Demirel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Demirel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Şubat 2025 Cumartesi

“Ya hep beraber ya hiçbirimiz!”


Bizim kuşağa '68'liler deseler de kendimi daha çok '78'li olarak düşünürüm. 


O yıllarda gençler demokratik-bağımsız bir ülke istiyor ve çok fazla kitap okuyordu. 


O yıllarda da şimdiki gibi solcu-demokrat-yurtseverler için: “Ya hep beraber ya hiçbirimiz" ortak slogandı.


Ve o yılların devlet politikasına göre: 'komünizm' en büyük tehlike veya hastalık sayılıyordu. 1950'de "Komünizmle Mücadele Derneği" adlı bu paramiliter oluşum devlet gözetiminde ülke çapında örgütlenir. Dernek; yurdumuzun tüm demokrat-yurtsever-sol-komünist ile azınlık halkları ve Alevileri düşman sayarak sayısız kanlı saldırılar yapmıştır. 


Ve o zamanın Başbakanı Demirel: “Bana sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz!", İçişleri Bakanı Faruk Sükan ise; 'Solcuların nefeslerini bile kontrol ediyoruz, hepsini 24 saatte toplarız!' demişlerdi.


12 Mart 1971-12 Eylül 1980 arası 9 yılda; iki faşist darbe, 11 hükümet değişmiş, ilan edilen sıkıyönetim ve olağanüstü haller süresince halkımız çok ağır bedeller ödemişti


1987'de kurulan illegal faşist JİTEM, Kürtleri hedef alan nefret dili, işkenceleri, "faili meçhul" katliamları ve hapishaneleriyle yurdumuzda bir korku iklimi yaratmış... Sonuç olarak: nice kasaba-köy yanmış, yıkılmış, sağ kurtulan insanları ise göç etmişti.

O zamanlarda da şimdiki gibi bilirkişiler vardı fakat onlar pek gizlenmez bilinirdi. Ve bu bilirkişiler de 141-142 maddeler için av peşindeydi. Bu amaçla: yurdumuzda yayınlanan; yerli-yabancı eserler, parti, sendika, dernek, kişi demeç-konuşma-bildirileri, olası bir komünist propagandası için satır satır incelenirdi. Uzun yıllar süren yargılama, tutukluluk ve sansürler olurdu. 


Bugünlerimizi soracak olursanız: bu günler de o günleri hiç aratmıyor!


Şimdilerde sadece, komünist yerine hain/terörist sıfatları kullanılır oldu.


***

 

Size yukarıda anlatmaya çalıştıklarım, sadece Türkiye'ye özgü olgular değildir, İnsanlık, ilk çağlardan beridir bunları yaşamakta... 

 

Hikayesi de kısaca şöyledir: İnsanlar, yaşamsal önemi olan beslenme, barınma ve güvenlik zorlukları karşısında kendilerini yetersiz-güçsüz bulmuşlardır. Deneyip yaşadıkça da bu zorlukları ancak dayanışma ve birliktelikle çözebileceklerini öğrenip-anlamışlar. 


Özetlersek; insanların yenilgi ve acılı yaşanmışlıkları devletlerin, ya da toplumsal barışı ve güvenliği sağlayacak gücün oluşturulması için gerekçe olmuştur.

Ve demek ki, dünyadaki tüm devletlerin amacı; kamu güvenliğini sağlayan ve herkesin hakkını koruyan bir düzen kurmaktır.

İşte, herkesi kucaklayan bu yüce amaç yüzünden; 'devlet' her yerde ve her çağda kutsanmıştır.

Peki acaba, dünyada bu yüce amacı güderek “halk” için hizmet üreten kaç devlet vardır?

Ve acaba dünyada, "halka" hizmet için kurulmuş, fakat sadece bir azınlığa, bir gruba, bir partiye hizmet eden kaç devlet vardır. 

Bu iki soruya da eğer önyargılardan uzak bilimsel yöntemlerle cevaplar ararsak, ne yazık ki dünyada hiçbir “halk devleti” olmadığını görürüz...

*
Burada biraz durmak isterim; Hani "denk geldi" derler ya, şimdi benim için de öyle oldu. Çünkü, yazılarımı sürekli okuyan bazı dostlarım bana: "Sen devlet karşıtı mısın?" sorusunu soruyorlar. 

Şimdi "denk geldi" ve ben de o dostlara soruyorum: 
Peki sevgili dostlarım; siz kuruluş amacına uygun çalışmayan böylesi devletlerin taraftarı mısınız?    
*

Çünkü dünyamızdaki hemen hemen tüm devlet yönetimlerde çokça egoist-zalimler var! Bunlar; deprem, yangın, savaş gibi felaketleri bile fırsata çevirirler. Fakat, bu zalimler de kendilerinden daha güçlü olan zalimlerden emir alır, onların piyonu olur, hatta bazen de zulüm görürler. 

Günümüz dünyasını otokratlar yönetiyor. Otokratlar, kendi ülkelerinde güçler birliğini ele geçiren halkı sömüren-ezen zalimlerdir. Düzenlerini sürdürmek için her yol ve yöntemi mubah sayarlar. Muhalifler onlar için birer düşman olduğu için yok olmalı veya etkisiz kalmalıdır. Bu amaçları için de her yol-yöntemi kullanarak ülkede güvensiz-korku dolu bir kaos ortamı yaratırlar. 

Korku-kötülük dolu bir iklimi yaratarak ömür süren: tüm hükümdar, kral, komutan, vali, kayyum, bilirkişi, din istismarcısı ve onların tetikçileri halkın kanı-emeği ile beslenip var olan bir çıkar zincirdir. 

Bu dokunulmaz küçük zincir, muhalifler için yalan ve algıya dayalı her tür tuzağı-kötülüğü planlar ve uygularlar. 

Bu zalimleri: "sen/siz hukuk dışına çıktınız" diye ayıplamak ve kınamak da hiç etkili olmaz!

Çünkü onlar güçlerini; hukuktan değil, hukuk dışı güçler ve odaklardan alırlar. 

Fakat bu insanlık düşmanlarının tek korkusu var o da: halkın birlik olup artık 'YETER!' demesidir.

Şimdi dünya vatandaşı/insanlık dostu iki ozanın dizelerine bakalım. 

Metin ELOĞLU, milyarlarca insanın haykırışını duymuş olacak ki:

"Yaşamak istiyorum 
Yaşamak istiyorsun 
Yaşamak istiyor 

Böyle şiir olmaz, diyeceksin; biliyorum. 
Ama böyle dünya olur mu? 
Böyle barış olur mu? 
Böyle hürriyet olur mu? 
Böyle kardeşlik olur mu? 
Biliyorum ki, katlanıver, diyeceksin; 
Ama böyle yaşamak olur mu!" Diyor. 
 
Bertolt BECHT de bu çığlığı cevaplarcasına: 

"Kim mi kurtaracak seni, köle?

Görecekler seni, kardeş.

yuvarlananlar uçuruma,

duyacaklar çığlıklarını:

Seni köleler kurtaracak kurtaracaksa!

 

Ya hep beraber ya da hiç birimiz.

Kurtulmak yok tek başına

yumruktan ve zincirden.

Ya hep beraber ya da hiç birimiz..." Diyor.  


Evet: 
“Bıbın yek!”
"Kurtulmak yok tek başına!"

23 Haziran 2017 Cuma

Kılıçdaroğlu’nun İnce Uzun Yolu…



Sn. Kemal Kılıçdaroğlu, 15 Haziran günü Ankara’dan başlattığı “Adalet Yürüyüşü”nün gerekçelerini:
·         “Adaletin olmadığı bir ülkede yaşamak istemiyoruz.
·         Her özgür ülke gibi, her uygar ülke gibi kendi ülkemizde barış içinde yaşamak istiyoruz.
·         Bıçak kemiğe dayandı artık 'yeter' diyoruz.
·         Bu ülkeye adalet ya gelecek, ya gelecek.
·         Eğer bir bedel ödemek gerekiyorsa, o bedeli önce biz ödeyeceğiz.
·         Bu ülkenin geleceği için, çocuklarımızın geleceği için hep birlikte mücadele etmek zorundayız.
·         Bu yürüyüşümüzün bir siyasal partiyle ilgisi yok.
·         Bu yürüyüş, kutlu bir yürüyüştür.
·         Bu yürüyüş adalet yürüyüşüdür.
·         Adaleti isteyen herkes bu yürüyüşe destek vermek zorundadır.
·         Hapishaneleri tıka basa dolu olan bir ülkede adalet olmaz…"
Diye sıralamıştı.

Adaletsizliğe dikkat çekip, çözüm arayan bu barışçı sivil protestoyu, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan da; ”Yapılan iş hukuki değildir. Bunu yasal yollardan böyle bir adımı atmak suretiyle yapışınız hükümetimizin bir inceliğidir, daha da ileri gidiyorum bir lütfudur” şeklinde değerlendirmişti.

Oysa ana muhalefet partisinin genel başkanı, yukarıdaki nedenleri sıralayıp, “Bıçak kemiğe dayandı artık yeter” deyip yola çıkarken, bir vatandaş olarak demokratik haklarını kullanıyor ve muhatabı olan hükümetten çözüm istemekte idi.

Bunun cevabı da, “lütufta bulunmak” değildir, olmamalı.

Çünkü lütufta bulunmak; muhtaç olanlara yardım etmek, iyilikte bulunmak veya anlayış göstermek anlamına gelir.

Adalet arayanlar; ne yardım, ne iyilik ne de anlayış istiyor. Onlar sadece, gasp edilen insan haklarını yani; demokrasi, eşitlik, hak, hukuk ve adalet istiyorlar... Hükümetin görevi de, onların güvenliğini sağlayıp, gasp edilen haklar için gereğini yapmaktır.

O Kılıçdaroğlu ki;

Dolmabahçe’de masa devrilince, alkış tutmuş, sonraki gelişmelere sessiz kalmıştı. YSK kararıyla oluşturulan 16 Nisan’ın sonuçlarına karşı çıkar gibi olsa da, o mağdur çoğunluğun sesi, önderi olup, onların haklarını arayamamıştı. 7 Haziran sonuçlarının da istikşafı görüşmelerle zamanaşımına uğramasına neden olmuştu… TBMM’de amacı-hedefi belli olan “dokunulmazlıkların kaldırılması” gündeme geldiğinde ise; kendi vekillerininin ve parti tabanını bile sesini dinlemeden/duymadan, ‘aman sonra bizim için ne derler’ korkusuna kapılmış: “Anayasaya aykırı ama biz evet diyeceğiz” demişti. Ayrıca anayasaya aykırı bu yasa için Anayasa Mahkemesi başvurusuna imza atacak vekillerini de tehdit ederek engellemişti. Böylece HDP’nin eş genel başkanları ve pek çok milletvekilinin, cezaevine girmesine katkı yapan büyük bir paydaş olmuştu... Eğitimin vakıflara teslim edilip imam hatip sistemi kurulmasına ve beyin göçüne hâlâ sessiz olan, yani iktidar için Allah’ın bir lütfu olan birisi iken…

Eyyy iktidarın güçlüleri, tüm bunları ne çabuk unuttunuz?

Ne yaptınız da, size bunca katkı veren Sn. Kılıçdaroğlu’nu bile “Bıçak kemiğe dayandı artık yeter” diyecek noktaya getirdiniz?

***
Mademki "artık yeter” deyip yollara düştü… Artık  O'nun geçmişteki; “Anayasaya aykırı ama biz evet diyeceğiz” inadı/korkusu ile yüzleşmesi ve özeleştiri yapması istenmemeli/beklenmemeli. O’nun Ankara’dan yola çıkarken “Adalet” için sıraladığı gerekçelerin içinde; özeleştirisi ve tüm pişmanlıklarının olduğu varsayılmalı…

Ve O’nun bu noktaya gelmiş olması; anlamlı/önemli/değerli görülüp, alkışlanmalı…

***
Şimdilerde sıkça hatırlatıyorlar bir zamanlar Demirel’in; “Yollar yürümekle aşınmaz” deyişini. Aslında O bir mühendisti ve yürünen yolların aşınacağını çok iyi biliyordu. Bu sözü de belki, düşünmeden, çıplak gözle bakanlar için söyleyivermişti işte!..

Doğrudur, yürünen yollardaki yıpranmaları çıplak gözle göremeyiz…

Ama unutulmasın ki, YSK kararıyla kuvvetler birliğine yol açılsa, kâğıt üstünde her şey kanuni görünse bile… İktidarlar; ıslıklarla, hatta bebeklere söylenen ninnilerle bile aşınır.

Yıllardır vicdanlara akıtılan zehirler; zehirledi, uyku uyutmaz oldu insanlara… İnsanlar, vicdanlarıyla barışık değil, onunla yüzleşmekten korkar oldular. Kolay değil bu…

Bu zehirler, kendilerine akacak bir yol/kanal bulmak zorunda. Bu yol; insan haklarının olduğu, adaletin sağlandığı demokrasilerdedir. Bu yolda yoldaş olmak için de “insan” olmak yeterlidir.


***
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça OHAL ortamında KHK ile ihraç edilen on binlerce kişiden sadece iki eğitimci... Onlar, işlerine dönmek için sessizce direniyor, adalet istiyorlardı. Açlık grevine dönüşen bu direnişin 75. günü (23 Mayıs 2017) tutuklandılar. Ve bugün açlık grevlerinin 107. günü, yani ölüme çokça yakınlar…

Ayşe Kulin’in: “Yalvarırım hayatta kalın ve öyle mücadele edin… Ölüm gençlere yakışmaz çocuklar" çığlığına ortak oluyor… Ve Ayşe Kulin'in; “Merhamet kibirden, bağışlamak cezalandırmaktan, sevgi nefretten üstündür” özdeyişinin de herkesin ortak hayat felsefesi olmasını diliyorum.  



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız