Köy Enstitüleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Köy Enstitüleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ağustos 2020 Pazar

ERDOĞAN ŞENEL'in ANISINA...



Erdoğan Şenel
ile tanış olmamızı sosyal medyada paylaştığımız yazı ve görseller sağladı. Sonraları yaptığımız telefon görüşmeleri ise bu süreci daha da geliştirip, pekiştirdi. Böylece yüz yüze tanış olmasak da; yazı, görsel ve ses dalgalarımız bizim dost olmamızı sağlamıştı.

İkimiz de yüz yüze görüşüp dostluğumuza boyut kazandırmayı ve derinleştirmeyi çok istiyorduk. Ve Erdoğan arkadaş, bunun için bir çözüm bulmuştu: Yakın zamanda kızları için İstanbul'a gelecekti. Biz de o günlerde buluşup konuşacaktık. Bu çözüm için sevinmiş ve o günü beklemeye başlamıştım.

Erdoğan Şenel & eşi Ferayi                              E. Şenel- Banu ve Cansu 
 











Erdoğan Şenel, sigara içenlerde sıklıkla görülen bir koah hastasıydı. Bu yüzden sık sık hastaneye gider, gelir, yatar ve oradaki anılarını ve doktoruyla kurduğu diyalogları yazılarında bizlere anlatırdı. Bir konuşmamızda: Sigara?!... sözcüğünü  duyunca cümlemi tamamlama fırsatı vermeden: "Keşke hiç içmeseydim" demişti.  (Bilirsiniz, keşke demek olup bitenler için "ah" çekmektir, çözümsüzlüktür.) Denizli'de durumu ağırlaşınca acil olarak İstanbul-Gaziosmanpaşa'da bir hastanenin yoğun bakım ünitesine getirilmişti.

Ben bu üzücü haberi Erdoğan'ın  öğretmen olan kız kardeşi (sosyal medyada arkadaşım) Nevin Sen'in paylaşımından öğrendim. Hemen Erdoğan'ı aradım, telefonu kapalıydı, Nevin Hanımdan iletişim kurabilecek bir telefon rica ettim ve aldım. 

Haziranın son haftası ve kavuran sıcaklarının olduğu günlerdeydik, Erdoğan'ı ziyaret etmek için Kadıköy'den yola çıktım ve tarif edilen durakta telefonla ulaştığım kızı bana, ziyaret saatinin bittiğini söyleyince geri dönmüştüm. Ve ertesi gün daha erken yola çıkıp bu kez de ziyaret saatinden 45 dakika önce varmıştım hastaneye...

Uzun ve penceresiz bir koridor. Burası; her gün gelerek tanış olmuş, yüzleri asık, bakışları donuk, sevdiklerinin çektiği acılara çare bulamamış hasta yakınlarıyla doluydu. Bu hemdert olmuşlar, aralarında fısıldaşıp, kesik kesik hıçkırık besleyen sohbetler etseler de hepsinin gözü kulağı karşı kapıdaydı. O kapıdan çıkıp bilgilendirme yapacak doktoru bekliyorlardı. Doktor, ismini söylediği her hasta yakınına hastalarının son durumunu kısaca anlatıp, görüşme için onları yoğun bakım ünitesine yönlendiriyordu. 

Bu sohbetleri sessizce dinlerken ben de karşı kapıda olup bitenlere odaklanmıştım.  "Erdoğan Şenel!.." çağrısı üzerine hareketlenen üç kadının yanına hemen varıp kendimi tanıttım (onlar da beni bekliyormuş) ve birlikte doktorun yanına gittik. Doktor; "hastamızın durumu dünkü gibi stabil" dedi ve bizi içeriye yönlendirdi. Böylece, Erdoğan arkadaşımı hastanede hiç yalnız bırakmayan eşi Ferayi Hanım ve iki kızı Banu ve Cansu ile de tanış oldum.  

Biz yüz yüze görüşme yapmayı düşlerken, nasıl bir ortamda karşılaştık!...

Erdoğan'ın yoğun bakım ünitesine bağlı olduğu bir hastane odasında, ilk yüz yüze görüşmemizi yapmamız içimi acıtmıştı. 

Erdoğan, beni tanıdı, konuşmak istedi fakat konuşamadı, sıkıntısı vardı, dudakları duygularını  dillendiremiyordu. Oysa onun o çok sevdiğim Ege yöresiyle konuşmasını duymayı ne çok isterdim. Olmadı. Benim de boğazım düğümlendi konuşamadım. Ona sadece  "Merhaba ben Emin" diyebildim ve tokalaştık. Ve uzun uzun gözlerimizle konuşup anlaştık. Böylece uzun sürecek diye düşündüğümüz görüşmemiz sadece 5-6 dakika sürdü...

***

İkimiz de, birbirine uzak, birbirini az tanıyan iki coğrafyanın insanlarıydık. Fakat ortak noktalarımız oldukça fazlaydı. İkimiz de dünyayı sarsan 68 öğretisiyle beslenen, 78'li yıllarda halkımız ve ülke sorunlarıyla kucaklaşmıştık. Hemen hemen aynı yıllarda: O, sendikası DİSK’in bir temsilcisi olarak, coğrafyamızdaki Varto'ya gitmiş, orada insanlarımızı, dilimizi, kültürümüzü tanımıştı, Ben ise benzer bir tanışıklığı TÖS üyesi bir öğretmen olarak İçel-Gülnar’da Torosların tepesindeki yoksul bir Yörük köyünde çalışarak yaşamıştım. O yıllardaki bu yaşanmışlıklarımız, bizim insana ve dünyaya bakışımızı benzer kılmıştı. Sanırım bu durum, bizim uzaktan uzağa iki dost olmamızı sağlamıştı.  

Milliyet Blog ve Radikal Blog’da çıkan yazılarımızı okumamız tanışıklığımıza neden olmuştu. Radikal gazetesinin kapanması ile blog yazarları üvey evlat sayılıp emekleri olan yazıları erişilmez kılınmıştı. Bazı mağdurlarla birlikte, Facebook’taki: “Radikal Gazetesi Blog Yazarları” grubunu oluşturduk. Bu sanal ortamda, bir sitede bir araya gelmek konusunu tartıştık ve http://www.radikalyazar.com/ ismiyle bir site kuruldu. Gönüllü arkadaşların amatörce kurmuş olduğu bu site de tüm iyi niyetlere karşın uzun ömürlü olamadı. Böylece sosyal medyada kurulan tanışıklık ve birliktelik de son buldu. E.Şenel ise kendi blogu
http://erdogansenel.blogspot.com/'de yazmaya başladı.

Bu süreçlerden geçerek Erdoğan Şenel ile tanışıklığımız ve dostluğumuz artarak devam ediyordu. Karşılıklı olarak birbirimizin yazılarını okuyor, olumlu- olumsuz eleştirilerin olduğu yorumlar paylaşıyorduk. Bununla da yetinmeyip telefon konuşmalarıyla eleştirilerimizi daha özel, daha da derinlikli kılmaya başladık.

 Erdoğan Şenel çok sevdiği bir fotoğraf 

Erdoğan Şenel, demokratik-laik cumhuriyetin savunucusu ve özgürlükçü bir aydınlanmacı olarak; insan haklarına, doğaya ve çevreye çok duyarlı bir insandı.

O, antik bir maya ile oluşan Ege kültürünü içselleştirmiş bir anlatıcı olarak, yörenin şivesiyle çok sayıda öykü yazmış, nice gerçek ve sanal kişilikleri okurlarına tanıtmıştır.

O, halkın alacağı bilime dayalı sorgulayıcı bir eğitim sonunda; sömürü, zulüm ve her kötülüğün yok olacağını inanmıştı. Bu anlayışı da onu, kısa zamanda ülkemizin çehresini değiştiren Köy Enstitülerine tutkun biri yapmıştı. Ve Köy Enstitüleri
anlayışını uygulamaya koyan ilk adımın da Millet Mektepleri olduğuna inanıyordu.    

Erdoğan Şenel ile beni dost kılan ortak anlayışlarımızı şöyle özetleyebilirim: 
Eşitlikçi bir anlayışla; yaşam hakkı, inanç, dil, yaşam tarzı, eğitim, özgürlük, hukuk ve demokrasinin her insanın,'insan hakları' olduğu ...
Toplumsal farklılıkların her ülke için birer zenginlik olduğu...
Toplumsal sorunları çözmenin ancak çoğulcu ve eşitlikçi yöntemler gerektirdiğini... 
Tekçi ve ulusalcı anlayışların; barış yerine kutuplaşma, düşmanlık, çatışma ve savaşlar doğurduğunu..
Düşmanlık-çatışma-savaş ikliminin hedef şaşırtma amacıyla yaratıldığını,  böylesi  bir iklimin de halkımıza değil, sadece emperyalist silah tüccarları ve onlar adına sömüren, zulüm eden işbirlikçilere yaradığı... v.b " 

Dostluğumuzu geliştiren telefon konuşmalarımızdan kesitler:

Eğitimciler yazım kuralları konusunda  "hassas" olurlar ya benim de bazen sevgili Erdoğan'ı eleştirdiğim olurdu. Sanırım telefonla ilk konuşmamız böyle bir eleştiri ile başlamıştı. O da: "Amaaan, Emin arkadaş ben bu konuyu çok önemsemiyorum" demişti.   

Belki de haklıydı, çünkü  eğer bir sanatçının; özgün  anlatımı ve etkinlikleri izleyicisi-okuyucusu-dinleyicisi tarafından anlaşılıp, alkışlanıyor ve kabul görüyorsa... (ki, o öyle bir yazardı.). O zaman benim eleştirim anlamını yitirmez mi? 

Ama yine de beğeni ve eleştiri ağırlıklı olarak uzun telefon konuşmaları yapmaya devam etmişti. Üzerinde anlaşıp, uzlaşamadığımız bir konu olduğunda da: O, bana:  “Sen hem bir Kürtsün, hem de biraz daha soldasın” der, ben de ona; “Sen hem bir Türksün, hem de biraz daha sağdasın ” diyerek şakalaşır, gülüşür, tatlıya bağlardık. 

Telefonda uzun uzun konuştuğumuz başka bir gündü, ben, o alınmasın diye, ön alıcı birkaç söz söyledikten sonra, son yazısındaki bazı imla hatalarını söylemek istedim. 

O, sözümü tamamlamamı beklemeden bir kahkaha attı ve tatlı şivesiyle: “Emin arkadaş bak!... Ben bu yöremin şivesi ve imlasıyla konuşmayı-yazmayı çok seviyorum. Sen ise Türkçeyi sonradan öğrendiğin için bazı imla kurallarını benden daha iyi biliyorsun. Durum bu…”  demişti. 

Ben de; “Erdoğan arkadaş, bak ben daha anadilim Kürtçenin alfabesini bile tam olarak bilmiyorum. Bu nedenle de bazen Kürtçe yazılmış bir paragrafı okuyup-anlayabilmek için saatlerce düşünüyor/uğraşıyorum.” demiştim. 

Söz sırası Erdoğan'da idi, o da: “Emin arkadaş, vallahi bu ayıp da sana yeter!...” demişti. 

Haklı söze. ne denir ki?!..

İşte bu halkını seven, üretici, sevecen insanı 4 Temmuz 2018 günü  kaybetmiştik. 

Dilerim ki bu güzel insan gittiği yerde de öyküler yazsın-anlatsın ve dostluklar kursun,."Koahsız" günler yaşasın.

Işıklar içinde uyusun...👏👏🙏🙏



Diğer yazılarım içintıklayınız

13 Ocak 2017 Cuma

"Öğretmenler Kurulu" ve PISA sonuçları (1)

Yurdumuzda öğretmenlere hakları olan değeri veren, onları bürokrasi karşısında savunan, koruyan ve bu mesleğe saygı duyanların başında, kısacık ömrüne (34 yaşını bitirdiği gün vefat etmiştir) pek çok başarı sığdıran Milli Eğitim  Bakanımız  Mustafa Necati gelir. O'nu, ölümünün 87. yıl dönümünde 6 Ocak günü Kartal Hasan Ali Yücel Kültür Merkezinde andık. O, kendisinden sonra yurdumuza  ışık saçan Köy Enstitülerinin kurucuları olan; Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’u da bulup çıkaran kişidir.  

Köy Enstitülerinden eğitim gören ve geleceğin öğretmenleri olacak gençler; geceleri derslerini işler, gündüzleri derslik, işlik, yatakhane, yönetim ve diğer binalarını yaparlarmış. Ayrıca öğretmen adayı olan bu gençler tören alanlarında; okul müdürlerini, öğretmenlerini ve eğitim yöntem-tekniklerini eleştirir, sorgular daha iyi bir geleceği oluşturmaya çalışırlarmış. İşte böylesi bir güzel eğitim geçmişimiz var...

***
Ben Yavuz Selim İlköğretmen Okulu mezunuyum,  hemen hemen her yıl okul mezunlarımız buluşur, çok güzel birkaç gün yaşarız. Öğretmenlerimizden Burhaneddin YILMAZ  ( daha sonraları Kültür ve Turizm Bakanlığında Müsteşar Yardımcısı ve Genel Müdürlük görevlerini de yapmıştı) da, bu buluşmaların devamlılarındandır. 2014 yılı buluşmamızda bizlere bir anısını ( isteğim üzerine bana yazılı olarak göndermişti) anlatmıştı. Bu anı; 1960 yılında bir okul sorununun (Valilik ve Bakanlıktan habersiz),  “Okul Yönetimi”  "Öğretmenler Kurulu” işbirliği ile nasıl çözüldüğünün belgesiydi. Öğretmenimin özgün anlatımı ile İşte o belge:

"... Erzurum Yavuz Selim Öğretmen Okulu Bingöl-Karlıova’dan yatılı öğrenci alıyordu. 1960 yılında Karlıova’dan öğrenci alamıyoruz. Niçin?  … Okul Müdürü Fikret Öztürk öğretmenler kurulunda bu konuyu açtı. (İmtihan evrakı Karlıova’ ya gönderilmemiş veya ulaşmamış olabilir.) Ne yapalım, bu mağduriyeti nasıl giderelim dedi. Kurulda görüşüldü soru hazırlansın dendi. Sorular bir komisyon tarafından hazırlandı, zarfa kondu ve mühürlendi. Zamanın ve imtihan gününe de zaman kalmaması nedeniyle bu soruları içimizden bir öğretmenin Karlıova’ya götürüp müracaat eden çocukları imtihan etmesi ve imtihan sonuçlarını getirmesi gerekiyordu.  Okul müdürü öğretmenleri topladı. Bu zarfı kim götürüp imtihan kâğıtları ve tutanağı getirecek diye sordu. Herkes birbirinin suratına baktı kimse ben götürürüm demedi. Durum böyle olunca, Müdür Bey ben gideceğim, imtihanı yapacağım dedim… O zamanlar Erzurum’dan Karlıova’ya gitmek hem zor hem de imkansız gibi bir şeydi. Hemen Erzurum’a gittim, araştırdım …’Vabis İsmail’  isminde birisi haftada bir gün Karlıova’ya tuz götürüyormuş. Onu lokantada içerken buldum. Birlikte iki kadeh içtik sonra ‘yarın gideceğim seni de götürürüm’ dedi… Saat 10’da yola çıktık akşamüzeri Çat’a (Oluklu) vardık, otel falan yoktu, kahve sandalyesi üzerinde uyukladım, oturdum. ’Vabis İsmail’  kumar oynadı, Oluklu ’da çektiğim sıkıntıyı anlatamayacağım, sabahleyin daracık ve uçurum olan yoldan bin bir güçlükle giderek, ikindi zamanı Karlıova’ya vardık.  Kaymakamı ve İlköğretim Müdürünü gördüm, otel olmadığı için müdürün evinde kaldım. Köylere hemen haber gönderdik… 6 (altı) öğrenci geldi. Okul müdürü ve ilkokul öğretmeninden imtihan komisyonu kurdum… Altı öğrenciden üçünün yatılı okula girebilecek hususu tutanakla belirtilerek, imtihan evraklarını ve soruları mühürlü zarfa koyarak Karlıova’dan ayrıldım... İsmini hatırlamadığım o üç öğrenciyi okulda mülakata tabi tuttuk kazandılar! 6 yıl okuyarak öğretmen oldular..."  
 ***

PISA sınavları sonunda ortaya çıkan ve pek konuşulmayan bir konuya, bir sonuca dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu sınavda Türkiye'miz, okul kaynaklarını dağıtmada ve sorumluluk paylaşımında; okul yöneticileri ile yerel yöneticilere sorumluluk vermediği için SONUNCULUK kazanmıştır!...  (Lütfen öğretmenimin anlattıklarını hatırlayınız).

PISA sonuçları hakkında günlerce yazılar yazıldı, TV ekranlarında tartışmalar yapıldı ve daha da devam ediyor, etmeli de...  Fakat bu tartışmalarda, “suçlu” aramak yerine; 

“Biz ne ve neler yaptık ki, bu sonuçlarla karşılaştık?"
"Bu sonuçlarla bir daha karşılaşmamak için neler yapmalı ve nasıl yapmalıyız?"  

Gibi sorularla eğitim sürecimiz tartışılmalı ve herkes payına düşenler üzerinden çözüm arayışına girmelidir. Yok eğer acil önlemler alınmazsa o zaman acaba; okuduğunu anlamayan, anlatamayan, özgün olmayan, bağımlı, kopyacı, ezberci, düşünemeyen, soru soramayan, yorum yapamayan, fen ve matematik okuryazarı olamayan nesillerle, toplumsal geleceğimizi mutsuzluklar ve karanlıklar içinde bırakmış olmaz mıyız?... 

(Şimdi bir parantez açalım ve yurdumuzu PISA’nın üzüntü verici sonuçlarından kurtaracak en önemli güçlerden biri olan öğretmenlerimize bakalım. Sendikaları anket yaparak, öğretmenlere  kendilerini ve mesleklerini nasıl gördüklerini, neler hissettiklerini sormuş ve işte sadece 4 sonuçta öğretmenlerin; 
  • %66’sı öğretmenler odasında kendisini özgürce ifade edemediğini…
  • % 92.2’si toplumda öğretmenlik mesleğinin saygın bir konumda olmadığını... 
  • % 91.6’sı eğitim çalışanlarının iş güvencelerinin tehdit altında olduğunu...
  • % 82.7’si Mesleki sorunların psikolojik durumlarını olumsuz etkilediğini...
Belirlemişlerdir.)

Şimdi sadece bu sonuçlarla bile yola çıktığımızda, öğretmenlerimizin yaşamakta oldukları sosyal-ekonomik-psikolojik sorunlar altında ne denli ezildiklerini görebiliriz. Ve sadece bu duygu, düşünce ve algıların eğitim sürecinde ne çok olumsuzluklara neden olabileceklerinin korkunçluğunu da...

İsterseniz anket sonucu olan bu dört veriyi,  PISA sonuçları birlikte ele alıp düşünelim. Ne dersiniz?

Acaba;
  • Kendisini özgürce ifade edemediğini düşünen,
  • Mesleğinin saygın konumda olmadığını düşünen,
  • İş güvencesinin tehdit altında olduğunu düşünen,
  • Psikolojik durumunun bozuk olduğunu düşünen...
Öğretmenler bu durumda kaldıkları sürece ...





Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

9 Aralık 2016 Cuma

“PISA Sonuçları Yok Hükmünde Tanımıyoruz!..”




Bizleri çok üzen bir haber:
Görsel ve yazılı medyanın hafta içinde duyurduğu bir haber hemen hemen herkesi üzdü. Bu haber yukarıdaki görselle özetlenen 2015 yılı PISA sınav sonuçlarıyla ilgiliydi.

Haberin detaylarına girmeden önce bazı hatırlatmalarda bulunmak istiyorum.

OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) 1961 yılında kurulan ve 20 Kurucusu arasında Türkiye’nin de bulunduğu uluslararası bir kuruluş olup şimdiki üye sayısı 35’tir.
 
PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) ise, OECD’in eğitim alanındaki bir projesidir.

Üye ülkeler ve gelişmekte olan ülkelerde OECD’in amaç ve ilkeleri:
  • Halkın yaşam standartının iyileştirilmesi,/İşsizliğin ortadan kaldırılması,/ Sosyal ve ekonomik gelişmenin desteklenmesi, /Uluslararası ticaretinin geliştirilmesi… 
  •  OECD'ye üye veya üyelik talebinde bulunan ülkeler için şu üç ilke vazgeçilmezdir: Demokrasi,/İnsan hakları,/Yurttaş özgürlüğüne bağlılık.)

PISA Projesi nedir ve neyi ölçmektedir? (1)

PISA Projesi, 2000 yılında başlamış (ülkemizin ilk kez 2003 yılında katılmış) olup, katılımcıları OECD tarafından tesadüfi (seçkisiz) yöntemle belirlenen, örgün eğitime devam eden 15 yaş grubundaki öğrencilerdir. Bu uygulama üç yılda bir yinelenen bir araştırma projesidir. Öğrencilere, çoktan seçmeli, karmaşık çoktan seçmeli, açık uçlu, kapalı uçlu gibi değişik sorular sorulmaktadır.

PISA Projesi ile öğrencilerin; Matematik okuryazarlığı, Fen Bilimleri okuryazarlığı, Okuma Becerileri, kendileri hakkındaki görüşleri, öğrenme biçimleri, okul ortamları ve aileleri ile ilgili veriler toplanıp değerlendirilir.

Bu sonuçlar, eğitim-öğretim programlarının geliştirilmesinde karşılaşılan eksiklerin giderilmesinde ve eğitim alanında yapılan araştırmalara kaynak olarak kullanılır.
 
***

2015’te yapılan PISA sınavlarına Türkiye ile birlikte 72 ülkeden öğrenciler katılmış ve değerlendirilen sınav sonuçlarına göre öğrencilerimiz:
  • Matematik okuryazarlığı 49.,
  • Fen Bilimleri okuryazarlığı 52.,
  • Okuma Becerileri 50.  Olmuşlardır.
Ayrıca bu sonuçlara göre ülkemiz, öğrenci devamsızlığı sıralamasında 6., okul kaynaklarını dağıtmada, sorumluluk paylaşımında okul yöneticileri ile yerel yöneticilere sorumluluk vermemekle ( ulusal çaptaki yöneticilere bırakarak) sonuncu sıralarda yer almıştır.

(Ezberci eğitimin iflası anlamına gelen çok çarpıcı ve bir sonuç da: “ders çalışma süresi arttıkça başarının düştüğü” olmuştur.)

Bu sonuçlara göre ülkemiz sınav ortalamasının oldukça altında yer almış ve 2012 yılı sınav sonuçlarına oranla önemli düşüş yaşamıştır. Doğal olarak bu durum, büyük üzüntü nedeni olsa da, ders çıkarılması ve önlem alınmasını gerektiren bir sonuçtur.   


Çok üzüntü verici değil mi? Geleceğimizin teminatı olan çocuklarımız; okuduklarını anlamıyor, anlatamıyor ve de fen-matematik okuryazarı değillermiş. Böyle yetişen nesiller de; özgür düşünemez, makine yapan makinayı yapamaz, bilişim ve yazılım sektöründe başarı kazanamaz...   
 

***

Orta Çağa özenen “yerli ve milli eğitim sistemi”

Çünkü yıllardan beri ülkemizi yöneten anlayış, düşünmeyi sağlayan, felsefe, sosyoloji, mantık, psikoloji gibi bilim ve derslerine uzak durmuş, eğitim sistemini adeta yap-boza çevirmiştir. Böylece; düşünemeyen, soru sormayan, yorum yapmayan ezberci eğitimle, dindar bir nesil yetiştirmeyi seçmiştir. Çok kısa olarak örneklersek;  
“İlköğretim, ilköğrenim kurumlarında verilir; öğrenim çağında bulunan kız ve erkek çocuklar için mecburi, Devlet okullarında parasızdır.” ilkesi adeta yok edilerek, köy okulları kapatılmış, fakir halk çocukları okulsuz kaldıkları için ya devamsız, ya da dinci vakıf ve derneklerin insaflarına bırakılarak, güvensiz ve tuzaklarla dolu bir yaşama terk edilmişlerdir. 4+4+4 sistemine geçilerek tüm okullar İmam-Hatip felsefesine uyumlu kılınmış. Geleceğin bilimsel güvencesi olan Fen Liseleri ve Anadolu Liseleri “Proje Okulu” safsatası ile sıradanlaştırılmıştır.  İki yıl önce toplanan 19. Milli Eğitim Şurasında İlkokul 1, 2. ve 3. sınıflara da din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin konulması ve ortaokulda hafızlık eğitimi kararları alınarak uygulamaya konması... Böylece;


Gerisin geri çağlar gidip, Orta Çağ’ın Yerli ve milli eğitim sisteminin kurulması...

Eğer yetkililere bu uygulamalar ve PISA sınav sonuçları hakkındaki düşüncelerini soracak olursanız, onlar adeta tribünlere seslenircesine:

Medreselerin kapanması, alfabenin değiştirilmesi sonunda, Millet Mektepleri ve Hasan Ali Yücel-İsmail Hakkı Tonguç’un köylüyü uyandıran Köy Enstitüleri-Yüksek Köy Enstitüleri projeleri ile halkın; sağlık, modern tarım, el sanatları, güzel sanatlar ve  klasiklerle tanıştırmaları, böylece okur-yazar-düşünür kılındığı dönemin karanlıklarından (!) söze başlayacaklardır.  Kendilerinden önce kapatılan Öğretmen Okulları/  Eğitim Enstitülerini ise es geçeceklerdir.

Belki de üst akıl'a mal edecekleri bu PİSA projesi işinde, de bazı proje döndüğünü ima edebilir, yerli ve milli olmayan sistemlere veryansın edecekler. Ve de muhtemelen dalga geçercesine şöyle diyeceklerdir:

“Çocuk hakları varmış, öğrenci merkezli eğitimmiş, öğretmen rehber olarak yöneltip, yönlendirecekmiş,  çocuk karar verecekmiş, çocuk hayır demesini bilecekmiş, yaparak-yaşayarak-sorarak-sorgulayarak-içselleştirerek öğrenecekmiş, kızlı erkekli oturacak, oynayacaklarmış…” deyip “mış”ları, “miş”leri sıralarlar ve:

“Çocuk bunlar ya hu, çocuk! Yok, hayır diyecekmiş de, eğitim çocuk merkezli olacaksa öğretmene ne gerek var!... Bizim yavrular gözlerini kapatarak 7 şer, 9 ar sayabiliyor,  Çarpım tablosunu ezbere biliyor. Dualar ezberleyip hatim indiriyor ya onların çocukları bunları yapabiliyor mu?

Baktılar bu söylemler de etkili olmuyor bu kez Eyy diye başlayıp;  

“PISA Sonuçları Yok Hükmündedir Tanımıyoruz!..”  

Derler, diyebilirler.

Peki, siz bu sözlere kanacak mısınız?


(1) (Bu bilgiler: http://pisa.meb.gov.tr/?page_id=18 sayfasından derlenmiştir.)



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız