Aynı isim altında birleştirdiler fakat maaşları farklı!
Sanki bir bölümü saf kan müfettişmiş gibi, onlara ait maaş ve
ödeneklerini farklı tutup… Çoğunlukta olan bölümü mahcup/mağdur etmek anlaşılır
gibi değil!..
En önemlisi ise; müfettişliği eğitim-öğretimin bir parçası
olmaktan çıkarıp, dosya-defter-kâğıt ve üzerindeki yazılara…, göreinceleyip,
karar veren mekanik bir meslek haline getirmek istiyorlar. Aslında bu tür
denetimler için (genellikle, okuldan okula fakslanan veya kes-yapıştır)
üretilmiş, ezberlenmiş formatlar kullanılır.
Eğer işbirliğine dayalı, rehberlik amaçlı bir denetim
yapılması isteniyorsa; bulunduğunuz sınıfın/okulun/kurumun, havasını, grup içi
dinamiklerini, kullanılan iletişim tekniklerini, öğrenci merkezli eğitimini,
okul- aile-çevre ilişkilerini… gibi eğitimin olmazsa, olmazlarını görüp öğrenmemiz
gerekmez mi?
Bu iki tür denetimin olumlu ve sakıncalı yönlerini en iyi
bilecek kişilerden birisi de iletişim uzman olan şimdiki
bakanımızdır diye düşünüyorum.
Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un önderliğindeki Köy
Enstitüleri, eğitim tarihimiz ve dünya eğitim tarihinde önemli bir yere
sahiptirler. İmece anlayışı ile çalışılan bu kurumlar, 1940-1948 yılları
arasında ülkenin pek çok sorununa (eğitim-sağlık-tarım-el sanatları…) kısa bir
sürede çözüm bulmuşlardır. Bu gelişmeden ürken ağalar ve politikacıların
oyunlar ile kapatıldıkları için de bu kurumlara Yarım Kalan
Mucize ismi verilmiştir.
Köy Enstitülerinin tarihi incelendiğinde, köylerden toplanan
kızlı-erkekli çocukların oluşturduğu; eğitmen, öğretmen ve ilköğretim
müfettişlerinin bu kurumların yaratıcı itici gücü olduğu görülecektir.
Köy Enstitüleri 8 yılda neler yapmış:
Köy Enstitüleri (özet olarak): “Gündüz iş, gece ders
yaparak”; okul binalarını yapmış, ağaç dikerek bataklıkları kurutmuş,
salgın hastalıklara savaş açmış, bilimsel tarımı başlatmış, dünya klasiklerini
insanlarımıza tattırmış, güzel sanatlar ve el sanatlarını yaygınlaştırmış,
kısacası ülkeye ışık saçmıştır.
İnanıyorum ki; eğer bu anlayış, değişip gelişerek
devam etmiş olsaydı, bu gün Soma ve diğer madenlerimizde yaşanan insanlık
faciaları yaşanmamış ve ülkemiz her alanda çağdaş ülkelerin standartlarını
yakalamış olacaktı. Ve de 'önce insan' diyen bir felsefeye sahip olacaktı…
Bu günkü iktidar 12 yıllık dönemde
eğitim için neler yaptı?
(özet olarak):
Bilimsel temele dayalı bir Talim Terbiye Kurulu oluşturmak
için Ziya Selçuk’u başkan seçtiler. Tam da güzel çalışmalar yapmaya başlamıştı
ki ayrılmak zorunda bıraktılar o da ayrıldı...
Hayal ettikleri İmam Hatip Okulları projesini
gerçekleştirmek için 4+4+4 sistemini kurdular. (Bu işi o kadar ustalıkla
yaptılar ki yasayı çıkarırken Milli Eğitim Bakanlarını bile devre dışı
bıraktılar.) Ve bu yasa sayesinde hayal ettikleri İmam Hatip Okullarını
coşturdukça coşturdular.
Akademik insan yetiştiren Anadolu Liseleri ve Fen Liseleri,
sıradanlaştırılarak yok edildiler.
Böylece eğitimdeki son bilimsel kırıntıları da ortadan
kaldırıp soru sormayan, deney yapmayan, bağımsız düşünmeyen nesiller yaratmaya
başladılar.
Biri bakan, biri genel müdür
Bu günümüze ışık tutması için iki örnek vererek sürdürelim...
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, pek
çok ilde olduğu gibi İstanbul’da da yönetici ve öğretmenleri toplayıp
icraatlarını anlatıp sizi müfettişlerden kurtarıyorum diyerek
alkış bekliyor ve alıyordu…
Hüseyin Çelik bu muradına eremeden bakanlıktan ayrıldı.
Mesleğimizi bitirmedi/bitiremedi fakat işlevsiz kıldı. Fakat bu anlayış ondan
sonra da devam etti…
İstanbul Milli Eğitim Müdürü iken, Öğretmen Yetiştirme ve
Eğitimi Genel Müdürü olan Ömer Balıbey, yönetici ve
öğretmenlerin bulunduğu "Öğretmen
Yetiştirmede Yeni Gelişmeler"
konulu panelde; “Hadi yine iyisiniz, müfettişliği kaldırıyoruz!..."diyerek
müjde vererek alkış alıyordu. O, Ömer Balıbey ki, İstanbul Milli Eğitim Müdürü
iken müfettişlerin hemen, hemen her toplantısına gelir ve siz
eğitim-öğretim için vazgeçilmezsiniz deyip bizden de alkış alırdı.
İşte böyle, Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un
makamına oturup tribünlere oynayan bir bakan ve bir genel müdür...
İyi güzel de, bu müfettişlerin ortak suçu ne?
Öğretmenden; öğrencileriyle işbirliği içinde çalışma
programına uygun, ders etkinlikleri hazırlaması, böylece sınıfı veya dersine
planlı olarak girmesini istemek… Yani özetle öğretmenden; eğitim sürecini (rast
gele değil) programlı, planlı ve öğrenci odaklı olarak
düzenlemesini istemektir ‘müfettişlerin suçu(!)’…
Peki, bu bilimsel ve eğitsel isteğe kim/neden karşı
çıkabilir?
Mesleğini ve öğrencisini seven
öğretmen, buna karşı çıkmaz!.. Dersem haksız mı olurum sizce?
(Ben eğer halen çalışıyor olsaydım, bu ortak suçumuzu
işlemeye devam edecektim.)
Düşünebiliyor musunuz?.. Hüseyin Çelik sayısal gücü fazla
olan bir iktidarın bakanı…. Bakın, kimlerle uğraşıyor! Bakanlığına bağlı bir
meslek grubu olan müfettişlerle…
Peki müfettişlerle neden uğraşıyor?!
Kendisi, sadece dedikodu yaparcasına konuşup, bilimsel
verilere dayalı olmayan açıklamalarda bulunduğu için bunu bilemiyorum.
Fakat, acaba, politikacı olmadan önce öğretmenlik yaptığı yıllardan
kalma bir kini/ezikliği mi vardı? Diye düşünüyorum kendimce. Siz ne
dersiniz?
Bilirsiniz, başarısız olanlar; var olan başarısızlıktan
kendilerini sorumlu tutmaz ve kendisi dışındakilerin sorumlu olduğunu öne
sürerler… Psikolojide de buna savunma mekanizması denir.
Ne yazık ki; müfettişlerle ilgili karalama ve genellemeleri yapanlar da
mesleklerinde başarısız olan kişilerdir. Ve bu kişiler, görevini hakkıyla yapan
diğer çoğunluğu da etkilemeye çalışmaktadırlar.
Evet, bu anlayış, öyle bir anlayıştır
ki, istediği raporu yazacak müfettiş buluncaya kadar görev emirlerini
yeniler... Bilmiyorum ama, Soma’da da böyle olmuşsa şaşmamak gerek….
Sonuç:
Elbette her meslekte olduğu gibi müfettişlik mesleğinde de
eylem ve söylemini onaylamadığımız, yanlışlar yapan bazı kişiler vardır.
Bunları savunan (kol kırılır yen içinde kalır) gibi bir anlayışa sahip değilim.
Ve bu kişilerin ortaya çıkarılıp gereğinin yapılmasını da istiyorum. Yönetim,
bu görevini yapacağına (bir anlamda onları koruyarak) tüm mesleği karalamak ve
işlevsiz bırakmak kolaycılığına düşmüştür…
Denetlemek; hayatın
her basamağında var olan ve gelişmenin en önemli dinamiklerinden birisidir.
Denetim sürecinde; denetlenecek olan kişiler, denetleniyor olmanın gerginliğini
yaşarlar. Bu doğal bir durumdur. Denetleyecek kişi bu gerginliği, empatik
anlayışla değerlendirip, denetleyenin kendisini rahat hissedeceği bir iletişim
ortamı yaratmalıdır. Böylece ortak amacın (üzüm yemek olduğu) anlaşıldığında,
var olan gerginlik son bulur ve başarıya ulaşmak daha da kolaylaşır…
Emin Toprak- DOSTÇA
http://blog.milliyet.com.tr/mufettisler---denetleme-me--ve-meb/Blog/?BlogNo=461435
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder