71 yaşındayım, bugüne değin gördüğüm her iktidar, işlerini hep yoksul halka inat yaptı.
İhtilali yapanlar, bazı doğru-yanlış işler yaptıktan sonra, ülke halkına özgürlükçü bir anayasa bırakarak ayrılmışlardı.
Sonraki yıllarda bazen seçimle bazen darbelerle iktidarlar değişti. Her iktidarın farklı söylemleri, yöntemleri olsa da halkın yoksulluğu, dertleri hep aynı kaldı.
Bazıları, "Yollar yürümekle aşınmaz", "Dün dündür, bugün bugündür" dedi fakat ülkeyi sağ ve sol diye ikiye böldü. Sonra da “Bana sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz” diyerek çetelere destek verip ülkeyi kana buladı...
Bazıları, "Ben zenginleri severim" -diyerek tarafını belirledi. Yetinmedi, "Bu anayasa ülkeye bol geliyor" diyerek işçi-köylü-memur haklarını yok sayan demokrasi dışı "olağanüstü hâl" dönemini başlattı.
Böylece, insan hakkı ve insan onuru yok saydı, 'faili meçhul cinayetler' (ki, tüm failler bilindiği halde korunuyordu) işlendi, köyler bombalanıp, yakıldı-yıkıldı-boşaldı, yargısız infaz, dışkı yedirme, işkence, nefret suçları işlendi. Hapishanelerde kimi tutuklular idamla, kimi işkenceyle, kimi yakılarak öldürüldü. 17 yaşındaki çocuğu da 'idam' etmek için yaşını büyüttüler. Baş despot kişi ekranlara çıkıp pişkince: "Asmayalım da besleyelim mi?" diyebiliyordu... Diğer yüzüyle de "memurum/vatandaşım işini bilir" deyip; sömürüyü, kirli işleri, kara parayı, haksız kazancı, rüşveti serbest bırakıyordu...
***
Bu acılar, sancılar, karanlık günlerle 2001'e geldik... O günden bugüne, toplumsal yaşamda izi olan (yöneten ya da yönetemeyen) birçok özne halen yaşıyor. Onları adları ile de anabiliriz.
19 Şubat 2001'deki Milli Güvenlik Kurulu toplantısında, 10'uncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer anayasa kitapçığını, Başbakan Bülent Ecevit'e fırlatmış ve bu olay da yaşanan ekonomik krizin nedeni sayılmıştı. Oysa, aradan 16 yıl geçtikten sonra, olayın faili Sezer dile gelip dedi ki:
"Ecevit 2 kez bana gelip, Fazilet Partisi'nin kapatılmamasını, bunun için arkadaşlarım olan Anayasa Mahkemesi üyelerine telkinde bulunmamı istedi. Hukukun üstünlüğüne inanan ve yıllarca AYM'de görev yapan bir kişiye söylediği bu sözlere kırıldım ve reddettim."
Bu bunalım ikliminden yaralanan AKP, 'hizmet hareketi' dedikleri gizli bir güç odağı ile işbirliği yaparak 2002 yılında iktidar oldu.
İktidarın ilk işleri; güvenlik-yargı-askeri-eğitim gibi kurumlara 'koza' yerleştirmek, sonra da kaynak yaratacağız diye halkının malı ve ekmek teknesi olan KİT'leri satmak... Müttehitler kazansın diye o zamandan bu güne kadar ihale yasası 191 kez değiştirme... İşte böyle başladı köylerin boşalması, tarımın bitmesi, şehirlerin betonlaşması, doğal dengeyi bozan HES'lerin yapılması, maden arama ruhsatlarının verilmesi ve karadeliğe dönüşerek 30-40 yıl sonra doğacakları 'dolar' ile borçlandıran, yol, tünel, köprü, hastanelerin yapılması... İşsizliğin çok olduğu ülkede işe alınmak için liyakat yerine, mülakatta yandaş olduklarını kanıtlamak esas alındı... Kaynaklarımız, ülkenin huzur, refah, barış için değil de "Bir merminin fiyatını biliyor musun?" -diyerek savaş aracı ve donanımı için harcandı.
R. Tayyip Erdoğan önce Başbakan olarak tüm yürütme yetkilerini ele almış, yasama ile yargıyı işlevsiz kılmış, medyayı susturup pek çoğunu bir yandaş havuza toplamıştı. Cumhurbaşkanı oldu, fakat bu kimlikle de yetinmedi, yeniden AKP'nin genel başkan oldu. Böylece sanki bir parti devleti kurmuş oldu. Bu kimliklerin verdiği güçle muhaliflerin tümü öteki sayılıp kamusal hizmetlerden yoksun bırakıldı.
İşte birkaç örnek:
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 21.10.2017 günü betonlaşan İstanbul için çok üzülmüş olacak ki özeleştiri yaparak demişti ki:
- “Biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hala da ihanet ediyoruz, ben de bundan sorumluyum...” -demişti.
25.02.2021'de pandemiyi hiçe sayarak 'lebaleb dolu' parti kongresinde kendi partisine güzellemeler yaparken, bakınız belediye başkanlığını kaybettiği İstanbul ve 'ötekiler' için neler söylüyor:
- “...Onlara rağmen Kanal İstanbul'u yapacağız. İnadına yapacağız ve Kanal İstanbul ile İstanbul nasıl güzelleşecek, İstanbul bir başka şehir olacak bunu da görecekler. Alıştıracağız, buna da alışacaklar...”
İnadına yapacaklarmış "Kanal İstanbul'u".
Kime inat?
-İstanbul'un doğasına inat. - Muhalefete inat,
-Yani, 806.415 oy farkla kaybettiren İstanbullulara inat...
Niçin inat?
-İnsan "inatla" ancak sevdikleri için 'güzel' işler yapar.
-İnatla düşmanlık olmaz ki!
O halde?
-Bu tutku, bu direnç, bu inat başka ne için olabilir ki!
-Rant arsalarını alanlar ve müttehitler için olmasın!
İsterseniz biraz da olumlu düşünelim:
Yoksa, sevmeye mi başlamış "terörist" ilan ettiği muhalefeti?
Yoksa sevmeye mi başlamış, her yerini betonlaştırdığı İstanbul'u?
*
Cumhurbaşkanı, 02.03.2021 günü: "İnsan Hakları Eylem Planı"nı açıkladı.
Aman Allah'ım! Bu da ne böyle!
İnsan onuru korunacak / dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ayrımcılığı yapılmayacak / herkese eşit, tarafsız ve dürüst hizmet verilecek / masumiyet karinesi, cezanın şahsiliği ilkelerine uyulacak / eleştiri ve düşünce açıklama özgürlüğü olacak / bağımsız, tarafsız yargı ve bir hukuk devleti olacak / hak ve özgürlükler adalet teminatında olacakmış...
Zaten, yukarıda sayılan bu insani değerlerin ülkemizde yok olduğunu söyleyen, yazan, çizenler yıllardır tutuklu değil mi?
Zaten, yıllardır bunları savunanlar “hain-terörist" sayılmıyor mu?
Sanki o konuşan, 19 yıldır iktidarda olan değil de yeni bir aday!
Sanki, anayasa mahkemesi ve insan hakları mahkemesi kararlarına karşı duran, uymayan, uygulatmayan kendileri değilmiş!
Sanki birisi, 'İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ni okuma ekranına koymuş da Cumhurbaşkanı onu okuyor!
Sanki, yaptıklarından nedamet duymuş da artık yapmam diyor!
Hani derler ya 'Allah söyletmiş'-diye. Öyle olmuş herhalde.
Yıkıp yok ettiklerini bir bir sıralayıp, söylemiş!
Peki, inandınız mı?
Diğer yazılarım için: tıklayınız