13 Ocak 2023 Cuma

Karanlık İş ve İlişkiler

Gündem çok yoğun, sarsıcı ve değişken. Gün geçmiyor ki, yıkıcı etkisi yüksek bir sarsıntı yaşamayalım.

Bugün size 'derin' benzerlikleri olan iki güncel konuyu ve bunların tarihsel geçmişini hatırlatmak istiyorum. 

BİRİNCİSİ KONU: 

Ana muhalefet partisi CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel: "Yarın Süleyman Soylu ile ilgili bir dosya açıklayacağım. Başıma bir şey gelirse diye üç arkadaşıma daha verdim dosyayı, ben açıklayamazsam onlar açıklayacak" diyerek ülkemizde oluşan korku iklimine dikkat çekmesidir.  

Özgür Özel, söz verdiği gibi dün Mecliste basın toplantısı yaptı ve 4 Ekim 2016'dan beri Süleyman Soylu'nun, Bakan Müşaviri olan Emin Şen'i  tanıttı. (Bazı fotoğraf ve belgeleri gösterdiği sırada bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Ve danışmanlarca verilen: "İçişleri Bakanlığı Sitesinin bir süre kapatılarak, Emin Şen’in 'Müşavir' görevinin 'Danışman' olarak değiştirildiği..." bilgisini paylaştı.)

Ve devam etti Emin Şen'i tanıtmaya:
  • Bir kamu görevlisi iken şirketleri aracılığıyla ticaret yaptığını ve kamu ihaleleri aldığını...
  • 2014 yılında AKP'nin Teşkilatlardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı S. Soylu tarafından, il il dolaştırarak 'trollük' dersleri verdirdiği...
  • 2010 yılında sosyal medyada "Eminimsi" adlı bir hesap açtığı...
  • Ve sosyal medyada 'Ebabiller' isimli 8 bin kişilik trol ordusunun başında olduğunu...
Ve Özgür Özel bir itirafta da bulundu: "Biz bu güne kadar aslında troller ne yapar biliyorduk, 'Ebabiller' ne yapar görüyorduk ama bunlar ne yer ne içer bilmiyorduk, kamu kaynaklarını yiyip içiyorlarmış!"

Bizler:
  • Özel bir okul sahibinin Milli Eğitim Bakanı,
  • Özel hastaneler sahibinin Sağlık Bakanı,
  • Turizm şirketleri sahibinin Turizm Bakanı,
  • Ticaret Bakanın, şirketince üretilen bir ürününü kendi bakanlığına satmasını,
  • İçişleri Bakanının karşıtlarına; ekranda, meydanda, TBMM’de … 'terörist' diye bağırması, parmak sallayıp, tehdit etmesini,
  • Ve pek çok bürokrat, yardımcı ve danışmanın birkaç kurumdan bol sıfırlı maaşlar aldıklarını…
Duymuş, görmüş, hatta bunların akçalı işlerine de alışmıştık bile!

Fakat, bir İçişleri Bakanın Müşavir veya Danışman (hiç fark etmez) bulması ve ona yalanlarla toplumsal algılar oluştursunlar diye bir ‘trol ordusu’ kurdurması çok şaşırtıcıydı.

Bu şaşırtıcı şaşkınlık içindeyken: "Eğer tarafsız yargı bu organizasyonun üstüne giderse burada da mutlaka Emniyet - Siyaset - Mafya birlikteliği ortaya çıkaracaktır." -diye düşündüm. (Peki, ya sizce?)

Ve hemen Almanya'nın faşist lideri Hitler'in en yakını ve 1933-1945 yıllarının 'Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı' Dr. Paul Joseph Goebbels'i hatırladım.

Fakat, Goebbels'in korku iklimi yarattığı yıllarda ne televizyon ne internet ne de sosyal medya vardı. Zamanın en güçlü toplumsal silahı, yalanlarla algılar oluşturarak propaganda yapmaktı.

O zamanın ve şimdinin değişmez propaganda ilkeleri ise şunlardır.:
  • Bir yalan ne kadar büyük olursa o kadar inandırıcı olur.
  • Bir yalanı ne kadar tekrarlanırsa inananı da o kadar artar.
  • Bir yalan aydınlardan çok büyük halk kitlelerini etkilemelidir.
***
İKİNCİ KONU:

MHP Genel Başkanı Bahçeli'ye: "Ağızlarını tetik dillerini tüfek yapan hayasızlara 2023’ü kirletmeyeceğiz üç hilali de yargılatmayacağız!..."  

Bahçeli bu öfke dolu sözleri, eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş’in 30 Aralık 2022 günü Ankara'da öldürülmesi ve MHP'nin suskun kalması üzerine yapılan eleştirilere cevap olsun diye söylüyordu. 

Şok yaratan Sinan Ateş olayı hızlıca aydınlanmaya başlayınca ibreler MHP'yi gösteriyordu. Şöyle ki;

Gözaltına alınanlar ve tutuklular arasında çokça eski-yeni ülkücünün bulunması...

MHP İstanbul İl Yönetim Kurulu üyesinin eşi hesabından zanlılara havale yapılması...

Olay şüphelilerinden birinin, 'benim dokunulmazlığım var' diyen MHP'li bir milletvekilinin evinden gözaltına alınması...

Tutuklanan 4 kişiden biri olan ve hakkında başka suçlardan da arama kararı bulunan firari tetikçi Eray Özyağcı’yı İstanbul'dan alıp Ankara'ya güvenli şekilde götüren iki (2) özel harekat polisinin eşlik etmesi...

Gözaltına alınan bu şüphelinin, 'yukarıdan' gelen bir talimatla ve savcının emriyle serbest bırakılması...

Bu olayın, basit bir vaka gibi kapatılması için de Ankara polisine baskı yapılması...

Ve görüldüğü gibi Sinan Ateş’in öldürülmesi olayı da 'Susurluk Olayı' benzeri oldu. Yani bu olayın da Emniyet - Siyaset - Ülkücü Mafya birlikteliğiyle hazırlanmış karanlık bir organizasyon olduğu ortaya çıkmaya başladı.

Şimdi de tesadüfen ortaya çıkan, Susurluk Kazası Olayı'nı anımsayalım:

3 Kasım 1996'da Susurluk'ta, kamyonun altında kalan Doğru Yol Partisi Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak'a ait Mercedes'in içinde bulunan:
  • Eski Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, 
  • Mehmet Özbay sahte kimlikli Uluslararası Polis Teşkilatınca (Interpol) aranan ülkücü mafya lideri Abdullah Çatlı,
  • Çatlı'nın sevgilisi olduğu söylenen Gonca Us ölmüş,
  • Sedat Bucak ise yaralı kurtulmuştu.
Bu trafik kazası ile Pandora'nın kutusu açılmış ve içindeki kanlı karanlık irin ortalığa saçılmıştı. Böylece bir 'tesadüf', bilinen fakat 'belgesi yok' dendiği için üstüne varılamayan; kara para, derin ilişkiler, karanlık işlerin bir organizasyonu Emniyet - Siyaset - Ülkücü Mafya birlikteliği suçüstü ortaya çıkarmıştı.

Fakat bu olayın üstü azıcık bile aralanmadan dosyası kapatılmıştı.
...

Bahçeli: " 2023’ü kirletmeyeceğiz üç hilali de yargılatmayacağız!..." 

Diyor. 

Bu korku-öfke-tehdit dolu çığlık: "Sinan Ateş Dosyasını kapatınız!" -demektir.

Sonucunu bekliyoruz, göreceğiz...


Emin Toprak - DOSTÇA

         Diğer yazılarım için tıklayınız 

30 Aralık 2022 Cuma

Yorgun ve Karanlık Aralık !


Bir yılı oluşturan on iki aydan en sonuncu ve en yorgunu Aralık'tır.  

Ve Aralık, yılın istenen/istenmeyen tüm yaşanmışlıklarını topladığı için koskocaman bir bagaja sahiptir.

Bagajdaki büyük alan ve ağırlık; açılan yaralara, varılmadık hedeflere, yaşanmadık hayal-umut-özlemlere aittir.

Özetle; bu dengesiz bagajda sevinç ve mutlulukları çok azdır. Bu tuhaflık acep sadece bize mi, yoksa tüm dünyaya mı aittir ve niçin-neden sorgulanmaz bilemem!

Fakat bilirim ki; bu acı, sızı, öfke ve kin birleştikçe: Aşıklara avaz-türkü-şarkı-ağıt, Dengbejlere stran, saza nota, çocuklara da masal-çirok olur!

İlginç olan bu acıların "acıyı bal eylemek" misali; halayda, horonda alkış, govende ise çepik olup coşku 
vermesidir!

Sonra, bunlarla da yetinmez acıların yük ile çığlıkları, zaman tünelinde rüzgara ıslık olarak aşar dağları, ovaları, çölleri nehirleri, deryaları...

Bunun için acılarımız sürekli depreşir, kapanmayan yaralarımız kanar.

Ve bu yüzdendir, bilinen-bilinmeyen-karartılan olaylar ve onların faillerini lanetle anarız!

Geçmiş 
Aralık'ların toplumsal belleğimizde derin izler bırakmış çokça karanlık ve acılı olayları vardır. Birkaçını 'yakından uzağa' ilkesiyle özetleyelim: 

BİR:
"17-25 Aralık 2013 Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu": 9 yıl önceki AKP iktidarı ile tek adamı Erdoğan'ı hedef alan bu operasyonu bir C. Savcısı başlatmak istemişti.

Erdoğan, bu operasyonu yıllarca birlikte yol aldığı "Hizmet Hareketi'nce hazırlandığını hemen anlamıştı. Onun, zaten "Kuvvetler Ayrılığı" ilkesini yok ettiği için sınırsız yetkileri vardı. Yargıyı hemen devre dışı bırakarak, devletin tüm güçleriyle operasyonu etkisiz kılmaya başladı. 

Duramazdı, çünkü operasyonun hedefinde: başbakan, bakanlar, onların çocukları ve çokça bürokrat vardı. Bunların ilişkileri, konuşmaları, para sayma makinaları görüntü ve belgelerle kayıt altına alınmış. Deste deste paralar yakalanmış. Sesi kayda alınan zat; kasalardaki paranın nasıl sıfırlanacağını, 
en anlamazın anlayacağı dil ve tekrarla anlatmış. Rüşvet alanlar da verenler tek tek sayılmıştı. 

Bunun üzerine belgelerin 'lâl' ettiği dört bakan istifa etmiş, birisi de nedamet getirerek: 

"Ben bu işleri emiri gereği yaptım!" bile demişti.

Konu TBMM'ye gelince, muhalefet partisi vekillerinin hararetli konuşma ve tartışmaları olmuş. Sonunda parmaklar inip-kalkmış ve "Bakanların Yüce Divan'a gönderilmemesi" kararı alınmıştı. 

Karar gereği; rüşvetin belgeleri 'izinsiz' toplandığı için geçersiz, failler suçsuz, işlemler de sonuçsuz kalmıştı. 

Daha sonra da kasa ve kutular içinde yakalanan o paralar aklanarak faizleriyle birlikte 'alıcılara' iade edilmişti!

Böylece, 'rüşvetin belgesi olmaz' sözü makbul sayılmış, tarihimizdeki kirli ilişkilerden birini azıcık aralayan yargısal girişim başarısız olmuştur!

*
İKİ:
"Roboski Katliamı":
28 Aralık 2011 günü gecesi (9 yıl önce ve AKP'nin Tek adam iktidarı): Şırnak-Uludere-Roboski Köyü'nde yıllardır, devlet kurumlarınca bilinen ve işsizliğe/yoksulluğa çaredir diye göz yumulan bir 'kaçakçılık' vardır. Ve o gün bir kez daha yaşanır. 

Köyün çocuk, orta yaşlı ve katırları (karakolun bilgisiyle) yine Irak'tan 'kaçak' ucuz petrol ve sigaraları almış köye dönüş yolundalar. 

O gecenin karanlığında TSK'ya ait F-16 savaş uçakları, onların üzerine bombalar yağdırır! 

Ve 17’si çocuk 34 can ve katırları birlikte öldürülürler! 

Ölenler acılar içinde ve büyük acılar bırakarak öldüler.

Bu 'insanlık suçu' için dosyalar hiç açılmadı. Emir veren, bombalayan ve onlara 'cezasızlık' uygulayanlar da birer kahraman(!) oldular! 

Çok büyük bir acımız da bu!

*
ÜÇ:
“Hayata Dönüş Operasyonu":
19-22 Aralık 2000 (yani, 22 yıl önce ve DSP-ANAP-MHP Koalisyonu): Bülent Ecevit Başbakan, Hikmet Sami Türk Adalet Bakanı, Sadettin Tantan İçişleri Bakanıdır.

Devletin koruması altındaki 20 cezaevinde mahkumlar, bazı demokratik hakları için 4 günlük direniş yaptılar.

Sivil toplum örgütleri soruna demokratik ve barışçı bir çözüm bulmak için yoğun çaba gösterdi. Ancak önerileri iktidarca kabul edilmedi.

Çünkü iktidar, devlet koruması/denetimi altında bulunan mahkûmların sorunlarını, polis-asker zoruyla çözme taraflısıdır. Öyle de yaptılar.

Ve 32 mahkûmu yakarak, kurşunlayarak yok ettiler.

Ecevit bu operasyon için:

“Teröristleri kendi terörizmlerinden koruma ve kurtarma girişimi!” 

Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ise: "Devletin şefkatli eli" demiştir. 

Ve bir insan hakkı ihlali olan katliam: "Devletin şefkatli eliyle yapılan bir koruma ve kurtarma!" sayılarak: faillerine 'cezasızlık' uygulanmıştır.

*
DÖRT:
"Maraş Katliamı":
19 - 26 Aralık 1978’de (yani 44 yıl önce) Bülent Ecevit Başbakanlığında azınlık hükümeti: Mehmet Can Adalet Bakanı, İrfan Özaydınlı ve 16 Ocak 1979'da Hasan Fehmi Güneş İçişleri Bakanı...

19 Aralık gecesi, Ülkücü Gençlik Derneği (ÜGD), ‘Esir Türkler Haftası’ etkinliği olarak Çiçek Sinemasında, ‘Güneş Ne Zaman Doğacak?’ filmi gösterilirken binaya düşük tesirli bir bomba atılır. Ülkücüler, ‘Müslüman Türkiye!’ sloganıyla CHP binasına saldırır. 

20 Aralık’ta Alevilerin gittiği Akın Kıraathanesi’ne bomba atılır ve “Gıjgın Dede" olarak bilinen Kürt Alevi dedesi öldürülür. 

21 Aralık'ta azgın Ülkücüler öldürülen iki solcu öğretmenin cenazelerine saldırırken Belediye hoparlöründen: 

“Komünistler Ulu Cami’yi yakıyor!”,

“Ordu bizimle beraber!”

“Neden duruyorsunuz, sizde din iman yok mu? 

"Din elden gidiyor!”

 “Yürüyün, komünistleri öldürelim!”

“Alevilere ölüm!”

 “Yaşasın Türkeş!” 

Sloganlar atıyorken.

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ise İKA haber ajansına: 

“Hükümetin düşmesi belki yarın belki yarından da yakındır.” diyormuş.

Ve bilenler diyor ki: o yıllarda Kürt Aleviler Maraş nüfusunun yüzde 40'ı imiş, onların zengin toprak ve ticarethaneleri varmış. Fakat bu katliam sonunda büyük çoğunluğu kenti terk etmiş yüzde 10'u kalmıştır.

Sonuç: 23 yıl süren davalardan, 22 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 321 kişi de 1–24 yıl arasında ceza aldı. Fakat bazı azgın faillere çok önemli görevler verildi, bazıları milletvekili oldu. Katliamda önemli rolü olan 68 kişiye ise ulaşılamadı!

...

***

Yıllardan beridir pek çok insanımızın; kimlik, inanç ve insan hakları ihlali edilmektedir. Ancak, bu suçları işleyenleri her seferinde, gizli-karanlık- kuvvetli bir el hep korumaktadır.

Bu yüzden toplumsal yaralarımıza ne insani ne güvenlik ne de yargısal çözümler bulunmamıştır. 

Günümüze miras kalan karanlıklar ve onlardan kaynaklı acıların 2023'te aydınlığa çıkması, yaraların sağaltılması dileklerimle yeni yılınızı kutlarım.

Sevgi ve saygılarımla...

Emin Toprak - DOSTÇA

         Diğer yazılarım için tıklayınız 

23 Aralık 2022 Cuma

Nereden nereye!...


Ü
lkemizi 20 yıldan beridir "İtibardan tasarruf olmaz" diyen bir anlayış yönetiyor. Az gittik uz gittik bir de dönüp baktık ki, ülkemizde çalışan nüfusun ancak yarısı asgari ücret alabiliyor hem de 'en asgari' şartlarla yaşamaya çalışıyor.

Tabii ki her ülke ve yurttaşları itibarlı olmalı. Ancak itibarlı olması için o ülke halkı, öncelikle barış ve huzur içinde yaşamalı. Doğayı ve içindeki tüm canlılar ile kaynakları korumalı. Devletin ekonomik-sosyal hizmetleri de eşitlikçi bir anlayışla herkese ulaştırılmalı.


Bir ülke, ancak komşu ülkeleriyle ve uluslararası ilişkilerinde tarafsız ve barışçı bir dış politika izlediğinde güvenilir ve itibarlı olabilir. 


Fakat ülkemiz yönetimindeki egemen anlayış itibarı: 'gösteriş yapma' olarak düşünmektedir. Bu düşünceyle: binlerce dönüm üzerine kurulu bilmem kaç odalı onlarca sarayda... Bu sarayların şatafatlı salonlarında kurulan sofralarda... Onlarca özel uçak, zırhlı makam aracıyla çıkılan gezilerde, trafiği altüst eden özel eskortlu koruma ordusuyla itibar aramaktadır bu anlayış. 


Ve son örnek daha: 


6 Aralık günü Katar'da 'FIFA 2022 Dünya Kupası Finali' Arjantin-Fransa arasında oynandı ve Arjantin şampiyon olmuştu!.. 

Ancak, Arjantin Devlet Başkanı bu önemli şampiyonluk karşılaşmasını evindeki TV'nin başında izlemişti! 

"İtibardan tasarruf olmaz" diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan ve heyeti ise: "İşte itibar budur" dercesine, lüks dev uçakları, zırhlı araçları ve güvenlik sağlayıcıları Katar'a giderek tribünde yerlerini almıştı.

Yani bu anlayış, ülke nüfusunun yarısının açlık sınırında ve 'asgari' şartlarda yaşadığını hiç düşünmüyor.

Yani bu anlayış yurdumuzda; “Bir tarafta açlığın, diğer tarafta lüksün hüküm sürdüğü bir düzen" kurmuştur…

***


Peki, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dünkü konuşmasını duydunuz mu? 

Erdoğan; “Sırtımızda devletin küfesi var” diyerek, işçi temsilcilerinin kabul etmeyip imzalamadığı 2023 yılı asgari ücret tutarını belirledi ve ilan etti. 

Ve bir de müjde verdi asgari ücretlilere...

Asgari ücretliler 2023 birinci ayından itibaren 8.500 lira alacaklarmış!

Yaşasın! 

Çünkü, herkes asgari ücretlilerin çok zor koşullarda yaşadığını söylüyor!

Bu hem bir gerçek hem de doğru... 

Fakat doğrunun daha doğrusu olduğu gibi, yoksulun da yoksulu var. 

Yoksul ve daha yoksullar da 84 milyon nüfusumuzun yarısı kadar! 

Yani, nüfusumuzun büyük bölümü henüz asgari ücret bile alamıyor! 

Yani bu durumda, asgari ücretlileri daha da şanslı oluyor!

Keşke, bu müjde açlık sınırında yaşayan herkesi kapsasaydı. 

Çünkü, ancak o zaman yarı-sosyal devlet olabilirdik.

Çünkü ülke nüfusunun yarısı, et yemez, süt içemez, faturaları icralık olmuş, çocukları aç, gençleri güvencesiz, işsiz, üniversiteli olanları barınak bulamıyor. ... 

Yakında yeni bir yıla gireceğiz o halde şimdi bu üzüntüleri bırakıp biraz da asgari ücretin verdiği/vereceği coşkuyla gülelim eğlenelim:

Asgari ücretli alacağı 8.500 lirayla (kur değişmezse), her ay: 455 Dolar!

Asgari ücretli alacağı 8.500 lirayla (kur değişmezse), her ay: 427 Euro! 

Asgari ücretli toplam yıllık geliri ile (kur değişmezse): 5.460 Dolar! 

Asgari ücretli toplam yıllık geliri ile (kur değişmezse): 5.100 Euro!

ALABİLECEK!..

Yaşasın! 

Daha ne olsun ki!

Sırtımızda dert dolu bir küfe ile Nereden Nereye!...  

Peki sizce, 20 yıllık bir iktidarın yurdumuzu böylesi bir toplumsal yaşama kavuşturması az bir şey mi? 

Bazı münafıklar da Erdoğan'ın asgari ücret ilan ederken: “Bakanım ve TİSK’e teşekkür ederim." demesini, fakat emekçiler ile temsilcilerini anmadan konuşmuş olmasını yadırgadılar! 

Sanırım bunlar, Özal'ın: "Ben zenginleri severim!" dediğini unutmuş, o halde biz hatırlatıp ve soralım: 

Erdoğan emekçilerden yana değil de onların ürettiği + değerlerle zengin olmuş olanlardan yani işverenler ve patronlardan yana olması neden yadırganıyor ki? 

Erdoğan'ın bir de halkı gözleriyle etkileyen bir Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati var ki... O, "Kur Korumalı TL Vadeli Vadeli Mevduat" modelini bularak ülkemizi hak ettiği yere getirdi.

Bakınız, burası çok önemliNebati'nin, 20 Aralık 2021 gece yarısında apansızın bulmuş ve uygulamış olduğu o formülle hazinemiz boşalmıştı... Ve fakat, durum döviz zenginlerimizi ihya etmişti.

Daha ne istiyorsunuz ki? 

Yetkiyi bir daha verin bu kardeşinize de olsun bitsin!


Emin Toprak - DOSTÇA

         Diğer yazılarım için tıklayınız 


16 Aralık 2022 Cuma

İnsanca yaşamaktan en az payı alanlar


22 Avrupa ülkesinin 'asgari ücret’ alanlarını; nüfus içindeki oranlarına göre listeleyen bir araştırmada (yüzde 36'lık oranıyla) Türkiye açık ara birinci (yani asgari ücretlisi en çok ülke) olmuştur. 

İkinci sırada da (%15.2)'lik orana sahip Slovenya bulunmaktadır. Listenin en sonunda yer alan ülkelerden Belçika (%0.9), İspanya ise (%0.8) puana sahiptir.  

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin, 9 Aralık 2022 günü bir müjde verircesine açıklamada bulundu: 

"Türkiye'de çalışanların içerisinde asgari ücretlilerin oranının yüzde 60 değil, yüzde 38 civarında ..." 

Oh be asgari ücretli sayısı yüzde 60 değil yüzde 38 imiş!... 

Ne mutlu bize!...  

Asgari ücret, adı üstünde yaşamak için gerekli olan en az ücret demektir. Yani daha açıkçası insanca yaşamaktan en az pay almak demektir. Artık bu en az ücretle nasıl yaşanırsa ve böylesi yaşamaya ne denirse sizler düşünün.

Oysa bizim ülkemizin çok iklimli coğrafyası, verimli toprakları, çokça yeraltı-yerüstü zenginlikleri, büyük bir genç nüfusu var. 

Peki ülkemiz neden yoksullukta birinci olmuş?

Bu soruya cevap olarak belki bir çok neden sayabiliriz ben sadece üç tanesini anımsatmak isterim.

Görün bakalım bu yoksulluk dedikleri şey kimleri kimleri besliyor:  

BİR: Biliyorsunuz ki, yandaş bir azınlık kazansın diye yurdumuzun 'ekmek teknesi' sayılan fabrika, maden ve arazileri birer birer, adrese teslim ihalelerle ve yok pahasına satıldı. İşte oralarda ekmek parası kazanan insanlarımız şimdi işsiz kaldı.
 
İKİ: Aynı yandaş azınlık kazansın diye bu kez ülkenin geleceğine, 40-50 yıl süreli kapitülasyon şartlarıyla ve dolar garantili ipotekler koydular. Böylece, maliyetinin 5-10 katı fiyatlarla: tüneller, köprüler, yollar, hastaneler, havaalanları yaptırdılar. Ülke ipotekli, torunlarımız borçlu. 

ÜÇ: Kürt sorunu ülkemizin en önemli toplumsal sorunudur. Ve bu sorun ancak eşit vatandaşlık hakları sağlanarak barışçı bir çözüme kavuşturulabilir. Ve bu demokratik çözümün hiçbir faturası yoktur. Ama bu barışçı çözüm yerine, zorla yani yok ederek çözüm istendiği için kırk yıldan beridir çatışmalar sürmektedir. Ve bu inat yüzünden ülke bütçesinin çok büyük kısmını bu çatışmalar tüketmektedir. Yani bütçemiz, ölüm makinaları için bomba, top ve mermi olmaktadır.

İşte bu yüzden yıllardan beridir gençlerimiz umutsuz, güvencesiz, işsiz, ana-babalar üzgün, çaresiz. Bu yoksul halk hem yokluk, üzüntü, sıkıntı çekiyor hem de vergi veriyor. Bu vergilerle yokluk yaratan ihalelerin bedelleri, müteahhitlerin ve ölüm araçlarının kabarık faturaları ödeniyor. 

***

Takvimler 8 Mart 2019'u gösterdiğinde, ülkemizin gündemi, bugünkü ile tıpatıp aynıydı. Yine enflasyon, yine çarşı-pazarda pahalılık, yine işsizlik  ve yine sınırlarımızda askeri operasyonlar vardı.

Yer: Sivas, kürsüde: AKP Genel Başkanı-Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan. Bilirsiniz Erdoğan, aynı zamanda da bir ekonomisttir. İşte bu kimliğinin ona verdiği özgüven içinde konuşuyor ve dolaylı anlatımlarla diyor ki: 

"Ne diyorlar; domates, patlıcan, patates, sivri biber… Düşünün bir merminin fiyatı nedir, düşünün. Kalkıyor patates, soğan, domates, bunlarla konuşuyorlar. Bizi George, Hans bir yerlerden vurmak istiyor, bunlar da George Hans'a ön ayak oluyorlar..."

Takvimler 6 Aralık 2022'yi gösterdiğinde, ülkemizin gündeminde yine enflasyon yine çarşı-pazarda pahalılık yine işsizlik ve yine sınırlarımızda askeri operasyonlar vardı.

Yer, TBMM, kürsüde: AKP Genel Başkan Yardımcısı Nurettin Canikli vardı. Canikli de enflasyon, pahalılık, işsizlik ve askeri operasyonlara çare olsun diye hazırlanmış olan "2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi" hakkında açıklamalar yaparken şimdiye kadar halktan gizli tutulan çok çok önemli bilgilerin itirafçısı oluyor.   

Nurettin Canikli 2023 bütçesini savunurken bakın neler anlatıyor: 
“...Güvenlik harcamalarını da yapıyor arkadaşlar. Çok konuşulmuyor, çok gündeme gelmiyor ama bu toprakları savunmak için çok büyük paralar harcıyoruz. Türkiye 3 ülkede toprak bütünlüğünü sağlamak için bugün asker bulundurmak zorunda ve güvenlik için çok büyük paralar harcanıyor.  F-16'lardan atılan akıllı mühimmatın tanesi 400 bin dolardan 1,2 milyon dolara kadar çıkıyor. En son yerli olarak geliştirdiğimiz nüfuz edici bombanın bir tanesinin maliyeti 1,2 milyon dolar. FIRTINA obüslerinden sık sık atılan, çok namlulu roketatarlardan atılan bir mühimmatın maliyeti 5 milyon dolar. En ufak bir operasyonda binlercesi atılıyor. Bunu şunun için söylüyorum: Yani bütün bu gelişmeler sağlanıyor, bütün bu harcamalar yapılıyor, 200 milyarlık enerji sübvansiyonu yapılıyor...” dedi. 

Anlaşılsın diye tekrar etmek istiyorum: 

"F-16'lardan atılan akıllı mühimmatın tanesi 400 bin dolardan 1,2 milyon dolara kadar çıkıyor. En son yerli olarak geliştirdiğimiz nüfuz edici bombanın bir tanesinin maliyeti 1,2 milyon dolar. FIRTINA obüslerinden sık sık atılan, çok namlulu roketatarlardan atılan bir mühimmatın maliyeti 5 milyon dolar. En ufak bir operasyonda binlercesi atılıyor..." 

Duydunuz mu? 

Şimdi merak edenler, önce çok basamaklı sayılarla işlem yapan çok fonksiyonlu bir hesap makinesi bulsun. Önce dolar, sonra da TL olarak bilmem kaç basamaklı sayıları sıralasın...  

Şimdi anladınız mı? 

Hani, ülkemizde hiç savaş yoktu?

Hani, barış isteyen hainler uydurmuştu savaşı?

Halâ savaş yok mu diyorsunuz?

Peki, Canikli'nin söylediği F-16, FIRTINA obüsü, çok namlulu roketatarlar ile ne yapılıyor? Bu uçak, bomba, mermi ve mühimmatlar, birer savaş aracı ya da ölüm makinesi değil mi? 

Demek ki askerlerimiz, 3 komşu ülkenin topraklarında savaş araçları kullanıyor. 

Şimdi daha da netleşti:

Ülkemizde acıların, pahalılığın, yoksulluğun, işsizliğin neden azalmadığı, enflasyonunun niçin üç hanelere çıktığı, ülke kaynaklarının nasıl peşkeş çekildiği, yandaşlardan alınan sembolik paraların da hangi karadeliklerce emildiği ve bu bütçenin kimlerin/nelerin bütçesi olduğu... 

Hani, Erdoğan demişti ya: ‘Düşünün bir merminin fiyatı nedir, düşünün! 

Ben çok düşündüm ve cevap veriyorum: 

Evet, mermiler hem çok pahalı hem de öldürüyor. Oysa Barış bedava hem de yaşatıyor!

Kim bilir belki bugünlerde belki de uzak olmayan yarınlarda, Erdoğan ve Canikli gibi başka yetkililer de ortaya çıkar. O yetkililer de ölen canları, yanan-yıkılan köy ve kentlerin, yok edilen doğal yaşamları sıralamasını yapar ve faillerin listesini çıkarır. 

Daha sonra da evlerinden çıkarılan Afrin halkının yerine yerleştirilenler ve ÖSO'nu kurmak, beslemek, maaşa bağlamak, savaştırmak için halkın vergilerinden toplanmış olan bilmem ne kadar milyon/milyar dolarları da açıklayıverirler. 

Uzak değildir, elbet gün dönecek, 'cezasızlık' uygulanan suçlular tek tek bulunup, yaptıklarının hesabı bağımsız yargı tarafından sorulacaktır! 

Emin Toprak - DOSTÇA

         Diğer yazılarım için tıklayınız 

9 Aralık 2022 Cuma

"Bingol Şewti Megrî-Megrî…"


Yaklaşan 2023 seçimine yatırım olsun diye, AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gezilerine başladı. 

3 Aralık 2022 günü de Şanlıurfa'da gençlerle buluşması vardı. Bu toplantı için çevre illerden pek çok kişi taşındığı söylense de büyük bir katılım vardı. 

Konuklar arasında olan İbrahim Tatlıses "Bingol Şewitî (Bingöl Yandı)'yı söylerken, başta Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanı olmak üzere tüm izleyiciler ses ve alkışlarıyla katkıda bulundular. 

Unutmuş olanlar için bir de hatırlatma yapayım: O zamanın Başbakanı Erdoğan, 16 Kasım 2013 Cumartesi günü Diyarbakır'da halkın büyük katılımıyla bir 'toplu nikah' töreni düzenlemişti. 

Bu tören için yurtdışında ikamet etmekte olan ünlü Kürt sanatçı Şivan Perver gelmiş ve İbrahim Tatlıses ile "Bingol Şewti Megrî, megrî dayê megrî", türküsünü 'düet' yaparak söylemişlerdi. 

Bingol Şewitî, bir yaşanmışlığın ağıtıdır ve bunu daha çok dengbejler söyler. Pek çok Kürt de bu ağıtın hikayesini ve sözlerini ezberlemiştir. Ve ağıtı solo-koro söyleyen hemen herkes bu yaşanmışlığın acısını içinden hisseder.  
 
Cumhurbaşkanı, İçişleri Bakanı ve Tatlıses birlikte söylediklerine göre...
 
Ve; "Eğer bu ağıtı söylemek onlar için bir haksa, bu ağıtın yaşandığı bölge insanı, hatta ağıta isim olmuş bir Bingöllü olarak, bana da acılı olayın hikayesini araştırıp anlatmak görevi düşer!" Dedim ve yazmaya başladım. 

Ağıta konu olay, 12 Eylül 1980 faşistlerince coğrafyamızda işlenmiş binlerce insanlık suçundan sadece bir tanesidir. (Oysa aynı coğrafyada yaşayan bizler, böylesi suçlar ve benzerlerini, 20 yıllık iktidarda hep tek adamı olan şimdiki hem AKP Genel Başkanı hem Cumhurbaşkanı Erdoğan döneminde de çokça görüp, yaşamıştık. Peki, şimdi onun, üzgün bir yüz ifadesiyle bu ağıtın söyleyişine katkı vermesi, sizce de ilginç değil mi? Yoksa bu bir günah çıkarma mı? Ne dersiniz?) 

Bu konu hakkında "google" araştırması yapınca pek çok bilgiye ulaştım. Sonra da bu bilgileri sizler için 'kısaltıp/özetledim'. Sunuyorum:  

Ağıt; 23 Ağustos 1981 günü, Bingöl'e yakın fakat Elazığ-Karakoçan'a bağlı Kürtçe ismi Qumık (Türkçeleştirilmiş ismi Yenikaya) köyünde Zeki Yıldız'ın öldürülmesini anlatır. 

Zeki Yıldız, babasının erken ölümü üzerine yetim kalan altı kardeşin en büyüğüdür ve kardeşlerini koruma görevi vardır. Bingöl Sanat Lisesi, sonra 1971'de Ankara Yüksek Teknik Öğretmen Okulunda okur. Burada, Devrimci Gençlik hareketlerine katıldığı için tutuklanır, bir yıl cezaevinde kalır. Ceza evinden çıktıktan sonra PKK hareketine katılır. 

Daha sonra da kardeşlerine bakmak için köyüne döner ve akrabası Emoş ile evlenir. Aile büyüğü olarak hem evini kardeşlerini geçindirirken, hem de örgütünün yayın çalışmalarına katılır('Serxwebûn' gazetesinin ilk sayısı bu evde basılmıştır.).

Ve 23 Ağustos 1981 gecesi Qumik'teki baba evinde iken, Bolu Dağ Komando askerleri köyü ve evi kuşatılır. Teslim olmaz, askerlere örgütsel amacını anlatarak onları ikna etmeye çalışır çıkan çatışma sonucu öldürülür. 

Zeki Yıldız'ın hikayesi kısaca böyle. 

Şimdi de sıra ağıtın Kürtçe ve Türkçe anlamlarına geldi: 

"Bîngol şewitî, mij dûman e – Bingöl yandı, sisli ve dumanlıdır

Megrî, megrî dayê megrî – Ağlama ağlama anam ağlama

(Nakarat)

Esker ketin nav gundan e – Askerler girdi köylerin içine
Megrî, megrî dayê megrî – Ağlama ağlama anam ağlama
(Nakarat)

Va qomandan, bê îman e – Bu komutan imansızdır
Megrî, megrî, dayê megrî – Ağlama ağlama anam ağlama
(Nakarat)

Milet topkirin jopane – Köylüyü topladılar coplarla
Megrî, megrî, dayê megrî – Ağlama ağlama anam ağlama

(Nakarat)

Qumik şewtî bi mij dûman e – Qumik(köy adı) yandı sisli, dumanlı
Megrî, megrî, dayê megrî – Ağlama ağlama anam ağlama
(Nakarat)

Zekî kuştin ber malan e – Zeki’yi öldürdüler evlerin önünde
Megrî, megrî, dayê megrî – Ağlama ağlama anam ağlama

(Nakarat)


Emin Toprak - DOSTÇA

         Diğer yazılarım için tıklayınız 

2 Aralık 2022 Cuma

Kimin/kimlerin Bütçesi?


Budizm, uzak doğunun en yaygın inanışıdır. Yaşamdaki acı ve ıstırapların kaynağını bulmayı ve gidermeyi amaçlar. Bu yüzden de 'acının felsefesi' olarak bilinir. Budizm'e göre, insan ve insanlık acılarından ancak, o acıları tanıyıp, tadarak ve çözümler buldukça arınabilir. 

Ancak tarih boyunca acıdan kurtulma arayışları devam edegelse de zalim 'egolar' insanlığa ve doğaya hep tuzaklar kurarak acılar üretmiştir. 

Bilimlerin her dalı acıları nedenleri ve nasıl giderilecekleri konusunda varsayımlarda bulunulmuş pek çok yol-yöntem-araç kullanılarak üretilen teknolojiler hizmete sunmuştur.   

Böylece her devlet, kurum, aile ve birey gelecekte 'daha iyi bir yaşamak' için plan yapar olmuş. Ve amaçlanan hedefe ulaşmak için geçmişten esin alıp gelecekte gerekli olan yatırım-gelir-gider gibi maddi düzenlemeye de bütçe demişler.
 
Demek ki tüm bütçe hazırlayanların ortak bir amacı varmış o da: 

"Planlanan zaman diliminde güven içinde verimli ve mutlu yaşamak!"

Fakat her bütçe hazırlayıcısının bir de kendine özel amacı vardır ki!
İşte bütçelerde asıl sorgulanması gereken de bu özel amaçlardır.   

"Acaba bu bütçe kime/kimlere hizmet edecek?" 

***

TBMM'de 21 Ekim gününden beri yokluk, şiddet ve acıların çokça yaşanmakta olan ülkemizin 2023 yılı bütçesi görüşülüyor. 

9 Temmuz 2018'de kabul edilen Cumhurbaşkanlığı Sistemi nedeniyle  yürütme yetkisi tek kişinin eline geçmiştir. Bu yüzden de artık bütçe ve kanun tasarıları Bakanlar Kurulu' yerine Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlanmaktadır.

Bu sistem, TBMM'nin hem Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetleme aracı olan 'gensoru' yetkisini hem de Cumhurbaşkanına soru sorma ve denetleme yetkisini kaldırmıştır. 

Böylece TBMM eli kolu bağlı ve işlevsiz kalmıştır. 

Oysa demokrasilerde devlet organları birbirlerini denetler ve gerektiği durumlarda da birbirlerini sınırlandırabilirler. 

Yasama-Yürütme-Yargı arasında denge-denetim sağlanması durumuna: "Kuvvetler Ayrılığı İlkesi" denir. 

Ki, bu ilke demokrasilerin teminatıdır! 

Bu ilkenin işlemediği ülkelerde siyasi iktidarlar, bugün bizde olduğu gibi güç zehirlenmesine uğrar ve diktatörleşirler. 

Çünkü, ülkemizde, yasama-yürütme-yargı arasındaki denge-denetim bitmiş, tüm güçler tek kişide toplanmış ve TBMM yetkisiz ve etkisiz bırakılmıştır. 

İşte tam da böylesi bir ortamda TBMM, Cumhurbaşkanı (aynı zamanda AKP Genel Başkanı) tarafından hazırlanan bütçe görüşülüyor. 

Tabii ki bu kimliklerce hazırlanan bütçe(verilen buyruklara uygun olarak), AKP-MHP vekillerin oy çokluğuyla nokta-virgül değişimi olmadan geçerek kabul edilecektir. Çünkü, onlara gelen buyruk büyük yerden ve kesindir! 

Bu bütçe için "Acaba?" diyenler yanacak! 

Bu gerçekleri bilen muhalefet partili vekiller ise boş durmuyorlar: 20 yıllık iktidarın, neden yine 'güvenlikçi' bir bütçe hazırladığını..., niçin ülkemize dost hiçbir komşu ülkenin kalmadığını..., yıllardan beri bitip tükenmeden süregelen çatışmaların neden sürdüğünü..., ihaleler için arka kapılarda oynan oyunları..., uyuşturucu ve kara para…, yoksul halkın geleceği için kurulmuş tuzakları belgeleriyle tek tek saymaktalar. Ve ayrıca bu konular mecliste araştırılsın diye önergeler vermekteler. 

Ama yine de hiçbir şey değişmiyor! 

İktidar ve destekçisi parti mensuplarının hamasi nutuklarından sonra, karanlık sayfalar yine örtük kalıyor, verilen önergeler yine 'ret' oluyor. 

Bu oturumların çok azını izledim, fakat Cumhurbaşkanınca atananmış üç bakanın, halkın oylarıyla seçilmiş olan milletvekillerinin sorularına cevap, veremiyor ve anlatılan gerçeklere de bahane bulamıyorlardı. İşte o anda nasıl saldırganlaşarak bağırıp hakaret ettiklerini ekranlardan izledim. Çok üzüldüm ve o anları unutmadım.   

Peki, kimlerdi bunlar?

Birincisi içişleri bakanı...

İkincisi savunma bakanı... 

Bu iki bakan da ülke güvenliğinin baş sorumluları... 

Ve her ikisi de yıllardan beridir müteahhitlerden arta kalan ülke gelirlerini ölüm araçları olan: tanka, topa, uçağa, tüfeğe, mermiye harcamakta...  

Üçüncü bakan da "Vatandaşın cebinden beş kuruş çıkmayacak" diyerek köprüler, tüneller, havaalanları yaptırarak adeta müteahhit tedarikçisi gibi çalışan ulaştırma bakanının yerine gelen yeni bakan...

Evet, bu bakanlık sayesinde belki vatandaşın cebinden 'beş kuruş' bile çıkmadı! 

Doğrudur, onların hazırladığı ihalelerle; köprüler, tüneller, şehir hastaneleri, havaalanları, ... yapıldı. 

Fakat adrese teslim her ihalenin de  maliyeti, olması gerekenden 5-10 kat daha fazlasıyla yani milyarlarca dolarla sonuçlandırıldı. 

Bu milyarlarca doların geri ödemesi için belirlenen yılık ödemeden eksik kalanını hazine ödeyecek, kalan borç ise dolar garantili olarak onlarca yıl süreyle ödenecektir. 

Yani bize ne, ülke hazinesi her yıl sonunda bu ihale vurguncusu mağdur müteahhitlere çil çil dolarlar ödüyormuş! 

Yani bize ne, torunlarımız bu borçları dolar granitli olarak otuz-kırk yıl ödesinler!

Biz, bize tüm bu kolaylıkları sağlayanları hiç unutur muyuz?

Bize, sadece bu kolaylıkları sağlayanları, alkışlamak düşer.  

Hani, yukarıda her bütçe hazırlayıcısının kendine özel bir amacı vardır demiştim ya, şimdi de herkese soruyorum: 

Acaba bu bütçe kimin/kimlerin bütçesi?

Emin Toprak - DOSTÇA

         Diğer yazılarım için tıklayınız 



25 Kasım 2022 Cuma

"Bir gece ansızın gelebilirim!.."


"Bir gece ansızın gelebilirim"
 sözü, ünlü ozanımız Ümit Yaşar Oğuzcan'ın bir şiirinin adıdır. 

Bestelenen bu şiir; aşkı, sevgiyi ve tutkuyu çok güzel anlattığı için halkımızdan çokça beğeni almıştır. 

İşte o şiir-şarkının ilk dörtlüğü: 

"Bu kadar yürekten çağırma beni
Bir gece ansızın gelebilirim
Beni bekliyorsan, uyumamışsan
Sevinçten kapında ölebilirim..." 

Cumhurbaşkanı Erdoğan "Bir gece ansızın gelebiliriz", sözünü çok sevmiş olacak ki, çok sık kullanmaktadır. 

Fakat, Erdoğan bu sözü, şiir ve şarkıdaki aşk-sevgi-tutku anlamında kullanmıyor! 

Onun için bu söz; birilerini korkutmak-tehdit etmenin ya da apansız bir saldırı bir çatışma bir savaş başlatmanın meydan okumasıdır. Bilindiği gibi böylesi amaçlarla yola çıkanlar, sevgiden uzaktırlar, onlar sadece yıkar, yakar ve yok ederler. 

Zaten Erdoğan bu anlayış ve amacını hiç gizlemez ki, işte iki mesajı:   

13 Ekim 2017 günü: @RTErdogan Türkiye devlet görevlisi olarak açılan Twitter hesabında:

"Bir gece ansızın gelebiliriz" dedik ve bu gece Silahlı Kuvvetlerimiz Özgür Suriye Ordusu'yla birlikte İdlib operasyonunu başlattı." 

6 Eki 2022 günü Yunanistanlı bir gazeteci: "Bir gece ansızın gelebiliriz derken kastınız, saldırabiliriz mi?" diye sorunca: 

"Doğru anlamışsınız." diyor.

Erdoğan, aylardır çok sık tekrarladığı bu sloganı, eyleme dönüştürecek bir gerekçe arıyordu ve buldu:  

13 Kasım 2022 saat 16.20'de İstanbul'un merkezi sayılan Taksim İstiklal Caddesi'nde bir patlama oldu. 

Lanetlenmesi gereken bu hain saldırı sonucunda 6 kişi yaşamını yitirmiş, 2'si ağır 81 kişi yaralanmıştı... 

(Böylesi eylemlerle örgütler; kendilerini tanıtır, isteklerini belirtir ve propaganda yaparlar. Bunun için her örgüt, yaptığı eylemi üstlenir ve  “biz yaptık!” diyemeyeceği bir eylemi yapmaz/neden yapsın ki?) 

Fakat iktidar, yukarıdaki  olasılıkları yeterince düşünmeden, olayın faili olan karanlık güç olayı üstlenmeden, yakalanan failin ilişkileri açıklık kazanmadan ve yargısal bir karar beklemeden çok acele bir askeri operasyon kararı almıştır. (Yaygın görüşe göre bu acelecilik; günbegün halk desteğini kaybetmekte olan 'Cumhur İttifakı'nın bir stratejisidir.  Asıl amaçları da  2023'de yenilmemektir. Şimdi de "Amaca giden her yol mubahtır" diyerek ülke çapında tıpkı 5 Haziran - 1 Kasım 2015'de olduğu gibi bir korku iklimi oluşturmak istiyorlar.).    

Ve, 20.11.2022 Pazar günü sabaha karşı "Pençe Kılıç"  adı verilen hava harekatıyla 160 km'lik sınırımızın karşısındaki Irak- Suriye topraklarında, 89 hedefin vurulduğu açıklandı. 

Ertesi gün 21.11.2022 Gaziantep'in Karkamış ilçesine yapılan roket-havan saldırısı sonucunda 22 yaşındaki öğretmen Ayşenur Alkan ve henüz 5 yaşındaki Hasan Karakaş yaşamını yitirdi. 

Ve ülkece yine büyük bir acı yaşadık.

40 yıldır ülkemizde böylesi terör olayları oluyor ve sonrasında da askeri operasyonlar yapılıyor. 

Peki, neden terör ve çatışmalar hiç bitmiyor? 

Çünkü, bir gece ansızın yapılan saldırılar öldürerek, yok ederek, gelecek için öfke, kin, düşmanlık üretir, böler, parçalar ayrıştırır ve çözümsüz bırakır.  

Çünkü, toplumsal sorunlar güvenlikçi yöntemlerle değil ancak karşılıklı görüşmelerle çözüme kavuşabilir. 

Çünkü, ancak barış dili toplumsal sorunlara çözüm bulur, ancak barış içinde insanlar, insanlıkta buluşur.

Anlatılanlar günümüzde yaşandı ve daha da yaşanacak gibi görünüyor. 

Ne yazık ki ülkemiz halkları pek çok acılar yaşamıştır. 85 yıl önce yaşanmış "Dersim Olayı" da onlardan birisidir. Bu olayların gerçekleri, yıllarca ne konuşulmuş ne de yazılmıştır. Bu olayları bilen tek tük kişiler de olup biteni ancak ev ortamında sessizce konuşabilmiştir. 

Dersim olayı da tıpkı günümüzde olduğu gibi militarist- güvenlikçi bir anlayış, yani yok ederek çözülmek istemiştir. Fakat, çözüm olmadığı gibi torunlara 85 yıllık kapanmayan bir yara, miras bırakılmıştır.

Ben bu olayın çok kısa bir özetini, kendisini devlet yanlısı olarak tanıtan yerli ve milli olan bir kişiden dinledim. 

Bu kişi, Murat Bardakçı idi ve 'Teke Tek'te Fatih Altaylı'nın konuğu oldu. 

Altaylı: Dersim nedir, niye oldu, ne oldu? sorusuyla söyleşiyi başlattı. 

Soru, çok kolaydı. 

Çünkü Murat Bardakçı, Kurtuluş savaşı yıllarında Ankara Emniyet Müdürü, sonra da Denizli, Elazığ, Çorum, Konya valiliği yapmış Cemal Bardakçı'nın torunuydu. 

O, 26 yaşına kadar evinde, hem dedesi hem de dedesi gibi devlette çok önemli görevler yapmış kişilerle tanışmış, onların sohbetlerini dinlemiş, onlardan yazılmayan, sokakta konuşulmayan pek çok 'sır' bilgiler edinmiştir. 

Altaylı: Peki, o isyanın gerekçesi ne?  dediğinde de;

Sözü alan Bardakçı:  

Şimdi ben burada tarafsız olamam, çünkü benim dedem Atatürk döneminin bir valisidir... diyorsa da (sanırım vicdan dürüsüyle) Dersim olayı hakkında kendi düşüncelerini, o günden beri bitmeyen çığlıkları ve dedesi gibi düşünen devlet adamlarının pişmanlıklarını özetledi: 

"Dersime durup dururken bir operasyon yapıldı. Dersim halkı, devlet ve feodal güçlerce ezilen fakir bir halktır, çok acı şeyler yapıldı, çok fazla şeyler yapıldı, çok kötü şeyler yapılmıştır, orantısız güç de oldu. Doğru... Ama isyanların da konuşulması lazım. İsyanlar da yapmış. Köprü yıkılmış, karakol basılmış...

Haa, o isyanların karşılığı bu muydu? 

Hayır!... 

Zaten dedem ve onun görüşündeki devlet adamlarının hepsi, derdi ki:

Dersim konusunda hata yaptık."

***

Operasyonlar birer güç gösterisidir, düşmanı yok etmeyi amaçlar. Bir ülkede diller susmuşsa, siyaset de iktidar uğruna çatışmaları, savaşları, terörü kendine seçim malzemesi yapmışsa… 

Ve çatışmalarla coğrafyamız tahrip olmuş, ekonomimiz batmış, kaynaklarımız tükenmiş, halkımız ruhen bitik ve  acılar içindeyse 

Muhalefet dile gelip, artık yeter demek yerine, bu gidişe izin veren yeni tezkerelere alkışlarla “Evet!” demekteyse... 

Vay bizim halimize! 

İktidarın zaten yolu bellidir ve bir gece ansızın gelebilirim diyor! 

Fakat, eğer muhalefet halen “Yurtta Barış Dünyada Barış” diyebiliyorsa…

Bizim de muhalefete aşağıdaki hatırlatmaları yapma hakkımız vardır:

"Demokrasi, insanları özgür ve eşit kılar. 

Barış ise, bireysel ve toplumsal mutluluğu yaşatan ilaçtır.

Demokrasi ve barış aynı iklimde oluşur. 

Artık maskelerinizi çıkarın! 

Eğer demokrasi ve barış istiyorsanız, 'tezkerelere' hayır deyiniz!” 

Emin Toprak - DOSTÇA

         Diğer yazılarım için tıklayınız