenen tuzaklarla, parti devleti kurulur yani fiili otoriter rejim resmileşir.
Diyelim ki 16 Nisan’da
yapılan referandumun sonucunda; “Hayır” geçerli oyların yarısından
sadece bir oy fazlasını (%50+1) aldı. . Peki, o zaman (kısaca) ne/neler
olur?
- Ülkemizde sonuçlardan ders çıkarıp, etik kurallar uyarınca istifa etme geleneği oluşmadığından ve mevcut aritmetik durumda bir değişme olmadığından, iktidarın hamaset ve popülizm dolu söylemleri ile mevcut düzen devam eder…
- Bu sonuç; tıpkı 7 Haziranda olduğu gibi, onların uykularını kaçıran önemli bir ders olacaktır. En önemlisi de “Hayır” sonucu; bu kötü gidişe dur dediği, barış ve uzlaşmaya çağrı yapmış olduğu için çok değerli olacaktır.
Fakat ülkemizin kısa zamanda son bulmayacak pek çok üzücü gerçeği var:
“Tek adam düzeni” uğruna; toplumumuz
hoşgörüsüz iki zıt kutup olmuş, ülke ekonomisi dibe vurmuş, eğitim, yargı, yasama, medya, işsizlik, yoksulluk ile güvenlik
sorunları tavan yapmış, komşu ülkelerle ilişkilerimiz gerginleşmiş, bakanlarımız istenmez kişi ilan edilmiş, dünyada
yapayalnız bir ülke olmuşuz...
O halde 17 Nisan’da hangi sonuç çıkarsa çıksın, kaybeden
Türkiye olacaktır.
Ama yine de HAYIR da hayır vardır.
YanıtlaSil