13 Ocak 2017 Cuma

"Öğretmenler Kurulu" ve PISA sonuçları (1)

Yurdumuzda öğretmenlere hakları olan değeri veren, onları bürokrasi karşısında savunan, koruyan ve bu mesleğe saygı duyanların başında, kısacık ömrüne (34 yaşını bitirdiği gün vefat etmiştir) pek çok başarı sığdıran Milli Eğitim  Bakanımız  Mustafa Necati gelir. O'nu, ölümünün 87. yıl dönümünde 6 Ocak günü Kartal Hasan Ali Yücel Kültür Merkezinde andık. O, kendisinden sonra yurdumuza  ışık saçan Köy Enstitülerinin kurucuları olan; Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’u da bulup çıkaran kişidir.  

Köy Enstitülerinden eğitim gören ve geleceğin öğretmenleri olacak gençler; geceleri derslerini işler, gündüzleri derslik, işlik, yatakhane, yönetim ve diğer binalarını yaparlarmış. Ayrıca öğretmen adayı olan bu gençler tören alanlarında; okul müdürlerini, öğretmenlerini ve eğitim yöntem-tekniklerini eleştirir, sorgular daha iyi bir geleceği oluşturmaya çalışırlarmış. İşte böylesi bir güzel eğitim geçmişimiz var...

***
Ben Yavuz Selim İlköğretmen Okulu mezunuyum,  hemen hemen her yıl okul mezunlarımız buluşur, çok güzel birkaç gün yaşarız. Öğretmenlerimizden Burhaneddin YILMAZ  ( daha sonraları Kültür ve Turizm Bakanlığında Müsteşar Yardımcısı ve Genel Müdürlük görevlerini de yapmıştı) da, bu buluşmaların devamlılarındandır. 2014 yılı buluşmamızda bizlere bir anısını ( isteğim üzerine bana yazılı olarak göndermişti) anlatmıştı. Bu anı; 1960 yılında bir okul sorununun (Valilik ve Bakanlıktan habersiz),  “Okul Yönetimi”  "Öğretmenler Kurulu” işbirliği ile nasıl çözüldüğünün belgesiydi. Öğretmenimin özgün anlatımı ile İşte o belge:

"... Erzurum Yavuz Selim Öğretmen Okulu Bingöl-Karlıova’dan yatılı öğrenci alıyordu. 1960 yılında Karlıova’dan öğrenci alamıyoruz. Niçin?  … Okul Müdürü Fikret Öztürk öğretmenler kurulunda bu konuyu açtı. (İmtihan evrakı Karlıova’ ya gönderilmemiş veya ulaşmamış olabilir.) Ne yapalım, bu mağduriyeti nasıl giderelim dedi. Kurulda görüşüldü soru hazırlansın dendi. Sorular bir komisyon tarafından hazırlandı, zarfa kondu ve mühürlendi. Zamanın ve imtihan gününe de zaman kalmaması nedeniyle bu soruları içimizden bir öğretmenin Karlıova’ya götürüp müracaat eden çocukları imtihan etmesi ve imtihan sonuçlarını getirmesi gerekiyordu.  Okul müdürü öğretmenleri topladı. Bu zarfı kim götürüp imtihan kâğıtları ve tutanağı getirecek diye sordu. Herkes birbirinin suratına baktı kimse ben götürürüm demedi. Durum böyle olunca, Müdür Bey ben gideceğim, imtihanı yapacağım dedim… O zamanlar Erzurum’dan Karlıova’ya gitmek hem zor hem de imkansız gibi bir şeydi. Hemen Erzurum’a gittim, araştırdım …’Vabis İsmail’  isminde birisi haftada bir gün Karlıova’ya tuz götürüyormuş. Onu lokantada içerken buldum. Birlikte iki kadeh içtik sonra ‘yarın gideceğim seni de götürürüm’ dedi… Saat 10’da yola çıktık akşamüzeri Çat’a (Oluklu) vardık, otel falan yoktu, kahve sandalyesi üzerinde uyukladım, oturdum. ’Vabis İsmail’  kumar oynadı, Oluklu ’da çektiğim sıkıntıyı anlatamayacağım, sabahleyin daracık ve uçurum olan yoldan bin bir güçlükle giderek, ikindi zamanı Karlıova’ya vardık.  Kaymakamı ve İlköğretim Müdürünü gördüm, otel olmadığı için müdürün evinde kaldım. Köylere hemen haber gönderdik… 6 (altı) öğrenci geldi. Okul müdürü ve ilkokul öğretmeninden imtihan komisyonu kurdum… Altı öğrenciden üçünün yatılı okula girebilecek hususu tutanakla belirtilerek, imtihan evraklarını ve soruları mühürlü zarfa koyarak Karlıova’dan ayrıldım... İsmini hatırlamadığım o üç öğrenciyi okulda mülakata tabi tuttuk kazandılar! 6 yıl okuyarak öğretmen oldular..."  
 ***

PISA sınavları sonunda ortaya çıkan ve pek konuşulmayan bir konuya, bir sonuca dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu sınavda Türkiye'miz, okul kaynaklarını dağıtmada ve sorumluluk paylaşımında; okul yöneticileri ile yerel yöneticilere sorumluluk vermediği için SONUNCULUK kazanmıştır!...  (Lütfen öğretmenimin anlattıklarını hatırlayınız).

PISA sonuçları hakkında günlerce yazılar yazıldı, TV ekranlarında tartışmalar yapıldı ve daha da devam ediyor, etmeli de...  Fakat bu tartışmalarda, “suçlu” aramak yerine; 

“Biz ne ve neler yaptık ki, bu sonuçlarla karşılaştık?"
"Bu sonuçlarla bir daha karşılaşmamak için neler yapmalı ve nasıl yapmalıyız?"  

Gibi sorularla eğitim sürecimiz tartışılmalı ve herkes payına düşenler üzerinden çözüm arayışına girmelidir. Yok eğer acil önlemler alınmazsa o zaman acaba; okuduğunu anlamayan, anlatamayan, özgün olmayan, bağımlı, kopyacı, ezberci, düşünemeyen, soru soramayan, yorum yapamayan, fen ve matematik okuryazarı olamayan nesillerle, toplumsal geleceğimizi mutsuzluklar ve karanlıklar içinde bırakmış olmaz mıyız?... 

(Şimdi bir parantez açalım ve yurdumuzu PISA’nın üzüntü verici sonuçlarından kurtaracak en önemli güçlerden biri olan öğretmenlerimize bakalım. Sendikaları anket yaparak, öğretmenlere  kendilerini ve mesleklerini nasıl gördüklerini, neler hissettiklerini sormuş ve işte sadece 4 sonuçta öğretmenlerin; 
  • %66’sı öğretmenler odasında kendisini özgürce ifade edemediğini…
  • % 92.2’si toplumda öğretmenlik mesleğinin saygın bir konumda olmadığını... 
  • % 91.6’sı eğitim çalışanlarının iş güvencelerinin tehdit altında olduğunu...
  • % 82.7’si Mesleki sorunların psikolojik durumlarını olumsuz etkilediğini...
Belirlemişlerdir.)

Şimdi sadece bu sonuçlarla bile yola çıktığımızda, öğretmenlerimizin yaşamakta oldukları sosyal-ekonomik-psikolojik sorunlar altında ne denli ezildiklerini görebiliriz. Ve sadece bu duygu, düşünce ve algıların eğitim sürecinde ne çok olumsuzluklara neden olabileceklerinin korkunçluğunu da...

İsterseniz anket sonucu olan bu dört veriyi,  PISA sonuçları birlikte ele alıp düşünelim. Ne dersiniz?

Acaba;
  • Kendisini özgürce ifade edemediğini düşünen,
  • Mesleğinin saygın konumda olmadığını düşünen,
  • İş güvencesinin tehdit altında olduğunu düşünen,
  • Psikolojik durumunun bozuk olduğunu düşünen...
Öğretmenler bu durumda kaldıkları sürece ...





Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

6 Ocak 2017 Cuma

“BİR VE BERABER OLMAK..."

Etkili ve yetkili makamda olanlar, daha çok da politik kaygıları olanlar her saldırı sonrası, her katliam oluşunda veya  ibrenin başka yöne çevrildiğini anladıklarında, bazen solo, bazen koro şeklinde bir ve beraber olma çağrıları yaparlar. 

Ülkece ne çok ihtiyaç duyduğumuz, ne kadar da güzel bir çağrı değil mi? 

Tabii ki bu bir ve beraber olmak’ için, içerik ve ilkelerde anlaşma olursa…

Bir olmak; “birlerin”  tek tek tornadan çıkmışçasına benzeşmesi, özdeş olması, kişiye özel özgünlüklerinin yok olması, aynı soy, aynı din, aynı dil, aynı kültür, aynı anlayış ve aynı düşünce içinde olması demek değil ki.  

Bir olmak; gündelik hamaset dilinde kullanıldığı gibi, tek…, tek…’leri sıralayıp kendi soyunu, kendi dilini, kendi dinini, kendi kültürünü, kendi rengini, kendi yaşam tarzını dayatıp, kendi benzeri kılmak, kendi çadırının altına çağırmak, değil ki!..

Bir olmak; müzikte; armoni, resim'de; harmoni, matematikte; ortak payda, siyasette; koalisyon, yaşamda ise; kutuplaşma ve farklılıkların demokrasi içinde, uyuşması, kaynaşması, insanların birbirine saygı içinde yaşamasıdır.

Şimdi de 'bir ve beraber olma' çağrısı yapılan ülkemize bakalım:
  • Komşularında olan savaşa bir şekilde katılınmışsa… 
  • Yasama, yürütme ve yargı, tek adama bağlanmaya çalışılıyorsa… 
  • Anayasa değişikliklerinde toplumsal uzlaşı yerine sayısal üstünlük aranıyorsa...
  • İnançlar, kimlikler, diller, yaşam tarzları sorgulanıp ötekileştirme oluyorsa… 
  • Eğitim, Diyanet ve vakıfların gölgesinde İmam-Hatip sistemine geçmişse… 
  • Laiklik denen ilke yok edilmiş ve okullarda zorunlu din dersleri veriliyorsa… 
  • Fetvalarla, hutbelerle Sünni  yaşam tarzı herkese dayatılıyorsa… 
  • Sokaklarında nice üniversiteli işsiz, güçsüz, güvencesiz bulunuyorsa… 
  • Asker sırası gelen herkese gel, vergi isterken öde bakalım deniyor fakat işe alırken; “sen neyi yaparsın” demek yerine, “sen kimin adamısın” deniyorsa… 
  • Vekillerin, senden olmayanı, sözünü dinlemeyeni, karşı olanları tutuklanıyorsa… 
  • Seçilmişler eğer senden değilse, hapse atılıp, yerine kayyım atanıyorsa… 
  • Taraflı olmayan, ‘senin doğrularını(!)’ savunmayan, yazar, çizerler tutuklanıyorsa… 
  • Ehil olmayan ve havuza girmeye direnen gazete, TV, hatta Zarok (çocuk) TV bile kapatılıyorsa… 
(İsterseniz listeyi daha fazla uzatmadan sadece yukarıdakilerle yetinelim ve düşünebilen herkese soralım):

Sizce bu, “bir ve beraber olma” çağrıları samimi mi?
...

Peki, bu iklim kime yarar? 

Bu soruya hiç kuşku yok ki herkes "TERÖRE!.." diye tek bir cevap verecektir.  Çünkü onuru ile oynananlar, hiç sayılanlar,  ötekileştirilenler, hakkı yenenler… Kolayca terörün tuzağına düşer, ona ortam sağlar, ona vitamin olurlar.

Ve tüm bu yaşananlara rağmen; "Gel bir ve birlik  olalım” dersen, karşındaki senin samimi olmadığını anlar ve Âşık İhsani’nin diliyle ÇEKİL BE!... derse…

Eğer istenseydi; Gezi’de, Dolmabahçe’de, 7 Haziran’da, 15 Temmuz gecesi TBMM’de ve (eksik, güdük bırakılan) Yenikapı’da ortaya çıkan ortak anlayış ile, "bir ve beraber olmak" sağlanır, son bir buçuk yılda yaşanan, ölümler, acılar ve korku iklimi olmazdı.

Aslında bir ve beraber olmak için, şimdi bile geç kalmış değiliz, yeter ki, herkesin; onuruyla, kimliğiyle, özgünlükleriyle birlikte var olabileceği bir ortam oluşsun. Yeter ki samimiyet olsun, o zaman... Ele ele tutuşup, güzel yarınlar birlikte yaşanabilir.

***


Devletin etkin ve yetkinlerine çağırı:

Eyyy, bu kanlı gidişe dur demesi, insanları huzur içinde yaşatıp, can ve mal güvenliğini sağlaması gereken devletin etkin ve yetkinleri:

İnsanlarımız bir yanda gözyaşı ve çığlıklarla canlarını toprağa verip, onların yasını tutarken, diğer yanda da;  işsiz, evsiz-barksız kalışlarına, kışı nasıl geçireceklerine, nasıl hayatta kalacaklarına dair derin düşünceler içindeler. Onlar ve onların duygudaşları bu katlanması zor durumu; meydanlarda, TV ekranlarında, gazetelerde, sosyal medyada konuşarak, yazarak, çizerek protesto edebilirler.  

Neden onlara karşı acımasız sınız? 

Sizler bu acılar karşısında;
  • “Vatan, millet, Sakarya” deyip, intikam nutukları atmayın,
  • Ötekiler yaratmayın, 
  • Ağlayıp, ağıt yakmayın (yalnız kalanlar, darda olanlar ve güçsüzler ağlar),
  • Çare bulucular ağlamaz, iş yapar!..  
  • Çocuklarımız için şehitlik istemenizi de istemiyoruz.
  • Var olmanın asıl amacı; yaşamaktır, yaşamak!…

Siz önce;
  • Bu savaşların ve bu terörün oluş nedenlerini araştırın,
  • Bataklıkları kurutun, 
  • Daha kurulmamış tuzakları,
  • Başka acıları, başka ölümleri önleyin,
  • Şiddeti şiddetle değil akılla, siyasetle durdurun,
  • Demokrasi içinde barışı sağlayın…


Sizin göreviniz, sadece yaşamı kolaylaştıracak bir iklim oluşturmaktır. 


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız