7 Ekim 2016 Cuma

At izi, it izine karıştı


2002’den 2016’ya, tam 14 yıl oldu, AKP iktidarda.. Her haftası değişik bir gündem, değişik bir mağduriyeti tribünlere sunmakla geçti bunca yıl.
Bugün ülkemizin, çözülmemiş ve çözülmediği için de büyük acılara, yıkımlara kaynaklık eden pek çok ağır gündemi var. İşte bir çırpıda sayabileceğimiz (bireysel olmayan) bazı gündem başlıkları:



  • Kürt meselesinin derinleşerek devam etmesi,  
  • Diğer inançları dışlayan Sünni mezhepçi iç-dış politika ve Alevi meselesi,
  • 602 Haftadan beri seslerine cevap alamayan Cumartesi Anneleri,
  • Yüksek yargı ve mahkemelerin halleri,
  • Kuvvetler ayrılığının tek elde toplanması,
  • İçeride ve dışarıdaki terör belası için çokça ülke kaynağının yok olması,
  • 2004’de “tehlikeli” deyip ortak oldukları odağın, 2016’da darbeci olması,
  • Güvenlikçi anlayışı daha da arttıran OHAL ile muhaliflerin baskılanması,
  • Can ve mal güvenliği endişesi yaratılması ve sosyal hayatın baskılanması,
  • Onlarca şehirde nice can, ev, bark ve tarihi dokunun yok edilmesi,
  • Demokrasinin en önemli ilkesi olan laikliğin yok edilmesi,
  • Laikliğe karşı olduğunu belirten bir meclis başkanın olması,
  • Eğitim sistemini 1+4+4+4+İmam Hatip yapıp Diyanetin gölgesine vermesi,
  • Belediyelere kayyım atanması (seçilmişi yargılamadan al, yerine emirle ata),
  • Basın özgürlüğünün yok sayılması, gazeteci ve aydınların tutuklanması,
  • Medyanın teksesli hale getirmesi, çokça gazete, radyo, TV’nin kapatılması,
  • Carettepe ile simgeleşen çevre talanlarının durmaksızın devam etmesi,
  • Barış isteği ile bildiri imzalayan akademisyenlerin mağdur edilmesi,
  • Personel alımında; yeterliler (liyakati olan) yerine, biat edenlerin seçilmesi,
  • Hapishanelerin dolup taşması,
  • Yolsuzlukların üzerine gidilmemesi,
  • Kamu İhale Kanunun 12 yılda 162 kez değiştirilmesi,
  • İşsizlik yüzdelik oranlarının çift haneli sayılara ulaşması,
  • Uluslararasında kredi derecemizin dibe vurmuş olması,
  • Turizm sektörünün iflas etme aşamasına gelmesi,

Daha çözüm bekleyen nice gündem maddemiz var, bir an onları unutup, sadece sıraladıklarımızı çok dürüst bir yabancıya anlatsak ve “Ülkemiz hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sorsak.
Ne der acaba?

***



“At izi, it izine karışmış”
Tam da görüşünü alacağımız dürüst bir yabancı aradığımız günlerde, gündem değiştirmede uzman olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, kalkışma sonrası tutuklama ve gözaltılar hakkında bir demeç verdi ve: "Şu var ki at izi, it izine karışmış vaziyette. 'Ben bir şey atayım da nasılsa tutar' diyenler var" dedi.
Böylece ülke gündemimiz değişti… Hem de artık görüşünü alacağımız “çok dürüst bir yabancıya” da gerek kalmadı.
"At izi, it izine karıştı" deyimi; iyi ile kötünün birbirinden ayrılmasının zor, karışıklık ve karmaşanın çokça yaşandığı durumları anlatmak için kullanılır. Genellikle böylesi ortamdan zarar görenler bu deyimi; seslerini karar verici ve çözüm buluculara duyurmak için, şikâyet amacıyla kullanırlar. Aslında atın toynakları, itin de patileri var, izleri hiçte benzeşmez, ama teşbihte hata olmaz. Ama, ortada muazzam bir karışıklık ve karmaşa var; karışanı da, karıştıranı da çıkar peşinde…

Şimdi olanları anladık mı? Devletin en başındaki yetkili kişi, yani çare bulucu, ülkede karmaşa, kargaşa var diye yakınmada/şikâyette bulunuyor. Yani çare bulucu olmuş şikâyetçi!...
Oysa yıllardan beri, ülkece bir karmaşa içinde olduğumuzu ve bu duruma çözüm bulunması gerektiğini belirten nice yazar, çizer, seslenenler oldu, bunların pek çoğu büyük bedeller ödedi ve ödemeye de devam ediyorlar.
Bu işte bir terslik yok mu?
Bakın işte çözüm bulucu konumunda olan Cumhurbaşkanı Erdoğan “at izi, it izine karışmış vaziyette” dedikten hemen sonra da “Ben bir şey atayım da nasılsa tutar diyenler var"  diyerek ülkede karmaşadan yararlanan fırsatçılar olduğunu da söylüyor. Eğer ülkenin karmaşadan kurtulup huzur bulması isteniyorsa, hazır yetkililerin elinde de tanı ve bilgiler varken, şikâyette bulunmak yerine gereğini yapıp sorunları çözseler ya!...


Zaten herkesin istediği de bu değil mi?…

Bazı uluslararası kuruluşlar,  içinde bulunduğumuz bu durumları değerlendirerek Ülkemizin kredi notunu düşüren kararlar aldılar. Bir Bakanımız da bu kararlara kızarak ekranlara çıktı ve “Vız gelir, tırıs gider” deyiverdi. Dedi de…
Bu sözde bir terslik yok mu?
Bilemeyiz, belki Bakanımız için durum öyledir, onun tuzu kuru olabilir, fakat bu sonuçlar insanlarımız için hiçte vız gelip, tırıs gitmiyor.

Böyle olunca da;

Karmaşanın ve fırsatçıların olduğu bir ülkenin kredi notu düşmez mi?
Karmaşanın olduğu bir ülkeye kim yatırım yapmak ister?
Karmaşanın olduğu bir ülkeye, hangi tur, hangi turist gelmeye kalkar?
Haydi, gel de Türkiye’nin kredi notunu düşürenlere kız bakalım.
Bu karmaşa ortamında huzur kalmadı, nice insanın canı yanıyor…
İnsanların çığlıkları, Emre Kongar'ın çağrısı.. CHP neden suskun?...


***
Bakın işte yine gündem değişti:
“Lozan bir zafer mi, yoksa hezimet mi?”

(Sırada "Medreseler...")

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

30 Eylül 2016 Cuma

“Geçmişimiz kurşunlarla yazıldı, geleceğimiz eğitimle yazılacak”


“Duydum ki dünyada akıldan çok zaman varmış ve gözlerimiz bize görelim diye verilmiş” 
                                                                                          Ingeborg Bachmann

Kolombiya’da 52 yıl süren ve 220 bin kişinin ölümüne sebep olan kanlı bir iç savaş vardı. Bu iç savaşı durdurmak için Küba’da 4 yıl boyunca müzakereler yapılmış ve istenen anlaşma sağlanmıştı.

26 Eylül 2016 günü düzenlenen törende; Savaşta ölenler, sakat kalanlar, tecavüze uğrayanlar, kaybolanlar ve yerinden edilenlerin anısına saygı duruşu yapıldı.

Kolombiya lideri Santos, “Mermileri oylarla, silahları düşüncelerle değişmek bir isyancı grubun alabileceği en cesur ve akıllıca karardır. Hepimizin sevdiği bu vatanın devlet başkanı olarak, sizlere demokrasiye hoş geldiniz diyorum” deyip tüm kurbanlardan özür diledi.

FARC lideri Timoçenko, “Sözümüz, silahımız olacak. Yeni bir uzlaşma dönemi başlatmak ve barışı inşa etmek için yeniden doğacağız. Hepimiz kalplerimizi ve zihinlerimizi silahlardan arındıracağız. Eşitsizlik ve adaletsizliğe karşı mücadelemizi sürdüreceğiz. Sosyalist düşüncemizden vazgeçmedik. Savaşın tüm kurbanlarından sebep olduğumuz acı için özür dilerim” dedi.

Ve Kolombiya Devlet Başkanı Juan Manuel Santos, Marksist Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC)’ı lideri Timoçenko lakaplı Rodrigo Londono, alkışlar, sevinç çığlıkları ve gözyaşları eşliğinde tokalaşıp anlaşmayı imzaladılar.

Bu kıymetli imzaların atılmasına, BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun, Küba Devlet Başkanı Raul Castro ve pek çok lider de tanıklık etti. Bu imzaları anlamlı kılan iki önemli detay vardı. Birincisi; imza için, savaşta can alan ağır ateşli silahların mermisinden yapılmış bir “kurşun kalem”in seçilmesi. İkincisi ise; o “kurşun kalem”in üzerine: “Geçmişimiz kurşunlarla yazıldı, geleceğimiz eğitimle yazılacak.” cümlesinin yazılmış olmasıydı.

Beethoven’ın 9. Senfoni’si eşliğinde, beyaz giysiler içindeki izleyiciler, beyaz mendillerini sallayıp, alkışlıyor ve sevinç gözyaşlarının karıştığı coşku ile hep birlikte: “Çok yaşa Kolombiya, çok yaşa barış” diye haykırıyorlardı.



***
İmrenerek izlediğim ve haberlerini okuduğum bu güzellikten ayrılıp, bir de, kaos ortamı içindeki yurduma baktığımda (ki bence siz de bakın), içim kan ağladı,  baktıkça sarsıldım. Ayrıca, niçin biz de barış ve özgürlük şarkılarını hep birlikte söyleyemiyoruz, diye kıskandım.  Ve kendi kendime usulce “ben de isterim” diye fısıldadım içimdeki derinliklere…

Yurdumuzun düze çıkması, insanlarımızın barış içinde, eşit ve ayrımsız olarak yaşaması için; vicdan sesi olan bu fısıldamalarımızın artık koro halinde söylenmesi zamanı gelmedi mi?

Yurdumuzun Güneydoğusu:
Kolombiya’da yaşananları az da olsa okuduk-duyduk-izledik, şimdi sıra geldi bizim memleketimizde yaşananlara:

Yıllardan beri yurdumuzun güneydoğusunda yaşanan sürekli çatışmalar  giderek ülkemizin her yerinde, ölümler, yıkımlar ve büyük acılar yaşatıyor insanlarımıza.

Güneydoğumuzda, ayları aşmış, yıla yaklaşmış sokağa çıkma yasaklarıyla, insanlar ablukaya alınmış, hayat durmuş, dertler dondurulmuş. Onlarca şehirde taş üstünde taş kalmamış, yüzlerce çocuk, kadın, yaşlı sivil ölmüş, tarihi doku yok olmuş, ormanları yakılmış, katırları bile infaz edilmiş…

Halkın oyu ile seçilmiş yerel yöneticiler, yargılanmadan, mahkûm edilmeden, buyrukla görevlerinden alınmış, yerlerine kayyımlar atanmış… Hani demokrasi vardı? Hani seçilmişler, en büyük güç olan halkın iradesiydi? Hani mahkeme kararı olmadan herkes suçsuzdu?!... Ne oldu da her şey tersyüz oldu?

Zaten geçen öğretim yılında da yaşanan kaos ortamından dolayı doğru dürüst eğitim-öğretim yapılmamıştı. Bu yıl da okulların açılmasına bir-iki gün kala, 11.285 öğretmeni açığa alıverdiler. Böylece, bazı kentlerimizdeki henüz karakol olmamış okulları, ya öğretmensiz, ya da birkaç öğretmenli…
(İki gün önce Ayşe Yıldırım yazmıştı, açığa alınan öğretmenlerin yerine alınacak sözleşmeli öğretmenlere mülakatta sorulan soruları: “Köyünüzde cami var mı?”, “Taş atan çocuklar hakkında ne düşünüyorsunuz?”, “Günde kaç rekat namaz kılıyorsun?...”)  

5 milyon oy almış HDP isimli bir partimiz var. Seçilmiş vekilleri, Meclisteki Anayasa değişiklikleri için yapılan toplantılarına bile çağrılmıyor. Meclis kürsüsünde ve meydanlarda konuşturulmuyor. TV ekranlarına çıkmaları, gazetelerde demeçleri, haberleri engelleniyor. Neden, diye sorulduğunuzda ise, bir suçlu gibi mahcup, “istemiyor” deyiveriyorlar. Tabii ki istemeyenin kim olduğu belli…

Güya böylece onları yok sayıyorlar, ama onlar varlar ve hep olacaklar!…

Günlük yaşamımızda, kendisini liberal, demokrat, sosyal demokrat, sosyalist olarak tanıtan ya da öyle olduğunu sanan kişilerle karşılaşırız. Onlara, yukarıda sıralanmış olan bazı memleket manzaralarını sorduğunuzda, tüm yaşananları görmezden gelirler ve; “Ama onların neleri eksik ki, istedikleri mesleğe girebiliyorlar!…” diye başlayan hayret bildiren cümleler kurar ve  sorularınıza, sorularla karşılık verirler.

Niçin bu kişiler; “Benim de onlar gibi; kimliğim, dilim, inançlarım, hak ve özgürlüklerim yok sayılıp baskı altında olsaydı, ben o zaman ne yapardım?” Diye düşünmüyor, düşünmek istemiyor veya duygudaş olamıyorlar?!.. 

 Neden? 



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız