denge-denetim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
denge-denetim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Aralık 2022 Cuma

Kimin/kimlerin Bütçesi?


Budizm, uzak doğunun en yaygın inanışıdır. Yaşamdaki acı ve ıstırapların kaynağını bulmayı ve gidermeyi amaçlar. Bu yüzden de 'acının felsefesi' olarak bilinir. Budizm'e göre, insan ve insanlık acılarından ancak, o acıları tanıyıp, tadarak ve çözümler buldukça arınabilir. 

Ancak tarih boyunca acıdan kurtulma arayışları devam edegelse de zalim 'egolar' insanlığa ve doğaya hep tuzaklar kurarak acılar üretmiştir. 

Bilimlerin her dalı acıları nedenleri ve nasıl giderilecekleri konusunda varsayımlarda bulunulmuş pek çok yol-yöntem-araç kullanılarak üretilen teknolojiler hizmete sunmuştur.   

Böylece her devlet, kurum, aile ve birey gelecekte 'daha iyi bir yaşamak' için plan yapar olmuş. Ve amaçlanan hedefe ulaşmak için geçmişten esin alıp gelecekte gerekli olan yatırım-gelir-gider gibi maddi düzenlemeye de bütçe demişler.
 
Demek ki tüm bütçe hazırlayanların ortak bir amacı varmış o da: 

"Planlanan zaman diliminde güven içinde verimli ve mutlu yaşamak!"

Fakat her bütçe hazırlayıcısının bir de kendine özel amacı vardır ki!
İşte bütçelerde asıl sorgulanması gereken de bu özel amaçlardır.   

"Acaba bu bütçe kime/kimlere hizmet edecek?" 

***

TBMM'de 21 Ekim gününden beri yokluk, şiddet ve acıların çokça yaşanmakta olan ülkemizin 2023 yılı bütçesi görüşülüyor. 

9 Temmuz 2018'de kabul edilen Cumhurbaşkanlığı Sistemi nedeniyle  yürütme yetkisi tek kişinin eline geçmiştir. Bu yüzden de artık bütçe ve kanun tasarıları Bakanlar Kurulu' yerine Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlanmaktadır.

Bu sistem, TBMM'nin hem Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetleme aracı olan 'gensoru' yetkisini hem de Cumhurbaşkanına soru sorma ve denetleme yetkisini kaldırmıştır. 

Böylece TBMM eli kolu bağlı ve işlevsiz kalmıştır. 

Oysa demokrasilerde devlet organları birbirlerini denetler ve gerektiği durumlarda da birbirlerini sınırlandırabilirler. 

Yasama-Yürütme-Yargı arasında denge-denetim sağlanması durumuna: "Kuvvetler Ayrılığı İlkesi" denir. 

Ki, bu ilke demokrasilerin teminatıdır! 

Bu ilkenin işlemediği ülkelerde siyasi iktidarlar, bugün bizde olduğu gibi güç zehirlenmesine uğrar ve diktatörleşirler. 

Çünkü, ülkemizde, yasama-yürütme-yargı arasındaki denge-denetim bitmiş, tüm güçler tek kişide toplanmış ve TBMM yetkisiz ve etkisiz bırakılmıştır. 

İşte tam da böylesi bir ortamda TBMM, Cumhurbaşkanı (aynı zamanda AKP Genel Başkanı) tarafından hazırlanan bütçe görüşülüyor. 

Tabii ki bu kimliklerce hazırlanan bütçe(verilen buyruklara uygun olarak), AKP-MHP vekillerin oy çokluğuyla nokta-virgül değişimi olmadan geçerek kabul edilecektir. Çünkü, onlara gelen buyruk büyük yerden ve kesindir! 

Bu bütçe için "Acaba?" diyenler yanacak! 

Bu gerçekleri bilen muhalefet partili vekiller ise boş durmuyorlar: 20 yıllık iktidarın, neden yine 'güvenlikçi' bir bütçe hazırladığını..., niçin ülkemize dost hiçbir komşu ülkenin kalmadığını..., yıllardan beri bitip tükenmeden süregelen çatışmaların neden sürdüğünü..., ihaleler için arka kapılarda oynan oyunları..., uyuşturucu ve kara para…, yoksul halkın geleceği için kurulmuş tuzakları belgeleriyle tek tek saymaktalar. Ve ayrıca bu konular mecliste araştırılsın diye önergeler vermekteler. 

Ama yine de hiçbir şey değişmiyor! 

İktidar ve destekçisi parti mensuplarının hamasi nutuklarından sonra, karanlık sayfalar yine örtük kalıyor, verilen önergeler yine 'ret' oluyor. 

Bu oturumların çok azını izledim, fakat Cumhurbaşkanınca atananmış üç bakanın, halkın oylarıyla seçilmiş olan milletvekillerinin sorularına cevap, veremiyor ve anlatılan gerçeklere de bahane bulamıyorlardı. İşte o anda nasıl saldırganlaşarak bağırıp hakaret ettiklerini ekranlardan izledim. Çok üzüldüm ve o anları unutmadım.   

Peki, kimlerdi bunlar?

Birincisi içişleri bakanı...

İkincisi savunma bakanı... 

Bu iki bakan da ülke güvenliğinin baş sorumluları... 

Ve her ikisi de yıllardan beridir müteahhitlerden arta kalan ülke gelirlerini ölüm araçları olan: tanka, topa, uçağa, tüfeğe, mermiye harcamakta...  

Üçüncü bakan da "Vatandaşın cebinden beş kuruş çıkmayacak" diyerek köprüler, tüneller, havaalanları yaptırarak adeta müteahhit tedarikçisi gibi çalışan ulaştırma bakanının yerine gelen yeni bakan...

Evet, bu bakanlık sayesinde belki vatandaşın cebinden 'beş kuruş' bile çıkmadı! 

Doğrudur, onların hazırladığı ihalelerle; köprüler, tüneller, şehir hastaneleri, havaalanları, ... yapıldı. 

Fakat adrese teslim her ihalenin de  maliyeti, olması gerekenden 5-10 kat daha fazlasıyla yani milyarlarca dolarla sonuçlandırıldı. 

Bu milyarlarca doların geri ödemesi için belirlenen yılık ödemeden eksik kalanını hazine ödeyecek, kalan borç ise dolar garantili olarak onlarca yıl süreyle ödenecektir. 

Yani bize ne, ülke hazinesi her yıl sonunda bu ihale vurguncusu mağdur müteahhitlere çil çil dolarlar ödüyormuş! 

Yani bize ne, torunlarımız bu borçları dolar granitli olarak otuz-kırk yıl ödesinler!

Biz, bize tüm bu kolaylıkları sağlayanları hiç unutur muyuz?

Bize, sadece bu kolaylıkları sağlayanları, alkışlamak düşer.  

Hani, yukarıda her bütçe hazırlayıcısının kendine özel bir amacı vardır demiştim ya, şimdi de herkese soruyorum: 

Acaba bu bütçe kimin/kimlerin bütçesi?

Emin Toprak - DOSTÇA

         Diğer yazılarım için tıklayınız 



11 Aralık 2020 Cuma

"Adalet ve Ekonomide Reform"

18 yıldır yaşamakta olduğumuz yoğun sorun ve müdahaleci tutumlar yüzünden, toplumsal yaşamımızı yaşanır kılmakla görevli denge-denetim kurumları ve ekonomi çok ağır yaralar aldıklarından şimdilerde hasta ve işlevsiz durumdalar.  Kısaca özetlersek: ülkede, "çeyrek" demokrasi bile kalmamış ve ekonomi de dip yapmış durumda.  

  

Herkesçe bilinen bu gerçekleri en yetkili makamlar da kabullendiler: Cumhurbaşkanı ekonomi için: “Devlet ve millet olarak fedakarlık yapmaktan, acı da olsa doğru reçeteleri uygulamaktan kaçınmayacağız”demiş, Adalet Bakanı heyecanlanarak: “Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun!”  diyecek kadar acil olarak reform istemişti.     


Eğer düşünürsek, bir ülkedeki iki durumun "reform" istettiğini görürüz: 1. enkaz devralırken,  2. darda kalırken...  


Bugün acil olarak reforma ihtiyaç duyanlar: 18 yıllık yorgun-yıpranmış-darda kalmış olan bir iktidarın tek adamı (en etkin kişisi) ile bakanı. Çünkü, çok sıkıştılar ve karanlık görünen gelecekleri için ışık olabilecek yeni algılara, yeni desteklere, olup bitenleri unutturacak bir zaman ve gündeme ihtiyaçları var. İşte bu yüzdendir ki, sık sık reform sözcüğünü kullanır oldular.    


Ama sanmayınız ki, bu adalet reformuyla; hak ihlalleri, yargısız infazlar, insanlık suçları, karanlık- kirli ilişkiler, taciz, tecavüz suçları son bulacak ve cezasızlık uygulanan failler yargılanacak. Hayır, hayır yine onlarla birlikte yol almaya devam etmek istiyorlar!... 


Yapılacak reformlarla onlara yeni haklar, yeni dokunulmazlıklar sağlayacaklar. Eğer yaptıklarından pişmanlık duymuş olsalardı 18 yıldır neden demokrasiyi egemen kılacak adımlar atmadılar?  Neden sorunların çözümünü demokrasi ile barış ile değil ölümü kutsayan güvenlikçi stratejilerde arıyorlar? 

  

Ekonomi alanında yapılacak reformlar ise, yoksul halka yeni acı reçeteler sunacak. Enerji, maden, inşaat alanında verilen hak ve kaynaklarla yetinmeyen obez sermayeye yeni alanlar, haklar verilecek, çok semirip yurt dışına sermaye kaçıranlara göz kırpılacak, onlara dolarlarla ceplerini dolduracak garantiler ve daha fazla haklar verilecek.

   

***  


İsterseniz biraz da onları reform sözü vermeye zorlayan gerçeklere bakalım: 


Adalet, kapsam alanı çok geniş bir sözcüktür. Adaletle, yaşamsal olan "insan hakları", ayırım yapmadan herkesin kullanımına sunulur. Böyle bir ortam da ancak demokrasiyle sağlanır. Çünkü demokrasilerde her birey eşit hak sahibidir. Bireyin korunması ve onun haklarını güvenlik içinde özgürce kullanılmasını sağlamak da devletin öncelikli görevidir.  


Her demokratik devletin; güçler ayrılığı olarak tanımlanan bir denge-denetim düzeni vardır. Adalet ancak, bu güçlerin eşitlikçi bir anlayış ve iş birliği içinde çalışmasıyla sağlanır.  


O halde toplumun yaşam enerjisi Adalettir. 


Eğer bir ülkede adalet konusunda bir sıkıntı varsa (ki, en yetkililer 'reform' istemekle bunu doğruluyor) bu, sisteme yaşam veren enerjinin azalmış olduğunu gösterir.  


Demokrasilerde yasama-yürütme-yargı diye üç ana güç vardır. Toplumsal huzur; bu güçlerin kendi alanlarında bağımsız-özgür olmaları ve demokratik esaslara uygun bir birliktelikle uyum içinde çalışmaları ile sağlanır.  


Bugün ülkemizin adalet reformuna ihtiyacı olduğuna göre demek ki, sistemi oluşturan yasama-yürütme-yargı çarkı ve dişlileri arasında bir uyumsuzluk vardır. O halde biraz da onlara da bakalım:  


Yasama (teorik olarak); kişisel olmayan genel, sürekli ve objektif kurallarla hukuka uygun yasalar hazırlamaktır. Peki, bizdeki yasama ne durumda?  


Ülkemizin şimdi güçlendirilmiş bir Cumhurbaşkanlığı sisteminde tüm önemli yasa ve bütçe hazırlayıp onay için meclise gönderilir. Yani meclis, asıl işlevi olan yasa yapmayı fiilen kaybetmiş, sadece gelen yasalara onay verecek parmak sayısı önemli olmuştur. Meclise gönderilen yasa teklifleri iktidara destek veren partilere mensup vekillerin oylarıyla hiç değişime uğramadan onaylanır. Çünkü bu vekillerin aykırı oy kullanma özgürlükleri yoktur. Çünkü olası seçimlerde yeni vekillerin kimler olacağı ve kaçıncı sırada olacaklarını parti yönetimleri belirler. Onun için meclisin olduğu gibi vekillerin de sözü dinlenmez, onların da bir işlevleri kalmamıştır.  


Böyle bir meclisten adalet dağıtacak yasalar çıkabilir mi?   


Onun için meclis gibi vekillerin de sözü dinlenmez, işlevi kalmamış oldu. 

 

Böyle bir meclisten adalet dağıtacak yasalar beklenebilir ve çıkabilir mi?  


Yargı (teorik olarak); yasama ve yürütme organından 'bağımsız mahkemelerce görevlerin yerine getirilmesini ifade etmektedir Yargıçların bağımsızlığı ise yasama ve yürütme organlarına bağlı olmadan Anayasa ve hukuka uygun olarak vicdani kanılarına göre hüküm vermeleri esastır.  


Peki, bizim ülkemizde mahkemeler-yargıçlar-savcılar ne durumda? 


15 Temmuz 2016'da yapılan darbe kalkışmasını hazırlayanlara en önemli desteği yargı ve ordu içine sinmiş militanlar sağlamıştı. Bir zamanlar iktidarın büyük desteğine sahip ve zırhlı araçlarla dolaştırılan süper savcılar ve hakimlerin çoğu kalkışmanın hemen sonrasında ülke dışına kaçmış, kalanlarsa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almıştı. 


Fakat bu hainlerin hazırladıkları dosyalarla halen yargılanan ve tutuklananlar var!... 


Halen fetöcü savcı ve hakimlere verilen yetkilerle çalıştırılan; İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi gibi üst mahkemelerin kararlarına uymayan, belli suçlar için bugün burada, yarın bilmem nerede olacak olan yüzer gezer savcı ve hakimler var.  


Bunlarla adalet dağıtılabilir mi?   


Yürütme (teorik olarak); Demokrasilerde devletin yasama ve yargı dışındaki faaliyetlerini, yasama ve yargı denetimine bağlı olarak yapan güçtür yürütme.  


Peki, bizim ülkemizde yürütme ne durumda? 


Şimdi bizde yürütmenin tek öznesi var, yasama ve yargı etkisiz kalınca onların gücü de o tek kişiye verilmiş durumda. Belki, ismen bakanlar, bakanlık teşkilatları vardır, fakat tüm söz ve yetkileri yine o tek bir kişi kullanıyor. Bu süper güç yüzünden yasama ve yargı organları görevlerini yapamaz olmuşlar. Hoşa gitmeyen uluslararası ve ulusal mahkeme kararları "yok hükmünde" sayılmakta, Sayıştay denetimleri; önemsiz, yaptırımsız, Sendika, Baro ve benzeri tüm demokratik mesleki birlikleri işlevsiz bırakılmış.  


Peki, bu süper yönetim gücünün sırrı nedir?   


Ben yargıdan örnek vereyim siz de yöntemi bütün alanlara uygulayınız.  


Örnek: Bizde yargıç ve savcılar; terfi etme, istediği üst görevlere atanma, istediği şehirlere tayin olma gibi ailevi, mesleki, mali hakları yönünden her an iktidarın koruyuculuğu veya hiddetine uğrayabilirler. Bu durum görevlerini gereğince yapmaya engel olan psikolojik bir baskı aracıdır. İşte bunun için adalet dağıtanların göz bağı, gelecek işaretler için aralanmış, vicdan sesleri baskılanmış ve bu yüzden de terazilerinin dengesi bozulmuştur.  


Kısacası; bağımsız ve özgür olması gereken yasama-yargı güçleri etki ve yetkilerinin kaybetmiş tek adam yürütmesinin emrinde toplanmışlar... 


Peki, yasama- yargı denetimini etkisiz kılan, tüm güçleri kendisinde toplayan ve bu gücüyle partili kimliği ile birleştirip çarpışan böyle bir yürütme, halka adalet dağıtılabilir mi?  

  

*** 

Peki, ülkenin ekonomisi ne durumda? 


-Kısa cevap: Ekonomi, tıpkı formülü olmayan matematik sorusu gibi çıkışı zor inişler yaşıyor. Tek adam ona da el attı tıpkı yelkensiz-pusulasız kalmış bir gemi gibi açık denizde dalgalarla boğuşuyor.   


Peki, sendikalar, dernekler, yazar-çizer-söyler olanlar ne yapıyor niçin baskılanmış ve suskunlar?  


Peki, ....? 


Diye diye pek çok soru sıralayabiliriz.  


Ve tüm bu soruları da bir tek soru cümlesiyle cevaplayabiliriz:  


Böylesi bir iklimde yaşamak, canlanmak mümkün mü?  


Ama hayır!.. Bu cevabı hiç beğenmedim. Yılgınlığa hiç gerek yok ki!  


Çünkü toplumsal yaşam, canlı bir organizmaya benzer. Onun gibi nefes alır, beslenir, büyür, inişli-çıkışlı, gelişir-değişir-üretir ..., hastalanır, sonra da can verir ama yaşam süreci hiçbir zaman son bulmaz, çünkü var olan hiçbir organizma yok olmaz. Yeni yeni filizlerle toprağa, havaya, suya kök salar, solur, beslenir, karşı durur tüm zorluklara büyür, gelişir, dönüşür ve yeniler kendini, Böylece sonsuza yol alır, bir meşe ağacı misali... 


               Diğer yazılarım için: tıklayınız