Halkımız kavga ederken bağırıp, meydan okuyanları pek sevmez, onun için de bunlar; kimi yerlerde “efeleniyor, horozlanıyor”, kimi yerlerde de “ce ce yapıyor” diye tiye alınır ve eleştirilirler. Fakat nedense bizim politikacılarımız bu tarz meydan okuyuşları çok seviyorlar.
Her gün meydanlara, ekranlara çıkıp rakiplerine sert bir tonda; “Sen Kimsin!…” diye seslenir, meydan okurlar. Bu tür seslenişte asıl amaçları; kendi ayıplarını, korkularını gizleyip, baskın çıkmak, puan kazanmak ve karşısındakileri küçük düşürüp, aşağılamaktır.
Politikacılar, “Sen Kimsin!…” demenin anlamını ve çağrıştırdıklarını çok iyi bilen akıllı ve hem de çokça
danışmanları olan kişilerdir. O halde neden bu istenmeyen konuşma tarzından vaz geçmiyorlar?
İletişim
bilimciler ile eğitimciler, söze; “Sen Kimsin!…” diye başlamak biryana, “Sen”
diye başlamaya bile karşıdırlar. Onun için de, beğenmeyip eleştirdikleri bu iletişim tarzını “sen
dili” olarak isimlendirmişler. Ayrıca yapılan gözlem, uygulama,
araştırmalar da; ‘sen dili’ kullanıldığında,
akıcı ve etkili bir iletişim olamayacağını ispatlamıştır.
***
Tüm bu bilinenlere karşın eğer yine de “Sen Kimsin!…” söylemleri devam ediyorsa o zaman; tarihe, psikolojiye, sosyolojiye bakmakta yarar vardır. Çünkü artık konu onlara mal olmuştur.
“Sen Kimsin!…” diye söze başlayan kişilerin derinlerinde, pek
çok sosyolojik ve psikolojik sorunları vardır. Ego’nun dışavurumu olan
bu sözün arkasında, o kişi veya grubun; korku, öfke, kin ve nefrete dönüşmüş karmaşaları
(kompleksleri) vardır. Ve bilindiği gibi: Nefret
en büyük insanlık suçudur.
“Sen Kimsin!…” söylemine kaynaklık eden ilkel güç felsefesi;
dünyada ve bizim coğrafyada, çokça zalimane uygulamanın gerekçesi olmuştur. İşte bilindik bazı uygulamalar: Köy, kasaba, şehir, bölge adlarını
değiştirme/yasaklama…
Kültür, müzik, isim, kimlik ve anadil yasaklama… Kürt, Arap, Ermeni, Rum, Hristiyan, Alevi, Solcu, Sosyalist, Komünist vb. diye kimlikleri ötekileştirme… İnanç ve yaşam tarzı dayatma, aşağılama, kapıları işaretleme, mal-mülke el koyma, talan etme, yakma, yıkma, yaralama, öldürme, faili meçhuller, sürgün ve göçler…
Kültür, müzik, isim, kimlik ve anadil yasaklama… Kürt, Arap, Ermeni, Rum, Hristiyan, Alevi, Solcu, Sosyalist, Komünist vb. diye kimlikleri ötekileştirme… İnanç ve yaşam tarzı dayatma, aşağılama, kapıları işaretleme, mal-mülke el koyma, talan etme, yakma, yıkma, yaralama, öldürme, faili meçhuller, sürgün ve göçler…
İşte tüm bunlar; 1915’de,- Dersim’de,- 6-7
Eylül’de,- Maraş’ta, -Çorum’da, -Sivas’ta, - Roboski'de vb. nice yerde çocuk, genç, kadın, yaşlılara yaşatıldı, yaşatılıyor.
***
Arno Gruen'in “İçimizdeki Yabancı
(nefretin kökenleri)” adlı eserinden:
✹ “Yabancılara duyulan nefretin, daima, insanın kendisine duyduğu nefretle bir ilişkisi vardır. Eğer insanlara acı çektirip onları aşağılamak istiyorsak önce kendi içimizdeki tiksindiğimiz şeylerle uğraşmalıyız…” (s. 9):
✹ “Yabancılara duyulan nefretin, daima, insanın kendisine duyduğu nefretle bir ilişkisi vardır. Eğer insanlara acı çektirip onları aşağılamak istiyorsak önce kendi içimizdeki tiksindiğimiz şeylerle uğraşmalıyız…” (s. 9):
✹ “Nazi zihniyetinin temelinde, insanların
kimliklerini ellerinden alma hedefi bulunuyordu.” (s. 30)
✹ "İnsanlar kendi gerçek acıları için
haykırmadıkları sürece, bir Hitler karşısında daima etkilenmeye açık konumda
olacaklar.” (s. 37)
***
“Sen Kimsin!…” sözünde faşist bir felsefe gizlidir. Bu söylemi daha çok
özsever-kendisine âşık (narsist) olan kişi ve gruplar kullanır.
Cesur oldukları için değil, daha korktukları ve kendilerine yönelecek olası
tehlikeleri hissettiklerinde, ön almak için, bu söylemi haykırarak
kullanırlar. "Mezarlıktan geçerken ıslık çalmak" gibi...
“Sen Kimsin!…” Bu söylem sahipleri ayrıca, “tekçi”,
“yerli ve milli” anlayışlara sahiptirler. Onlar, insanların; inanç, kültür, politik
görüş ve yaşam tarzlarını tornadan çıkmış aynılıkta olsun isterler. Onların küçük
dünyalarında, farklılıklara yaşam hakkı yoktur ve başka sesleri duymak istemezler.
Oysa benzerlikler içinde bile, yaşamsal, inançsal ve genetik pek çok zıtlıklar, benzeşmezlikler vardır. Fiziksel, türsel, psikolojik, sosyolojik farklılıklar insanlığın ortak değerleri, zenginlikleridir. Bu değerleri değerbilmezlerin korkularından, öfkesinden, kininden, nefretinden korumak gerek.
Sonuç:
Sanırım
sıralanan acı yaşanmışlıkları, bunlar olmamıştır deyip inkâr edecek hiç
kimse yoktur. Mutlaka söze "ama-fakat-ancak" diye
başlayıp olanları önemsiz gören, aklamaya çalışan, yorumlarımıza katılmayan
kişiler de vardır. Bence onları onamasak bile, "bu onların görüşüdür"
diye saygı duyup dinlemeliyiz.
Şimdi
geçmişe dönüp bu can yakan yaşanmışlıkları yok edebilmek mümkün olmadığına
göre, yarınlarımız için yapabileceklerimizi belirlemeliyiz. Örneğin:
OHAL ve KHK eşliğinde hâlâ
devam edegelen tüm insanlık suçlarına son vermek, benzer suçları tekrarlamamak
isteyenlere izin-fırsat vermemek... Bu amaçla, demokratik haklarımızı
kullanarak birlik olmak karşı durmak...
“Sen Kimsin!…” sıradan, masum bir söylem değildir. Hele de,
parmak sallayarak söyleniyorsa... Bu; çirkin, ırkçı, ayrıştıran, ötekileştiren
ve nefret kaynağı olan söylemler son bulmalı...