3 Mayıs 2025 Cumartesi

Proje Okulları Bir Proje!


Bir önceki yazımın sonunda: "Proje Okullarının Sevgili Öğrencileri; bundan sonraki yazımı sizin için yazacağım." sözü vermiştim.

Sözüm, 'söz' işte başlıyorum yazmaya.
 
Gençler de haklı olarak: "Neden ve hangi kimlikle yazacaksınız?" diye sorabilirler. 

Cevaplıyorum: "Siz okulunuzda olanları, görmeyen, duymayan, bilmeyen anlamayanlara duyurmak için 14 Nisan günü saygın bir eyleme başlattınız. Ben de görevi gereği; okulöncesinden başlayıp üniversite hariç tüm resmi ve özel  örgün-yaygın eğitim kurumlarında uzun-kısa süreli olarak toplam 40,5 yıl çalışıp emekli olmuş eğitimci bir dedeyim. Size bu sözü: sizi gören, duyan ve anlayan biri olduğum düşüncesiyle verdim." 

Sevgili Gençler; öğrencim olsaydınız konuyu siz tartışırken ben dinlerdim. Sonra bazı görüşleri destekler, bazılarını gerekçeli olarak eleştirir ve düşüncelerimi eleştirilerinize sunardım.

Şimdi böyle bir şansım yok, sadece yazıyorum.

Lütfen siz de yazımı eleştirel bakışla okuyun ve katkıda bulununuz.

***

Sağlıklı düşünebilen her birey; kendisi ve çevresi için bugün ile gelecekte; güven içinde sağlıklı-başarılı-mutlu bir yaşamak ister. Ve bu amacı için de çalışır durur.
  
Kamuya hizmet için kurulan devletler görevlerini, iş birliği içinde çalışan güvenlik-eğitim-sağlık... gibi sistemlerle yaparlar.  

Eğitim, bu sistemlerin en ön sırasında yer alır. 

Fakat ne yazık ki, bizim eğitim sistemimiz; yıllardır kamu yerine iktidarın, bir parti veya grubun çıkarları için çalışıyor! Sıkça ve sil-baştan değişiyor. 

Siz, başarılı olduğunuz için seçilip 'Proje Okullu' olmuş, geleceğimizin umudu-öznesi olmuştunuz. Şimdi ise eğitimdeki gerici çark hem size hem de öğretmenlerinize zarar verdiğini anladınız. 

Sınıfın-okulun dışına çıkarak; bir projenin kurbanları olduğunuzu herkese ilan edip, protesto ettiniz. 

Gasp edilen haklarınız ve çığlıklarınızı; yetkili, ana-baba, herkes duysun istediniz.    

Sesinizle bazı yetkililer afalladı, kekeledi ve kem-küm etti... 

Fakat o sesin güçlü yankısıyla oluşan toplumsal sinerji, velilere ulaşınca bir ilk yaşandı: 'Kuşak çatışması' kucaklaşmaya dönüştü! 

Ve o sesti bana da: "sizin için yazacağım" sözünü verdiren!  

Şimdi de içsesim hiç durmuyor: "Yazacaksın da, neyi, nasıl...?" diyor. 
Sanki beni; heyecanlandırmak, ikilemde bırakmak, germek, özgüvensiz bırakmak istiyor! 

İçsesimi dinlemeden sandalyeme iliştim ve klavyenin başına geçtim.

Bir eğitim emekçisi olarak, sizinle eğitimi konuşmak istiyorum. 

O halde söze 'dil' ile başlamam gerekir. 

Çünkü dil:

Yaşamı yöneten bir direksiyondur. 

Toplumsal yaşamın başladığı dünden-bugüne; ana kucağı, ev, okul, sokak, işyeri... yani yaşam olduğu her yerde etkilidir. 

Düşündürerek, yazdırarak ve konuşturarak insana ve insanlığa yol aldırır. 

Sevindirir, üzer, başarıyı da başarısızlığı da yaşatır. 

Ve ne yazıktır ki yıllardır, bizdeki eğitim dili ile müfredatı, ortaçağ anlayışlı bir iktidarın elinde... 

Bunlar: dindar-kindar bir nesil yetiştirmek! Böylece ortaçağın o arkaik toplumsal yaşamını etkin kılmak istiyorlar! 

Ortaçağ anlayışının dili; çokbilmişlerin önyargı ve ezberleriyle oluşmuş: üstenci-kaderci-mezhepçi ve gericidir.

Basitçe örneklersek:
  • Evren ve dünyadaki kimyasal-biyolojik evrim ile diyalektiği kabul etmiyorlar!
  • Biyolojinin temel taşı: Evrim Teorisi'ni ret edip müfredata almıyorlar! 
  • Sonra da 'Proje Okulları'nı: "Ulusal veya uluslararası proje yürüten.." olarak tanımlıyorlar! Oysa gerici özlemleri için geleceği betonlaştıran, çoraklaştıran bir proje için çağdaşlığa kapı aralamış olan okullarımızın 2.153'ü Proje Okulu yapılmıştır...
İşte bu anlayış tek kişi yönetimiyle, yasama ve yargı bağımsızlığını bitirdi. Ve tüm kurumlarda baskıcı-gerici bir süreci başlattı.

Bu sürecin lider ve elemanları: "Benim dediğimi yap, yaptığımı yapma!" diyen çıkarcı-rantçı-fırsatçılardır. Söze: 'sen' diye başlayıp sürekli olarak: buyruk-nasihat verirler. 

Amaçları: özgür, özgün ol(a)mayan, ezberci, bağımlı, özgüvensiz ve bu dünyadan çok öte dünyayı düşünen 'tek yumurta ikizleri" çoğaltmak!  

Bu anlayışla; anaokulunda başlayan, üniversitede de süren karanlık bir eğitim başlattılar. Böylece örgün-yaygın tüm eğitim kurumlarında çocuk-gençleri ile ana-baba herkesi mağdur eden, geleceğe de zarar verecek dindar-kindar nesli çoğalttılar.  

Farklılığı, özgürlüğü, öznel düşünmeyi, çeşitliliği... 'insan' olmayı baskıyla engellemek istiyorlar! Bazı insani güzellikleri bitirmeyi başaramasalar da (ki, kanıtı sizsiniz), fakat pek çok acı yaşattılar, yaşatıyorlar. 

*** 

Ahlaki, hukuki ve insani olmayan bu gidişin bitmesi gerekir. Bunun için:

Gençlerin özgürlük-özgünlüklerini yok sayan günümüzü ve geleceğimizi  karartacak olan buyurgan dil susmalı, anlayışı bitmeli...

Eğitimdeki 'kürsü' egemenliği son bulmalı... 

Eğitimde, öğrenciler/gençler odak ve taşıyıcı özne olmalı... 

Eğitimdeki ezberci buyurgan dil yerine; öznellik, üretkenlik, özgüven kazandıran ve farkındalık yaratan empati dili gelmeli... 

İlgi ve yetileri geliştirecek ortamlar hazırlanmalı... 

O zaman: olgulara kuşkulu ve önyargısız bakan, öznel düşünen, neden-sonuç ilişkisi kuran, diyalektik bakışla sorgulayan, eleştirel karar veren, yaparak-yaşayarak, yakından-uzağa ilkeleriyle yol alan, sentezci-analizci, eşit, çoğulcu, demokratik, çağdaş bir toplumu oluşur.

İşte o zaman gelecek daha güvenli ve yaşanır olur.  

***

Sevgili Gençler;
Size bu satırları yazarken, yan gözle de dağınık-karışık masamın üstüne bakıyordum. 

O karmaşa içinde unutulmuş bir 'not' buldum. 

"Ölü Ozanlar Derneği" filmini izlerken tuttuğum nottu bu. 

Heyecanlandım! 

Size anlatacaktım, yazımız uzayacak (sonraya kalsın).    

O filmin özneleri akranlarınız ve size çok benziyorlar, lütfen izleyiniz. 

Önünüzde de tükenmeyen zaman ve uzun bir yol var.

Durmayınız!...

Hoşça kalınız, sevgiyle saygıyla yaşayınız.  



19 Nisan 2025 Cumartesi

El ele kol kola ..


Jean-Paul Sartre (1905-1980) yüzyılımızın; önemli filozofu, edebiyatçısı, oyun yazarı, 'Varoluşçu' felsefenin de öncüsüdür.  

Varoluşçuluk, bireyin özgürlüğünü esas alır ve: "Var olan insan tutum, davranış ve eylemleriyle kendini yeniden yaratır ve biçimlendirir. / İnsan, kendi varlığını yaratan tek varlıktır. / Bu nedenle de insan, özgür olmak zorundadır..." vb. görüşleri savunur.  

İnsanlar, bireysel-toplumsal-ekonomik sorunlarını gidermek için sürekli bir arayış içinde olurlar. Doğa yasası gereği, her şey zıttı ile değişir-dönüşür var olur. Yaşamdaki zıtlıklar hiç bitmez, onlar birbirini ürete-tükete geleceğe taşırlar. 

Kuşkusuz ki, ülkemizde de değiştiren-dönüştüren doğal gelişim vardır. Fakat bizdeki 23 yıllık iktidar, çok kurnaz ve oyalamaca gündem üretmede çok mahirdir. 

Bu becerileriyle değişim-dönüşümü sağlayacak insanları atıl bırakmakta... Yurdumuzda milyonlarca 'muhalif' insanın; birlik olamayıp dağınık-parçalı-özgüvensiz kalması da AKP'nin yıllarca rakipsiz iktidar olması da bundandır.

Fakat gün oldu devran döndü, kurnaz ve usta oyuncu iktidar; 19 Mart 2025 günü (ki benim sanal doğum günümdür) 'heybeden bir turp" çıkıverdi!.. 

Sosyal-ekonomik yaşamda '8 şiddetinde' ve henüz artçıları bitmemiş olan depreme: "İmamoğlu Depremi" dendi. 

Bu deprem:

23 yıllık iktidarın duvarlarını çatlattı, çöküşünü başlattı... 

"Gezi" süreci benzeri ama çok fazlası olan: "Saraçhane" direnişini başlattı.

Saraçhane deyince anımsadım, sizinle de paylaşmak isterim: 
Sn. Özgür Özel başkanlığındaki CHP, 2024 yılı yerel seçimi başarıyla kazanmış ve iktidarı ikinciliğe düşürüp sarsmıştı. Özel'normalleşme' olsun diye iktidara el uzatmış, partisi içinden bile eleştiriler almıştı (ki, bence bu girişim, barışçı ve çok değerliydi). Fakat Sn. Erdoğan bu girişimi önemsememiş kavgaya devam demişti. 

Özel; o günlerde Saraçhane'de düzenlenen iki mitinge de katılmıştı. 

"Mayıs ayının acı ve sızıları..." yazımla eleştirdiğim toplantılar: 
  1. 1 Mayıs Emekçiler Bayramı için Saraçhane'ye gelip işçi sendikalarının en önünde yer almış, güzel bir konuşma yapmış, sonra da ortadan kaybolmuştu... 
  2. 18 Mayıs 2024'de "Büyük Eğitim Mitingi"  Saraçhane’de idi. Katıldığım bu mitingde de coşkusuzdu, katılım da çok azdı…
Fakat, 11 ay sonra Saraçhane ve sonrasında da tüm yurda yayılan milyonların katıldığı mitingleri çok çok farklıydı... En önde de Sn. Özgür Özel vardı. 

Tabii ki, bir günde ortaya çıkmadı bu milyonlar. Aslında hep çoktular ve vardılar. Sadece; kimileri: 'kaderimiz böyleymiş...' / kimileri: 'sıra bize gelmedi...' diye sessiz-çaresiz, / kimileri de sessizce partilerden birisinin küçük çadırlarına sıkışmıştı. 

Bugünlerde; hane, sokak, tarla, işyeri, okul ve meydanlarda milyonlar ayakta! 

Onlar: gelecekleri engellenmiş, karartılmış,
güvensizleştirilmiş olanlardır.  

Bakın görün işte oradalar:

Koltuk değnekli, tekerlekli sandalyeli, traktörü ile... 

15-85 yaşlarında: genç, yaşlı, ana-baba-nine-dede, çiftçi-işçi-köylü-öğreten-öğrenci hepsi el ele kol kola bir arada…

Her gün çoğalıp gürleşerek, yürüyor, solo en çok da koro olarak: 'hak-hukuk-adalet'...

Özgür, aydınlık, güvenli bir gelecek için insani hak ile özgürlüklerini istiyorlar. 

Milyonların barışçı-özgürlükçü-insani isteklerini görmeli ve anlamalıyız.  

Bergama ve Yozgat'ta çiftçiler, traktörleriyle “hak hukuk” diye eylem yaptılar.

Güvenli gelecek ancak; farklı kültürde, yaşta, cinsiyete olanların eşit-saygın özne kabul edildiği ortak yaşamlarda olur. 

Böylesi birlikteliklerde sorunlar; empati yaparak, demokratik çözümler bularak giderilir. Herkes herkesi görür, dinler, anlar ve kendisini özgür sayar. 

Demokrasi, tüm toplumsal katmanlara kök salar. Sağlıklı bir toplumsal birliktelik olur. 
  
O zaman da günümüz yönetimlerindeki: savaşçı-tutucu-baskıcı-eril-yaşlı egemen güçlerin anlayışları ve dönemleri biter. Yerlerine: barışı, demokrasiyi, çağdaşlığı benimsemiş insancıl anlayışlar gelir. 

Toplumsal birlikteliği ve sürekliliği sağlayacak taşıyıcı öznelerin de gençler olduğu kabul edilir.
 
Görüldüğü gibi, kuşaklar birlik olunca daha güçlü olur, fark edilir ve toplumsallaşırlar. 

Böylece:

Çaresizlik, çekingenlik, güvensizlik biter.  

Coşup taşarak meydanlara sığmazlar. 

Milyonlar için baharı başlatırlar. 

***
Özgürlük arayışı ve coşkusundan sonra bir de hemen hepimizi üzen birkaç olayı da anımsatmak isterim:
  • Yurdumuzda erken başlayan baharı, zamansız bir don kavurup geçti. Çiftçimizi, köylümüzü ve hepimizi çok üzdü... 
  • Demokrasi düşmanları demokrasi isteyenleri tutuk evlerine, hapishanelere gönderiyor. Kısa bir sürede nice genç ve yoldaşımız tutuklandı. Onlara tüm özgürlük tutuklularına sevgiler, saygılar... 
  • Türkiye’deki tutuklu sayısı 400 bini aşmıştır. Bunun için de yıllardır Avrupa birinciliğini başka ülkelere kaptırmıyoruz!
  • Ve çok üzgünüm çoook! Çünkü: Felsefenin, teolojinin, sosyolojinin, iletişimin, ironinin, empatinin ustası... Barışın, demokrasinin, dostluğun, insanlığın savunucusu... Direncin, zor günlerin adamı... Sevgili SIRRI SÜREYYA ÖNDER’in; o herkese yer açtığı büyük kalbi yorgun düşmüş ve şimdi yaşam savaşı veriyor... Diren yoldaşım!.. Berxwede bray delal… Diren Qardaşım!.. DİREN!.. Bak şimdi 'GEZİ' zamanı... Haydi gel bize katıl ki; silahlar sussun-kimse ölmesin-barış olsun!..       
NOT: Proje Okullarının Sevgili Öğrencileri; bundan sonraki yazımı sizin için yazacağım. Sevgiyle kalın, dolu dolu yaşayınız.

5 Nisan 2025 Cumartesi

Ya hep beraber ya hiçbirimiz birlikteliği


19 Mart 2025'de Ekrem İmamoğlu, "siyasal ve yargısal” bir operasyonla gözaltına alındı ve tutuklandı. Bu hukuksuz eylem ülkemiz için büyük bir deprem oldu ve faturası gün geçtikçe büyüyor.

Yurdun her yerinde günlerdir milyonlarca insanımız ayakta, bu hukuksuz operasyonu protesto ediyor.

Ekonomi en dibe inmesin diye: 

*Bayram tatili 9 güne çıkarılmış yine de: 

*Merkez Bankası 18-24 Mart günlerinin ateşini düşürmek için şimdilik 29 milyar dolar satmış...

*İstanbul Borsasında küçük yatırımcılara büyük kayıplar yaşamıştı. Fakat depremin artçıları bitmedi, devam ediyor. 

Sorumluluğunu bilen bir mağdur birey olarak ben de boş durmadım:

23 Mart günü kurulan 'Dayanışma Sandığına oyumu atmış...

29 Mart günkü "Maltepe Mitingi" için karara varmış...

Ve dostlarla  Bostancı sahilinde buluşmuştum.

Maltepe Toplanma Alanına coşku içinde yürüdük. (Geri dönüşümüz de  coşkuyla aynı yoldan...)

Hiç yorulmadık, aksine yürüdükçe dinlendik, düşündükçe dirildik.

Çünkü buraları, her gelişimizde bir başka güzel oluyor...

Çünkü, bu muhteşem kıyı şeridi, kesintisizce Tuzlaya uzanıyor...

Çünkü, gidiş dönüş yolunun arasına dikilen manolyalar büyüyor, çimenler güçlenerek daha derinlere kök salıyor...

Çünkü, tam karşımızda Marmara'nın incileri: Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada sıralanıyor...

Çünkü; "Ya hep beraber, ya hiçbirimiz " anlayışıyla milyonlarca genç-yaşlı-kadın-erkek yoldaşa bu koca meydan dar geliyor...

Çünkü milyonların; "Hak, hukuk, adalet" çığlıkları meydanı aşıyor...

Çünkü; çoğumuzun 'A politik' saydığı 'Z Kuşağı Gençliği'; Şehzadebaşı, Maltepe'de başlayıp yurdumuza yayılan protesto gösterileri ve 2 Nisan Boykotunun en önemli özneleri olmuşlardı. (Demek ki biz yanılmışız, bir özür borcumuz var: Z Kuşağı Gençlerine...)


Meydanlarımız, hiç benzemiyor 68’li-78’li yılların meydanlarına...

Şimdi meydanlarda sadece akran gençler bulunmaz, dört kuşak bir arada!

Belki akademiler susmuş-susturulmuş, fakat bu kez halden anlayan yoldaşlar çoğalmış.

Bakın, görün işte: nine-dede-anne-baba-kardeş-torun el ele, omuz omuza...

Coşkulu milyonlar meydanlara çıkmış: "Hak hukuk adalet" istiyor.

Uzak değil haklarını bugün-yarın alacaklar...

Fakat onların sesleri dalga dalga çoğalıp yankılanarak taa uzaklara varacak.

O uzaklarda korkulu rüya gören birileri de panikleyip, hiç istemedikleri kararları verecek...

Onların gizli tanıkları, besleme medyaları, kayyumları... yargılama ve denetim dışı tuttukları kaba militarist zalim güçleri var. Bu güçlerin gücü ve yalanlarıyla, düzenlerine karşı olanlar için bir korku iklimi yarattılar.

Halkın kaynakları ve iradelerine vahşice-sadistçe saldırdılar.

Kadın-genç-yaşlı-hasta farkı gözetmeden saldırıp kitlesel tutuklamalar yaptılar, yapıyorlar.

Ahmet Arif, bu korkakları şöyle tanıtır:

"Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar,
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır,
Tanı bunları,..."

Halkımız da zulme-talana karşı direniyor ve diyor ki:

"Biz korkmayız ondan bundan..."

Onlar ise; korkuyor, yönetemiyor ve çırpınıyorlar!

Elbette halkın demokratik gücü tez zamanda, onları geri gelmemek üzere gönderecek... Ve sırça köşklü saltanatları bitecek!

***

Şimdi de bu korku salan, uyku bölen: "Hak hukuk adalet" sözcüklerin anlamları neymiş birlikte bakalım:

'Hak'; Arapça kökenli bir sözcüktür. Dilimizde: kazanç-kazanım-çıkar gibi karşılıkları vardır. Kısaca: bireye özel kazanımlar da diyebiliriz. Bu sözcük tüm sözlü-yazılı anlatımlarda kısaca yaşamın olduğu her yerde çok sık kullanılır.

'Hukuk'; Arapça kökenli ve 'hak' sözcüğünün çoğul halidir ve toplumsal düzenin kuralları ile kişisel hakları belirler ve korur.

"Adalet" de Arapça kökenli bir sözcüktür. Anlamı; eşit olmak, eşit kılmak, denklik, denge, doğru davranmak, hakkı teslim edecek hüküm vermek, herkese ve her şeye hak ettiği şekilde davranmak demektir. Demek ki adaletsiz bir yaşam ol(a)maz! Ve adaleti ancak kuvvetler ayrılığı ilkesini uygulayan bir hukuk devleti sağlar.

Hak-Hukuk-Adalet sözcüklerinin üçü de Arapça ve aynı kökten türedikleri için de benzeşir ve birbirlerini tamamlarlar. Ve herkes için hava-su kadar gereklidirler.

Halk işte bu yüzden; iş, çarşı, pazar, okul yani yaşamın olduğu her yerde hak-hukuk-adalet istiyor.

{Biliyorum bazı dostlar kızarak: "Demek ki, milyonlar isteklerini Arapça dillendirilmiş! diyecekler. Haklılar tam da öyle oldu, ama olsun! Çünkü; diller insanlığı yücelten evrensel değerleridir. Diller arasında geçirgenlik olabilir.}

Eğer milyonlarca insan her ortamda: hak-hukuk-adalet istiyorsa...

Düşünebilen hemen herkes bu konuda genelleme yaparak ve:

*Demek ki; halkımız, Haksız-Hukuksuz-Adaletsiz kalmış!

Ve hiç duraksamadan peşi sıra da şunları der:

*Demek ki; 23 yıllık iktidar demokrasiden uzak adil olmayan bir rejim kurmuş!

*Demek ki bu rejim; halkın hakkı olan: Hak-Hukuk-Adaleti sağlayamamış...

*Demek ki halka; Haksızlık-Hukuksuzluk-Adaletsizlik yapılmış... DER!

*

Hristiyan felsefeci-düşünür Aurelius Augustinus (354–430):

"Adalet olmayınca devlet büyük bir çeteden başka nedir ki?"

Demiş! ...

*
BOYKOT

Ben bir boykotçuyum:

15-18 Aralık 1969'da TÖS önderliğinde 'Büyük Öğretmen Boykotu'na katıldım, yargılanıp beraat ettim.

1973'de öğretmenlikten istifa edip yeniden öğrenci oldum. 1975 yılında uzun süren bir boykota katıldık. Bu süreçte darp edildim, haksız yere tutuklanıp ve kısa süre cezaevinde kaldım. Sonra okuldan atıldım ve Danıştay kararıyla geri döndüm...

24 Aralık 1979'da TÖB-DER önderliğinde Maraş Katliamı’nın birinci yıldönümünde bir günlük boykota katıldım, açığa alındım, soruşturma sonucunda göreve döndüm.

2 Nisan 2025'de de gençlerin organize ettiği bir günlük "Satın Almama Boykotu"na da katıldım.

Bu boykot ve eylemlere hak aramak için bilerek-isteyerek katıldım, hiç de pişmanlık duymadım. Fakat bunları anne-babam-akrabalarım duyup üzülmesin diye çok çırpındım…

Şimdi ise haksızlık yapan zalime karşı: nine-dede-anne-baba-çocuk-torun... Bir arada dört kuşak, el ele, omuz omuza...

Bu ne güzel bir görüntü ve birliktelik!
Aydınlık bir gelecek için bu dirençli örüntünün sürmesi gerekir...


23 Mart 2025 Pazar

Dayanışma Sandığı'na Giderken


Haksız, hukuksuz ve zalimce yapılan çıkar savaşları herkesi yaralıyor... 

Birileri de çıkmış: 'Halkımız niçin bu kadar kaderci, çaresiz, suskun!"  diye yakınıyor. Oysa bu durumu hiç yadırgamamak gerekir. 

Çünkü, 23 yıllık iktidarın yönetiminde:
  1. Hakları, özgürlükleri korumak ve adaleti sağlamakla görevli: Yasama-Yürütme-Yargı güçleri denetimsiz olarak tek elde toplanmış.
  2. Karara imza atacak olan bürokratları 'gelecek' korkusu sarmış…
  3. Çare bulsunlar diye seçilmiş vekiller ile meclisleri işsiz, işlevsiz kalmış…
  4. Güvenliği sağlamakla görevli asker-polisler; hakkını arayan ana-baba-kardeşleri bariyerle engellerken, gaz ve su sıkıp, cop kullanır olmuş…
  5. Emek karşılığını bulmamış, yoksulluk ve hukuksuzluk zirve yapmış...
Bu sıralamayı daha da uzatacaktım fakat hemen herkesin bildiği diyaloğu anımsayınca durdurdum. 

*
Derler ki:  
{Napolyon yenilmez bir komutan iken yenilir ve sorumlu komutana: 
"Niçin yenildik? diye sorar. 
Komutan: “Efendim beş (5) nedeni var.” der ve hemen saymaya başlar: 
"1. Barut bitti... 2. .." 
Napolyon: “Ötekileri sıralamaya gerek yok!” deyip komutanı susturur.}

*
{ Ve eğer Napolyon engeli olmasaydı daha size:

Yargıçların gelecek korkusu içinde; hukuka, vicdana uygun karar yerine, otosansür ve fısıltıların belirlediği kararlar verdiklerini... Tüm gazeteci, yazar, sanatkar, akademisyen, işçi, memur, öğretmen, öğrencilerin korku içinde olduklarını... Dünyanın en büyük şehirlerinden İstanbul'un milyon oylarla Belediye Başkanı seçilmiş Ekrem İmamoğlu'nun 'gizli tanık' ifadeleriyle gözaltında tutulduğunu... Halkın seçtiği birçok il ve ilçenin  belediye başkanları görevden alınıp, yerine kayyumlar atanmasıyla halk iradesinin yok sayıldığı... Böylesi hukuksuz keyfi kararlar ve "İmamoğlu Depremi" yüzünden; çöküş noktasına varmak üzere olan ekonomiye ve küçük yatırımcılara çok büyük zarar verdiğini... Ayrıca bu 23 yıllık iktidar; nice can ve mal kaybı yaşatan yüzyıllık Kürt sorununa henüz demokratik bir çözüm bulamamışken... Şimdi de bir vasi edasıyla; Suriye Kürtlerini de yok sayacak bir 'çözümsüzlük' istemekte bu amaçla ülke kaynaklarını heba etmekte... Yurdumuz çoraklaştığı için; bilim, kültür, sanat, eğitim, ekonomi gelişmiyor, sığ düşünce, polemik, hakaret, tehdit, küfür dili ise  zenginleşiyor... Zaten pranga dolu bu iklimde; hangi duygu, düşünce, fırça, kalem, mızrap özgürce, konuşur, tartışır yazar, çizer ki!.. Tabii ki, özgür ve özgün düşünme olmazsa : başarı-verim de olmaz! da diyecektim.}

Aslında, Napolyon yöntemi uyarınca; sadece yukarıdaki (5) maddeden (1.) bile yeterliydi. Ancak; 'söz uçar yazı kalır!...   

*** 
  
Yazdıklarımı okuyunca sizler de haklı olarak: Peki; 23 yıllık iktidar, bunları bir bir yaparken acaba muhalefet ne yapıyordu? diyebilirsiniz.

Anlatayım:

Muhalefet 2002 yılında yaşadığı büyük seçim şoku nedeniyle uzun süre derlenip, toplanıp uyanmadı.   

Çünkü, 2002 genel seçiminde AKP yüzde 34,3 gibi düşük oranda oy alsa da:363 milletvekili kazanmış ve tek başına güçlü bir iktidar olmuştu. 

Fakat bu sürpriz iktidarın bir de gizli ortağı vardı. İktidar bu yere göğe sığdıramadığı 'karanlık' ortağı: "Hizmet Hareketi" diye tanıtıp kendileri için 'kılavuz' saydı. 14 yıl kol kola girerek; makam, çıkar paylaşa paylaşa birlikte çokça yol aldılar. Yurdumuz ve dünyaya yayılan bir eğitim ağı kurdular. 

Bu mutlu yoldaşlık; dershane krizi, tapeler, Rıza Sarraf hediyeleri, alo babacığım paracıkları, delil-belge sayılmayan saat-çanta-kutu-çekimler... ortaya 'foş' olunca, karşılıklı kılıçlar çekildi ve ortaklık darbe girişimi ile son buldu. 

Ve en yetkili kişi ekranlara çıkıp: "Rabbimize hem de milletimize verecek hesabımız olduğunu biliyorum. Rabbim de milletim de bizi affetsin." dedi. Allah'ın affetmesini beklemeyen, mahcup munis muhalefet 'Yenikapı'da Kürtler olmaksızın bu 'mağdur' iktidarla sarmaş dolaş oldu...  

{Erdoğan'ın geçmişte "Fetö suç örgütü" ile kurduğu bu ilişkiden dolayı bir  hesabı olduğu itirafı idi ve hiç sorgulanmadı. CHP  ciddi olarak bu itirafın sorgulanmasının takipçisi olmadı. Bugün de onlar 'gizli tanık' ifadeleriyle yargılanıyorlar.}   

CHP demokratik muhalif olacağına, yıllarca olup biten hukuksuzluklar için çokça; "belki, ama, fakat, lakin…” üretti. Sınır ötesi operasyonlar yapılsın dedi. Dokunulmazlık kaldırma isteğini Anayasaya aykırı buldu, fakat  'evet' kalksın dedi. Kayyum atamalarına sıra kendilerine gelinceye kadar göz yumdu. Altılı masa başarısızlığı nedeniyle de genel seçimi kaybetti... 

Fakat CHP 2023 yerel seçimlerinin birincisi olsa da zafer sarhoşu olmadı. İktidara uzlaşı elini uzattı. Kimileri bu barışçı girişimi eleştirse de bence bu doğru bir adımdı. Fakat iktidar ne uzlaşı ne barış ne de demokrasi istiyor. Ayrıca, yönetemediklerini ve gelecek seçimde de kaybedeceklerini bildikleri için de çok korkuyorlar. 

Bu nedenle barışmayı, uzlaşmayı istemiyorlar, öfke ve kinle gözdağı veriyor, kayyum atamaları, toplu tutuklamalar, 30 yıl öncesi diploma iptal etmeleri...

Özetle; yargı sopa, muhalefet ise hedef olmuş ve etik olmayan, haksız, hukuksuz, provokasyon dolu günleri başlatmıştır.  

Ve tam gazla gidiyor, gitmekte olan!  

Bu kez CHP dik durdu. Hiç ikircik yaşamadan soğuk meydanlarda halkla buluşup kucaklaştı ve sıcak ilişkiler kuruldu. Halka doğru adım atmanın karşılığı olarak da yurdumuzun her noktasından muhteşem görüntüler izledik. 

Halkın gücüne bir kez daha inandım. Ve bu halkçı adımın devamını dileyerek alkışladım.  
*

Bugün demokrasi-barış isteyenin bayramı!  Önseçim 'Dayanışma Sandığı'na giderken iç çığlığım: 'Ya hep beraber ya hiçbirimiz!' oldu. 

Ve Ekrem İmamoğlu için tutuklama kararı verildi…


Emin Toprak - DOSTÇA
 


8 Mart 2025 Cumartesi

'Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı'


Nedense, ‘müesses nizam’, iktidar ile muhalefet, Kürt siyasi hareketi ile taraftarlarını pek sevmez ve istemezler. 

Müesses nizamın emri, iktidarın bilgisi, muhalefetin suskunluğunda; Kürtler listelenip katledilmiş, nice seçilmiş kişi tuzak ve sanal gerekçeyle tutuklu-yasaklı olmuş, pek çok parti ve demokratik oluşum kapatılmıştır. 

Fakat onlar haklı olduklarını biliyor, halk da onlara inanıyor-güveniyordu. Yıllarca süren mücadelede hiç yıkılıp pes etmediler. Yeni partiler kurup, yeni kişiler seçtiler ve her seçimde çoğalarak var olmaya devam ettiler.

Birkaç ay öncesine kadar iktidar ve bazı muhalif görünümlüler; meydan meydan kanal kanal dolaşıp Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM)'i etkisiz-desteksiz bırakmak için yalan üretiyor, onları ve selamlaştıklarını terörist sayıyor, “birlikte demleniyorlar” diye alay konusu yapıyorlardı.

Devlet Bahçeli ki, ayrımcılığın önde gelen bir lideridir.

Yıllar önce meydanda Erdoğan’a bir urgan fırlatmış: "Oğluna gemi alacak kadar paran var Apoyu asacak kadar mı bulamadın. Al sana ip as da görelim" demişti.

Aynı Bahçeli, 1 Ekim 2024 günü mecliste, her gün 'terörist' dediği DEM grubunun yanına gidip elini uzatmış ve "Abdullah Öcalan gelsin mecliste konuşsun!” çağrısında bulunmuştu (bir yazımda bu çağrıyı 'kıymetli' bulmuştum ve görüşüm değişmedi).

Bahçeli'nin bu çağrısıyla ülke gündemi değişti. Hızlı tur ve görüşmelerle bu 'isimsiz' süreç devam ediyor.

Gelişmeleri özetlersek:

DEM Parti heyeti, PKK lideri Abdullah Öcalan ile 27 Şubat 2025 günü 3.  görüşmeye gitmiş ve Öcalan, el yazısıyla yazdığı "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı"nı onlara sunmuştu. 

Heyetin aynı gün Beyoğlu'nda düzenlediği basın toplantısında, bu çağrı Kürtçe ve Türkçe okundu. Öcalan bu çağrısında; yaşanan süreç için yapılan eleştirileri belirtip özeleştirisini yapıyor... Ve güvenli bir toplum için barışın şart olduğunu önemle vurguluyordu. 

Öcalan, çağrısının son iki cümlesi bir 'özet' sayılabilir. İşte o cümleler:

"Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir.

Sayın Devlet Bahçeli'nin yaptığı çağrı, Sayın Cumhurbaşkanın ortaya koyduğu iradeyle diğer siyasi partilerin malum çağrıya dönük olumlu yaklaşımlarıyla oluşan bu iklimde silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstleniyorum."
 diyordu.

"PKK kendini feshetmelidir" çağrısı dünyada  Yurdumuzda:

MHP lideri Bahçeli; Hasta yatağında uzattığı elin karşılık bulmasından çok memnun olmuş ve daha önce ismini anmadığı Demirtaş'a telefon edip el uzatmış ve X hesabına şunları yazmıştı: 

“Ne mutlu bizlere ki, sahte ayrımcılıkların, yapay anlaşmazlıkların, cepheleşme ve yanlış anlamaların milli hayatımızdan tamamıyla sökülüp atılacağı kutlu bir dönemin eşiğindeyiz” 

*
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan ise, Şehit Aileleri ve Gazilerle İftar Programı'nda 40 yıldır yurdumuz insanlarına büyük acılar yaşatan alışılmış tehdit söylemlerini tekrarlıyordu:

"Verilen sözler tutulmazsa günah bizden gider. … Hala devam eden operasyonlarımızı, gerekiyorsa taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmadan son teröristi bertaraf edene kadar sürdürürüz." diyordu.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel:

“Toplumsal mutabakat sağlanacaksa, Meclis’te oturup bunu konuşmalıyız. Konuşacaksak ilk toplantıda da şehit aileleri ve gaziler gelmeli, düşüncelerini söylemeli. Son toplantıda da gelip varılan noktaya rızaları var mı, yok mu söylemeliler. ‘Onların razı olmadığı hiçbir şeye ben razı olmayacağım" diyerek 'barış' için 'ön-şart' koşuyordu.  

(Demek ki, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel henüz bu süreci benimsememişler.) 

*
DEM Parti TİP ve demokratik STK'lar zaten sürekli barış istiyorlar...

DEM Parti, “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” için mecliste bir toplantı yapmış konukları da: 1990'larda Güneydoğuda çocuklarını yitiren "Barış Anneleri Derneği" üyeleri… (Lütfen dikkat ediniz, bu acılı annelerin kuruluş amaçları: ‘BARIŞ’! ..).

Barış Annelerinden Tenzile Baydar'ın konuşmasını, Sn. Erdoğan ile Sn. Ö. Özel de duysunlar isterdim. Kısaca diyordu ki:

"Sayın Öcalan'a söz veriyoruz. Barış Anneleri elini bu taşın altına koyacak, her zamanki gibi. Barış için varız. Sayın Erdoğan ve Bahçeli de elini uzattı. Onlara da teşekkür ediyorum. Bizim beklentilerimiz çok büyük. Artık bir anne olarak evlatlarımızı torbalara, kartonlara koyup kucağımıza almak istemiyoruz. Asker annelerine de sesleniyoruz; biz hepimiz anneyiz, gerilla annesi annedir, asker annesi annedir, polis annesi annedir, acı çeken annedir...
 Bizim çocuklarımız öldü, asker anneleri taziye kurdu ama biz taziye bile kuramadık... Gelsinler bizim elimizi tutsunlar. Omuz omuza biz bu süreci yürütelim..." 

*
İYİ Parti ve Zafer Partisi: 'istemezük' nidalarıyla Turan'a doğru tam yol...

***
Şimdi de yukarıda belirttiğim CHP'nin ön-şartına değinmek istiyorum.  

Tabii ki, kurulması gereken bir uzlaşı-barış masasında: 'Şehit Aileleri' ile 'Gaziler' bulunmalı.

Tabii ki, büyük acılar yaşamış, kan ve gözyaşı dökmüş bu anneler ve mağdurlarla empati yapılmalı. 

Peki, bu anneler gibi büyük acılar yaşamış: 'Barış Anneleri', 'Cumartesi Anneleri ... vb. yok mu? 

Neden-niçin, bu acılı anneler, anılmamış ve yok sayılmış? 

Bu ayrımcılık değil mi?

Empati, bilimsel bir yöntem olarak karşılıklı saygıyı esas alır. İnsana; kendisiyle yüzleşmeyi, çevresiyle barışçı ilişkiler kurmasını sağlar ve farkındalık yaratır... 

Empati; insanının düşünüp araştırarak sorun çözücü yol-yöntemler  aramasını sağlar. Böyle kişiler çoğaldıkça toplumsal yaşam daha güvenli-sağlıklı-yaşanır olur.  

Fakat empati, acısı-yarası olana bakarak; yakınmak, üzülmek ve ağlamak değildir. Popülizm denen çıkarcı yöntem; kapanmaya başlamış yaraları kaşır-kanatır, böylece geçmişin öfke-kin ve acılarını geleceğe taşır. 

Politikacılar, çıkarları için sık sık kullandıkları popülist yöntemin; sorun çözmediğini, aksine düşmanlık duygularını beslediğini ve toplumsal barışı engellediğini görmeli ve kullanmamalı.


Emin Toprak - DOSTÇA