Sohbetin özel anılarından hemen sonra
sıra daha genel mesleki anılara gelir. Böylece, bazen sevinç/özlem, bazen üzüntü içinde
titrek dudaklar ve nemli gözlerle anımsanır tüm yaşanmışlıklar…
Eğer zaman varsa; günlük/haftalık/zümre/ünite/yıllık
planlar, teftiş anıları, idari haksızlıklar, zümre (branş/dal) toplantıları da
konuşulur. Ve böylece birbirini onaylayarak, tamamlayarak sürüp gider bu sohbetler.
Ayrıca "o" yılların ekonomik-sosyal-mesleki sorunları, günümüzle
kıyaslanır. Sözcüklere vurgu yapa yapa; evet,
o yıllarda da, yoksulluk, yolsuzluk, haksızlık, sürgün, tutuklama, işkence,
katliam, sıkıyönetim ve 1402’likler vardı (denir, "ama" - "fakat" ile başlayan, (!) ünlem ve (?) soru ile sonlanan cümleler sıralanır.
Örneğin birisi şöyle diyebilir: “Ama/fakat
o yıllarda bazı/bazen az da olsa; yargıçlar, savcılar, mahkemeler
vicdanları ile karar verebiliyor, avukatlar savunabiliyor, Yargıtay, Danıştay,
YSK denetleyebiliyor, vekiller parlamento kürsüsünde konuşabiliyor,
radyo-TV-yazar-gazeteler gerçekleri anlatabiliyordu. Henüz tüm kurumlar tek
kişiye bağlanmamış, tüm ülkede OHAL ilan edilip, parlamento yetkisiz ve etkisiz
kılınmamış, sadece KHK’lerle yönetilmiyordu ki ülkemiz!…”
Sohbette bulunan diğeri/diğerleri, bu sıralananları onaylar,
hatta eklemelerle uzatabilir de…
***
Bir meslek düşünün ki, onu geleceğe taşıyacak kurumları işlevsiz/kapatılmış, programları bilimsel, demokratik, laik değerlerden uzak, çalışanları güvencesiz, özgüvensiz, sessiz, plansız, denetimsiz…
Hani ne yapacağı bilinmeyenleri anlatmak için “freni
patlamış” derler ya tıpkı onun gibi olmuş, ülkemiz ve torunlarımızın geleceğine yön vermesi gereken eğitim ve eğitimcilik. Meslekte 40 yıl çalışan biri olarak,
şimdi "dışında" tutamıyorum kendimi.
Kuşkusuz tüm bu konular acısı ile tatlısıyla
bizim mesleki ve insani sorunlarımız… Bugün sizinle bunlardan sadece ikisini konuşalım
istedim.
Birinci konu: eğitimin yok
edilen ve işlevsiz bırakılan kaynakları; köy enstitüleri, yüksek
öğretmen okulları, öğretmen okulları/liseleri, eğitim enstitüleri, anadolu liseleri, fen
liseleri…
Ey, ülkenin bekası için nutuk atanlar!...
Görün işte geleceğe vurulmuş en büyük darbe budur. Bu darbenin vurucu gücü de; 4+4+4,
proje ve imam hatip okullarında yetişmekte olan dindar-kindar nesillerdir.
Belki de haksızlık yaptım, elinde silahı olmayan, masum ve kurban seçilen bu çocuk/gençlere… Bu çocuk/gençler değil, onlara biat kültürü aşılayarak, cehaleti ülke geleceğine taşıyan
failler ve onların dayattığı eğitimedir karşı duruşum. İşte bugünden bir örnek:
Devlet kurumu Diyanet'in fetvalarla, MEB'in böylesi davetlerle dayatmalarda bulunmaları, sizce, demokrasi, laiklik ve gelecek için en büyük tehdit, en tehlikeli silah değil mi?
İkinci konu: eğitimde planlar, teftiş ve denetim sistemi; Planlı olmak, sıradanlığı
ortadan kaldıran ana güçtür. Planlı olmak, öğretmenin mesleğine, öğrencisine ve
kendisine saygı gereğidir.
Eğer gelişme ve kalkınmada en önemli alan AR-GE
(araştırma geliştirme) ise, eğitimin de AR-GE’si planlardır. Öğretmeni günceller, güçlendirir, güven
verir, öğrenciye de ufuk kazandırır planlar.
Meslek içinde planlı
olmaya ve derse planlı girmeye sadece; her şeyi bildiğini sanan bazı öğretmenler karşı çıkar. İşini sevmeyen, mesleki yetersizliği olan bu kişiler önce; “ders/konu/süre/amaç/imza...” gibi şekilci, içeriksiz ve işlevsiz bir hale getirdiler planları. Sonra da iktidar partisi içinde
kendilerine benzer, eğitimci geçinen politikacılardan yardım alıp (popülistçe) yok
ettiler planlı olmayı. Tıpkı beş yıllık kalkınma planlarına karşı olanların; “bize
plan değil pilav lâzım…” dedikleri gibi...
Tüm hukuk sistemleri ve tüm yaşam alanlarında var olan denge denetim, ülkemiz eğitim sistemine resmi olarak 1826’da girmiştir. Bu teftiş ve denetimlerde amaç; eğitim odaklı etkili bir iletişim ile, öğretmeni işbaşında yetiştirmek, eğitime dinamizm kazandırmaktır.
AKP iktidarı, teftiş/denetim görevlisi
olan müfettişleri, önce okullar ve dersliklerden uzaklaştırarak işlevsiz kıldı. Sonra onları aynı
işi yapıp farklı özlük haklarına sahip iki zıt gruba ayırmak için mülakat(!?) masaları kurdu... Oysa onlar denetim görevlisi bir müfettiş olmak için,
nice sınavdan geçip gelmiş, "liyakatlı" olduklarını kanıtlamışlardı. Tüm bu kazanımları yok sayıldı. (Şimdi onlara verilen iş, sadece ifade almak ve hoşa gidecek raporlar yazmak oldu.).
Peki, okullarda teftiş-denetim işini kimeler yapıyor?
- Okul imamı seçilen ehliyetsiz yöneticiler….
***
Konumuz olan iki soruyu sorup, kısa bir cevap ile noktalayalım:
Eğitim kurumlar niçin kurulmuştu, nasıl işlevsiz
kaldılar, neden kapatıldılar?
Eğitimde planlar, teftiş ve denetim sistemi niçin vardı, neden yok edildi?
-Çünkü iktidar geleceği için; düşünmeyen, soru/hesap sormayan, yorum yapmayan, planı olmayan, sadece biat edip, itaat eden dindar ve kindar nesiller istiyor.
İktidar ülkenin aydınlık geleceğini karartma pahasına kendi siyasi geleceğini güvence altına alma kaygısında. Oysa aydınlanmış toplumlarda eğitim iktidarlardan bağımsız o ülkenin gelişip değişen dünya koşullarına uygun, çağdaş gelişmelerden geri kalmamayı amaçlayan politikalarla kısa ve uzun vadeli hedefler gözeterek düzenlenir. Kısacası bizim ülke ile çağdaş gelişmiş ülkeler arasındaki fark budur.
YanıtlaSil