Erzurum’un 15 km uzağında
(şimdi hemen hemen bitişmiş gibi) olan Ilıca; ılıcası, şeker
fabrikası, harası, askeri birlikleri ve hepsinden önemlisi Öğretmen Okulu ile
ünlü önemli bir merkezdir.
Yurdumuza ışık saçan “Köy
Enstitüleri” 1940 yılında açmaya başlamıştı. Bu okulların en sonuncusu ise,
1942 yılında Ilıca merkezdeki İlkokul binası içinde 200 öğrenci ile öğretime
başlamış olan Pulur Köy Enstitüsü’dür. 1943 – 1944 öğretim yılında diğer
köy enstitüleri tarafından gönderilen ekiplerce, Ilıca Bucağı’nın 850m
güneyinde ve 1700 dönümlük arazi içine yapılan binalara taşınarak
eğitim-öğretime başlamıştır.
Kuruluşundan beri karma
eğitim-öğretim yapan okulda bulunan kız öğrenciler, politik nedenlerle, 1952
yılında İzmir’deki “Kızılçullu Köy Enstitüsü”ne nakledilmiş ve yalnız erkek
öğrencilerle öğretim yapılmaya devam edilmiştir.
Bence, burada ara verip
güncel bir parantez açmak gerekiyor. (İşte bu Kızlı-erkekli eğitimi
politik çıkarlarına alet eden niyet okuyucu anlayışlar, yurda ışık saçan köy
enstitülerini fiziki olarak kapattırdı/bitirdi... Fakat durmadılar… Kızlı
erkekli okumanın son bulması gerektiğini TBMM Başkan Vekili yüksek sesle
dillendirdi. Hem de kendisini 2014 yılı 14. Ulusal Çocuk Forumu nedeniyle
ziyarete gelen Bakan Fatma Şahin ve 81 ilden Kızlı-erkekli
öğrenci grubu önünde… Bu günlerde de, MEB bu anlayışa uygun okulları
çoğaltma arayışına başladı. İşin garibi bakanın uzmanlık alanı da İLETİŞİM…)
Bu paranteze de bazı
sorular/ünlemler eklemesek eksik kalır sanırım:
Peki, ne olmuş da kızlı
erkekli eğitime karşı çıkıyorlar?
Sen aşk mektubu yazdın ben
de okulunu kapattım anlayışı çağdaş devlete ait olabilir mi?
Peki, sadece kız veya sadece
erkeklerin olduğu kurumlarda yaşanan olumsuzlukları biliyor musunuz?
Bazı yanlış işler her
kurumda olur, devletin görevi bunları önlemek değil midir?
Bizler de bu karma eğitimli
okullarda okuduk ne oldu?
Ne yaptık: O çağımızda belki
bazımız, sevdalandı okul arkadaşına, kimimiz, mektuplar yazdı kimilerine,
bazıları, okul bitiminde evlendi okul arkadaşıyla, mutlu yuva kurup çocukları
oldu…
Bunların hangisi suç?!
Çok merak ediyorum!...
Hangi dinde sevmek, aşık
olmak yasak ki?
Aşksız, sevgisiz bir din
olur mu ki!?
Asıl konumuza devam…
1954 yılında “Pulur İlk
Öğretmen Okulu”, 1958 yılında da “Yavuz Selim İlk Öğretmen Okulu” adını almış
ve 1962-1963 yılında tekrar karma eğitim-öğretime geçilmiştir.
En son açılan Köy Enstitüsü
olması, okulumuza, çok önemli eğitsel ve tarihi bir değer katmaktadır. Çünkü,
okul yerleşkesinin içindeki binaların her biri, diğer köy enstitülerinden gelen
öğrenci-öğretmenlerin el emeği göz nuru ile yapılıp bizlere hediye/miras
bırakılmış...
Yazıklar olsun!... 1700
dönümlük muazzam düzlük dururken, tarihine, emeğine saygı duymayan bir
anlayışla bize miras bırakılan binalar yok edilerek yerine dev binalar
yapılmış… Ve adını bu kez Yavuz Selim Anadolu Öğretmen Lisesi
yapmışlar. Daha doğrusu, çevresiyle, öğrenciyle ilişkisi olmayan mekanik bir
lise yapmışlar…
Erzurum, Trabzon, Gümüşhane
ve Bingöl illerinde ilkokulu bitirip sınav kazanarak gelen,12-18 yaş grubu
öğrencilerin parasız-yatılı olarak okuduğu bir kurumdu okulumuz. Çok acıdır,
politik çıkarlar nedeniyle yapılan karalama ve çamur atmalar etkili olmuş
olacak ki, Ilıca ve yakın çevresinden çok az öğrenci okulumuza başvurup okumaya
gelmiştir.
Bu kurumdaki yaşamın hangi
basamağına dokunsanız ciltler dolusu anı yakalar, kitaplar yazar, diziler
çekebilirsiniz. Ama özetle; 12 yaştan başlayıp 18-19 yaşlara doğru giderek
şekil değiştiren hem genci hem de öğretmenlerini yoran pek çok maddi ve manevi
sorunla başa çıkmak kolay bir iş değildir.
Bir an gözünüzü kapayıp
12-18 yaşlarında yüzlerce öğrencinin yaşadığı; yemek, banyo, temizlik, yatmak,
ders çalışmak, gezmek, eğlenmek, sınavlar, atölye-tarla-bahçede çalışmak,
korkular, üzüntüler, sevinçler, aşklar ve daha pek çok şeyi düşünün bakalım…
Bu yaşta tek bir ergen
çocuğu olup onunla pek çok sorun yaşayan ana-babalar çok iyi
bilir/anlar, günün 24 saatini yüzlerce ergenle yaşamak zorunda olan
öğretmenlerimizin halini...
İşte tüm bu sorunlarla
ilgilenmek zorunda kalan öğretmenlerin, çalışanların, öğretmen olmak tutkusu
ile yatıp kalkan öğrencilerin yaşamları yılın 10 ayında sürüp gider.
Bu nedenlerden dolayı,
öğretmenler, bizim anamız, babamız, arkadaşımız ve sonra da öğretmenlerimizdi.
Ha, bir de bizden bir sınıf
önde olan “abiler” “ablalar” vardı ki, onlar da bizi kollar, korur, uyarırdı.
Yıllar sonra gelenekselleşen
toplantımıza, bu yıl 64 yaşımda katılacağım. Sadece benden büyük abla-abiler,
benden küçük kardeşlerim olmayacak burada. Hepimizin öğretmeni olmuş,
öğretmenlerimiz de olacak aramızda. Kuşadası’ndaki dipdiri, güler yüzlü,
sevecen, hoşgörülü duruşlarıyla…
Bu buluşmalarda çocukluk
bayram günlerinde olduğu gibi, hızlanıyor kalp atışlarım… Bir öğretmenimizle
karşılaştığımızda, önce bizi hatırlamaya çalışıyor, hatırladıkça da;
anıları dillendiriyor bize dair ve kendinde saklı bizim bilmediklerimizi…
Bizden önce, bizimle
birlikte ve bizden sonra da öğretmenlerimiz politik karalamalar ve ilkel anlayışlardan
kaynaklı uyduruk nedenlerle kıyıma uğramıştı. Kimi sinemada sol tarafta
oturduğu için, kimi şiir-roman okuduğu veya önerdiği için, kimi bize
arkadaş-dost olduğu için sürgün edilmişti.
Biz de çocuk vicdanımızda,
mahkum etmiştik öğretmenlerimize kıyan o zalimleri.
Şimdilerde düşünüyorum;
acaba, sürgün edilmeyip okulda kalan öğretmenlerimiz, sürgün edilme
psikolojinin yılgınlığı/korkusu ile mi bize; okulumuzun tarihçesini,
felsefesini, o güzelim binalarımızın öykülerini hiç anlatmamışlardı diye...
Peki, hiç sorun yaşadığımız
öğretmenimiz yok muydu?
Vardı elbette, biz de onları
cezalandırmak için toplu kopya çeker, aşk mektubuna Lale Pastanesi’nde
buluşalım diye yazıp onu saatlerce ağaç ederdik… Ama yine de severdik
ve sayardık… Hele hele, rahmetle andığımız Tarım öğretmenimizi Rıza Keskin’i
kızdırıp bize küfür etmesini sağlamak için, döner sermayeli tarlada, “millet
malı” havuçlardan ne de çok çalardık…
Önceki toplantılarda sınıf
arkadaşlarımızla birlikte çocuk olduk, sevgi ile baktık 60 yaşlarındaki
küçücük(!) kardeşlerimize, önümüzü ilikleyip selam durduk öğretmenlerimize…
Duyuru:
Bu yılki gelenekselleşmiş
buluşmamızı, 30 Mayıs-1 Haziran günlerinde her zamanki gibi, öğretmenlerimiz,
arkadaşlarımız ve torunlarımızla birlikte… Kızlı-erkekli olarak bu kez
Bursa Uludağ’da yapacağız…
İşte bu duygularla ve “dostluğun
sevgisiyle biz…” toplandık birkaç defa, ömür olursa toplanacağız pek çok
defa…
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız
Bu yazı Milliyet Blog’da:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder