Yıllarca çokça büyük acılar
yaşamış insanlarımızın, acılarını sonlandıracak çözümler aramak yerine,
ölümü ve acıları daha da arttıracak olan güvenlikçi anlayışlarla yol almaya devam ediliyor.
Çok değil sadece (4) dört
yıl önce, güvenlikçi anlayış yerine “Çatışmasızlık
ve Barış” konusu ana gündem olmuştu. “Çözüm süreci” dedikleri bu iş için (seçilmeleri
tartışmalı da olsa), “Akil İnsanlar
Heyetleri” kurulmuş, yurdun her tarafında farkındalık yaratmak için pek çok
toplantılar yapılmıştı. Gazete ve TV
kanallarında, sık sık “barışın erdemleri” işlenir/konuşulur/tartışılır olmuştu.
Böylece benzer sorunlarını barışçı yollarla çözen
diğer ülkelere biraz daha yaklaşılmış, kanlı çatışma ve ölüm haberleri de hemen
hemen yok olmuştu. İnsanlar evlerinde, işlerinde, okullarında ve sokaklarda
biraz daha güvenli, daha umutlu olmuşlardı.
Fakat bu umutlu günler uzun
sürmedi, 7 Haziran yenilgisinin yarattığı depreme ve tek kişinin kibir-ego-çıkar
döngüsüne (girdap) kapılan süreç, son buldu. Sanki yorgun düşüp biraz mola vermiş ve
sonra “ateş!” komutu almışçasına yeniden başlatıldı güçler çatışması… Güvenlikçi
anlayışlar bu kez; sivil, yaşlı, çocuk, ev-bark dinlemeden, daha acımasızca yeniden
gündemdeki yerini aldı…
İnsanlık tarihinde olagelen tüm haksız iç-dış savaşların temelinde çıkar vardır. Fakat bu çatışma ve savaşları
çıkaran güçlerin, gerçek amaçları hiçbir zaman ortaya çıkmaz, üstleri her zaman oluşturulan algılarla örtüktür.
İtalya’da Mussolini, Almanya’da
Hitler, İspanya’da Franko; milyonlara ölümü ve büyük acıları
yaşatan faşist düzenlerini; halka korku salan yapay algıların yaratığı
düşmanlıklar üzerine oturtmuş, ortaya çıkan kin ve öfke ile beslenip güçlenmişti.
Algılarla oluşturulan
düşmanlıklar, yurdumuzda da; Ermeni, Kürt, Dersim kıyımları, 6-7 Eylül- Maraş-Çorum, Sivas, … Gezi
olaylarında nice acılar yaşatmış, nice ocaklar söndürmüştü.
Algı yönetiminde bulunanlar;
kişiye/topluma ait inançsal, ırki ve duygusal alanları kullanırlar. Dokunulmaz
ve kutsal sayılan bu alanlar ile ilgili yalan/yanlış haberler üreterek soru
sormayan, düşünüp yorum yapamayan ve çabuk kanan kitlelere ulaşır ve onları kışkırtırlar.
Topluma; suskunluk, kin, öfke, çaresizlik aşılayan algıları oluşturmak için de ajanlar
kullanırlar. Ajanlar, duyguları sömürür, sabotajlar yapar, cinayetler işler, yangınlar
çıkarır, fısıltılar yayıp, lafebeliği (demagoji) yaparak mağduriyetler(!) yaratırlar.
Çünkü onları amaçlarına
ulaştıracak en uygun araç, üretilmiş algılardır. Ve en büyük güç de kışkırtılmış
kitlelerdir.
Bu süreçte ötekileştirilen, ezilen,
bedel ödeyip aclar çeken fakat buna rağmen kışkırtılıp saldırganlaşanlar da vardır. Kandırılmış bu insanları kazanmak yerine, onları iflah olmaz ötekiler, "karnını kaşıyanlar" olarak
görenlerimiz de...
Eğer insanlar; yaşam tarzları,
inançları ve kişilikleri ile birlikte kabul edilirse… Onlarla selamlaşır, tanışır,
konuşur, duygudaş olunursa… Onların kendileri ile yüzleşip, gerçeğe
ulaşmalarına yardım edilirse… Ve onlarda, kendilerinin bir araç olarak kullanıldığı farkındalığı sağlanırsa… Ancak o zaman birlik olup çoğalır, güçlenir ve zalime
dur diyebiliriz. Böylesi daha olası ve daha anlamalı olmaz mı?
***
16 Nisan Referandumu:
15 Temmuz'u kendileri için “Allah’ın bir
lütfu” olarak görenler, OHAL+KHK+Devlet güç ve imkânlarıyla “Tek Adam” rejimini
kurmak üzere “Evet” deme taraflısı oldular. Karşılarında ise sadece kendi öz güçleri
ile “Demokrasi”yi savunanlar var.
Çok değil sadece 16 gün sonra halkımız “Evet/Hayır kararı
verecek.
İktidarda olanlar yıllardır;
“mağdurum da mağdurum” deyip
durdular. Sonra (aynı yolda birlikte yürümek için) “Her istediklerini verdik”
dedikleri, daha fazla isteriz deyip, çelmeler
takmaya başlayınca da birlikleri bozuldu. Bu kez, “Bilemedik kandırıldık, Allah
bizi afetsin” dediler.
Şimdi bu kandırıldıkları
için af dilemek zorunda kalanlar, olup bitenleri unuttular. Ve çığlıklarını karşılıksız
bıraktıkları milyonlardan oy istiyorlar!...
Peki, şimdi bu halk, sık sık kandırılan birilerine nasıl
güvensin?
Karar verilecek de, acaba ortam/hava
ne durumda? (Biliyorum siz yüzlerce neden sıralayabilirsiniz, fakat ben sadece
iki örnekle yetineceğim.):
- TRT haber kanalında (TRT kamu (?) kanalı): 1-22 Mart tarihleri arasında yapılan program ve haber bültenlerinde Cumhurbaşkanı: 1390 dakika, AKP ve hükümet: 2 bin 723 dakika, CHP: 216 dakika, MHP:48 dakika, HDP’ye ise sadece 1 (bir) dakika süre ayrıldığı belirlenmiş. İşte bravoooo!... dedirten eşitlik; 4.161 dakika “Evet” ve 217 dakika “Hayır” diyerek sağlanmış.
- Tarafsız ve herkesin cumhurbaşkanı olacağına dair yemin ederek söz veren Sn. Erdoğan; kamuya ait (herkese ait) makam ve imkânları kullanarak “Evet” taraflısı olarak meydanlarda, ekranlarda, her yerde… Oralarda da (tarafsız ve eşitlikçi (!) biri olarak) “Hayır” diyecek olanlara sıfatlar yakıştırıp bağırıyor, çağırıyor…
Peki, bu iki örnek ve sizin ekleyebileceğiniz yüzlerce
örnek acaba hangi yasaya, hangi hukuka ve hangi etik kurala uygundur?