Eğer bir konuyu tüm yönleri ile düşünüp irdelemez, karşı görüşte olana
saygıyı esas almazsak… O zaman, eşitlikçi olmayan, at gözlüğü ile bakmayı
sağlayan, sadece lafebeliğine dayalı bir münazara yöntemini seçmiş olur ve yanılırız. Bu hatırlatmayı yaparak konumuza giriş yapalım.
“Evet” ve “Hayır”
iki zıt sözcüktür. Bir olay veya durum karşısında kalan kişi, bu iki sözcükten birisini kendisine uygun bularak seçer, bu seçiminin niçin uygun olduğunu belirten bir eylem
ve söylem geliştirir. Şüphe yok ki, seçimi yapan kişinin bu kararında; içinde
bulunduğu ortam, dünya görüşü ve o anki ruh hâli çok etkilidir.
“EVET”= Kabullenme,
güce boyun eğme, seçememe, aynılaşma, sorgulamaz sıradanlaşmış
kaderci bir kul olmak…
Özetle; Verilenle yetinmek, susmaktır.
“HAYIR”= Reddetme,
demokrasi isteme, seçici, özgün, sorgulayan çözüm arayan bir birey olmak...
Özetle; Birey olarak haklarını istemektir.
Kişilik gelişiminin en
önemli basamağı üç yaşındaki birey, “ben
yapabilirim” deyip özgürlük ister ve otoriteye “Hayır” demeye başlar. Fakat pek çok anne-baba bu dönemde (koruyucu
anaç duygularla) çocuğu; ağlatarak, üzerek, “sen küçüksün yapamasın” diyerek kısıtlar, özgüvensizlik aşılar,
bağımlı kılar ve sonunda “Evet”
demek zorunda bırakır.
Daha sonra bu çok üzgün ve kızgın çocuklar,
büyüyüp anne-baba-öğretmen-yönetici olduklarında ne yazık ki, o üzgün ve
kızgınlıklarını unutup, bu kez de kendileri birer baskıcı olarak, “Evet” diyecek yeni nesiller ister ve yetiştirmeye başlarlar. Asıl düşündürücü olan ve durdurulması gereken döngü de bu…
***
Eğitimde
rehberlik anlayışı:
Hazır söz buraya gelmişken kendi yaşanmışlıklarımdan söz edeyim biraz: Bir süre ilkokul öğretmenliği, ilkokul
yöneticiliği ve ilköğretim müfettişliği yaptıktan sonra (toplam 7 yıl) yolum
Rehberlik Araştırma Merkezlerinden de geçti.
Rehberlik Araştırma Merkezi’nde çalıştığım yıllarda görevim gereği; çocuk,
genç ve yetişkinlerin farklılıklarıyla nasıl tanınıp yönlendirilecekleri, hakları
ve değerlerinin neler olduğu, onlarla nasıl iletişim kurulacağı gibi konuları,
yaşayarak, uygulayarak daha sistemli olarak öğrenmeye başladım. Bu da önceki yıllarda
aldığım, “bilgi ağırlıklı ve öğretmen
merkezli” anlayışımı sorgulamama neden oldu.
Çünkü bu kurum bana; “ihtiyaç duyulan bilgiye ulaşmanın yollarını öğreten ve öğrenci merkezli” bir bakış açısı kazandırmıştı. Bu kazanıma
ulaşmam için belki biraz geç kalmış olabilirdim. Fakat bu anlayışı kazandıktan sonra 33 yıl Rehber Öğretmen ve Eğitim Müfettişi olarak çalıştım, bu da kendimi şanslı saymama yeter.
Okullardaki rehber öğretmenlik ve müfettişlik görevim sırasında bu
anlayışımın bazı kişilerce yadırgandığımı da hissediyordum. Çünkü ben,
psikoloji ve eğitim bilim gereği, öğrenci-öğretmen-yönetici-veli
hâsılı her bireyin; saygın, özgün ve
özgür olduğunu, bu haklarının tanınması, onların tüm haksızlıklara
“Hayır” deme haklarına sahip olduklarını düşünen-savunan-isteyen bir
anlayışa sahiptim.
İşte bu nedenle, çocukluktan başlayarak “Hayır diyebilme eğitimi” verilmesini
isteyen… Ve sınırları ile sınırlı olarak;
“Hayır” diyebilmenin de bir “ERDEM” olduğuna inanan biri
olmuştum.
Ve bunun için zaman zaman anne-baba-öğretmen-yöneticilerce “öğrenci
taraflısı” daha yaygın söylemiyle “şeytanın avukatı” olarak görüldüğüm de
olmuştur. Oysa bu tutum, çağdaş eğitimdeki bir rehberlik anlayışıdır.
Özetle bu anlayış: sadece
öğrenciye özgü değil, yeri geldiğinde annenin, babanın, öğretmenin, yöneticinin
özetle yapılan haksızlık/hukuksuzluk sonunda zarar gören her birey ve her toplum
kesitinin (sınırlarını bilerek, hak ihlali yapmadan) üst ve astlarına karşı “Hayır” demesi ve direnmesidir.
Örnek olarak yakın geçmişte tanığı olduğumuz, “Gezi olayları” haksızlık,
hukuksuzluk karşısında kalmış olanların ya da “Hayır” demeyi öğrenmiş olanların bir eylemi olarak düşünülebilir.
Eğer demokrasi herkesin duygu ve düşüncelerini özgürce ifade etmesi ise, demokrasiye gidişin eşik taşı "hayır" diyebilmektir.
Not: Şimdi
kimi okuyucularımın; “Sen “evet”
demeye karşı mısın?” Dediklerini duyar gibiyim. Bu olası sanal soruya
cevabımdır: Hayır, ben “Evet” demeyi de çok seviyorum. Eğer dayatma
değil de, uzlaşma ile var olan, tokalaşma ve barış sağlayan bir “evet” ise…