“Duydum ki dünyada akıldan
çok zaman varmış ve gözlerimiz bize görelim diye verilmiş”
Ingeborg
Bachmann
Kolombiya’da 52 yıl süren ve 220 bin kişinin
ölümüne sebep olan kanlı bir iç savaş vardı. Bu iç savaşı durdurmak için
Küba’da 4 yıl boyunca müzakereler yapılmış ve istenen anlaşma sağlanmıştı.
26 Eylül 2016 günü düzenlenen törende; Savaşta ölenler, sakat kalanlar, tecavüze uğrayanlar, kaybolanlar ve yerinden edilenlerin anısına saygı duruşu yapıldı.
26 Eylül 2016 günü düzenlenen törende; Savaşta ölenler, sakat kalanlar, tecavüze uğrayanlar, kaybolanlar ve yerinden edilenlerin anısına saygı duruşu yapıldı.
Kolombiya lideri Santos, “Mermileri oylarla, silahları düşüncelerle değişmek bir isyancı grubun alabileceği en cesur ve akıllıca karardır. Hepimizin sevdiği bu vatanın devlet başkanı olarak, sizlere demokrasiye hoş geldiniz diyorum” deyip tüm kurbanlardan özür diledi.
FARC lideri Timoçenko,
“Sözümüz, silahımız olacak. Yeni bir
uzlaşma dönemi başlatmak ve barışı inşa etmek için yeniden doğacağız. Hepimiz
kalplerimizi ve zihinlerimizi silahlardan arındıracağız. Eşitsizlik ve adaletsizliğe
karşı mücadelemizi sürdüreceğiz. Sosyalist düşüncemizden vazgeçmedik. Savaşın
tüm kurbanlarından sebep olduğumuz acı için özür dilerim” dedi.
Ve Kolombiya Devlet Başkanı Juan Manuel Santos, Marksist Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri
(FARC)’ı lideri Timoçenko lakaplı Rodrigo Londono, alkışlar, sevinç
çığlıkları ve gözyaşları eşliğinde tokalaşıp anlaşmayı imzaladılar.
Bu kıymetli imzaların atılmasına, BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun, Küba Devlet Başkanı Raul Castro ve pek çok lider de
tanıklık etti. Bu imzaları anlamlı kılan iki önemli detay vardı. Birincisi; imza için, savaşta can alan ağır ateşli silahların mermisinden yapılmış bir “kurşun kalem”in seçilmesi. İkincisi ise; o “kurşun kalem”in üzerine: “Geçmişimiz
kurşunlarla yazıldı, geleceğimiz eğitimle yazılacak.” cümlesinin yazılmış
olmasıydı.
Beethoven’ın 9. Senfoni’si eşliğinde, beyaz giysiler
içindeki izleyiciler, beyaz mendillerini sallayıp, alkışlıyor ve sevinç
gözyaşlarının karıştığı coşku ile hep birlikte: “Çok yaşa Kolombiya, çok yaşa barış” diye haykırıyorlardı.
***
İmrenerek izlediğim ve haberlerini okuduğum bu güzellikten
ayrılıp, bir de, kaos ortamı içindeki yurduma baktığımda (ki bence siz de bakın),
içim kan ağladı, baktıkça sarsıldım. Ayrıca, niçin biz de barış
ve özgürlük şarkılarını hep birlikte söyleyemiyoruz, diye kıskandım. Ve
kendi kendime usulce “ben de isterim” diye fısıldadım
içimdeki derinliklere…
Yurdumuzun düze çıkması, insanlarımızın barış içinde,
eşit ve ayrımsız olarak yaşaması için; vicdan sesi olan bu fısıldamalarımızın
artık koro halinde söylenmesi zamanı gelmedi mi?
Yurdumuzun Güneydoğusu:
Kolombiya’da yaşananları az da olsa
okuduk-duyduk-izledik, şimdi sıra geldi bizim memleketimizde yaşananlara:
Yıllardan beri yurdumuzun güneydoğusunda yaşanan sürekli çatışmalar giderek ülkemizin her yerinde, ölümler, yıkımlar ve büyük
acılar yaşatıyor insanlarımıza.
Güneydoğumuzda, ayları aşmış, yıla yaklaşmış sokağa çıkma yasaklarıyla, insanlar ablukaya alınmış, hayat durmuş, dertler dondurulmuş. Onlarca şehirde taş üstünde taş kalmamış, yüzlerce çocuk, kadın, yaşlı sivil ölmüş, tarihi doku yok olmuş, ormanları yakılmış, katırları bile infaz edilmiş…
Halkın oyu ile seçilmiş yerel yöneticiler,
yargılanmadan, mahkûm edilmeden, buyrukla görevlerinden alınmış, yerlerine
kayyımlar atanmış… Hani demokrasi vardı? Hani seçilmişler, en büyük güç olan
halkın iradesiydi? Hani mahkeme kararı olmadan herkes suçsuzdu?!... Ne oldu da
her şey tersyüz oldu?
Zaten geçen öğretim yılında da yaşanan kaos ortamından
dolayı doğru dürüst eğitim-öğretim yapılmamıştı. Bu yıl da okulların açılmasına
bir-iki gün kala, 11.285 öğretmeni açığa alıverdiler. Böylece, bazı
kentlerimizdeki henüz karakol olmamış okulları, ya öğretmensiz, ya da birkaç
öğretmenli…
(İki gün önce Ayşe
Yıldırım yazmıştı, açığa alınan öğretmenlerin yerine alınacak sözleşmeli
öğretmenlere mülakatta sorulan soruları: “Köyünüzde
cami var mı?”, “Taş atan
çocuklar hakkında ne düşünüyorsunuz?”, “Günde kaç rekat namaz
kılıyorsun?...”)
5 milyon oy almış HDP isimli bir partimiz var.
Seçilmiş vekilleri, Meclisteki Anayasa değişiklikleri için yapılan
toplantılarına bile çağrılmıyor. Meclis kürsüsünde ve meydanlarda konuşturulmuyor.
TV ekranlarına çıkmaları, gazetelerde demeçleri, haberleri engelleniyor. Neden,
diye sorulduğunuzda ise, bir suçlu gibi mahcup, “istemiyor”
deyiveriyorlar. Tabii ki istemeyenin kim olduğu belli…
Güya böylece onları yok sayıyorlar, ama onlar varlar ve hep olacaklar!…
Günlük yaşamımızda, kendisini liberal, demokrat,
sosyal demokrat, sosyalist olarak tanıtan ya da öyle olduğunu sanan kişilerle karşılaşırız.
Onlara, yukarıda sıralanmış olan bazı memleket manzaralarını sorduğunuzda, tüm yaşananları
görmezden gelirler ve; “Ama onların neleri eksik ki, istedikleri
mesleğe girebiliyorlar!…” diye başlayan hayret bildiren cümleler kurar
ve sorularınıza, sorularla karşılık
verirler.
Niçin bu kişiler; “Benim de onlar gibi; kimliğim, dilim,
inançlarım, hak ve özgürlüklerim yok sayılıp baskı altında olsaydı, ben o zaman
ne yapardım?” Diye düşünmüyor, düşünmek istemiyor veya duygudaş
olamıyorlar?!..
Neden?