Dolu-fırtına ve kavuran yaz:
Bu
sıcaktan nasıl kurtuluruz diye düşünürken, dolu fırtınasına yakalandık, çevreye
verilen zararların bedelini misliyle ödedik, üşüdük, korktuk…
Kutuplardaki
buzulların eriyerek iklimsel değişikliklere yol açtığı biliniyor. Fakat bu
iklimsel değişikliğin, dünyada kaynamakta olan sosyal, politik, ekonomik iklim
değişiklilerindeki etkisi ne kadardır henüz netleşmiş değil.
Oysa
bizim sosyal, politik, ekonomik iklimimizde de bir girdap oluşmuş durumda. Herkes,
en son aldığı darbeleri, yaraları sarmaya çalışıp, onların artçı şoklarına
direnirken, yepyeni darbeler, yaralar alarak yeniden acılar yaşıyor. Bunların bazısı dolu, fırtına, sel, deprem
gibi olası doğal yaralar olsa da, pek çoğu yapay, yani kurgusal…
İktidar
hem içeride, hem dışarıda ha bire, günü kurtarmak, kendini korumak, uyurları
uyandırmamak ve eski yaraları örtmek, ötelemek için, algılar eşliğinde yeni gündemler
peşinde... Bunlar da yeni yaralar açacak.
***
Yedi Uyurlar:
İnsanlık tarihinde; her birinin kendi alanında özerk ve etkin olduğu, birden
çok Tanrı'nın olduğu, “çoktanrılı” inanç sistemleri yaşanmıştır.
İşte böyle bir zamanda yaşandığı varsayılan bir söylencede; tek Tanrı’ya
inandıkları için olası tehlikelerden korkup kaçan 7 gencin, sığındıkları “Eshabı
Kehf Mağarası”nda uyuyup taş kesildikleri ve 300 yıl sonra da uyanarak
halkın arasına katıldıklarında yaşadıkları anlatılır.
Bu
“Yedi
Uyurlar” söylencesine inanmak, ya da inanmamak size
kalmıştır. Fakat her toplum yaşamında, uyku nedenleri bilinse bile,
uyandırılması zaman alacak olan böyle “uyurlar” vardır. Tıpkı 16 yıldan beri yurdumuzda
olanlara uyanamayan “pek çok uyur” gibi…
İşin
ilginç yönü egemen güçlerce, “öteki” ilan edilip korkutulup, uyutulmak istenenler,
ne kaçıyor, ne de uyuyorlar. Onlar haklı olduklarını ve dönen dolapları
bildikleri için vicdanlara sesleniyor, hak, hukuk ve adalet için hep ayakta,
hep direnişteler. Oysa egemen güçlerin haklarını gasp ettiği kendi yandaşları; derin
uykuda olduklarından henüz olanların farkında değiller.
***
“Aynı Kıbleye Dönen…”
Aynı
toplumda yaşayan insanlar; binlerce yılın oluşturduğu ortak coğrafya, tarih ve
kültüre sahip olsalar bile, bu onların aynılığını gerekli kılmaz. Çünkü genetik
ve kişiye özel yetiler insanları farklı kılar. Tıpkı beşparmağın aynı olmaması
gibi... Her insan; değişik inanç/yeti/düşünce farklılıklarına sahiptir, zaten
insanı, insan kılan da bu özellikleridir.
Yurdumuzun
hem sosyolojik, hem tarihsel, hem de psikolojik olan gerçekleri orta yerde
duruyorken, eğer birisi (farklı zamanlarda fakat aynı amaçla); “Aynı
kıbleye dönen, aynı duayı eden, aynı ezanları dinleyen …”,
“Olsun, hepsi alnı secde görmüş insanlar”, “Camiden, mescitten terör ve
terörist çıkmaz.” Cümleleri ile genellemeler yapıp inanç farklılıklarından
“ötekiler” yaratmaya kalkışırsa
ne düşünürsünüz?
Bu
uzun soruya iki cevap verilebilir:
Bir: Bu sözleri söyleyen kişi
eğer sadece kendi (tekil) görüşünü söylüyor, söylemini eyleme geçirmemiş ve başkasına
zarar vermemiş ise (bu sözleri biraz garipser sonra da); “Tuhaf sözler
fakat bunlar onun şahsi görüşleri…”
diye düşünebilirsiniz.
İki: Bu sözleri söyleyen kişi
eğer toplumda etkili biri olarak bir makamda oturuyorsa… Evet, bu sözleri
söyleyen kişi ayrıca; "27 Ağustos 2014 tarihinde milletimiz
tarafından cumhurbaşkanlığı görevine seçilmem sebebiyle anayasa gereği ayrılmak
zorunda kaldığım, kurucusu olduğum partime, yuvama, sevdama, aşkıma bugün
yeniden dönüyorum" sözlerini de söylemiş olan Sn. R. T. Erdoğan.
O, Cumhurbaşkanı olduğunda: “…aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek… ”
için yemin ederim diyen biri ve halen görevine devam ediyor.
Şimdi bir de
AKP’nin genel başkanı. Yani, hem seçmeni %50’nin altında olan AKP’nin, hem de; partisi,
yuvası, sevdası, aşkı olmayan diğer muhalefetin Cumhurbaşkanı… Acaba
tarafsızlığın tanımı mı değişti?!..
Ülkemizin yetki ve sorumluluğu en fazla olan kişisi, aynı zamanda,
yukarıdaki görüş ve anlayışların da sahibi. Hem de Anayasa’mızda da: “… Demokratik,
laik ve sosyal bir hukuk devletidir”
ve “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi
inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde
eşittir.” hükümleri varken.
-Durum
bu kadar açıkken yorum yapmaya gerek var mı?
-
Yoktur.
O halde yorum yapmadan
diyebiliriz ki; ülkemizde aynı Camiye, aynı Kıbleye, aynı Secdeye bakmayanların
vay haline…
NOT: “Türkiye
Gündemi” çok yoğun, yazmaya devam edeceğim.