erdem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
erdem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Şubat 2017 Cuma

Psikolojide “Evet” ve “Hayır”

Eğer bir konuyu tüm yönleri ile düşünüp irdelemez, karşı görüşte olana saygıyı esas almazsak… O zaman, eşitlikçi olmayan, at gözlüğü ile bakmayı sağlayan, sadece lafebeliğine dayalı bir münazara yöntemini seçmiş olur ve yanılırız. Bu hatırlatmayı yaparak konumuza giriş yapalım.

“Evet” ve “Hayır” iki zıt sözcüktür. Bir olay veya durum karşısında kalan kişi, bu iki sözcükten birisini kendisine uygun bularak seçer, bu seçiminin niçin uygun  olduğunu belirten bir eylem ve söylem geliştirir. Şüphe yok ki,  seçimi yapan kişinin bu kararında; içinde bulunduğu ortam, dünya görüşü ve o anki ruh hâli çok etkilidir.

“EVET”= Kabullenme, güce boyun eğme, seçememe, aynılaşma, sorgulamaz sıradanlaşmış kaderci bir kul olmak…

Özetle; Verilenle yetinmek, susmaktır.

“HAYIR”= Reddetme, demokrasi isteme, seçici, özgün, sorgulayan çözüm arayan bir birey olmak...

Özetle; Birey olarak haklarını istemektir.

Kişilik gelişiminin en önemli basamağı üç yaşındaki birey, “ben yapabilirim” deyip özgürlük ister ve otoriteye “Hayır” demeye başlar. Fakat pek çok anne-baba bu dönemde (koruyucu anaç duygularla) çocuğu; ağlatarak, üzerek, “sen küçüksün yapamasın” diyerek kısıtlar, özgüvensizlik aşılar, bağımlı kılar ve sonunda “Evet” demek zorunda bırakır.

Daha sonra bu çok üzgün ve kızgın çocuklar, büyüyüp anne-baba-öğretmen-yönetici olduklarında ne yazık ki, o üzgün ve kızgınlıklarını unutup, bu kez de kendileri birer baskıcı olarak, “Evet” diyecek yeni nesiller ister ve yetiştirmeye  başlarlar. Asıl düşündürücü olan ve durdurulması gereken döngü de bu…

***
Eğitimde rehberlik anlayışı:

Hazır söz buraya gelmişken kendi yaşanmışlıklarımdan söz edeyim biraz:  Bir süre ilkokul öğretmenliği, ilkokul yöneticiliği ve ilköğretim müfettişliği yaptıktan sonra (toplam 7 yıl) yolum Rehberlik Araştırma Merkezlerinden de geçti.

Rehberlik Araştırma Merkezi’nde çalıştığım yıllarda görevim gereği; çocuk, genç ve yetişkinlerin farklılıklarıyla nasıl tanınıp yönlendirilecekleri, hakları ve değerlerinin neler olduğu, onlarla nasıl iletişim kurulacağı gibi konuları, yaşayarak, uygulayarak daha sistemli olarak öğrenmeye başladım. Bu da önceki yıllarda aldığım, “bilgi ağırlıklı ve öğretmen merkezli” anlayışımı sorgulamama neden oldu.

Çünkü bu kurum bana; “ihtiyaç duyulan bilgiye ulaşmanın yollarını öğreten ve öğrenci merkezli” bir bakış açısı kazandırmıştı. Bu kazanıma ulaşmam için belki biraz geç kalmış olabilirdim. Fakat bu anlayışı kazandıktan sonra 33 yıl Rehber Öğretmen ve Eğitim Müfettişi olarak çalıştım, bu da kendimi şanslı saymama yeter.

Okullardaki rehber öğretmenlik ve müfettişlik görevim sırasında bu anlayışımın bazı kişilerce yadırgandığımı da hissediyordum. Çünkü ben, psikoloji ve eğitim bilim gereği, öğrenci-öğretmen-yönetici-veli hâsılı her bireyin; saygın, özgün ve özgür olduğunu, bu haklarının tanınması, onların tüm haksızlıklara “Hayır”  deme haklarına sahip olduklarını düşünen-savunan-isteyen bir anlayışa sahiptim.   

İşte bu nedenle, çocukluktan başlayarak “Hayır diyebilme eğitimi” verilmesini isteyen… Ve sınırları ile sınırlı olarak; “Hayır”  diyebilmenin de bir “ERDEM” olduğuna inanan biri olmuştum.

Ve bunun için zaman zaman anne-baba-öğretmen-yöneticilerce “öğrenci taraflısı” daha yaygın söylemiyle “şeytanın avukatı” olarak görüldüğüm de olmuştur. Oysa bu tutum, çağdaş eğitimdeki bir rehberlik anlayışıdır.

Özetle bu anlayış: sadece öğrenciye özgü değil, yeri geldiğinde annenin, babanın, öğretmenin, yöneticinin özetle yapılan haksızlık/hukuksuzluk sonunda zarar gören her birey ve her toplum kesitinin (sınırlarını bilerek, hak ihlali yapmadan) üst ve astlarına karşı “Hayır” demesi ve direnmesidir.

Örnek olarak yakın geçmişte tanığı olduğumuz, “Gezi olayları” haksızlık, hukuksuzluk karşısında kalmış olanların ya da “Hayır” demeyi öğrenmiş olanların bir eylemi olarak düşünülebilir.

Eğer demokrasi herkesin duygu ve düşüncelerini özgürce ifade etmesi ise, demokrasiye gidişin eşik taşı "hayır" diyebilmektir.


Not: Şimdi kimi okuyucularımın; “Sen “evet” demeye karşı mısın?” Dediklerini duyar gibiyim. Bu olası sanal soruya cevabımdır: Hayır, ben “Evet” demeyi de çok seviyorum. Eğer dayatma değil de, uzlaşma ile var olan, tokalaşma ve barış sağlayan bir “evet”  ise…


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız
 

27 Ocak 2017 Cuma

Niçin “HAYIR” Demeliyiz?

“Halk birleşmeye görsün, hiçbir güç yenemez...”
 (Şili direniş hareketinin simgesi olan şarkıdan…)

Anayasalar toplumun uzlaşı sözleşmeleridir. Bu uzlaşıda toplumu dengede tutan (sacayağı olan) değerler bulunur. Bunlar: 
  • Herkese eşitlik, özgürlük, düşüncelerini ifade etme gibi insan haklarını sağlayan Demokrasi...
  • Her kişinin inancına saygı duyulması, devletin tüm inançlara eşit uzaklıkta durmasını sağlayan Laiklik… 
  • Yasama, yürütme, yargıda; Kuvvetler Ayrılığı ve Hukukun üstünlüğü…
Gibi Cumhuriyet’in değer ve ilkeleridir.  

Yıllardan beri tüm partiler seçim bildirgelerinde, faşist darbe anayasasını değiştirme sözleri verip nutuklar söyledi, göstermelik toplantılar yaptılar… Olmadı beceremediler.

Son birkaç haftadır Millet Meclisi’nde gündem anayasa değişiklikleri oldu. Bu kez hangi ortak paydada anlaştıkları anlaşılmayan, iki(!) parti; vekillerin vicdan sesine engel olmak için gizli oylama kuralını hiçe sayıp, gözcüler eşliğinde açık oylamaya geçtiler. Mecliste yaşananları ve konuşulanları millet görmesin/duymasın diye de meclis TV'yi kapalı tuttular… Böylece uzlaşıdan uzak, demokrasiye tuzak bir düzenleme hazırladılar:

Ne yapmak istediler ve neyi başardılar... Acaba, Demokrasi/Laiklik/Kuvvetler Ayrılığı Hukukun Üstünlüğü özelliklerini mi güçlendirdiler

-Hayır!... Var olan; yarım ya da çeyrek parlamenter demokrasiyi bile insanlarımıza çok gördüler, günlerce uğraşıp, bir partinin başkanı ve bağımsız olmayan biri için Tek Adam Sistemini kurdular. 
 
***

Düşündükçe, okudukça, duydukça ve oynanan bu tiyatroyu (belki de piyes demek daha uygun) izledikçe insan sarsılıyor adeta…

Nasıl olur bir başbakan, bakanlar, yüzlerce  parlamenter kendilerine verilen görev ve hakları hak etmediklerini düşünür ve "yetkilerini tek adama devretme yarışı"na girerler?!..

Nasıl olur da görevlerini gereğince yapmak yerine, bu görevleri “tek adama” bırakmak için küfürleri, kavgaları, yaralayıp, yaralanmayı bile göze alırlar?

Nasıl?!...

Olsa olsa, bu kişilere bulundukları makamlar bahşedilmiş, yani hak etmeden aldıkları veya miras kaldığını düşünebilirsiniz. 

Bu durumun (halin) psikolojide tanısı: özgüven eksikliğidir. Bu duygu; “Ben yapamadım, beceremem, yetersizim, gereksizim … O yapsın. / Ben oynamayacağım O oynasın…” anlayışıdır. Her grupta, her takımda bazı kişilerin, zaman zaman bu duyguyu yaşaması, bu anlayış içinde olması yadırganmaz (aksine) bunun geçici olduğu düşünülerek, hoşgörüyle karşılanır ve o kişilere yardım edilir.

Ama bizim yaşadıklarımız farklı bir durum,  bizim grubun veya takımın hepsini sarmış bu duygu… Günümüzde güvenliği, eğitimi, ekonomisi zor durumda olan ülkemizi, sayıca güçlü fakat özgüvensiz olan bir iktidar OHAL ile  yönetiyor.

Parlamentoyu oluşturan vekilleri parti başkanları belirleyip, bizlere oylatarak seçtiriyor. Doğaldır ki o parlamenterlerin parmakları, seçici olan liderlerin işaretiyle, inip kalkıyor. Onlar ne isterse o oluyor, ne derlerse alkış alıyor...

Acaba erdemi hiçe sayıp, gizli olması gereken oyu, açıkta kullanma yarışı, telaşı  ve korkusu; FETÖCÜ  olmadığını kanıtlama, bir daha seçilmeyi garantileme ve tek adama bağlılık işareti mi?

Vekillerimiz eğer son haftalardaki bu canhıraş uğraşlarını; özgürlükçü ve demokratik bir anayasa için harcayıp, var olan çeyrek demokrasiyi geliştirselerdi o zaman yurdumuz da herkesin barış içinde yaşadığı bir yer haline gelebilirdi. 

Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş, "Her türlü tedbirlerimizi alıyoruz, referandumda evet oyundan sonra bu terör örgütlerinin hiçbir sesi çıkmayacak hale gelirler.” Demiş. Eğer yaşasaydı liderleri Erbakan gülerek sorardı: 

Peki, 15 yıldır tüm yetkiler sizin elinizde iken ne yaptınız? …!!!

***

Yapılacak halkoylaması ile Demokrasi, Laiklik, Kuvvetler Ayrılığı ve Hukukun üstünlüğü'nün geleceği oylanıyor.  İşte bu nedenle çok çok çok önemli bir oylama…

Sonuç olarak; hepimizin selamlaştığı arkadaş ve komşularından bazıları AKP, bazıları MHP taraftarı olup evet diyecek değil mi? O halde şimdi hedefimizde onlar var.  Evlerine, işyerlerine konuk olsak çaylarını içip, onlara; daha daha fazla güç isteyen ve doymak bilmeyen bu obur iştahlı anlayışı teşhir edip oynanan piyesin yanlışlarını bıkmadan anlatsak...Ve bu hukuksuzluklara dur demek için de;

Rumca; Όχι, Ermenice; No, Lazca;Va, Çerkezce; Ha’u, Gürcüce; Ara, Kürtçe; Na, Türkçe; HAYIR! Deyip;



Her birimiz sadece bir "evetçi"yi HAYIR demek için ikna edersek bu iş tamamdır…


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız