Beşikler
vermişim Nuh'a / Salıncaklar, hamaklar,
Havva
Ana'n dünkü çocuk sayılır, / Anadoluyum ben,
Tanıyor
musun ?
Ahmed
ARİF
Bir önceki yazımda: “Mart bitmeye, Nisan gelmeye başlayınca
ahırlardan, yeni yeni canlılar katılırdı aramıza: tay, sıpa, oğlaklar, kuzular,
buzağılar ve civcivler... Bunlar, evimize, sokağımıza; renk, ses, neşe, dert
katarak hem şenlik, hem de hüzün kaynağı olurdu.” demiştim.
Bu, ‘hem şenlik hem de hüzün kaynağı’ bir gerçekliğimizdi. Bu
gerçekliği daha yaşanır kılmak için köy halkınca neler yapıldığını, anımsamalarla
anlatmak... Bu şekilde devam etmek isterim yoluma.
Köyümüz "Zenan" (resmi adı: Zeynelli)'de bazı aileler Mart ayındaki "kocakarı soğukları" sonlanır sonlanmaz yaylaya giderken, okulda çocukları olan büyük çoğunluk da Nisan'ın son haftasını beklerdi.
Bildiğiniz
gibi, 'Beritan Aşireti' 'göçerlik' diye
adlandırılan bir yaylacılık yapar. Onlar, mor koyunları alıp köylerinden,
illerinde çok uzak diyarlara gider, oralarda aylarca kalırlar ve kış yaklaşınca
da kışlıklarına dönerler. Bizim köyde her ailenin "kendine yeter" sayıda hayvanı olduğu için yaylacılığımız; 3-4 ay süreli ve köy sınırları içinde günübirlik ulaşılabilecek uzaklıkta, yani kısa süreli, kısa mesafeli bir tür 'yarı-göçerlik' idi.
Yaylaya gidişte başlıca amaç;
kıraç tarlalardaki ekinin, çayırlardaki otun, bahçelerdeki meyve ağaçları ve
sebzelerin zarar görmeden korunması... Ve uzun kış süresince içeride tutuklu kalan hayvan
ve yavruları daha özgür bir ortamda, daha bol ve çeşitli beslemekti…
Bir de örtük amacı vardı bu
göçümüzün, o da: Yoksulluk ve hastalığın olmadığı bir:“Kışa hazırlığı”... Böylece köy halkı, daha donanımlı ve daha da güvenli olarak "kış" aylarına girmiş olurdu.
Yaylamız “Deşta Zenan”; dağlar,
tepeler arasında kalmış coğrafyadaki isimlendirme ile bir plato. Burası, komşu köylerimiz olan;
Haftariç, Xozavit, Qeman, Xajik’in sınırladığı geniş bir alan…
NOT: Bu köy isimleri için olası karşı çıkışlar
olabilir, bu nedenle bir parantez açmak istiyorum: (Anadolu'nun antik mirası ile hepimiz gurur
duyarız. Çünkü pek çok uygarlığa beşik olmuş bu toprakları eşeledikçe, nice
uygarlıklar karşılar bizi. Ve anlıyoruz ki; Anadolu'da hiçbir zaman tek dil,
tek ırk, tek din..., olmamış, tarihin her döneminde bu topraklarda; çok dil, çok
ırk, çok din..., yaşaya gelmiştir. İşte bizler de böylesine harmanlanmış bir
kültürün mirasçısıyız. Mirasa saygı esastır... Yukarıda sayılan isimler komşu
köylerimize ait ve hepsi "resmen" değiştirilmiştir. Bu ırkçı uygulama
1913'ten günümüze devam edegelmiş ve 12.211 köy, kasaba ile 4.000 dağ, nehir
gibi alanlarla birlikte 28.000 civarı isim, resmî kayıtlarda Türkçe isimlerle
yer değiştirmiştir. Böylece bu "toprakların hafızası" silinmek istenmiştir. Değişen isimler de genellikle; Arapça, Bulgarca,
Ermenice, Gürcüce, Kürtçe, Lazca, Süryanice, Yunanca ve Zazaca dil kökenlidir.
Ancak gerçekler zor değiştiği için, bölge insanları eski isimleri hiç unutmamış ve halen kullanılmaktadırlar. Demek ki, yasalar her şeye kadir değildir: Örneğin;
1980’li yıllarda Bulgaristan’dan yurdumuza yoğun bir göç yaşanmıştı, o
insanların en önemli kaçış gerekçesi “kimlik” haklarına yapılan müdahaledir. Kimlikler;
anne-baba-ceddin belirlediği kişiye has insan hakları ve o bölgenin kültürel,
psikolojik, sosyolojik öznelliklerdir. Bunun içinde de asıl kimlikler halkın
belleğinde hep yaşar ve emirle değişemez, değişmemeli…)
Kaldığımız yeden devam edelim: Evet, bu sınırlarla çevrili olan yaylamız “Deşta
Zenan”; soğuk havası, serin suları,
geniş ovası, bitek merası, meşe ağaçları ile süslenmiş dağ-tepelerinde, börtü-böcek, çiçek-bitki ve bolca keklik, yılan, kurt, tilki,
ayı...’nın barınak kurup yaşadığı, bir korku-çile-özgürlük alanıydı.
Bu alan aslında; uzun bir kış geçiren insanları ve hayvanların yaşadıkları sıkışıklığa son verir ve onları daha özgür kılardı.
Bunun içindir ki, “Yayla” tüm köy halkı için çok çok önemli…
Bunun içindir ki, bizim belleklerimize kazınmış çokça yayla anısı vardır.
***
Hani, bizler 7-8 yaşlarında bile ailenin birer üreticisiydik ya!..
İşte bu yüzden:
23 Nisan Bayramını coşku ile
kutladıktan sonra, biz artık okula gitmez, yaylaya giderdik. (Zaten Mayıs ayı
başında da köy okulları resmen tatil olurdu.)
Tam da o günlerde yaylaya gitmek için
hummalı bir hazırlık başlardı.
Önce, “gom/xırcit” (yayla evi) ve
hayvan barınaklarının kışın gördüğü hasarlar giderilir, gerekli onarımlar yapılır...
Çuvallarla un ile bakliyat, yaylaya has (daha eski) araç,
kap-kacak, yatak-yorgan, giysiler hazırlanır... Sonra da bunlar, merkep ve
katırların sırtında yayla evlerine taşınır ve yerleştirilirdi.
Yayla zamanı, köyümüzün nüfusu üçe
bölünürdü:
1. Köyde sürekli kalanlar (yaşlı ve
hasta olanlar).
2. Yaylaya çıkıp sürekli orada
kalanlar; anneler, bebekler, genç kızlar ve bir de hayvan yavrularına “şıvan”
(çoban) olacak 7-12 yaş kardeşlerimiz.
3. Köy ve yayladaki güncel işlerin
yoğunluğuna göre, yayladan köye gidip gelmeler değişkenlik gösterirdi. Bu
grubun çoğunluğunu; henüz çocuk, fakat çocuk gibi yaşamayan, çocuk hakları
olamayan 12+ yaşata birer emekçi olanlar oluştururdu. Ayrıca; ailede 12 yaş ve
yukarısı erkek çocuğu olamayanların da o yaşlardaki kız çocukları ile eşleri askerde, gurbette ve dul kadınlar olurdu. Çok dinamik olan bu grup; köyde
kalanlara yayladan, köyden de yaylaya ihtiyaç duyulan araç gereç ve
yiyecek-içecekleri taşırlardı. Ve köyde tarla, bahçe işlerini yaparken, yaylada
da sırası geldiğinde “şıvan” (çoban) olurlardı.
Yayla ve oradaki yaşam anlatması çok uzun
bir konu, bunun için diyorum ki; iyisi mi bu haftalık buraya bir nokta koyalım ve devamını
gelecek haftalara bırakalım.
Beşikler
vermişim Nuh'a / Salıncaklar, hamaklar,
Havva
Ana'n dünkü çocuk sayılır, / Anadoluyum ben,
Tanıyor
musun ?
Ahmed
ARİF
Bir önceki yazımda: “Mart bitmeye, Nisan gelmeye başlayınca
ahırlardan, yeni yeni canlılar katılırdı aramıza: tay, sıpa, oğlaklar, kuzular,
buzağılar ve civcivler... Bunlar, evimize, sokağımıza; renk, ses, neşe, dert
katarak hem şenlik, hem de hüzün kaynağı olurdu.” demiştim.
Bu, ‘hem şenlik hem de hüzün kaynağı’ bir gerçekliğimizdi. Bu
gerçekliği daha yaşanır kılmak için köy halkınca neler yapıldığını, anımsamalarla
anlatmak... Bu şekilde devam etmek isterim yoluma.
Köyümüz "Zenan" (resmi adı: Zeynelli)'de bazı aileler Mart ayındaki "kocakarı soğukları" sonlanır sonlanmaz yaylaya giderken, okulda çocukları olan büyük çoğunluk da Nisan'ın son haftasını beklerdi.
Bildiğiniz
gibi, 'Beritan Aşireti' 'göçerlik' diye
adlandırılan bir yaylacılık yapar. Onlar, mor koyunları alıp köylerinden,
illerinde çok uzak diyarlara gider, oralarda aylarca kalırlar ve kış yaklaşınca
da kışlıklarına dönerler. Bizim köyde her ailenin "kendine yeter" sayıda hayvanı olduğu için yaylacılığımız; 3-4 ay süreli ve köy sınırları içinde günübirlik ulaşılabilecek uzaklıkta, yani kısa süreli, kısa mesafeli bir tür 'yarı-göçerlik' idi.
Yaylaya gidişte başlıca amaç;
kıraç tarlalardaki ekinin, çayırlardaki otun, bahçelerdeki meyve ağaçları ve
sebzelerin zarar görmeden korunması... Ve uzun kış süresince içeride tutuklu kalan hayvan
ve yavruları daha özgür bir ortamda, daha bol ve çeşitli beslemekti…
Bir de örtük amacı vardı bu
göçümüzün, o da: Yoksulluk ve hastalığın olmadığı bir:“Kışa hazırlığı”... Böylece köy halkı, daha donanımlı ve daha da güvenli olarak "kış" aylarına girmiş olurdu.
Yaylamız “Deşta Zenan”; dağlar,
tepeler arasında kalmış coğrafyadaki isimlendirme ile bir plato. Burası, komşu köylerimiz olan;
Haftariç, Xozavit, Qeman, Xajik’in sınırladığı geniş bir alan…
NOT: Bu köy isimleri için olası karşı çıkışlar olabilir, bu nedenle bir parantez açmak istiyorum: (Anadolu'nun antik mirası ile hepimiz gurur duyarız. Çünkü pek çok uygarlığa beşik olmuş bu toprakları eşeledikçe, nice uygarlıklar karşılar bizi. Ve anlıyoruz ki; Anadolu'da hiçbir zaman tek dil, tek ırk, tek din..., olmamış, tarihin her döneminde bu topraklarda; çok dil, çok ırk, çok din..., yaşaya gelmiştir. İşte bizler de böylesine harmanlanmış bir kültürün mirasçısıyız. Mirasa saygı esastır... Yukarıda sayılan isimler komşu köylerimize ait ve hepsi "resmen" değiştirilmiştir. Bu ırkçı uygulama 1913'ten günümüze devam edegelmiş ve 12.211 köy, kasaba ile 4.000 dağ, nehir gibi alanlarla birlikte 28.000 civarı isim, resmî kayıtlarda Türkçe isimlerle yer değiştirmiştir. Böylece bu "toprakların hafızası" silinmek istenmiştir. Değişen isimler de genellikle; Arapça, Bulgarca, Ermenice, Gürcüce, Kürtçe, Lazca, Süryanice, Yunanca ve Zazaca dil kökenlidir. Ancak gerçekler zor değiştiği için, bölge insanları eski isimleri hiç unutmamış ve halen kullanılmaktadırlar. Demek ki, yasalar her şeye kadir değildir: Örneğin; 1980’li yıllarda Bulgaristan’dan yurdumuza yoğun bir göç yaşanmıştı, o insanların en önemli kaçış gerekçesi “kimlik” haklarına yapılan müdahaledir. Kimlikler; anne-baba-ceddin belirlediği kişiye has insan hakları ve o bölgenin kültürel, psikolojik, sosyolojik öznelliklerdir. Bunun içinde de asıl kimlikler halkın belleğinde hep yaşar ve emirle değişemez, değişmemeli…)
NOT: Bu köy isimleri için olası karşı çıkışlar olabilir, bu nedenle bir parantez açmak istiyorum: (Anadolu'nun antik mirası ile hepimiz gurur duyarız. Çünkü pek çok uygarlığa beşik olmuş bu toprakları eşeledikçe, nice uygarlıklar karşılar bizi. Ve anlıyoruz ki; Anadolu'da hiçbir zaman tek dil, tek ırk, tek din..., olmamış, tarihin her döneminde bu topraklarda; çok dil, çok ırk, çok din..., yaşaya gelmiştir. İşte bizler de böylesine harmanlanmış bir kültürün mirasçısıyız. Mirasa saygı esastır... Yukarıda sayılan isimler komşu köylerimize ait ve hepsi "resmen" değiştirilmiştir. Bu ırkçı uygulama 1913'ten günümüze devam edegelmiş ve 12.211 köy, kasaba ile 4.000 dağ, nehir gibi alanlarla birlikte 28.000 civarı isim, resmî kayıtlarda Türkçe isimlerle yer değiştirmiştir. Böylece bu "toprakların hafızası" silinmek istenmiştir. Değişen isimler de genellikle; Arapça, Bulgarca, Ermenice, Gürcüce, Kürtçe, Lazca, Süryanice, Yunanca ve Zazaca dil kökenlidir. Ancak gerçekler zor değiştiği için, bölge insanları eski isimleri hiç unutmamış ve halen kullanılmaktadırlar. Demek ki, yasalar her şeye kadir değildir: Örneğin; 1980’li yıllarda Bulgaristan’dan yurdumuza yoğun bir göç yaşanmıştı, o insanların en önemli kaçış gerekçesi “kimlik” haklarına yapılan müdahaledir. Kimlikler; anne-baba-ceddin belirlediği kişiye has insan hakları ve o bölgenin kültürel, psikolojik, sosyolojik öznelliklerdir. Bunun içinde de asıl kimlikler halkın belleğinde hep yaşar ve emirle değişemez, değişmemeli…)
Kaldığımız yeden devam edelim: Evet, bu sınırlarla çevrili olan yaylamız “Deşta
Zenan”; soğuk havası, serin suları,
geniş ovası, bitek merası, meşe ağaçları ile süslenmiş dağ-tepelerinde, börtü-böcek, çiçek-bitki ve bolca keklik, yılan, kurt, tilki,
ayı...’nın barınak kurup yaşadığı, bir korku-çile-özgürlük alanıydı.
Bu alan aslında; uzun bir kış geçiren insanları ve hayvanların yaşadıkları sıkışıklığa son verir ve onları daha özgür kılardı.
Bunun içindir ki, “Yayla” tüm köy halkı için çok çok önemli…
Bunun içindir ki, bizim belleklerimize kazınmış çokça yayla anısı vardır.
***
Hani, bizler 7-8 yaşlarında bile ailenin birer üreticisiydik ya!..
İşte bu yüzden:
İşte bu yüzden:
23 Nisan Bayramını coşku ile
kutladıktan sonra, biz artık okula gitmez, yaylaya giderdik. (Zaten Mayıs ayı
başında da köy okulları resmen tatil olurdu.)
Tam da o günlerde yaylaya gitmek için
hummalı bir hazırlık başlardı.
Önce, “gom/xırcit” (yayla evi) ve
hayvan barınaklarının kışın gördüğü hasarlar giderilir, gerekli onarımlar yapılır...
Çuvallarla un ile bakliyat, yaylaya has (daha eski) araç,
kap-kacak, yatak-yorgan, giysiler hazırlanır... Sonra da bunlar, merkep ve
katırların sırtında yayla evlerine taşınır ve yerleştirilirdi.
Yayla zamanı, köyümüzün nüfusu üçe
bölünürdü:
1. Köyde sürekli kalanlar (yaşlı ve
hasta olanlar).
2. Yaylaya çıkıp sürekli orada
kalanlar; anneler, bebekler, genç kızlar ve bir de hayvan yavrularına “şıvan”
(çoban) olacak 7-12 yaş kardeşlerimiz.
3. Köy ve yayladaki güncel işlerin
yoğunluğuna göre, yayladan köye gidip gelmeler değişkenlik gösterirdi. Bu
grubun çoğunluğunu; henüz çocuk, fakat çocuk gibi yaşamayan, çocuk hakları
olamayan 12+ yaşata birer emekçi olanlar oluştururdu. Ayrıca; ailede 12 yaş ve
yukarısı erkek çocuğu olamayanların da o yaşlardaki kız çocukları ile eşleri askerde, gurbette ve dul kadınlar olurdu. Çok dinamik olan bu grup; köyde
kalanlara yayladan, köyden de yaylaya ihtiyaç duyulan araç gereç ve
yiyecek-içecekleri taşırlardı. Ve köyde tarla, bahçe işlerini yaparken, yaylada
da sırası geldiğinde “şıvan” (çoban) olurlardı.
Yayla ve oradaki yaşam anlatması çok uzun
bir konu, bunun için diyorum ki; iyisi mi bu haftalık buraya bir nokta koyalım ve devamını
gelecek haftalara bırakalım.
Okurken o ilkbahar kokan yaylalara gezinti yaptık kuzu seslerine karışan kuş seslerini dinledim yüreğine ve kalemine sağlık Emin hocam
YanıtlaSilSaim Önal
yaylaya gidesim geldi..tek kelimeyle super!!!
YanıtlaSil