Sn. Kemal Kılıçdaroğlu,
15 Haziran günü Ankara’dan
başlattığı “Adalet Yürüyüşü”nün
gerekçelerini:
·
“Adaletin olmadığı bir ülkede yaşamak istemiyoruz.
·
Her özgür ülke gibi, her uygar ülke gibi kendi ülkemizde barış içinde
yaşamak istiyoruz.
·
Bıçak kemiğe dayandı artık 'yeter' diyoruz.
·
Bu ülkeye adalet ya gelecek, ya gelecek.
·
Eğer bir bedel ödemek gerekiyorsa, o bedeli önce biz ödeyeceğiz.
·
Bu ülkenin geleceği için, çocuklarımızın geleceği için hep birlikte
mücadele etmek zorundayız.
·
Bu yürüyüşümüzün bir siyasal partiyle ilgisi yok.
·
Bu yürüyüş, kutlu bir yürüyüştür.
·
Bu yürüyüş adalet yürüyüşüdür.
·
Adaleti isteyen herkes bu yürüyüşe destek vermek zorundadır.
·
Hapishaneleri tıka basa dolu olan bir ülkede adalet
olmaz…"
Diye sıralamıştı.
Adaletsizliğe dikkat çekip, çözüm arayan bu
barışçı sivil protestoyu, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan da;
”Yapılan iş hukuki değildir. Bunu yasal yollardan böyle bir adımı atmak
suretiyle yapışınız hükümetimizin bir inceliğidir, daha da ileri gidiyorum bir
lütfudur” şeklinde değerlendirmişti.
Oysa ana muhalefet partisinin genel başkanı,
yukarıdaki nedenleri sıralayıp, “Bıçak kemiğe dayandı artık yeter” deyip yola
çıkarken, bir vatandaş olarak
demokratik haklarını kullanıyor ve muhatabı
olan hükümetten çözüm istemekte idi.
Bunun cevabı da, “lütufta bulunmak” değildir, olmamalı.
Çünkü lütufta bulunmak; muhtaç
olanlara yardım etmek, iyilikte bulunmak veya anlayış göstermek anlamına gelir.
Adalet arayanlar; ne yardım, ne iyilik ne
de anlayış istiyor. Onlar sadece, gasp edilen insan haklarını yani;
demokrasi, eşitlik, hak, hukuk ve adalet istiyorlar... Hükümetin görevi de, onların
güvenliğini sağlayıp, gasp edilen haklar için gereğini yapmaktır.
O Kılıçdaroğlu
ki;
Dolmabahçe’de masa devrilince, alkış tutmuş, sonraki gelişmelere
sessiz kalmıştı. YSK kararıyla oluşturulan 16 Nisan’ın sonuçlarına karşı çıkar
gibi olsa da, o mağdur çoğunluğun sesi, önderi olup, onların haklarını arayamamıştı. 7
Haziran sonuçlarının da istikşafı görüşmelerle zamanaşımına uğramasına neden
olmuştu… TBMM’de amacı-hedefi belli olan “dokunulmazlıkların kaldırılması” gündeme geldiğinde ise; kendi
vekillerininin ve parti tabanını bile sesini dinlemeden/duymadan, ‘aman sonra bizim için ne derler’ korkusuna
kapılmış: “Anayasaya aykırı ama biz evet diyeceğiz” demişti.
Ayrıca anayasaya aykırı bu yasa için Anayasa Mahkemesi başvurusuna imza
atacak vekillerini de tehdit ederek engellemişti. Böylece HDP’nin eş
genel başkanları ve pek çok milletvekilinin, cezaevine girmesine katkı yapan
büyük bir paydaş olmuştu... Eğitimin vakıflara teslim edilip imam hatip sistemi
kurulmasına ve beyin göçüne hâlâ sessiz olan, yani iktidar için Allah’ın bir
lütfu olan birisi iken…
Eyyy iktidarın güçlüleri, tüm bunları ne çabuk unuttunuz?
Ne yaptınız da, size bunca katkı veren Sn. Kılıçdaroğlu’nu bile “Bıçak
kemiğe dayandı artık yeter” diyecek noktaya getirdiniz?
***
Mademki "artık yeter” deyip yollara düştü… Artık O'nun
geçmişteki; “Anayasaya aykırı ama biz evet diyeceğiz” inadı/korkusu
ile yüzleşmesi ve özeleştiri yapması istenmemeli/beklenmemeli. O’nun Ankara’dan
yola çıkarken “Adalet” için sıraladığı gerekçelerin içinde; özeleştirisi ve tüm
pişmanlıklarının olduğu varsayılmalı…
Ve O’nun bu
noktaya gelmiş olması; anlamlı/önemli/değerli görülüp, alkışlanmalı…
***
Şimdilerde sıkça hatırlatıyorlar bir zamanlar Demirel’in; “Yollar yürümekle aşınmaz” deyişini.
Aslında O bir mühendisti ve yürünen yolların aşınacağını çok iyi biliyordu. Bu
sözü de belki, düşünmeden, çıplak gözle bakanlar için söyleyivermişti işte!..
Doğrudur, yürünen
yollardaki yıpranmaları çıplak gözle göremeyiz…
Ama unutulmasın ki, YSK kararıyla kuvvetler birliğine yol açılsa, kâğıt
üstünde her şey kanuni görünse bile… İktidarlar; ıslıklarla, hatta bebeklere
söylenen ninnilerle bile aşınır.
Yıllardır vicdanlara akıtılan zehirler; zehirledi, uyku uyutmaz oldu
insanlara… İnsanlar, vicdanlarıyla barışık değil, onunla yüzleşmekten korkar
oldular. Kolay değil bu…
Bu zehirler, kendilerine akacak bir yol/kanal bulmak zorunda. Bu yol; insan
haklarının olduğu, adaletin sağlandığı demokrasilerdedir. Bu yolda yoldaş olmak
için de “insan” olmak yeterlidir.
***
Nuriye
Gülmen ve Semih Özakça OHAL ortamında KHK ile ihraç edilen on binlerce
kişiden sadece iki eğitimci... Onlar, işlerine dönmek
için sessizce direniyor, adalet istiyorlardı. Açlık grevine dönüşen bu direnişin 75. günü (23
Mayıs 2017) tutuklandılar. Ve bugün açlık grevlerinin 107. günü, yani ölüme
çokça yakınlar…
Ayşe Kulin’in: “Yalvarırım hayatta kalın ve öyle mücadele
edin… Ölüm gençlere yakışmaz
çocuklar" çığlığına ortak oluyor… Ve Ayşe Kulin'in; “Merhamet kibirden, bağışlamak
cezalandırmaktan, sevgi nefretten üstündür” özdeyişinin de herkesin ortak hayat
felsefesi olmasını diliyorum.