Belki siz de yaşamış veya tanığı olmuşsunuzdur, emekli
olacağınızı tanıdıklarınıza, dostlarınıza söylediğinizde hemen hepsi anlaşmışçasına
size, “ne yapacaksın, nasıl zaman
geçireceksin” diye sorular sorar ve nasihatlerde bulunur. Önceleri bu
soru ve nasihatler beni biraz ürkütmüş, bazı geceler “acaba...?” diye başlayan
sorularla uyku düzenimi bozmuştum.
Oysa emekli oluktan bir süre sonra, hiç de ne
yapayım, nasıl zaman geçireyim sıkıntısı çekmedim. 20 li yaşlarda yaptığım gibi
kendimi okuma ve yazma işine verdim.
Hatta bu aralar okumadığım çokça kitabım biriktiği için, kendimi kitaplıkları
için ölçerek metre işi kitap alanlara
benzeterek eleştirir ve okumaya günler-haftalar yetmiyor diye üzülür oldum.
Gün 25 saat, hafta 8 gün olsa, ne iyi olurdu
değil mi?
Konuşmak okumak yazmak; dilimizi
oluşturan üç ana parça, bu üç sözcük öylesine birbirini tamamlıyor, öylesine iç
içe geçmiş ki, peş peşe sıralandıklarında onları, virgülle bile ayırmak gerekmez
bence. Birbirini tamlayan, besleyen, tetikleyen, derinlik kazandıran bu sözcükler
aynı zamanda iletişim kurmanın anahtarı, insanı insana ulaştıran, insanın esin
ve güven kaynağı…
Her insan mutlu olması için işini gereğince yapmalı,
yaşadığı çevreyi ve canlıları korumalı, insanları tanıyıp onlarla duygudaş
olmalı. Tüm bu işleri yapabilmek için de; konuşmalı
okumalı yazmalı…
İnsana, insanca boyutlar kazandıracak olan da, konuşma okuma yazma eylemleridir. Bu eylemlerde başarılı olmak için; felsefe,
tarih, psikoloji, estetik, fizik, kimya, biyoloji bilimleri ile tanışmalı, onların
sağladığı kazanımlar olan sözcükleri dans ettirip, şiir tadında müzik notaları
ile dillendirmeli…
***
Megafon Diplomasisi
Her insan savaşların olmadığı, sağlıklı ve
korunan bir çevrede; özgür, güvenli, onurlu, mutlu olarak yaşayacağı bir ülke ister.
Bu istek insanın en temel hakkıdır. Ülkelerin de komşuları ve diğer ülkelerle
barış içinde, yaşamak istekleri vardır. Bu ortak özlem ve isteklerin
gerçekleşmesi için de basit bir kural: kendin
için istediğin güzelliği/iyiliği başkası için de istemek anlamına gelen
“Yurtta barış, dünyada barış” ilkesidir. Hepimizin hep gündemde tutması ve
savunması gereken bir ilke…
OHAL’in KHK’leriyle ülkemizde; demokrasi, insan
hakları, ifade özgürlüğü kısıtlanıp, inançlar, niyetler sorgulanırken, bir
taraftan da idam konusu sürekli olarak gündemde tutuluyor. Öfkelerin kine
dönüştürüldüğü gergin günler yaşıyoruz.
Yaşatılan bu korku ikliminde hiçbir yetkili ortaya
çıkıp, bu uygulamaların ülkemize, içeride ve dışarıda hiç bir şey kazandırmadığını
dillendiremiyor nedense.
Oysa şu anda ülkemizin en büyük ihtiyacı, yöneten,
yönetilen ve tüm yaşayanların olaylara; demokrasi ve insan hakları odaklı bakması,
barış dili kullanması, hiç kimseyi öteki kılmamasıdır. Böylece yarınlarımıza
daha güvenle bakar ve daha yaşanır kılarız ülkemizi.
Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı Martin Schulz, "Türkiye
idam kararını yeniden uygulamaya koyarsa o zaman kırmızıçizgimizi aşmış olur ve
Avrupa Birliği ile müzakere süreci bitmiş olur" demişti. (Hürriyet
13 Kasım 2016)
Cumhurbaşkanımız Erdoğan da bu konuşmaya cevaben,
“Kimsin sen ya, kimsin? Orada bir parlamentonun başkanı, nesin sen? Şu terbiyesize bak ya, ‘Yaptırım uygularız’ diyor. Ya senin her yerin yaptırım olsa ne yazar.” dedi. (Hürriyet 14 Kasım 2016)
Varsayalım ki, “AP” bir kulüp ve bu kulübün
başkanı üye olma şartlarını sıralıyor. Şartlardan birisi de “idam karşıtı
olmak”. Onu hatırlatıyor konuşmasında. Aslında o kulübün kapısında
yıllardır bekletildiğimiz bir gerçek, fakat şimdi onu tartışmayalım. Peki sizce
bu sözlere verilen cevapta bir gariplik veya bir yanlışlık yok mu?
Aslında şimdi artık bu açıklamaya verilen cevabın,
doğru mu, yanlış mı, haklı mı, haksız mı olduğu tartışmasına da gerek kalmadı, çünkü
o cevap verildi ve o söz söylendi oldubitti…
Ancak tartışılacak bu konu var, o da çoktandır
ülkemizde gündem konusu olan “Megafon
Diplomasisi”.
Megafon Diplomasisi; yukarıdaki alıntılardan da anlaşıldığı gibi, herkesin kendi mekânında, medyasında
ve taraftarı karşısında, karşı tarafa göndermelerde bulunmasıdır.
Diplomasi ise; tarafların kapalı kapılar ardında, karşılıklı diyaloglarla sorunlarına
çözüm araması sürecidir.
Megafon Diplomasisi; çoğunlukla günü kurtarmak
için tribünlere verilen popülist mesajlardan oluşur. Sorunları çözmediği gibi daha
da derinleştirip, çözümsüz kılar.
Diplomasi ise; tarafların uzun süreli çıkarlarını
temel alır, mantık ve aklın denetimindedir. Dostlukları arttırır, sorunları
çözer.
Barış için baldıran zehri
içmek
26 Eylül 2016 günü Dünya çapında ses getiren
bir olay olmuştu. Kolombiya Hükümeti ile Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri
örgütü (FARC) arasında barış anlaşması imzalanmıştı. Ve bu imza töreni bayram
havasında kutlanmıştı. Ancak, 3 Ekim’de yapılan referandumda Kolombiya halkı bu
anlaşmaya yüzde 50,2 oranı ile “hayır” demişti.
Ama Kolombiya Devlet Başkanı Juan Manuel
Santos ve Hükümeti bu referandum sonucuna uymayacaklarını ilan ettiler.
Bu kararlarını ne hiç kimse yadırgadı, ne de hiç
kimse ayıpladı.
Çünkü onlar bu kararla, 52 yıldır süren ve 220
bin kişinin ölümüne sebep olan kanlı bir iç savaşa son verdiler.
Çünkü barış yaşatan, savaş ise yok edendir. Onlar
bu karala var olmayı seçtiler.
Çünkü onlar, popülizm yapmadılar, hamaset
nutukları çekmediler, barış istediler ve alkışlandılar.
İşte barış için baldıran zehri içmek
dedikleri bu olsa gerek.